Şimdi Türk devleti sert bir yol kavşağında bulunmaktadır Ya kaybedeceği ve sonuçları şimdiden açık belli olan daha derinleştirilmiş yıkıcı bir çılgın savaş sürdürecektir ya da ciddi tavizler vererek açık bir yenilgiyi kabul edecektir Her iki durumda da kendisi için gelecek konusunun parlak gözükmediğini söylemek isteriz
ANALİZ (06-02-2020) 5 Türk askerinin Suriye rejim güçlerinin saldırısı sonucu öldürülmesi ve 7 askerin yaralanması sonucu İDLİP ve Suriye savaşı yeniden ve güçlü biçimde tartışma sahasına geldi. Yeni bir Osmanlı özentisi içindeki AKP hükümetinin lideri ve her koşul ve şart altında hükümetin yanında yer alan Ergenekoncu ekiplerin “ülkenin bekası” adına izlediği dış saldırgan politikanın yol açtığı beklenen sonuçları oluyor. Astana, Soçi ve benzeri anlaşmalara atfen “değerli dostum Putin” dediği Rus liderinden yediği dolaylı tokatın kendisidir askerlerin ölümü. Uluslararası burjuvazinin dış politikası ve anlaşmaları hakkında azıcık olsun bilgi sahibi olan her insan bilir ki bunların ilişkileri asla dostluğa dayanmaz.Uluslararası ilişkilerde her zaman ve tartışmasız olarak çıkarlar önde olmuştur. Şimdi bunun böyle olduğu bir kez daha anlaşılmış oldu. 3 Şubat 2020’de haberlere konu olan Türk askerlerinin vurulması olayı esasında sadece askeri değil, bölgede yayılmacı emellerle hareket eden Türk egemen sınıflarına atılmış sert bir tokattır. Selefi Sultan Tayyip her ne kadar “misliyle karşılık verildi ve verilmeye devam edilecektir” diyerek böbürlense de, durumun hiç de öyle olmadığı anlaşılmaktadır. Rus yetkililerinin açıklamasında yer alan “Türk tarafından her hangi bir karşı saldırı olmadı” demeleriyle ne olduğu anlaşılmaktadır. Ki, şimdi İran ve Rusya çok net olarak Türk egemen güçlerine “artık yavaş yavaş kendi sınırlarına doğru çekilmenin zamanıdır. Suriye kendi toprağını koruyacak durumdadır.” Ayrıca, “İDLİP üzerine yaptığımız anlaşma görevini yerine getiremedim, senden beklentimiz denetimindeki cihatçılara çeki düzen vermek ve onları oradan atmaktı, ama sen hala yanlış yolda ilerlemekte ısrar ediyorsun, dikkatli ol” mesajıydı.
Selefi Sultan efendi ve işbirlikçi tayfa, dış politikada söz sahibi olmak, İslam dünyasına liderlik etmek ve bölgede Kürtlerin devletleşmesini engellemek adına Suriye savaşında saldırganlığın bir numaralı gücüydü. Değişen dengeler ve ihtiyaçlar sonucu kendisiyle işbirliği içinde olan ABD ile yollarının ayrılmasıyla beraber yalnız kaldı. Hayat boşluk tanımaz kuralının bir gereği ABD ile çıkan boşluk, yerini Rusya emperyalizmine bıraktı ve Rus devletine dayanmaya ve geleceğini bu devletle bulmaya götürdü. Uyuşan çıkarlar, denk düşen ihtiyaçlar gereği İran mollaları ile de anlaşarak bölgede güç olmanın ve yayılmanın büyük hevesine devam etti. Lakin, denk düşen çıkarların ömrü uzun olmadı. Ne İran ve ne de Rusya, selefi Sultan efendinin önderliğindeki militarist saldırganlığa karşı hoşnut değillerdi. Özellikle İslam dünyasına lider olma hevesi İran ve Türk yerel gericiliğin planları arasında olması ve buradan kaynaklı çelişki içten içe devam ediyordu. En nihayetinde ABD emperyalizminin Orta-Doğu politikasında gittiği değişiklik ve kaybettiği mevziler Türk egemen sınıfları için bir gerileme ve şaşkınlık geçirme dönemi oldu. Şaşkınlık durumunu değişiklik politik manevra ve taktiklerle atmaya çalıştıysa da, istediği sonucu almayı bir yana bırakalım, gerilemeler ve giderek son olay örneğinde olduğu gibi ciddi darbeler almaya vardı. Varılan bu sonuç aslında İran içinde söylenebilir. ABD’nin İran’ın Kudüs komutanını öldürmesi tam da bu sonucun açığa çıkmış olmasıdır. Yani değişik sebeplerden ve cephelerden gelen saldırılarla hem Türkiye hem de İran’ın bölgede hayli gerilemelerine yol açacak kapı aralanmıştır.
Açık olan gerçek şudur ki Sultan Tayyip efendi bundan böyle ABD ve Rusya arasındaki çatlak ve çelişkilerden yararlanacak ortam bulması giderek zorlaşmaktadır. Yani Türkiye’nin ABD ve RUSYA arasında denge politikası izlemesi giderek zayıflamaktadır. Durumun farkında olan kimi Türk dış eski uzmanlarınca bu gidişatın doğru bir gidişat olmadığı, ÖSO gibi Türk askeri gücüne yedek hale getirilmiş cihadist güçler üzerinden yürütülen savaşın günün birinde kaçınılmaz olarak Türkiye’yi doğrudan Suriye ile karşı karşı getireceğini dillendirmelerine ve hatta diğer resmi olmayan MHP ve VATAN Partiler gibi iktidar ortakları “Suriye ile açıktan görüş” şeklinde önerme ve sızlanmalarına rağmen Kasımpaşa kabadayısı Sultan Tayyip efendi kimseyi dinlemeyerek ortaya çıkan bu sonuca ulaşmış oldu. Mevcut durumda içte Sultan Tayyip ve ekibinin Suriye politikası yeniden tartışmalı hale gelmiştir. Olayın sıcaklığı ve ilk günler olması itibariyle “vatan, millet” edebiyatı, “şehitleri sahiplenme” adına mesele göreceli olarak yumuşak ele alınıyor olsa da hemen akabinde iktidar ortakları ve diğer burjuva muhalif partiler, AKP ve lideri Sultan Tayyip’e karşı ağır eleştirilerin ve hücumların hedefi olacağından şüphe yoktur.
Askerlerinin öldürülmesi olayından sonra hükümetin Türk dış politikasında değişikliğe gitmesi beklentisine rağmen hemen böyle olmayacağı söylenebilir. Fakat, Türk devleti yeniden ABD ile hareket etmeye niyet etse PYD ve YPG meselesini nereye koyacaktır. İktidar ortakları ve Avrasyacı oldukları söylenen Ergenekoncu ile ilişkiler nasıl bir şekil alacak? Son olay ile Rusya ve İran’la yapmış olduğu Astana ve Soçi anlaşmaların hükmü kalmadığına göre bunlarla nasıl ne içerikte bir birliktelik sürecek? Mesela Esad’a yaklaşım ve Suriye savaşında çözüm konusundaki farklılık nereye konulacak? Kaldı ki, ideologlarının ve danışmanlarının palavralarına rağmen Türk devleti askeri olarak zayıftır. Bu güne dek yaptığı “Barış Pınarı” ve “Zeytin Dalı” gibi operasyonlar ya ABD ya da Rusya’nın izni ve icazetiyle yapıldı. Türk devleti, emperyalist güçler istemedikçe, kabul etmedikçe Orta Doğu’da hiç bir operasyona girişmemiş veya yapamamıştır ki bunun böyle olduğunu Türk egemen sınıflarının bir kanadı bile kabul etmektedir. Efrin işgali sırasında Rusya hava ambargosu uyguladığında 4 veya 5 gün Türk hava güçleri hareketsiz durumda kaldı. Operasyon bir anda tıkandı kaldı. Dahası, Libya, Kıbrıs, Yunanistan sınırlarına yapılan askeri yığınak ve bu askeri yayılma militarist imkanları çok fazla sınırlamaktadır. Unutmayalım ki Türkiye ABD gibi askeri ve ekonomik bir güç ya da Rusya gibi askeri bir güç durumunda değildir. Ekonomik kriz ve yoksulluk sokaklarda, pazarlarda fazlasıyla hissedilmesi de işin cabası.
İki cami arasında beynamaz olmak ya da ne yapacağını bilmemek
Türk devleti belli ki yeni olanaklar, çatlaklar ve imkanlar veya anlaşmalar aramaya girişecektir. Şimdi Suriye üzerinden Rusya ile kapıştığına göre bu arayışın ABD’ye işaret etmesi beklenebilir. ABD yetkilerinin öldürülen askerlere dair açıklamalarıyla Türkiye’ye destek vermesi aslında “kapımız açıktır, gelin görüşelim” çağrısıdır. Bir diğer güçlü olasılık ise Selefi Sultan Tayyip son ciddi sıkışmayı aşabilmek için bir an önce dostu Putin’e doğru yola düşmesidir. Dostu Putin’in onay ve oluru ile bir çıkış bulmaya çalışması olacaktır. Gel gör ki durum Türk devleti için her geçen gün zorlaşmakta ve içinden çıkılmaz hale dönüşmektedir. Türk devleti ve başındaki Sultan Tayyip iki cami arasında beynamaz misali hesapsız, plansız dolaşıp durmaktadır. Hesapları ve planları tutmamaktadır. Çünkü bölgede kağıtlar yeniden karılmaktadır. Dengeler hızla değişmektedir. Dünya egemenlerinin Irak ve İran’a yönelik politikaları yeni biçimler alıyor. Güney Kürdistan için farklı stratejilerin devreye girmesi beklenebilir. Mesela Güney Kürdistan’ın içinde olduğu mevcut sınırlılık aşılarak bağımsızlık ile sonuçlanması mümkün olabilir mi? Bu yabana atılacak bir olasılık değil. Keza Irak’ta Şii ve Sünni bölünmesi beklenebilir. Hal bu olunca yine belirsiz durumda olan Rojava statüsünü nereye konulacaktır? Kürt düşmanlığını destur edinmiş işgalci-ilhakçı Türk devletini hiç de iyi haberler beklemiyor. ABD ve Rusya, Orta Doğu’nun geleceğinin yeniden çizilmesi, bölüşülmesi ve baştan yapılandırılması konusunda genelde bir anlaşma görüntüsü verdikleri düşünüldüğünde durumun ne olacağı kabaca anlaşılabilir. ABD’nin Filistin-Kudüs’e ilişkin devreye soktuğu yeni politikalar bu durumla doğrudan ilişkilidir. İsrail’in sınırlarının genişletme girişimlerini başarılı bir sonuca götürebilmek için mevcut plan ve dengelerin tümünün derinleştirilmesi hem de bazı yönleriyle değiştirilmesi gerekli hale gelmesi nedeniyle öyle yapılmaktadır.
Ukrayna-Kırım açıklamaları ile ilişkisi nedir?
Türk askerlerine ilk defa Suriye tarafından doğrudan yapılan saldırıyı Rusya’dan ayrı ve bağımsız yapılmış gibi görmek yanıltıcıdır. Bunun böyle olmasında Selefi Sultan Tayyip’in Ukrayna’da bulunduğu ve çeşitli anlaşmalar imzaladığını düşünürsek, Suriye güçlerinin saldırısında bu görüşme ve anlaşmanın payı ne olabilir veya var mıdır? “Türkiye olarak Kırım’ın yasa dışı ilhakını tanımadığımızı altını bir kez daha çizmek istiyorum. Ukrayna’nın egemenliğine ve Kırım dahil toprak bütünlüğüne desteğimizin aynı şekilde süreceğini de teyid etmek istiyorum” diyen Tayyip’in açıklamasına karşı Rusya’ın Suriye üzerinde verdiği “işte orada dur” mesajı olabilir mi? Kırım işgal edilmiştir diyerek, Rusya’yı doğrudan karşısına almanın bedeli elbette olması beklenir. Rusya ne olursa olsun hemen koltuğunda yer alan bir toprak parçasından asla vazgeçmez. Ki, sovyet döneminde Ukrayna ve Kırım aynı politik coğrafyanın içinde yer alan ülkelerdi. Sosyal emperyalizmin dağılması sonrasında Rus emperyalizmi eski sınırlara dair iştahı bitmiş değildir. Nasıl adlandırırsa adlandırsın Rusya için eski sınırlar hep ilgi alanında kalmıştır. Dolayısıyla Türkiye’nin böylesi ekonomik, sosyal anlaşmalar yapması ve özellikle de Rusya için can acıtan politik çıkışları af etmesi düşünülemez. Saldırıda Kırım açıklaması boyutunu da unutmamak gereklidir. Eğer sultan Tayyip, Kırım konusunda kendisine çeki düzen vermezse, başına çok daha büyük belalar açacağını ön görebiliriz.
Şimdi Türk devleti sert bir yol kavşağında bulunmaktadır. Ya kaybedeceği ve sonuçları şimdiden açık belli olan daha derinleştirilmiş yıkıcı bir çılgın savaş sürdürecektir ya da ciddi tavizler vererek açık bir yenilgiyi kabul edecektir. Her iki durumda da kendisi için gelecek konusunun parlak gözükmediğini söylemek isteriz. Türk devleti şayet birinci şıkkı tercih ederse büyük yıkımlardan sonra bölünme tehlikesi giderek gerçeğe dönüşebilir. Zira, Türk devletinin tüm psikolojik saldırılarına ve politik ajitasyona rağmen devrede olan Kürt hareketi, Kürt ulusu için önemli haklar elde etmesi veya hatırı sayılır bir statüye kavuşması bugünkü dünya ve bölge şartlarında gayet mümkündür. Daha önceki yazılarımızda dile getirdiğimiz gibi hiç bir dünya jandarma gücü bölge yapılanmasını sürdürürken Kürtleri hesaba katmadan adım atmaz. İkinci şıkkı seçmesi de bir olasılıktır. Ama bu olasılığın zayıf olduğunu söylemeliyiz. Bu durum açıktır ki Türkiye’nin Orta Doğu planlarında, politikalarında köklü bir değişime giderek, bütün askeri ve siyasi kuvvetlerini bölgeden derhal çekmesini gerektirir. Böyle bir yeni yönelim yenilginin açıktan kabulü olur. Şimdiye dek savunduğu tezlerden vazgeçmesi demektir. Tabi böyle bir yenilgi Sultan Tayyip ve şürekasına hayırlı sonuçlar getirmez. Dahası, tıpkı Orta Doğu’da olduğu gibi, militarist Türk devletinin ülke içinde tüm politikalarını baştan aşağı değiştirmesi ve yeniden demokrasiye geçiş hilelerine bir kez daha baş vurmasına girer çünkü işlemeyen mevcut politika ve yönelimle kendisini restore edemez. Bu nedenle gerici sistem geri adımlar atarak yumuşamak, insan haklarından, adalet ve demokratikleşmekten dem vurmaya başlayacaktır.
Elbette bu söylediklerimiz birer olasılıktır. Sözünü ettiğimiz olasılıklar gerçeğe dönüşebilir mi? Ne zaman ve tam olarak nasıl olacağı bilemesekte, olasılıklar eninde sonunda bir şekilde gerçeğe dönüşmesi beklenebilir. Mevcut politika ve yönelimle devam etmenin artık Türk devletinin bu durumla gidemeyeceğini dile getirenlerin sayısı çoğalmaktadır. Kaldı ki sosyal hayat mevcut kötü gidişata dur diyecek şartları daha fazla gün yüzüne çıkarıyor. Ayrıca devlet, yüzleştiği bunca zorlukları en az zararla atlatmayı kendi içinde tartıştığını varsayabiliriz.
Sonuç olarak
Tam da sorun burada devrimci, öncü kuvvetlerin hazırlıklı olup olmalarıdır. İçerde ve dışarda ciddi sıkışmalar, tıkanmalar ve çıkmazlarla yüz yüze kalan gericiliğe ve faşizme karşı, karşı komünal bir alternatif ile sahada olması devrimin acil görevidir. Krize çare arayan gerici sistemin bıraktığı yoksulluk, açlık, işsizlik, Kürtlere ve emekçi halka, kadınlara ve bir bütün doğaya karşı sürdürülen şiddet ve talan sarmalına karşı komünal alternatifi temsil ederek devrimi halk kitlelerinin gündemine etkili biçimde sokması elzemdir. El verdiği ölçüde iletişim araçlarını ve eldeki bütün imkanları kullanarak gerici savaş karşıtı eylemler yapılmalıdır. Türk devletinin yayılmacı amaçlı içinde yer aldığı saldırganlık savaşında harcadığı bütün ekonomik imkanlar halkın yarattığı emektir. Ekonomik olanakları halkın ihtiyacına harcamak yerine, ulusal ve uluslar üstü kapitalist tekellerin çıkarlarına ve halklar arası düşmanlığı körükleyecek milliyetçi-ırkçı-ilhakçı bir savaşa harcamaları karşısında durmak ve gericiliğe karşı mücadele etmek haklı ve yerindedir.