Jina Mahsa Amini İsyanımızdır!

Bugün Mahsa Amin’in “ölümünü”, ayağa kalkarak isyana dönüştüren tüm kadınlar, İran Molla rejimi özgülünde, burjuva ve türevi tüm gerici iktidarların öfkeyi biriktiren baskı tarihini, geniş ezilen halkların talepleriyle birleştiriyor. Kadının kendi olma çabası, sorgulayıcılığı, uyanışı ve tüm kötülüklere karşı yükselttiği “hayır” tavrı, sömürüye, baskıya, zulme, eşitsizlik ve adaletsizliğe, tüm ezilenlerin-sömürülenlerin itirazını da temsil ediyor.

Jina Mahsa Amini. 22 yaşında İran’ın Saqez ilinde yaşayan bir Kürt kadını. Akraba ziyareti için gittiği Tahran’da, başörtüsünün altında saçının telleri göründüğü için, İran’da “ahlak polisi” (Gaşte Erşad) diye bilinen, Molla rejiminin özellikle kadınlar için kurduğu “cehennem zebanisi” rolü verilmiş militarist faşist güruh tarafından katledildi. Dünyanın birçok coğrafyasında olduğu gibi, İran’da “sessiz ölümler” olarak toplumsal hafızada yerlerini alan kadın cinayetlerinden farklı olarak, Mahsa’nın ölümü, sadece Molla rejiminin hüküm sürdüğü İran’da değil, tüm dünyada, kadınların öfkesi, isyanı ve başkaldırısına dönüştü.

Birçok coğrafyada kadınların öncülük yaptığı “Mahsa Âmin İsyanımızdır!” çığlığı, sadece kadınların mücadelesi açısından değil, tüm toplumsal meşru talepler ekseninde ezilenlerin çığlığı oldu.  Kollektif ve bireysel eylemlerle, kimi saçlarını kazıtarak, kimi Mahsa’nın bir tutam saçına, kadınların, emeğin, özgürleşmenin anlamını yükleyerek, gerici dünyanın tüm değerlerine meydan okudu. Ezilenlerin direniş tarihinde, Mahsa özgülünde, ayağa doğrulan görkemli bir tecrübedir güncellenen: “Öldüren, öldürdüğüne bin pişman” olacak!

Kadınlar direnişe geçtikçe gök kubbenin altına hiçbir şey eskisi gibi kalmayacak!

Asırlardır yaşamı omuzlayan, ezilen dünyanın ezen ve sömüren bir avuç ceberut sistemlere karşı, insanlığın acılarını, sevinçlerini, özgürlük düşünü, umutlarını kavga mevzilerinde taşıyan, emek dünyasının en büyük “hamalı” kadınlar, yaratan, değiştiren, toplumsal devinimin her hareketinde bedel ödeyen özneler olarak, Mahsa’nın özgürlük çağıran “ölümü”nü sancak yaptılar.  Yaşamı yaratanlar, toplumsal yaşamın her zerresinde, kolektif bilinçle özne olmalıdırlar. Emeğimiz ve emek değerlerimiz gibi, özel mülkiyet dünyasının bizi bize, yabancılaştırdığı bu köhne düzenden kurtuluş, gücümüzü ve yaratıcılığımızı farkında olmamızla başlar. Özel mülkiyet dünyasının sömürü, baskı, gerici ahlak çarklarında, mülkiyetin bir parçası olarak kadınların bedenine, bilincine, cinselliğine giydirilen kara cüppeyi parçalamak, insanlığın özgürlük yürüyüşünde aşılması gereken temel bir eşiktir ve kadınlar, kendinin ve emeğinin farkına vardıkça, gök kubbenin altında hiçbir şey eskisi gibi kalmayacaktır.

Ve bugün Mahsa Amin’in “ölümünü”, ayağa kalkarak isyana dönüştüren tüm kadınlar, İran Molla rejimi özgülünde, burjuva ve türevi tüm gerici iktidarların öfkeyi biriktiren baskı tarihini, geniş ezilen halkların talepleriyle birleştiriyor. Kadının kendi olma çabası, sorgulayıcılığı, uyanışı ve tüm kötülüklere karşı yükselttiği “hayır” tavrı, sömürüye, baskıya, zulme, eşitsizlik ve adaletsizliğe, tüm ezilenlerin-sömürülenlerin itirazını da temsil ediyor. Özel mülkiyetin günümüz barbar “medeniyet” paradigmasının geleneklerinin, adaletinin, bağnaz kokuşmuş inançlarının esaret zincirine karşı, kuşanan öfke, sokaklara yayılan isyan, dünden bu yana ezilen ve sömürülenlerin tarihsel mirasından güç alarak büyümektedir. Bu başkaldırı, hayatı yeniden var etmek için geleceğe yürümek dinamiklerini bugünden daha kararlı hale getirerek ilerleyecektir.

Zulme karşı her diriliş, her eylem, sadece var olan gerici statükoları parçalama işlevi görmez, aynı zamanda kitlelerde bir bilinç sıçraması yaratır.  Koyu karanlık koşullarda, ışık yoksa dahi, ışıksız, karanlıkta yürüme kabiliyeti kazandırır, zulme başkaldıranlara. Cüppeli saltanatın esaret zincirlerini, Mahsa’nın isyanında parçalayarak Adana’daki direnişte saçlarını kesen Masha Nasimdoust’un şu sözleri, bu konuda teyit edicidir. “Benim adım Mahsa. Mahsa Amini, İran’da İrşad devriye memurları tarafından saçları yüzünden, başörtüsü nedeniyle öldürülen 22 yaşındaki bir kız. Mahsa ölmedi. Mahsa öldürüldü. Bugün burada isem, İran İslam Cumhuriyeti ajanlarının izin verdiği acı, şiddet ve işkence yüzündendir. İran İslam Cumhuriyeti sizden nefret ettiğimizi bilin, zorunlu başörtüsü istemiyoruz, zorunlu İslam ve cennet istemiyoruz. Katilsiniz, Navid Afkari’yi, Neda Ağa Sultan’ı, Mahsa Amini’yi ve daha birçok kız kardeşimizi kirli ellerinizle öldürdünüz. Bir Mahsa öldürdünüz, diğer Mahsa’lar ile ne yapacaksınız?”

İran’da sokakları kuşatan öfke, kadınlar şahsında tüm ezilenlerin öfkesidir!

Mahsa’nın katledilmesinden sonra İran sokakları, kadınların önderliğinde isyana durmuş durumdadır. Baş örtüleri yakılıyor, saçlar kesiliyor, İran halkı tüm kölelik zincirlerinden boşalarak Molla rejimini sarsıyor. Dahası İslam “devrimi”, kendi gücünü farkına varan kadınların militan duruşuyla sorgulanıyor, ezilenler-ötekileştirilenler, rejim tarafından soyu “piç” ilan edilen “günahkârlar”, değişim dayatıyor. Bu eylemlerin İran’da ne kadar süreceği ve direnişin nasıl toplumsal bir sonuç yaratacağı, somut olarak tarif edilemese de şu bir gerçek: Emperyalist dünya ve onun her bir coğrafyadaki gerici iktidarların, sınıf niteliğine uygun topluma dayattığı ekonomik, ideolojik, kültürel, ahlaki baskı mekanizmaları, yığınların öfkesini büyütmekte, toplumsal isyanlara bir start işlevi görmektedir.  Her, sosyal, ulusal, cins, inanç çelişkisinden hareketle gündeme gelen toplumsal itirazın, uluslararası alanda karşılık bulması ve tüm toplumsal çelişkileri itirazlarda buluşturması, bunun an yalın anlatımıdır. Mahsa’nın İran kadınları tarafından devralınan sesi bunu bir kez daha teyit etmiştir. Bunu böyle ifade ederken, her toplumsal ayaklanmada olduğu gibi, İran’da baş gösteren ayaklanmanın bir devrimle sonuçlanacağı gibi bir hayal kurulamaz. İran özgülünde bu ayaklanmayı örgütleyecek, önderlik edecek devrimci, komünist bir hareketin yetersizliği, mevcut durumda en büyük sorundur. Bu boyutu ile Gezi ile benzer özellikler taşımaktadır.

Diğer yandan, emperyalist güçlerin uluslararası hegemonya savaşlarında, İran, son Şangay üyeliği ile, Rusya-Çin bloğundaki konumunu güçlendirmiştir. Her emperyalist bloğun, karşıt emperyalist blok içindeki sosyal-ulusal çelişkileri kullanıp zayıf düşürmesi hesaba alındığında, geçmişte olduğu gibi, ABD-AB emperyalist güçlerinin, bu çelişkiler üzerinden İran Molla rejimini iç karışıklıkta boğma planları, yakın bir ihtimaldir. Yani, kitlelerin Molla rejimine karşı büyüyen öfkesini, özellikle ABD emperyalizmi denetimine almak istemekte hem emperyalist bloklar arasındaki dengeler hem de emperyalist sermayenin yayılmacılığı açısından, ABD-AB bloğuna direnç gösteren İran rejimini tasfiye etmeyi amaçlamaktadır.

Bu anlamıyla, devrimci önderlikten yoksun olan, kadınların öfkesinden tüm toplumsal öfkeye dönüşen isyan, ifade ettiğimiz çerçevede riskler taşısa da bu öfke meşrudur, haklıdır, devrimcidir, ezilenlerin direniş hanesinde yerini almaktadır. Çünkü kadınlar önderliğindeki direniş, gelenekçi, yoz, çürümüş, ezilenlere düşman rejime karşı “buzu kırmış”, korkuları parçalamıştır. Bu ayağa doğruluş hem devrimci önderliğini yaratır hem de devrimci önderliğinde birleşir. Tüm bu önderlik zafiyetlerine karşın, esas alınması gereken, çürümüş, yozlaşmış, sömürü ve baskı ilişkisinde, gerici savaşlar ve çatışmalar denkleminde kuşatılmaya çalışılan ezilen yığınların, yeni bir dünya, yeni bir yaşam, sömürüsüz ve zulümsüz bir sistem arayışlarıdır. İtirazın, isyanın ve sokaktaki dövüşün esas özü budur.

Dini liderlik İran’da Molla’lıktır. Sakalların, cüppelerin altında, sömürü ve zulüm düzeninin adıdır. Burjuva-feodal gerici iktidar ilişkisinde, egemen sınıfın siyasal kavramıdır Molla. Kara cüppeli bu iktidar, kapitalist dünyanın sömürü ve zulüm çarkının bir ayağıdır. Ezilen uluslara milli zulümdür, işçi ve emekçilere sömürüdür, farklı inançlara baskıdır, kadınlara, katliamdır, köleliktir, insanlık dışı uygulamaların vaazıdır.  Kapitalist dünyanın her bir coğrafyanın özgün koşullarına göre vazife alan iktidar biçimlerinde de amaç ve hedef aynıdır. Faşizm, diktatörlük, parlamenter sistem, başkanlık vs. Hepsi, burjuva siyasal-iktisadi kavramlardır ve yönetsel bazda bazı farklılıklar olsa da son tahlilde gerici sınıfların hakimiyet organlarıdır.  Tüm bu siyasal kavramların bir erk olarak örgütlenmesinde, ezilenlere sömürü, baskı, şiddet, katliam ve zulüm vardır. Özel mülkiyetin günümüz dünyasında, tüm bunlar madrabaz, yobaz, hırsız, adaletsiz, hukuksuzdurlar.

İran, kara cüppesi ile özel bir yerde dursa da emperyalist-kapitalist dünyanın her iktidar koşulunda, insanların hayatları çalınıyor, iş, eğitim, sosyal ilişkiler, göç yollarında tüm ağır bedeller ezilen dünyanın insanlığına ödetiliyor, kadınlar bunun en ağır bedelini ödüyor. Sistemin, ağır ekonomik-siyasal baskılarının yanında, devlet, aile, din, gelenekçi ahlak, yoz kültür, ilk hedef olarak kadınlara yöneliyor. Erkek egemenliği, kadına yönelik baskıyı, tüm bu gerici dünya değerleriyle birleşerek, kamusal-sosyal-bireysel cinayet mekanizmasına dönüşüyor. Cinsiyetçi ayrımcılığa dayanan yasalar, hukuk ve gelenekçi anlayış, kamusal alanda, sosyal alanda, aile ortamında, egemen cins olan erkeği, kadını mülkiyeti olarak bellemekte, taciz, tecavüz, baskı, cinayet ekseninde, birer ölüm makinasına dönüştürmektedir.

Dövüşerek, direnerek ilerleyen kadın kazanacaktır da!

Bugün, bölgesel düzeyde sürmekte olan emperyalist savaşlar ve sistemin yapısal niteliği olarak yaşanan ekonomik kriz, kadınların üzerindeki sistematik baskıya, daha özgün boyutlar kazandırmaktadır. Eşitsiz bir sistem olan kapitalizm, derinleştirdiği toplumsal eşitsizliklerde, kadının statüsünü daha da ağır koşullara çekmektedir. Kadın bedeni üzerindeki tahakküm ve baskı, emek sömürüsüyle birleşerek, sınıfsal, ulusal, cins üçgeninde kadına toplumsal rol(süzlük) ad edilmektedir. Sömürüye, baskıya, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı, yoz kültürü ahlakı bellemiş, gerici alışkanlıkları ilke edinmiş erkeğe, sokaklarda cinayet çetesi potansiyelinde dolaşan tüm bağnazlığa, kadınların büyüyen öfkesi, bugün sistemi ve eril kurumlarını cepheden sorguluyor, toplumsal devrimlere devrimci dinamik oluyor.

Dahası, sistemden köklü koptukça, cinsiyetçi baskıların nedenlerine ulaştıkça ve öfkesini sistemin cinayetler üreten kurumlarına yönelttikçe, devrimcileşecektir. Güncel olarak burjuva yasaların değişimine bel bağlayarak, kadının “kurtuluş” mücadelesini hapsedenler, toplumsal çelişkilerin deviniminde mahkum olmaktadırlar. Çünkü, burjuva yasalar eksenindeki hiçbir “iyileştirme”, kadının özgürleşmesi anlamına gelmemektedir. Son süreçlerde tüm dünyada, toplumsal mücadelede aktif dinamik olan kadın mücadelesi, önemli deneyimler ortaya çıkarmaktadır. Ekonomik ve sosyal yapıda köklü değişimler hedeflemeyen, reformist burjuva çizgide “iyileştirmelerle” yetinen bir mücadele, kadınlar üzerindeki keskin ayrımcılığı ortadan kaldıramaz, ayrımcılık ve cinsiyet eşitsizliği yapısal olarak varlığını sürdürür. Burjuva ve türevi tüm iktidarlara karşı, kadın özgün çelişkiler üzerinden radikalleştikçe, gerici dünyanın korku duvarlarını yıkacaktır. Mahsa Amini’nin kadınları isyana çağıran “ölümü”, İran’dan yayılan bir dalga olarak, kadın mücadelesinin bu devrimci rolüne yeni bir dinamik olmuştur.

Devrim, iktisadi, siyasal, kültürel, ahlaki açıdan köklü bir toplumsal bir alt üst oluş ise, devrimci mücadele, tüm toplumsal çelişkilerin sistem karşıtı radikal araçlarla örgütlenmesidir. Devrimci savaş bunun izahatıdır. Bugün toplumsal muhalefette, kadın son derece önemli bir dinamiktir. Bu sadece kadın direnişlerinin yaygınlığından değil, aynı zamanda kadının rengiyle özneleşmesi babında önemlidir. Kadının her itirazı, her direnişi, gerici iktidarlar tarafından şiddet ve katliamlarla bastırılmaya çalışılması, bu devrimci dinamiğin ceberut sistemlerde yarattığı tedirginliktir.

İran’da sokak eylemlerinin, İran rejimi tarafından katliamlarla bastırılmaya çalışıldığı zamanda, AKP-MHP faşist iktidarının İç İşleri Bakanının İstanbul’da LGBTİ+ karşıtı gösteriler örgütleyip gerçekleştirmesi, aynı korkunun farklı coğrafyalardaki dışa vurumudur. Çünkü kadınlar, sadece başındaki örtüyü, diz kapağının görünmesini günahından azad eden kara çarşafı parçalamıyor. Örtülüyken ya da başı açıkken, erkek mülkiyeti olarak “kutsanmış”, cins baskısından mustarip katline, dövülmesine, dizlerini kırıp boyun bükmesine vaaz edilmiş, sömürü çarkında emeğine ikinci statü verilmiş, zulüm ve sömürü dünyasına başkaldırmaktadır. Ezilen dünyanın, çok yönlü ezilen toplumsal öfkesi olarak, Rojava’da, sokak eylemlerinde, fabrika direnişlerinde, eğitim birimlerinde, ailede, doğanın korunmasında, direnişin öznesidir. Kendi gücünü farkında olarak, emeğine, bedenine, tercihlerine bağlılığını bilince çıkararak dövüşüyor, dövüşerek ilerliyor ve kazanacaktır da…

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayınlanmıştır.