İşçilerin yüzlerindeki o akşamki parıltı kaybolmuş, yerini düzen sahiplerine, efendilerine hizmet eden; soğuk, pislik, hastalık, cehalet ve yoksullukta vücut bulan o aziz <karanlık> almıştı. Korkunç bir değirmende öğütülen bu insanlar açlığın ve korkunun esareti altında inasfsızca onları çalıştıranlar daha çok daha çok daha çok daha çok kazansın diye daha yaşanılır bir dünyanın ellerinde olduklarından birhaber; yarınlardan umutsuz ezilip unufak ediliyorlardı. Ve bilgisizliğin sarıp sarmaladığı karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindandaymışcasına mahpus kalmış bu insanları çekip kurtaracak bir dokunuş şarttı. Karanlık öylesine ruhlarını kaplamıştır ki çalışırken omuz omuza olan bu insanlar onları sömüren, bir parça ekmeğe muhtaç bırakan bu düzen karşısında kendilerini hep yalnız hatta yapa yalnız hissetmişlerdir ya da öyle davranmışlardır. İşte bu karanlığı parçalayacak bir öğreti, birleştiren bir dil yartılmalı ve bu süreklileştirilmeliydi.
Yaşar Kemal’in deyimiyle : “ Bir dil bulacağız her şeye varan. Bir şeyleri anlatabilen. Böyle dilsiz, böyle düşmanca, böyle bölük pörçük, dolaşmayacağız bu dünyada”… İşte bu dil aracılığıyla Steinbeck’in dile getirdiği korku da artık gözle görülecek ve üzerine üzerine gidebileceğiz o korkunun. “ Yıllarca korku tarafından sömürüldük biz, sadece ve sadece korku tarafından. Zulüm, yalan, kuşku… Bunlar hep korkunun çocuklarıdır. Havayı nasıl bomba denemeleriyle zehirliyorsak, ruhlarımızı da korkuyla zehirliyoruz.”
Dalga dalga toplumu daha geniş bir korku çemberine sokan bu sistemde sanat ve edebiyat bu sarmalı parçalayıp daha güzel olanı işaret edecek olandır. Aslında anlamaya çalışmak ve ortak bir dil oluşturma çalışanların sarnıcına durmadan damla damla akan o düzenin karşısındaki < yalnızsın > algısını parçalayacaktır. Aynı kederi, acıları, yoksunlukları, geçim sıkıntısını paylaşan milyonların adeta yaşadıkları bakımından kardeş olan işçileri duygu ve ruhsal anlamda birleştirecek olanlardan biri de sanat ve edebiyattır. O fabrikalarda, tarlalarda yan yana çalışan ancak içine doğdukları haksızlıklara karşı bir türlü tek vücut olamayan çalışanları yakınlaştıracak dil sanat ve edebiyat ile gelecektir.
“ Sanat eleştirel yaklaşımından ötürü totaliter rejimlerde yöneticilere sevimsiz gelir. Halkın bilinçlenmesinden, uyanmasından rahatsız olan egemenler, karanlık güçler sanatı aşağılamaya, uğraşanları da bezdirmeye çalışırlar. Çünkü kitleleri düşündüren uyandıran, eleştirel bakış, zengin perspektifler kazandıran sanat, baskıcı egemen güçlerin en korkulu rüyasıdır. Bu yüzden dünyanın her yerinde ve her zaman yönetimi ele geçirmek isteyen egemen kişi ve zümrelerin ilk girişimi, entellektüel insanları ve sanat adamlarını devre dışı bırakmak olmuştur. “ (Pr. Dr. Yılmaz Özbek; Toplumsal uzlaşmada satın işlevi) Çünkü sanat ve edebiyatın en önemli işlevi düşündürmek ve bilinç taşımaktır. Sanat içinde taşıdığı, mayasında olan eleştirel özle insanlara içinde bulundukları durumları, sahip oldukları düşünceleri, yaşama biçimlerini dünya görüşlerini ve ideolojik yaklaşımlarını sorgulatır ve içerdiği bilinçle toplumlara gelişmeye giden yolları açar. Doğal ve toplumsal gerçeklerin estetik bir üslupla işlenip ortaya çıkarılmasıdır. İşte bu estetik boyut insana haz ve sevinç verir. Yeni bakış açıları kazandırır, at gözlükleriyle bakmaktan alı kor insanı, böylece insana insan gibi davranmanın yolunu göstermiş olur, beyinleri aydınlatır, yürekleri duyarlı hale getirir.
“Sanatın gücünü bildiğimiz içindir ki, sorumluluğumuz büyük” diyor Anna Seghers. Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değildir, dünyayı biçimlendireceğiniz bir çekiçtir,” Vladimir Mayakovski’nin işaret ettiği üzere…Yine Marks filozoflar şimdiye kadar dünyayı yorumlamakla yetindiler asıl olan onu değiştirmektir” der. Sözünden de yola çıkarsak hayatı daha yaşanılır bir hale getirmek isteyen bizler için sanatın ve edebiyatın önemi daha bir görünür olacaktır. Hele günümüzde her şeyin metalaşarak içinin boşaltıldığı bu sistemde Kapitalizmin kara deliğince insandan yana olan kültür de yutuluyor. Sanatın iktidarı eleştiren yanını yok edip onu kendi varlığına payanda olarak kullanmak isteyen egemenler bu noktada eskiye nazaran daha başarılı görünüyorlar. Özellikle bizim cephemizdeki örgütsüzlük ya da var olan yapıların zayıflığı sistemde karşısında sanat ve edebiyat yaratıcılarını zorluyor. Her şeyin alınır satılır olduğu, yalnızca pazar için üretilenlerin yaşam hakkı bulduğu düzende insandan, güzellikten, sevdadan yana olanlar ötekileştirilip yalnızlaştırıldı. Koskoca iktidarlar karşısında yalın kılıç sadece imgelem yaratıcılığıyla karşı koymaya çalışan sanat üreticisinin vereceği kavga aydın olma bilincinin farkındalığıyla ilintilidir. Topluma eserleriyle doğruyu iletecek olanların öncelikle bundan ötürü kendilerini her türlü saldırıya hazırlamaları ya da göze almaları gerekiyor. Aksi halde kendi korkularının boyunduruğunda muhalif duruşlarını kaybededeceklerdir.
Dünyayı değiştirmek için yola çıkanların sanat ve edebiyatın bu gücünü tek tek bireylerin mücadelesine bırakması halklara karşı duyulan sorumlulukla bağdaşmıyor. Ondandır ki bir sonraki adımımız sanat ve yazın alanında bir örgütlülüğün yaratılması olacaktır. Bu alandaki sanatçılarla konuşulup sorunlar belirlenip bu sorunların aşılabilmesi için çözümler aranmalıdır. Bizim gibi köklü bir geçmişi olanların bu alana yönelik yazılı bir stratejisinin olmayışı her hangi bir sebeple açıklanamaz . Kültür sanat, edebiyat alanına yönelik bir kurumumuz ve yol haritamız olmalı. Bu sahayı devrimci sanatçıların bireysel mücadeleleriyle geliştirip güçlendiremeyiz. Ve o insanları da kazanamayız, kazanamadığımız gibi de bu noktadaki yanlışlarımızdan arınamayız. Acizane önerim kültür sanat konferansları bu noktada yapılmalıdır. Belirlenen ana gündemler ışığında ortak payda yakalanıp bura üzerinden kurumlaşma sağlanmalıdır.