Hollanda’da patlayan kriz Avrupa’nın Erdoğan/AKP iktidarına karşı tavırdır!

Avrupa ülkelerinin Erdoğan-Saray iktidarına karşı geliştirdiği tavır, gerici çıkar ve ilişkiler zemininde gelişip demokratik bir muhteva taşımamaktadır Avrupa’nın bu tavrı demokratik olmasının göstergesi ve ürünü olmadığı gibi, Erdoğan-Saray iktidarına tavır alması da onu demokratik kılmaz Öte taraftan Erdoğan-Saray iktidarının da anadan doğma ırkçı-faşist bir iktidar olup, çıplak bir komplocu olarak mağduriyet siyasetiyle bu süreci iç siyaset malzemesi yaparak referandum sonuçlarını manipüle etmeye dönük sistematik bir entrikacı olarak, sürecin esas ortaklarından olduğu açıktır. Avrupa’da ırkçı-faşist eğilim ve göçmen düşmanlığı gelişmektedir. Bu gericiliğe karşı mücadele şarttır. Fakat bu gerçeklik Erdoğan-Saray iktidarının haklı olduğu, demokratik tutuma sahip olduğu, dolayısıyla da desteklenmesi gerektiği anlamına gelmez. Bilakis Erdoğan iktidarı aynı gericiliğin parçası durumunda olup, aynı sürecin ortağı-tarafı ve bu sürecin gelişmesine katkı sunarak iç siyasetine manivela etme politikasıyla komplocu provokatif durumdadır. Ne Avrupa gericiliği, ne de Erdoğan-Saray gericiliği tercih edilemez.

HABER MERKEZİ (15-03-2017)- Hollanda’da patlak veren krizin öncesi Almanya ve Avusturya’ya dayanır. Daha da doğrusu bu krizin gerçek mahiyeti Avrupa’nın ekseri tavrını ifade eder. Krizin muhtevası ise, Erdoğan-Saray iktidarı ile Avrupa ülkelerinin gerici politika ve çıkarlar ekseninde yaşadıkları dalaşta karşılık bulur. Sorun basit bir Hollanda krizi olarak değerlendirilemez. Avrupa’nın, Erdoğan iktidarının gerek iç siyasette geliştirdiği ‘’radikal İslamcı’’ kaba faşist sürecin bir biçimiyle kendi ülkelerine yansıtılması ve bu eğilimin özellikle IŞİD ile bağları temelinde kendilerine oluşturduğu tehdit ve gerekse de dış siyaset sahasında geliştirdiği veya girdiği yeni ilişkiler sürecinin emperyalist dengeler bağlamında AB’nin aleyhine bir zeminde olması nedeniyle Erdoğan-Saray iktidarına karşı net olduğu kadar gerici pazarlıklara açık bir tavır içinde olduğu aşikardır ki, yaşanan süreç bunun göstergesidir.

Almanya ve Avusturya, Hollanda’da cereyan eden gelişme çerçevesinde daha önceden açık tavır alarak, TC devletinde yaşanan referandum çalışmalarının ülkelerinde yapılmamasını, TC’deki siyasi sürecin ülkelerine taşınmamasını vb. söyleyerek, referandum seçimlerine dönük çalışmalara izin vermeyeceğini ve bu amaçla gelen siyasilere-siyasi parti ya da iktidar sözcülerine izin vermeyeceklerini alenen deklere edip tavır aldılar. Bu yaklaşımın esasta Avrupa’nın tavrı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Zira, Almanya, Avusturya, Hollanda’dan sonra Danimarka da düşük profilli Binali’nin ziyaretini ertelemesi talebini ileterek diplomatik üslupla aynı tavrı aldı. Avrupa ülkelerine bakıldığında istisna ülkeler hariç hemen hepsinin benzer tavır-tutuma sahip olduğu g görülmektedir.

Yaşanan bu süreç doğal olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan’da gündemin ilk sırasına oturdu ve gündemi değiştirmekle birlikte Referandum sürecini manipüle etti. Kitleleri Türk milliyetçiliği zemininde sokağa döktü, burjuva partilerini yedekledi ve Avrupa’ya Nazi salvolarıyla süreci tırmandırıp sürdürüyor. Böylece referandumda aleyhine olan durumu lehine çevirdi.  Kamuoyu yoklamaları referandumda ibreyi Hayır lehine gösterdiği için bu manipülasyon süreci devreye sokuldu ve bu sürecin daha farklı provokasyonlarla vb sürdürüleceği de anlaşılmaktadır…

Avrupa ülkelerinin Erdoğan-Saray iktidarına karşı geliştirdiği tavır, gerici çıkar ve ilişkiler zemininde gelişip demokratik bir muhteva taşımamaktadır. Avrupa’nın bu tavrı demokratik olmasının göstergesi ve ürünü olmadığı gibi, Erdoğan-Saray iktidarına tavır alması da onu demokratik kılmaz. Öte taraftan Erdoğan-Saray iktidarının da anadan doğma ırkçı-faşist bir iktidar olup, çıplak bir komplocu olarak mağduriyet siyasetiyle bu süreci iç siyaset malzemesi yaparak referandum sonuçlarını manipüle etmeye dönük sistematik bir entrikacı olarak, sürecin esas ortaklarından olduğu açıktır. Avrupa’da ırkçı-faşist eğilim ve göçmen düşmanlığı gelişmektedir. Bu gericiliğe karşı mücadele şarttır. Fakat bu gerçeklik Erdoğan-Saray iktidarının haklı olduğu, demokratik tutuma sahip olduğu, dolayısıyla da desteklenmesi gerektiği anlamına gelmez. Bilakis Erdoğan iktidarı aynı gericiliğin parçası durumunda olup, aynı sürecin ortağı-tarafı ve bu sürecin gelişmesine katkı sunarak iç siyasetine manivela etme politikasıyla komplocu provokatif durumdadır. Ne Avrupa gericiliği, ne de Erdoğan-Saray gericiliği tercih edilemez. Bu gerici dalaşta nötr tarafız.

Yaşanan süreç Türk milliyetçiliğini geliştirerek ana muhalefetiyle tüm burjuva partilerin ve geniş kitlelerin Erdoğan iktidarı etrafında birleşmesine yol açtı. MHP’nin Erdoğan iktidarına entegre olması ve açıktan benimsediği ırkçı-faşist kimliği tescilli olduğundan bugünkü tavrı anlaşılırdır. Fakat CHP’nin daha farklı pozisyonda muhalefet eden durumda olması ve faşist özüne karşın kitlelerin karşısına ‘’sosyal demokrat’’ kimlik kılıfıyla çıkması gerçeği, CHP’nin yaşanan sorunda Erdoğan iktidarı etrafında kenetlenmesi tavrını anlaşılır kılmaz. Bu kenetlenme MHP açısından tamamen anlaşılırken, CHP açısından da özünde anlaşılırdır. Zira Türk ırkçı milliyetçiliği ve faşist devlette birleşme konusunda CHP tartışmasız bir kimliğe sahiptir. Irkçı Türk milliyetçiliği eksenindeki faşist devlet paradigması CHP’nin vazgeçilmezi ve temel niteliğidir. Devletçidir, milliyetçidir, ırkçıdır, faşisttir CHP. Tüm muhalefetine rağmen Erdoğan iktidarının yedeğine düşme ve onun etrafında birleşerek destek verme tavrı tam da bu niteliğinin ürünüdür. CHP’nin bu niteliği ve tavrı HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında Erdoğan-saray iktidarına verdiği destek ve ona yedeklenmesiyle, ‘’Yenikapı ruhu’’ denilen ırkçı-milliyetçi cephenin boy gösterisinde aldığı tavır ve darbe sürecinde Erdoğan-saray iktidarının imdadına tereddütsüzce koşmasıyla aldığı rolle tescillidir… Dolayısıyla CHP’nin tekçi faşist devletçiliği, ırkçı Türk milliyetçiliği özelliğiyle tarihsel kesitlerde oynadığı rol ve Erdoğan-saray iktidarına verdiği destek bir rastlantı değil, temel karakterinin ürünüdür. Erdoğan’ın hükümete gelmesinde CHP’nin oynadığı rol de düşünüldüğünde, CHP’nin sistematik olarak Erdoğan iktidarına cankurtaran destekçisi olduğu teyit olur.

Avrupa’nın ya da Hollanda’nın ilgili tavrı esasta Türk devleti ve halkına karşı değil, alenen Erdoğan ve sultasına karşıdır. Dolayısıyla ırkçı Türk milliyetçisi duyguların hortlaması ve bunun Erdoğan iktidarına kan taşıma temelinde CHP’de de tezahür etmesi bir yanılsama durumudur da. Bu yanılsama Erdoğan iktidarına karşı tavrın Türk milleti ve halkına veya genel olarak Türk devletine karşı bir tavır olduğu şeklinde değerlendirilerek bu değerlendirme zeminde Türk milliyetçiliğinde birleşerek Erdoğan’ın değirmenine su taşınmasıyla anlam bulmuştur. Yaşanan bu süreç tartışmasız olarak Erdoğan iktidarını siyasi bakımdan yerlere sermiş, rencide edip değersizleştirmiştir. buna karşın ülkede yaşanan siyasi yansıması bakımından Erdoğan veya referandumda evet tavrı lehine hizmet olmuştur. Erdoğan ancak böylesi bir dalgalanmayla ırkçı-Türk milliyetçiliğine tavan yaptırarak hortlatabilir ve bu hortlakla referandumda durumu lehine çevirebilirdi. Bu anlamda yaşanan sürecin Erdoğan iktidarı tarafından bilerek-bilinçli tırmandırıldığı, bu gelişmenin bilerek zorlanıp geliştirildiği söylenebilir. Ki, bazı gelişmeler bakıldığında sürecin Erdoğan iktidarı tarafından tırmandırıldığı görülmektedir de. Ama yaşanan sürecin Avrupa’nın Erdoğan’la birlikte komplo içinde olduğu biçiminde tasavvur edilmesi gerçekçi değildir. Zira yaşanan süreç referandumda Erdoğan iktidarına hizmet etse de, Erdoğan iktidarı ve TC devleti fena biçimde rencide olup onur kırıcı muameleye maruz kalarak siyasi olarak büyük bir prestij kaybı yaşadı. Ve ilgili ülkelerle ilişkiler ciddi krizlere gömüldü. Dahası ilgili Avrupa’nın Erdoğan’dan ışid tavrı, Rusya ile ilişkiler vb gelişmelerden dolayı rahatsız olduğu, Erdoğan iktidarını istemediği, Erdoğan ile uyumlu olmayıp anlaşamadıkları, bu anlamda Erdoğan iktidarına karşı  belli bir tavır-tutum içinde oldukları sır değildir. Erdoğan referandumda evet çıkarmak için her şeyi göze alabilir ve dünya çapında prestij kaybını da göze alabilir. Ama Avrupa’nın tavrı belli sebeplere dayanmakla birlikte, Erdoğan’a referandumu kazandırmak için başvuracakları bir gelişme olamaz bu yaşananlar. Dolayısıyla yaşanan sürecin ortak bir komplo olduğunu söylemek gerçekçi değildir…

Erdoğan referandumda evet çıkarmak için her şey yapabilir, her şeyi göze alabilir dedik.  Bu dikkat edilmesi gereken noktadır. Yani, Erdoğan’ın Avrupa ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da referandumu kazanmak için Avrupa ülkelerinde geliştirdiği bu süreçten daha fazlasını geliştirebileceği beklenmelidir.  Bu süreç bir ilk adım ve işaret olabilir. Bundan sonrası daha ciddi gelişmeler temelinde provokasyon, komplo ve siyasi cinayetlere tanık olabilir. Zira Erdoğan’ın referandumu kazanmaktan başka bir şansı yoktur. Erdoğan’ın gemileri yaktığı, dönülmez bir yola girdiği, dolayısıyla neyi var neyi yok her şeyini bu süreçte kullanacağı açıktır. Ya bu süreçte referandumu kazanarak iktidarını aile zinciriyle garantiye alıp sürdürür ya da referandumu kaybederek trajedik ve akıbeti bilinmez bir yola girmiş olur. İşte durum bu kadar keskin olduğundan Erdoğan’ın her türden çılgınlığa girişebileceği öngörülmelidir.

Erdoğan Avrupa’ya açıktan rest okuyup ilişkileri onarılmaz düzeyde kopmaya doğru hızla taşırken, Türk milliyetçiliğini körükleyip bunun üzerine oturarak referandumda evet tavrını çıkarmayı hedeflemektedir. Öte taraftan Avrupa ile ilişkileri derin krizlere sürüklerken Avrupa’nın kendisine karşı tavrını bildiğinden dolayı taşıdığı ümitsizlik nedeniyle bu kadar rahat davranıyor. Elbette Rusya ile düzelttiği ilişkiler de Erdoğan’ın Avrupa karşısındaki dayılanmasında önemli bir dayanak ya da güç kaynağı durumundadır. Ne var ki, Putin Erdoğan’a bir ABD uçağı düşürtmeden gerekli normalleşmeyi tamamlamaz. Ancak alacağı ödünlerle ve Erdoğan’ı ABD’ye karşı hasımhane bir eyleme sürükleyip (örneğin Suriye’de ABD askeriyle bir çatışmaya sokarak ya da uçağını düşürterek) ilişkilerini köklü şekilde zayıflatma durumunda tam normalleşmeye girebilir Putin Rusya’sı. Ki Erdoğan iktidarının ABD’ye karşı böyle bir eylemde bulunması süreci esasta Erdoğan iktidarı için bir son anlamından başka bir şey olmaz. Putin’in geliştirdiği süreç TC’nin ABD’den köklü şekilde koparılarak kendisine bağımlı hale getirme üzerine kuruludur. Mevcut durumda Erdoğan iktidarının başka bir şansı ve tercihi de kalmamıştır. Çanlar bir kez daha Erdoğan ve İktidarı için çalıyor.

Avrupa’da son derece keskin biçimde gündeme gelen gelişmeler bir taraftan bu akıbetin parçasıdır, bir taraftan da Erdoğan iktidarının Rusya ile ilişkilerinde yaşanan gelişmelerin bir neticesidir.

http://www.halkingunlugu.org/