Haber Merkezi (17-12-2015) Çok yönlü bir zihinsel ve pratik eylemler bütünü olan Bilim, saygınlık uyandıran bir kavramdır. Çünkü bir zamanlar bilinmeyeni bilinir kılar, inanç dünyasının sersemleştiren, korku üreten karanlık dehlizlerine ışık tutar. İnsan türünün içinde yaşadığı gezegeni, onun da içinde yer aldığı evreni anlamaya, tanımaya çalışır… İyi amaçlar için kullanıldığında ise insanın yaşamını kolaylaştırır. Dolayısıylada bilim ve bilimsel faaliyet saygıyı hakeder. Peki bilime gösterilen bu saygıyı her bilimci hakeder mi? İşte burada biraz düşünmekte ve hayata bakmakta fayda var. Nobel kimya ödülüne layık görülen Aziz Sancar, Türkiye’ye ayak basar basmaz ayağının tozuyla ülkü ocakları yetkilileriyle, ardından da Külliyenin sultanıyla görüştü. Sonra da uygun adım anıt kabire…
Sancar, “Bu kadar sevildiğimi bilseydim daha önce gelirdim. Gerçekten çok duygulandım” derken, âhmaklık derecesinde bir yanılsama içindeydi. Ödülden önce adı-sanı bilinmeyen ihtiyar bilimcimizin gördüğü ilgi, açık ki ödül ile gelen reklam ve rant değerine gösterilen ilgidir.
Öyle olmasaydı şayet, Külliyenin Yavuz’u ve öteki devlet erkânı sayın Sancarı geçen yıllar boyunca defalarca davet ederlerdi. Ortadoğu’da batağa batmış, tüm komşularıyla kanlı-bıçaklı, selefi terör ordusunun suç ortağı ve sünni eksen dışındaki tüm dünyadan tecrit olmuş bir iktidar, Nobel’li bir reklam ve doping fırsatını kaçırmazdı elbette.
Sancar’ın “Ben Osmanlı ile gurur duyuyorum. Kravatım Osmanlı. Yanında da Türkiye Cumhuriyeti bayrağı var. Biz buyuz.” demesine şaşıranlar, hatta hayal kırıklığına uğrayanlar oldu. Çünkü bir bilim insanından daha adil, daha muhalif ve cesur şeyler duymak istiyorlardı. Öyle ya, bilim insanının daha rasyonel, mantıklı, nedenselci, eleştirel ve analitik olması gerekmez miydi? Bilim ahlâkının ortalama normlarına göre, evet…
Kimyacımızın gurur duyduğu imparatorluğun, ardında soykırımlar ve medeniyetler mezarlıkları bırakarak yıkılıp gitmesine dair bilimsel bir fikri var mıdır, bilemiyoruz.
Sancar’ın ümmetçi/milliyetçi hezeyanları da bir şey mi? Yakın geçmişte Celal Şengör isimli jeoloji Profesörü bir vaka, Deniz Gezmiş’e “eşkıya” derken Kenan Evren’in de “tüm yaptıklarını desteklediğini” beyan etmişti. Daha bilimsel (!) bir iddia ile “İnsanlara dışkı yedirmek işkence değildir” diyebilmişti. Biri Osmanlı diğeri Bizans hayranı olan Profesörlerin ortak idolleri ise Atatürk.
Atatürk’ün de ideolojik/siyasi mirasından geldiği “genç Osmanlılar” ve devamındaki “genç Türkler” arasında çok sayıda bilim adamı ve tıp doktoru vardı. Sonraları bu doktorların bir bölümünü (Dr. B. Şakir, Dr. Nazım, Dr. M. Reşit…) 1915 Ermeni/Hristiyan soykırımının baş mimarları arasında görüyoruz.
“Avrupa’nın hasta adamı” damgası yedikten bir zaman sonrada yıkılıp giden Osmanlı imparatorluğunun mezarı üzerine kurulan yeni devletin sağlığı da çok iyi değildi…
Kendine silah zoruyla yapay bir ulus yaratmaya çalışan bu devlet, vahim derecede hasta durumda artık.
İttihad terakki’nin Irkçı/milliyetçi bilim adamları, çok gurur duydukları imparatorluklarını yıkımdan kurtaramadılar. Bıkalım bizimkilerin dramını, Nazi Almanya’sının emrindeki binlerce bilimcinin fizik, tıp, kimya, havacılık ve silah sanayi gibi alanlardaki göz kamaştıran icatları dahi trajik sonlarını değiştirememişti.
Hiç belli olmazdı !
Belki yeni nesil milliyetçi bilimciler, Halkların başına bela ulus devletlerini kurtarabilecekleri bilimsel(!) bir formüle ulaşmışlardır.
Kim bilir!
Hem o zaman, mezarlara bağışlayacakları yeni Nobel ödülleri de alabilirler…
Erdal Emre