İ. Hakkı Adalı Yazdı / Faşist “TC” Devleti İle İşbirliği: Geleceği Kaybetmek!

Faşist “TC” devleti açısından, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun Kürt ulusunun ulusal demokratik istem veya kazanımları veya bu doğrultudaki mücadelesi ve bu mücadeleyi yürüten güçler “ulusal güvenliğe tehdit” olarak değerlendirilmekte ve düşman ilan edilmektedir. Güney Kürdistan’da yapılan “Bağımsızlık” referandumu öncesi bu aleni olarak faşist “TC” devletinin en yetkilileri tarafından ilan edilmiştir. Tüm bunlara ve referandumun hemen sonrası gelişmelere rağmen KDP’nin faşist “TC” devleti ile “PKK” düşmanlığı üzerine geliştirdiği ve derinleştirdiği ilişki “kendi ayağına sıkılan kurşun” gibidir ve manidar olmaktadır.

Faşist “TC” devleti kürt ulusunun demokratik-devrimci mücadelesine ve kazanılmış mevzilerine azgınca saldırmaya devam ediyor. Kürt seçilmişleri, siyasetçileri tutukluyor, yerel yönetimlerine kayyumlar atıyor. Öz yönetim direnişleri sonrası yerle bir edilen yerleşim alanlarını geri döndürülemez biçimde yıkıyor, Kürtlerin yurdu olmaları nedeniyle yalnız insanları değil, şehirleri, ilçeleri, mahalleleri, dağları, ovaları, sularını, hayvanlarını cezalandırıyor. Gözü dönmüşlük hali yandaş medyada da işletiliyor, inkarcı, katliamcı savaş çığırtkanlığının ruh hali alabildiğince hafızalara işleniyor.

Bitmeyen, bitirilemeyen haklı, meşru mücadele ileri tekniğin marifetiyle bitirilmeye çalışılıyor. Fakat bitmiyor. Milli zulüm altında ayağa doğrulan Kürt ulusu, binlerini, on binlerini yitirmesine, iradelerine el konulmasına, linç edilmelerine ve yaşam alanları sürekli daraltılmasına rağmen diz çökmüyor, Osmanlıdan başlayan ve “TC” devleti ile devam eden milli zulme onurla direniyor.

Faşist “TC” devletinin Kürt düşmanlığı Kürtlerin yaşadığı her bir yerde kendini gösteriyor. Rojava’da Esad zulmü altında iken yakaladıkları tarihsel bir fırsatı değerlendirmeye çalışmaları, bölge halkları açısından devrim değerinde olan ilerici, demokratik mevziler yaratmaları dahi faşist “TC” devletinin saldırılarının hedefi oldu. İşgal edilerek Kürt toprakları yine birbirinden koparıldı, sınırlara duvarlar örüldü, yetmedi provakatif saldırılarla yeni bir işgal tehditini diri tutarak Kürtleri sindirmeye çalışıyor.

Tescilli düşmanlık sadece Rojava’da değil, Güney Kürdistan’da da olanca yakıcılığıyla kendini gösteriyor. Kürt ulusal demokratik mücadelesi hedef gösterilerek yapılan onlarca “sınır ötesi” operasyonlar yeni bir biçim ve nitelik değişiklikle yoğunlaştırılarak sürdürülüyor. Yapılan onca “sınır ötesi” operasyondan hüsranla geri dönmek zorunda kalan “TC”, Temmuz 2015 yılında başlattığı yeni saldırı konseptiyle birlikte Güney Kürdistan’da da fiili işgal saldırılarını da boyutlandırmış, arttırmış durumda.

Kayıtlara “çökertme planı” olarak geçen ve Kürt ulusunun demokratik direnişine diz çöktürmeyi hedefleyen saldırıların hedefi dört parçaya ayrılmış Kürdistan’ın tümünü kapsamaktadır. En ileri savaş teknikleri ve devasa imkanlarla  yürüttüğü saldırılarılar, devrimci, demokratik Kürt direnişi karşısında etkisiz kalıyor;  direniş, derinliğine ve genişliğine güç kazanıyor.

Gerici ittifaklarla direniş kırılmak isteniyor.

Irak devletinin bağrında taşıdığı zayıflıklar ve iktidar çekişmesi, Güney Kürdistan yönetiminin Irak merkezi hükümetiyle yaşadığı çelişkilerin ve aralarında çözülemeyen sorunlar “TC” devletinin Güney Kürdistan’da askeri operasyonları, işgal saldırıları için daha elverişli ortamı sunarken, Kürt ulusal mücadelesine yönelik tasfiye hedefli saldırılarının da yoğunlaşmasına olanak sunuyor. Ne var ki, ileri teknikle beslenen askeri saldırıların istediği sonucu verememesi, gerillanın direnişi karşısında tıkanan faşist “TC” devletini, bölgedeki devrimci, demokratik Kürt güçlerine düşmanlık besleyen güçlerle iş birliğini daha da derinleştirmeye zorluyor. ABD planı ve yönlendirilmesiyle kurulan, içinde faşist “TC” devleti, KDP ve Irak merkezi hükümetinin yer aldığı gerici ittifak şengal’e karşı, devreye sokulmuş durumda.

Faşist “TC” devletinin ve faşist AKP-MHP iktidarının  Güney Kürdistana yönelik işgal saldırısında kürt direnişiyle karşılaşması ve zorlanması sonrasında KDP’nin Kandil bölgesinde Zine Werte’ye askeri güç konumlandırmasıyla başlayan , işgalci “TC” ordusuna Güney Kürdistanda ikmal ve güvenlik gibi konularda görevler üslenen devamında ise Ekim ayından itibaren gerilla bölgelerine KDP ve Başbakan’ına bağlı özel ordu güçlerinin sevk edilerek konumlandırılması ve yer yer bazı gerilla bölgelerinde bu güçlerle çatışmaların yaşanması, en son Rojava-Güney Kürdistan arasındaki bağı koparmak için sınır hattına yapılan yığınaklar, karakollar, yerleştirilen ağır silahlar derinleştirilen bu ilişkilere başka bir örnektir. Tüm bunlar gösteriyor ki faşist “TC” devletiyle KDP dolaysız bir iş birliğine girmiştir.

Güney Kürdistan’daki bölgesel Kürt yönetiminin Barzanilerin elinde hanedanlık biçimine bürünmesi ve bu hanedanlığı süreklileştirmek isteyen Barzani’lerin demokratik-devrimci nitelikli ulusal demokratik güçlerle olan çelişkisi ve bu çelişkiyi çözecek hem siyasi hem de askeri güce sahip olamaması nedeniyle, Barzani’leri bölgenin gerici egemen güçleriyle, bu güçler içinde de esas olarak faşist “TC” devleti ile gerici temelde işbirliği yapması, kendine en büyük rakip olarak gördüğü PKK  karşıtlığında “TC ”devleti ile işbirliğini boyutlandırarak derinleştirmesi kurulan ilişkinin gelinen aşamada farklı bir biçime bürünmeye doğru yol aldığına da işaret etmektedir.

Sınır hattında “TC”nin saldırıları sonucu yüzlerce köyün zorla bombardımanlarla boşaltılması, bu saldırılar esnasında yüzlerce Güney’li Kürt’ün katledilmesi, Güney Kürdistan’ın çeşitli alanlarında onlarca askeri üs inşa edilmesi ve dahası günün 24 saati Güney Kürdistan topraklarında, sırf kırsal alanlarda değil, şehirleri üzerinde de silahlı-silahsız İHA’ların ve savaş uçaklarının uçması, istihbaratının MİT tarafından eğitilmesi, KDP’nin gerilla bölgelerine yönelik askeri saldırılarının havadan güvenliğinin “TC” tarafından alınması, Güney Kürdistan’ın “TC’nin önemli pazarlarından biri haline gelmesi ve dahası, Güney Kürdistan yönetiminin iç ve dış siyasetinde izlediği politikalara “TC’nin müdahale edebilecek hakkı kendinde görebilecek yönetime dahil olması gibi sayılabilecek gelişmeler KDP-“TC” devleti arasındaki ilişki derinliğinin derinden sorgulamasına neden olmaktadır.

“TC” egemen sınıflarıyla(esasta da faşist AKP-MHP iktidarıyla)geliştirilen ve derinleşerek devam eden bu işbirliğinin “PKK” karşıtlığı/düşmanlığında ortaklaşma gibi görülse de, “TC” devleti açısından “düşman” tanımının bununla sınırlı olmadığı ortadadır. 25 Eylül 2017’de gerçekleşen referandum öncesi, Barzani’nin referandum açıklaması karşısında Erdoğan’ın ve dönemin Başbakanı Yıldırım’ın sergilediği tavırlar ve savurdukları tehditler (hem askeri tehdit, hem de  “petrol vanaları bizde, vanaları kapatırız”, “sınırları kapatırız” türünden ekonomik yaptırım tehditleri, “ulusal güvenliğimize tehdit” dediği referandumun yok hükmünde olduğu vb açıklamaları) “TC” devletinin “düşman” tanımının PKK ile sınırlı olmadığı, ilerici, demokratik veya Kürt ulusal bağımsızlıkçı siyaset güden tüm Kürdistan’i güçleri de kapsadığı görülebilir.

Faşist “TC” devleti açısından, Kürdistan’ın hangi parçasında olursa olsun Kürt ulusunun ulusal demokratik istem veya kazanımları veya bu doğrultudaki mücadelesi ve bu mücadeleyi yürüten güçler “ulusal güvenliğe tehdit” olarak değerlendirilmekte ve düşman ilan edilmektedir. Güney Kürdistan’da yapılan “Bağımsızlık” referandumu öncesi bu aleni olarak faşist “TC” devletinin en yetkilileri tarafından ilan edilmiştir. Tüm bunlara  ve referandumun hemen sonrası gelişmelere rağmen KDP’nin faşist “TC” devleti ile “PKK” düşmanlığı üzerine geliştirdiği ve derinleştirdiği ilişki “kendi ayağına sıkılan kurşun” gibidir ve manidar olmaktadır.

Bu işbirliği öyle bir yol almaktadır ki, faşist “TC” devletinin Güney Kürdistan’a işgal saldırılarının bir parçası olarak üstlendiği işbirlikçi rol itibariyle KDP, Güney Kürdistan üzerinde Barzani hanedanlığını yaşatma ve sürdürme adına bölge gerici devletlerine öykünmekten de geri durmamaktadır. Güney Kürdistan halklarına karşı da bir savaş “hükümeti” gibi konumlanmış durumdadır.

Hem güney Kürdistandaki halkların son haftalarda gerçekleştirdiği protestolara yönelik katliama varan yaklaşımı, hem de aynı ‘TC’nin yaptığı gibi sorunun kaynağının kendi yönetimlerinde aramak yerine “başkalarına-dışarıya” havale etmesi dahi, işbirliği yaptığı faşist AKP-MHP iktidarına öykünmesi, örnek verilebilir. Kürt ulusunun, Kürdistan’ın geleceği açısından bu iş birliği tehlikelidir.

Faşist “TC”nin saldırıları karşısında direnişi seçenler sahiplenilmelidir!

Bağımsızlık referandumu öncesi ekonomik, siyasi, askeri yaptırım tehditlerine ve aşağılamalara rağmen her şeyi göze alarak referandumu gerçekleştirenlerin kimlerin Kürtlerin dostu olduğunu, kimlerin Kürtleri “ulusal güvenlik” sorunu olarak gördüğünü de görmüş olmaları gerekirdi. Fakat KDP, Barzani ve ailesi, bunları çok çabuk unutmuş olacak ki, Kürtlerin bağımsızlığını (hatta varlığını) “ulusal güvenliğe tehdit” olarak gören “TC” ile “ulusal güvenliğine tehdidi” bertaraf etmesi için “TC” ile işbirliği yapmaktadır. Bu handikaptır. KDP’nin, Barzanilerin düştüğü ikiyüzlülüğe örnektir.

Mesud Barzani, referandumun 2.yıl dönümünde “hiçbir zaman boyun eğmeyenleri selamlıyor ve takdir ediyorum” diyerek her türlü tehditlere rağmen gerçekleştirilen referandumu ve referanduma sahip çıkan duruşu selamlamıştı.

Şimdi de Mesut Barzani’nin yapması gereken, Kürde, Kürt Ulusuna, Kürt ulusunun tüm ulusal demokratik haklarına kuruluşundan beri düşman olan Faşist “TC” devleti ile işbirliği yapmak değil, faşist “TC” devletinin katliamlarına, komplolarına, stratejik saldırı konseptlerine, çökertme planlarına, ajanlaştırma ve koruculaştırma politikalarına, suikastlarına, asimilasyona, iradelerinin gasp edilmesine, siyaset yapma haklarının ellerinden alınmasına vb  karşı onurluca ve kararlıca mücadele eden kürdü sahiplenmek, boyun eğmeyen demokratik-devrimci Kürt ulusal mücadelesini ve dinamiklerini selamlamak, takdir etmek olmalıdır. Tutarlılık bunu gerektirir.