Bu davanın burjuva hukuk içinde dahi, hukuksal bir karşılığı yoktur. Dava, tamamen siyasi bir davadır. Faşist iktidar lehine iç siyaset malzemesi olarak kullanılmak istenmesinden öte bir anlam taşımamaktadır.
25 Nisan 2022 yıllardır toplumun üzerinde bir demokrasi kılıcı gibi sallandırılan Gezi davasının karar günüydü ve karar, sarayın sopası olan sözde mahkemece açıklandı. Tutuksuz yargılanan mimar, mühendis ve avukatlara 18’er yıl ceza kesildi ve hepsinin derhal tutuklanması istendi, mahkemeye gidip savunma yapanlar anında tutuklanıp hapishaneye tıkıldı. Ayrıca bir türlü hangi suçla yargılayacaklarına bir türlü karar veremedikleri Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet verildi.
Bütün bu hukuksuzluklar sadece bir sonuç. Bu davanın burjuva hukuk içinde dahi, hukuksal bir karşılığı yoktur. Dava, tamamen siyasi bir davadır. Faşist iktidar lehine iç siyaset malzemesi olarak kullanılmak istenmesinden öte bir anlam taşımamaktadır. Davanın böyle sonuçlandırılmasının birkaç nedeni var.
Birincisi; İçinde bulunduğumuz bu süreçte, faşist iktidarın halka zam, zülüm, açlık ve yoksulluktan başka verebilecek hiçbir şeyi yok. Bugüne kadar yapılan algı operasyonlarının, uydurulan yalanların da bir hükmü kalmadı. Tek yapacağı şey, sindirme ve yıldırma politikasını hızlı bir şekilde hayata geçirmek.
İkincisi; Gezi’nin dayanışma, kolektif ruhunu yok etmek. Böylece kitlelerin örgütlü demokratik mücadele eylemini darbelemek.
Üçüncüsü; Seçimlere doğru giderken bir korku iklimi yaratmak, adım adım olağan üstü hal koşullarında seçimi gerçekleştirmek. Daha başka nedenler de elbette sıralanabilir. Ama ilk elde göze çarpan bunlar.
Şunun altını hiç tereddüt etmeden çizelim. Bu karar, burjuva mahkemelerin tek adam sultasının faşist erki haline getirilmesi konusunda somut aynadır. Tamamen saray ve bir avuç saray çevresinin tekçi zihniyetine göre kurumsallaşmış “hukukun” dışavurumudur. Ve daha da önemlisi bu, aslında faşist iktidarın nasıl bir korku içinde olduğunun ifadesidir aynı zamanda.
Evet korkuyorlar ve korkularında da haklılar. Çünkü milyonların haklı öfkesi bir kez ortaya çıktı mı, hiçbir güç bu öfkenin önünde duramaz. Aslında bu öfkenin uç göstermeye başladığı herkes tarafından görülmektedir. Öyleyse bunun mutlaka önüne geçilmelidir. Faşist iktidarın, kendi bekası açısından böyle düşünmesi ve bunu hayata geçirmesinde şaşılacak bir durum yok. Ki, bu zaten bilinen ve beklenen bir durumdu.
Ancak, demokrasi hovardalığına soyunmuş diğer burjuva muhalefetin sesinin soluğunun çıkmaması da iki yüzlülüklerini açığa çıkartmış durumdadır. Bu da çok anormal karşılanacak bir durum değildir. Kitleleri eve hapsetmek isteyen, “aman ha aman sokağa sakın çıkmayın” diyen bu burjuva muhalefet değil midir. Yıllarca ağa babalarının istemleri doğrultusunda, bu iktidarın hırsızlıklarına, yolsuzluklarına, baskı ve şiddet uygulamalarına, “muhalefet” adına muhalefetsizlik yapan bunlar değil midir? CHP adına bir iki vekilin ( ki bunlar demokratik bir anlayış sahibi bireyler olarak değerlendirilebilinir) mahkeme salonun da olmaları çok fazla bir anlam ifade etmez. Özcesi bunların da halkı düşündükleri, yarın kendileri için de tehlike olabilecek durumlardan uzak durmaları tam da kendi sınıf çıkarlarına denk düşmektedir.
Asıl üzerinde durulması gereken kendimiz, devrimci- demokratlar, sosyalistler olmalıdır. Çünkü Gezi davasını sahiplenmek ve onun devrimci ruhunu geliştirmek, devrimci-demokrat-sosyalist güçlerin mücadele çizgisidir. O gün, mahkeme salonunun önünü tıpkı Gezi de olduğu gibi tıka basa bunlar doldurmalıydı. Görülüyor ki, Gezi davası, küçük burjuva aydın tabakasına bırakılmış ve burdan bir “umut” beklentisine girilmiştir. Biz devrimciler ve sosyalistler hata ve eksikliklerimizden ders çıkartmasını becermek zorundayız. Gezi’nin başlangıcındaki eksiklikler, bugün doğru yol ve yöntemlerle giderilebilirdi. Mevcut durumu, devrimin lehine çevirip, Gezi’nin ihtilalci ruhu elden geldiğince canlandırılabilirdi. Bu ruh, kitlelerin, faşizme karşı öfkesinin sokağa akış ruhuydu. Bugün sınıf mücadelesinin buna fazlasıyla ihtiyacı var. Bunu yapamamışsak, kendimize dönmeli, kendimizi yargılamalıyız. Burjuva muhalefetin bütün engel olma çabalarına karşın, “HER YER TAKSİM HER YER MÜCADELE” devrimcilerin sloganı olmalı ve bu slogan mutlaka hayat hakkı bulmalıdır.