Deniz Faruk Zeren’in 17’ler anısına yazdığı şiiri gazete okurlarımızla paylaşıyoruz
HABER MERKEZİ (16-06-2014)- Deniz Faruk Zeren’in 17’ler anısına yazdığı şiiri gazetemizin okurlarıyla paylaşıyoruz.
Haziran bulutları
1
Gidebilsek ufak ufak
Islak bir tenden aşağı iner gibi yokuştan
Gök gürlese
Mavi kılıç salınsa boynumuzda
Tohum dinlese yağmurun sesini
Toprağın altında sürse yürüse
İlkbahar olur hüzün katında inat.
Alevin ortasında gülün ne işi var
Yarasına sıcak kül süren insanların devrinde
Ya nerede olaydı Cafer Cangöz?
Aç çocukların boğazına sıcak süt davasına
Ateş yağsınki oradaydı
Mercan’da bir kayanın altında
Tütün sardı gülümsedi
Yarını düşledi dişlerinde güneş.
Gölgeye vuran serin
En duru ırmaklardan duru
Öyle derin ter kokusu
Siverekli topraksız köylülerin ve
Paşabahçe’de işçilerin
Duydu bunu.
Mercan’a çakan şimşekYaprağa düşen çiğ doğursun
İki deniz birleşmesi okyanus yaratır mutlaka
Kaşlarında Aydın’ın.
Dalgalardan kıyılara kıyılardan dağlara
Vuran ses ışık boğulmuş
Onbeşlere can veren Onyediler
Kısaca bir çağdan bir çağa hüzündürler!
O derin vadide kalbini büyüten gövden
Uzun bir ırmağın kahrını taşıyor senden
Ayrı en uzak iklime mutlaka
Kopan fırtına dağın saçlarında
Tıkır tıkır işleyen makinaya düşecektir
Aşkın ruşeym hali üçer beşer
Beşer onar onbeşer Onyediler
En genç rahmine tarihin!
“Boğun” demişlerdi Onbeşler için
“Doğun” diyoruz Onyediler için!
11
Sabahı kuşatmışlar
Alacakaranlık dağa çıkmış
Güne kavuşmak için!
Yangının nerde
Ağzının pembesi
Gül üstünde bülbül olmak mı hayat
Kanamak mı dikenlerinde
Bülbül de kanarmış arpacık gördüğünde.
Yanık gül kokuyor insan etinden
Ziyade dünyanın teni
Ele güne karşı azade
Başyukarı akan su vuruyor.
Sırtındaki yük ellerin kadar ağır
Geldiğinde kaldır
Başından aşağı dökülsün ışık
Karanlığın rüzgarı yok nefesi de
Rüzgar da sensin nefes de!
111
Giz
Kır dolusu nergiz
Ateşin duruluğunda buldum seni
Arındım yalanlardan
Değişmiyorum şimdi hayalinle
Sevişmenin büyüklüğünü gerçeğe!
Bir bulutta unut beni
Ter damlasında sev
İnatçı bir kengerim Karacadağ’da
Sıkınca hayat boğazından gel çıkar beni.
Avuntularım tükendi
Yalın gerçek sözün kısası
Sizi hep seviyorum demek!
Oysa baykuş ötmez viranımda
Batıp gitmiş benim ihtiyar Granma
Çıkartmam yarım kalmış.
Demek çelişkilerimmiş sebebim
Yalnızlığıma değsin
Çelişiyorum yine aşksızlıkla!
Hey bana bir tüfek ver
Kim olduğunu söyleyeyim sana
Belki şiire silah yakışmaz
Ama açlık yakıştırılıyor insana
-Bundandır her şiirimde
Alevlenmiş bir namlunun parıldaması-
Giz dedim
Kır dolusu nergiz dedim
Düş kurdum mahrem
Bir partizanın kirli gömleğinde kaldı gölgem!
Gölgenin veryansını
Makinenin rahmine düşen ter damlacığı
Kusursuz işleyiştir.
Çatlayan tomurcuğun sesi gibi taze sesin
Avuçlarında en gizli sevişmelerin yangını
Avuçlarında kıvranan
Terli memelerin direnci kadar duru
Döğüşerek yaşamak arzusu!
Vakitsiz yağan kar düşünce
Zirveye kıvrılan patikaya
Hazindir aslında hep Haziran.
Ayak izlerinde bulut çizilir toprağa.
1V
Arkadaş
Şşşşşşt
Arkadaş!
Görüyor seni
Duyuyor seni
Şuracıkta yatan
Partizan!
Arkadaş
Bu gömüte dökülen yaş
Sen dik tut başını
Anlamasınlar canımızın yandığını!
O arkadaş
Bu gömütlüğe yalnız bir türkü
Gibi uzanmadan önce
Çok önce
Maviydi masmavi dolaşırdı
Aramızda yanımızda
Kollarının arasında kitapları
En ucuz esnaf lokantalarının
Küflü masalarında bir tas mercimek
Çorbası içerdi.
Gotha ve Erfurt Praogramlarının Eleştirisi’ni
Okurdu arka bahçesinde Siyasal’ın.
Gözlüklerini hohlar
Düşünürdü kıvrılarak uzayarak
Kıvranarak akan ince bir su gibi.
Dalında kızarmış nar gibi gülümserdi
Elbette ikinci bir ceketi yoktu hatta
Şair de denilebilirdi lakin şiir yaşardı.
Mutlaka sigara içerdi bıyıkları acıydı
Aşıktı rüzgara karşı titreyen
Badem çiçeği gibi titredi aşkından
Çelik bir yay gibiydi yerinde
Ama en çok sevgili kurşun kalemini
Eksik etmezdi cebinden
Bilmek yetmezdi ona anlatmak en güzel
Eylemdi başının içinde beslediği dağ
Büyüdükçe büyüdü büyüdü
Büyüdükçe sığmadı o dağa
Buraya gömüldü
Değil öldüğü için değil
Dağın kalbine indiği için!
Ki bir dağın yarılmasından başka nedir dünya?
Arkadaş ağlama!
V
Kederine yaslan yaşlı bir çınar
Direnci saracak gövdeni
Adın neydi
Adının öznesi
Adınla kurulan ilk sözcük
O sözcükle başlayan ilk kitap
O kitapla başlayan ilk hayat
Adının gizli tarihi neydi
Urartulu bir köle mi
Parisli bir işçi mi
Bulmuştu adını
Neydi adının ilk eylemi?
Neydi adının ilk eylemi
Doğmak mı ıslak ıslak
Bütün yağmurları toplayarak Nisan’da
Yürümek mi düşünerek
Dizlerinin üzerinde kağıt
Sırtında derin açlık gözlerinde parlayan
Işık yeşil ne kadar yeşil o kadar yeşil
Derin en derin yerinden kopanusundan
Sızan yazı ilk eylemin ilk sözün
O söze sırtını yaslamış dağlar dağlardakiler de.
En gece konduların gözlerinde de yeşil
O söze söz katan yolu görmek de bir örmek de
Onyedilerce Onbinlerce!
Şimdi yana yana dönen pervane der ki
Kelebeklere
Gezermişim gezermişim
Aşıkmışım gezermişim
Şekl-u Cemalin öpermişim
Öpermişim.
Okanmışım
Bernaymışım
Reichstang’ın tepesinde
Çavuş Yegorov ve
Çavuş Kantari’ymışım
Kızılmışım kızılmışım
Gönençle salınmışım
Zındanmışım azadmışım
Bir rivayetmişim vesaire
Su yolunda kırılan testi
Kalp cebinde son mermi
Yağız yağız Binali
Bir iki üç beş
Onyedi
Yalp yalp yanarmışım
Ekmek gibi pişermişim
Düş gibi üleşilir aşk gibi
Söyleşilirmişim dilden dile
Destanmışım aşklara
İlk gerçek aşklara!
Kelebekler der ki pervaneye
Bakma kısalığına ömrümün
Her kanat çırpışım çağların bıynunda kırılan
Birer halkadır!
V1
Tomurcuğa vuran çiğ tanesi
Gözlerindir asıl
En derin
Nehirlerden derin hayalden
İbaret aşk.
O sensin
Sesin
Den kopan
Fırtınanın uğultusu ben
En illegal aşık!
Şüphe yok güvensiz kentlerin
Kuytularında gizli matbaa kurulamaz.
Dağlara çekil şiir!
Çekil ki suya tohuma
Makinenin kolunu tutana yazılasın
Her Onyedilere her birine Onyedilerin
Ses olasın!
Deniz Faruk Zeren