Kavramların Kavgası ve Adalet…

Gerçek adalet, demokrasi temelinde olmak üzere, proleter adalet özünde biçimlenen proletarya ve emekçi halkların adaletidir. Bu adalet, burjuva hak temeline dayansa da sınıflılık sürecinin en ileri, en demokratik ve en adil adaletidir.

Devletten yönetim biçimine, toplumsal sistemden toplumsal hukuka, demokrasiden disipline, egemenlikten hürriyete, özgürlükten eşitlik ve adalete, savaştan barışa ve insanlar arası ilişkiden insanlar arası çatışmaya kadar özdeş ve tezat olan bütün kavramların bir sınıf karşılığı vardır. Her sınıf bu kavramlara kendine has değer anlam yükler.

Adalet kavramının içeriği, özgürlük kavramının anlamı, demokrasi anlayışının muhtevası ve bunlar gibi tüm kavramların altı sınıflar tarafından farklı olarak doldurulur. Bu, doğrudan sınıf çıkarlarıyla alakalı olup, sınıfın niteliğine uygun olarak gerici-idealist ya da devrimci-bilimsel karakter taşır. Yani, gerici sınıfın kendi sınıf çıkarlarına uygun olarak tanımlayıp anlam yüklemesi bu kavramların gerici-idealist niteliğini, buna karşın devrimci sınıfın kendi sınıf çıkarlarına uygun olarak tanımlayıp anlam yüklemesi ise, aynı kavramların devrimci-bilimsel niteliğini temsil eder. Bu, gerici sınıfın eski, devrimci sınıfı geleceği temsil etmesinin ürünüdür.

Dolayısıyla ilgili kavram ve argümanların sınıf niteliği belirtilmedikçe, bu kavramların gerici mi, yoksa devrimci mi olduğu belirsiz-flu kalır. Örneğin, “adalet” kavramı hem burjuva sınıf adaleti ve hem de proleter sınıf adaleti niteliklerine ayrılır. Burjuvazinin adaleti ve proletaryanın adaleti vardır. Bu anlamda “Adalet”ten söz etmek bir anlam taşır ama hangi adaletten bahsedildiği daha farklı ve belirgin bir anlam taşır. Sınıf niteliği belirtilmeden sadece “Adalet”ten bahsetmek boş bir söz ya da özünde burjuva bir sözdür. Tıpkı “eşitlik” kavramı gibi; kimler arasında ve kimin için eşitlik, nasıl ve hangi eşitlik. Tıpkı demokrasi gibi; kimin için, hangi sınıfın ve hangi sınıfa demokrasi, nasıl ve hangi demokrasi. Ve tıpkı “savaş” kavramı veya “savaş karşıtlığı” tavrındaki belirsizlik gibi; hangi savaş, hangi savaşlara karşı çıkmak. “Savaşa karşı olmak” hem gerici savaşa karşı çıkmak ve hem de devrimci savaşa karşı çıkmak anlamına gelir. Ve bu, son tahlilde burjuva bir tavırdır, devrimci savaşlara karşı çıkma zemininde burjuvaziden yana bir tavırdır. Anlaşıldığı gibi, sınıf yüklenimi ve nitelemesi yapılmadıkça bu kavramlar kimliksiz, belirsiz ve değersiz kalırlar.

Burjuva adalet, adaletsizliğin adaletidir. Kendisi için adalet-hak-özgürlük, proletarya ve ezilen halklar için ise baskı ve zulüm demektir. Burjuvazinin terazisinde havada olan kefede, proletarya ve halk, ağır basan kefede ise daima kendisi vardır. Burjuvazinin adalet anlayışı, özel mülkiyet hakkı, sömürü, baskı ve egemenlik imtiyazı demektir. Örneğin, CHP’nin hak-hukuk-adalet sloganını sahtekarca kullanması gibi. AKP’nin demokrasi, özgürlük, eşitlik, açılım, çözüm safsataları ve bu safsataları kullanması gibi. Sur-Cizre vb. katliamlarında aslan-cellat kesilip, başbakan sıfatıyla bizzat rol oynayan Davutoğlu’nun şimdi demokrasi, özgürlük ve adalete sarılması gibi. Madımak vahşetinin ortağı Karamollaoğlu’nun hak-hukuk-adaleti savunması gibi. Ağar, Çiller, Menteşe, Kozakçıoğlu ekibinin “Asena”sı olarak binlerce kayıp, “faili meçhul” ve cinayet ve katliamda rol alan Akşener’in kadın hakları savunucusu, demokrasi ve adalet savaşçılığına soyunması gibi.

Bundandır ki, gerçek adalet, demokrasi temelinde olmak üzere, proleter adalet özünde biçimlenen proletarya ve emekçi halkların adaletidir. Bu adalet, burjuva hak temeline dayansa da sınıflılık sürecinin en ileri, en demokratik ve en adil adaletidir.  Bu adalet, hakkın paylaşımında adil olma hukukudur. En genel anlamıyla adalet, tüm hak’ta eşitlik ve demokrasiye dayanır ya da eşitlikçi demokrasiyi öngörür. Hak karşısında herkesin eşit olması adalet demektir. Gerçek adalet demokrasiden bağımsız düşünülemez. Adaleti sağlayacak olan demokrasidir. Demokrasi yok ise, adalet de yoktur. Demokrasi, hak-hukuk, eşitlik, adalet gibi kavramlar fiilen hesap verme ve hesap sormayı içerirler. Ve eğer hesap verme ya da hesap sorma yoksa, gerçek bir adalet ya da gerçekte adaletten de söz edilemez. Hakkın yerine getirilmesi veya adaletin yerine getirilmesi, hesap verilmeden ve hesap sorulmadan sağlanamaz.

Verilmemiş bir hak gibi, sorulmamış bir hesap da adaleti sakat bırakır. Dolayısıyla proletarya da adalet, hakkı vermek için hesap sormayı adaletinin temel unsurlarından biri olarak kavrar ve pratikleştirir. Erdoğan’dan, Bahçeli’den, Soylu dan, Ağar’dan, Çiller den ve tüm halk düşmanı suçlular güruhundan hesap sormadan burjuva adalet bile sağlanmış olamaz. Bunlardan hesap sormadan, binlerce “kaybın”, “faili meçhulün”, katliam ve işkencenin hesabı sorulamaz…

Tahir Elçi’nin hesabını sormayan adalet anlayışı demokrat, Hrant Dink’ in hesabını sormayan adalet anlayışı enternasyonalist, Süleyman Cihan’ın hesabını sormayan adalet anlayışı proleter olamaz. Berkin’in, Ali İsmail’in, Ethem’in, Gülistan’ın, Aylan bebenin, ‘‘33 Kurşun’un, Roboski’nin, Sur ve Cizre’nin, 17’lerin, Kızıldere’nin, Amed-Metris ve Mamak zindanlarındaki vahşetin ve 18 Mayıs’ın hesabını sormayan adalet anlayışı demokrat, devrimci ve proleter olamaz…

Şartlar hesap sormayı geciktirebilir ama hesap sorma bilinci kaybolmaz. O bellek hep tazedir, er ya da geç proletarya adaletini gerçekleştirecektir. Bu hesap sorulmadan tarihin mahkemesi kapanmaz. Çünkü, sorulmamış her hesap, proleter adalet ve demokrasinin sağlanması mücadelesinde birer zayıf halkayı oluşturacaktır. Devrim bunu kaldırmaz…

Devrimin şiddetine karşı çıkan “insansever”, “hayvansever” ve “doğasever” bilcümle hümanist, burjuva hezeyanla ortalığı toz-duman ededursunlar. Onlar ki, Sur’da Cizre’de, Gazi’de, Gezi’de, hapishanelerde, işkence hanelerde, sokaklarda ve her yerde devrimci ve demokratlar işkencelerden geçirilip katledilirken sessizliğe gömülen ikiyüzlüler değil midir? Onların hümanizminde, Musa Anter, Tahir Elçi ve Hrant Dink’ in alçakça katledilmesine duyarlılık yoktur. Her gün sokaklarda, evlerinde ve her yerde katledilen kadınların durumuna karşı kördürler. Lakin proleter adalet ve demokrasiye uygun tavır ikiyüzlü burjuva hümanistlerden beklenemez. O ancak gerçek aydınlar, demokratlar ve devrimciler tarafından gerçekleştirilecektir. Kısacası, kavram ve argümanlar da birer silah olarak sınıflar kavgasının bir parçası olarak kavga halindedir. Bu kavgaya son verecek olan proleter adaletin parçadan başlayarak evrensel düzeyde tesis edilmesidir…

Çocuk istismarlarına, kadın cinayetlerine, milli baskı ve zulme karşı koymayanlar, hayvansever de doğasever de hümanist de olamazlar. Burjuva hümanisti bile olunamaz. O halde, bilinçlerin burjuva ideolojik zehirle bulandırıldığı (en iyimser olasılık olarak) karşımıza çıkan çarpıklıktır. Burjuvazinin bu argümanların altını boşaltmak ve değirmenlerine su taşımak için bilinçli bir politikayla bu ‘‘karşı”cılığı, bu “severciliği”  vb. örgütleyip geliştirdiği de yabana atılır bir olasılık değildir. Kesinlikle ve kesinlikle, samimi, aydın, gerçek hümanist, demokrat ve burjuvazinin piyonu olmanın dışında gerçek anlamda insansever, hayvansever ve doğasever çevreleri, dernek ve mücadele güçlerini yukarıda yürüttüğümüz eleştiri dışında tutuyoruz! Eleştirilerimizde hedefleyerek kast ettiklerimiz, burjuvazinin aleti haline gelmiş ve ona bağlı hizmet yürüterek manipülasyon yaratan, böylece demokrasi, özgürlük ve adalet mücadelesini baltalayan ve fiilen onun karşısına dikilen ama ‘‘insanseverliği, hayvanseverliği, doğaseverliği” kılıf olarak kullanan ikiyüzlü burjuvalardır! …

Ancak, gerçek anlamda aydın, demokrat, hümanist, doğasever, hayvansever olup da niyetsiz, bilinçsizce de olsa, aymazlıkla burjuva cephede bayrak tutarak devrimin karşısına dikilenlere de elbette tutumlarının yanlış olduğu kadarıyla, yani bu boyutuyla olan eleştirimiz geçerlidir. Ve esasta sorumluluklarını ve hatalı tavırlarını hatırlatma, bilinçlerinin paslandığını işaret etme babında eleştiriyoruz. Yoksa, bu kesimleri diğer riyakarlarla bir ve aynı tutmuyoruz…