Kaypakkaya yolumuzu aydınlatan kızıl bir meşaledir

Nitel bir seviyede temsil edilmeyen bir Kaypakkaya’cılık gösterisi boştur. Gerçeğe hürmet etmek ile, o gerçeği keşfedene tapmanın farkı budur

Bilincini ve yüreğini, ezilenlerin kurtuluş davasına adayan komünist önderi anmanın yeni bir yıl dönümüzdeyiz. Ufkunu var olanla sınırlamayan, yaşadığı her anı hakikatleri yeniden ve yeniden gün yüzüne çıkarmaya hasreden bir komünist önderin katledildiği Mayıs ayındayız. Kendi döneminin devrimci önderlerinin ulaştıkları ideolojik-politik sonuçları kökten reddetmekle kalmayıp, gerçek bir komünist alternatif ileri sürerek, devrim için nitel bir çığır açan komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı anıyoruz.

Dünya çapında devrim ve sosyalizm davası uğruna ileri kitlelerin ayakta olduğu ve emperyalizme karşı Vietnam ve başka ülkelerde süren büyük devrimci başkaldırılar; özellikle de Çin’de başkan Mao önderliğinde kapitalist yolculara karşı başlatılan Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünya komünist hareketi üzerinde yarattığı göz kamaştırıcı şahlanış, ve yine ülke içerisinde kitlesel direnişlerin, sokak çatışmalarının ve özellikle de 15-16 Haziran işçi sınıfının ayaklanması şartları altında yeni ve genç bir komünist hareketin ortaya çıkmasına vesile oluyordu.

Önder İbrahim Kaypakkaya’yı diğer devrimci önderlerden ayırt eden iki ana temel özellik vardır. Birinci özellik, O’nun Marksizm-Leninizm-Maoizm bilimini sıkı kavramasıdır. Önder Kaypakkaya geleneksel epistemolojiden, burjuva medeniyetçi-uygarlıkçı, Avrupa merkeziyetçi “aydınlanmacı” çizgiden ve o çokça bilinen ünlü Üretici Güçler Teorisi ile malul kalkınmacı ezber kavrayış ve çizgiden köklü olarak koptu. Bu kopuşun dayandığı temel, MLM felsefi, ideolojik, siyasal ve devrimci metottur. “Barbar kabilelerin, uygarlık tarafından terbiye edilmesi” şeklinde ifade edilen burjuva idealist felsefi yaklaşımın tali de olsa Marksizm ve Marksist hareket üzerindeki etkisinden hem felsefi hem de politik bakımdan bir kopuştur. Sözünü ettiğimiz böylesi derin ve köklü kopuş, elbette önder İbrahim Kaypakkaya’ya yeni bir bakış açısı kazandırmıştır. Bu birinci ayırt edici özelliktir.

İkincisi özellik ise, kazanmış olduğu bu devrimci Marksist bakış açısı sayesinde, bugüne dek savunula gelen resmi tarihe yaklaşımda ortaya çıkar. Mustafa Suphi, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi sosyalist önderlerin liderlik ettikleri tüm devrimci hareketler, ilerici-devrimci bir miras olarak kabul ettikleri Kemalizm ve cumhuriyet aşkına karşı tamamen karşıt bir tutum aldı. Bu tutum, kaynağını MLM ideolojik-politik çizgi, metot ve bakıştan almıştır. Böylelikle yanlış tarih kavrayışına karşı, ihtişamlı bir tutum belirmemiş oldu. O döneme kadar, Milli Şef’li tek partili zulüm makinasının adı “ilerici ve anti-emperyalist” olarak konuluyordu. 1927 yılında Adana-Nusaybin demiryolu işçi grevini kanla bastıran Kemalist faşist yönetim, işçi sınıfına ilerici bir miras olarak anlatılıyordu. 1915 Ermeni soykırımını sahiplenen ve 1921 Koçgiri, 1925 Şeyh Said, 1937-38 Dersim kırımlarını yaşatan bir yönetimi Kürtlere-Alevilere ilerici olarak anlatmak, niyetlerden bağımsız olarak, kanlı kılıçtan geçirilmiş toplulukları karşına almak olacaktı. Öyle de oldu! “Kemalistler burjuvaydı ancak ilerici oldukları için “yeni genç cumhuriyete isyan edenler feodal ve gerici güçler” olarak telakki edildi. Yani “barbar kabilelerin, uygarlık tarafından terbiye edilmesi” idealist felsefenin siyasal sonuçları, dünya komünist hareketi üzerinden ülkemiz devrimci hareketine miras kalan olumsuz etkisi böyle dışa vuruyordu. “Geri ve feodal Kürtlerin”, ilerici-anti-emperyalist genç Türk burjuvazisi tarafından terbiye edilmesine onay veriliyordu. Ki, genç ve ilerici Türk burjuvazisi sanayiyi geliştirecek ve sosyalizm için temel teşkil eden işçi sınıfının büyümesi ve çoğalmasını sağlamış olacaktı. İşte ünlü Üretici Güçler Teorisi’nin coğrafyamız devrimci hareketi üzerindeki etkisi yine böyle açığa çıkıyordu!

Kaypakkaya MLM kavrayışın ortaya çıkardığı yeni, nitel bir sentezdir

Komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ayırt edici bu iki temel özelliği öylesine söylenmiş, rast gele ortaya atılmış söz ve belirlemeler değildir. Keskin bir MLM kavrayışın ortaya çıkardığı yeni, nitel bir sentezdir. Kaypakkaya bu açıdan kendisinden önce ve kendi döneminin sosyalist önderlerinden ve bilinen yanlış çizgilerden bütünlüklü ve köklü bir kopuştur diyoruz. Elbette o dönem Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in önderlik ettikleri sosyalist hareketlerin sisteme karşı silahlı çıkışları takdire şayan devrimci bir nitelik ve çıkış özelliği taşımaktadır. Ancak burada tartıştığımız konu, büyük devrimci çıkışlarına rağmen resmi tarihten köklü bir kopuş yapamamış olmalarıdır. Önder Kaypakkaya ise sahip olduğu bilimsel görüşler neticesinde uzak geleceğin sinesine seslenerek, tarihe bilimsel bir not düştü. Hafızalarımızı bugün kimlerin ne dediğine değil de, elli yıl önceki şartlarda kimlerin bu meselede ne dediklerini dikkate alarak yokladığımızda, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Ne var ki, O’nun bu bilimsel görüşleri büyük ve haksız saldırılara uğradı. “Miras alınması gereken halkımızın ilerici ve devrimci tarihinin reddedilmesi” olarak karşılandı. “Dar ve sekter görüşler” olarak eleştirildi. Bu toptan yanlış yaklaşımın dayandığı temeli bildiğimiz için, böyle karşılanması şaşırtıcı gelmemiştir. Zira bilimsel her bir yeni yaklaşımın, istisnasız böyle karşılandığı tarihi örneklerle doludur. Durum bu olmasına rağmen, önder Kaypakkaya hem düşünsel, hem de sosyal pratikte bu bilimsel görüşleri ısrarla savundu, inatla temsil etti. Önder İbrahim, elbette komünistlerin miras alacakları ilerici-devrimci bir tarihin olduğunun çok iyi farkındaydı. Zira, on binlerce yıllık insanlık tarihinin bu uzun süreci içinde sömürüye, talana, yalana, haksızlıklara, yanlışlara direnen ve bu hareketlerden öğrenilmesi ve miras alınması gereken sayısız sosyal hareket ve sosyal harekete liderlik edenlerin olduğu bilinir. Coğrafyamızda süren büyük halk mücadeleleri içinde durum budur. Bu bakımdan yaşanmış olan her bir sosyal-siyasal olayı somut olarak ele alır ve olumlu olanı, ilerici-devrimci olanı tereddütsüz savunur. Önder İbrahim Kaypakkaya’yı diğer konularda olduğu gibi, bu konuda sekter ve inkârcı bulanların yine yanıldıklarını hatırlatalım. O ilerici tarihi miras alma konusunda gayet duyarlı ve hassastı. O’ “miras al” diye salık verdikleri ancak emeğin/emekçinin yeminli düşmanı Mustafa Kemal’leri değil, yeni bir dünyanın kuruluşuna önderlik etmeye çalışan ve yukarıda izah ettiğimiz ideolojik-politik yanlışlıklarından kaynaklı, kendisinin ve yoldaşlarının ölümüne sebep olan Mustafa Suphi olmuştur. Kurtuluş savaşında Sütçü İmamlar gibi halkın nice doğal önder temsilciler olmuştur. 15 Haziran 1915 yılında İstanbul’da Osmanlı tarafından idam edilen Ermeni sosyalist Paramaz ve 19 yoldaşı olmuştur.

Önder Kaypakkaya’nın Marksist-Leninist-Maoist kavrayışı ve bilimsel metodu sayesinde tarih 24 Nisan 1972’yi gösterdiğinde, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasına bilimsel görüşlerle donanmış komünist güneş doğdu. Vartinik’te dalgalanan kızıl bayrak, coğrafyamızda komünizm tarihine kaydedilmiş yeni bir parti olarak devrimci sahnede yerini aldı. Partimiz, Çin’de başkan Mao önderliğinde kapitalist yolculara karşı tüm muhteşemliği ile yürütülmekte olan “Büyük Proleter Kültür devriminin ürünüdür” diyen bir komünistin önderliğinde tarihe geçiyordu. Ve bu yeni kızıl güneş, genel olarak resmi tarih, resmi ideoloji, milli mesele, özel olarak Kürt Milli meselesi üzerine bilimsel yaklaşımlarını ortaya koyarak, revizyonizme, şovenizme, sosyal şovenizme ve her türden gericiliğe karşı bilimsel bir tavır aldı. Bir millet olarak Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkı olan, devlet kurma hakkını tereddütsüzce savundu ve bunun yanı sıra komünistlerin ulusal sorunda çözüm tezlerini berrak olarak ortaya koydu. Zalimin yanında değil, mazlumun yanında yer aldı. Resmi tarih anlayışını devrimci eleştiri süzgecinden geçirerek tüm gerçek dışı çizgileri yerle yeksan etti. O “Barbar kabilelerin, uygarlık tarafından terbiye edilmesi” olarak ifade edilen burjuva medeniyetçi-uygarlıkçı idealist felsefeden kopamayan yaklaşımları red ederek, Ermeni soykırımı, Koçgiri-Dersim’de yapılan kitlesel katliamları lanetledi. Osmanlı’dan Cumhuriyet ve Kemalist diktatörlüğe giden süreçte, istilacı-talancı- gerici egemenliklere karşı direnen mazlum ulus Kürtlerin direnişlerini selamladı ve hareketin demokratik özünü ve haklı yanını destekledi. Kendi ulus birliğini, bölgesel kimliğini ya da inançsal kimliğini koruma ve yaşama hakkını, gerici egemenliklerin istila etmesine ve kendine bağlı hale getirme yönelimlerine tavır aldı. Kendisinden önceki ve kendi dönemindeki devrimci hareketlerin düştükleri yanlış çizginin kaynağına ışık tuttu. Bilimsel sosyalist bir bilinç ve metot ile donanmadan, doğru siyasi sonuçlara ulaşmanın imkânsızlığına işaret etti.

Ekim devrimi, Çin devrimi ve sonrasında sosyalist ülkelerdeki deneyimlerin ışığında, yeni bilimsel bir sentez olarak ortaya çıkan ve Marksizm-Leninizm’i, Marksizm-Leninizm-Maoizm (o dönem Mao Zedung Düşüncesi olarak bilinen) seviyesine çıkaran Büyük Proleter Kültür Devrimi dersleri ile donandığı için coğrafyamızda esasa ilişkin doğru tespitlere varabilmiştir. Böylesi bir bilimsel metodolojiye sahip olmadan ülkenin mevcut ekonomik-politik yapısını çözümlemek ve somut şartların somut tahlilini yapmak mümkün olmayacaktı. Böylesi bir bilimsel dünya görüşü olmaksızın çarpıtılmış bir tarih, karayı ak gösteren sahtekârlık, gericiliği ilericilik olarak yutturan yaklaşım ve emperyalizm ile el altından alış veriş yapan Kemalistleri anti-emperyalist göstermek uğraşında olan çizgileri anlamak asla mümkün olmayacaktı.

Kaypakkaya’ya asıl rengini veren komünizmin bilimsel görüşleri ile donanmış olmasıdır

Israrla ve inatla, önder Kaypakkaya coğrafyamızda yeni, nitel komünist bir çıkıştır derken anlatmak istediğimiz budur. Körü körüne bir inat ve ısrar değildir bu. Israrlı savunumuz tamamen bilimsel ve doğruya en yakın olmasından kaynaklıdır. Komünizmin bilimsel ideolojisi, perspektifi, felsefesi ve politikasına yaslanarak ezilen ve sömürülenlerin direniş tarihlerini kendi tarihi ve mirası olarak kabul etmesinin yanı sıra, yeni nitel öncü bir parti olarak emperyalizmi ve ülkedeki işbirlikçi sistemi yıkmanın engin pratiğine girmiştir. Tepeden tırnağa silahlı ve tarihi kan üzerine kurulu böyle bir sistemi parçalayıp dağıtmak ve yepyeni ve farklı bir yaşam kurabilmek için bilimsel bir analiz ile durumu açığa çıkarmış, Baba İshak, Bedreddin, Pir Sultan ve daha nice halk önderini ve liderlik ettikleri hareketlerin deneyimlerinden öğrenmeyi bilmiştir. Bunlar, önder Kaypakkaya’nın belirgin özellikleridir.

Görüşümüzce burada bir noktaya değinmek yararlı ve uyarıcı olacaktır. İstisnalar hariç, devrimci hareket ve aydınların ezici çoğunluğu komünist önder İbrahim Kaypakkaya’yı yok saymayı tercih etmiştir. O’nu en fazla devletin resmi faşist güçleri tarafından katledilmiş bir köylü devrimcisi olarak anmaktadırlar. Bu elbette olumludur ancak önder İbrahim’i İbrahim yapan ana ve asıl özellikler her daim bilinçli olarak göz ardı edilmiş, yok sayılmıştır. O’nu köylü ya da işçi devrimcisi seviyesi ile anmak yeterli değildir. O’na asıl rengini veren şey komünizmin bilimsel görüşleri ile donanmış bir önder olmasında yatar. Sosyal yaşam bu gerçeği defalarca doğrulamasına rağmen, bugün için nispeten azalsa da, bazı devrimci aydın ve örgütler tarafından o bilinen geri değerlendirme yaklaşımı maalesef hala devam edilmektedir. Devrimin yazılı, sözlü kayıtlarında, kültür ve edebiyatında, sinemaya aktarımında vs., denebilir ki önder İbrahim Kaypakkaya’nın yok sayılmasından medet umulmuştur. Bu eleştirimiz elbette dostlarımızadır. Bilim ve bilimsel görüşler karşısında şapka çıkarmak, devrime ve devrimcilere yakışandır. Dolayısıyla Kaypakkaya meselesindeki bu yanlış tutumun aşılması devrimin lehinedir. Zaten sosyal pratik doğru ve yanlışı eleyerek gerçekleri ortaya çıkarır.

Düşman cephesinde ise, önder Kaypakkaya’ya yaklaşım zaten bilinmektedir. “Şimdiki halde yıkıcı komünizmin en tehlikeli görüşleri” olarak Milli İstihbarat Teşkilatı’nın raporlarında yer alması boşuna söylenmiş değildir. Bu tehlikeli kuramcının ele geçirildiği günden itibaren ihanet ettirilerek “tehlikeli görüşlerin” tehlike olmaktan çıkarılma uğraşları ayları almıştır. Fakat granitten daha sağlam komünist irade ve direniş, beklenti içindeki faşist ve gerici kuvvetlerin bütün umutlarını boşa düşürmüştür. Ve komünist önder, işkencehanelerde de devrimcilere sarsılmaz bir miras bırakmış, bu noktada da bir çığır açmıştır. O’nun direnmesine vesile olan şey, elbette şahsi kahramanlığından çok, esas olarak sahip olduğu komünist çizgi ve dünya görüşünden ileri gelir. Tamn da bu sebeple denebilir ki, önder İbrahim Kaypakkaya işkenceden başarıyla çıkmış ve aslında sorgusu bitmiştir. Ancak düşman Kaypakkaya’nın yaşamasına tahammül edemezdi, zira İbrahim’in yaşaması demek, gerici sistem için tehlikenin devamı demekti. Bu açıdan komünist önderin, Ankara’da, kontra-dairenin en yüksek tepelerinde verilen özel ve gayet bilinçli bir kararla 18 Mayıs 1973 yılında parçalanarak imha edilmesine gidilmiştir. Bunlar tarihin gerçekleridir. İnkâr edilemez.

Yoldaşları olarak bizler, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’dan öğrenmeye devam ediyoruz. O’nun sahip olduğu diyalektik, tarihi materyalist dünya görüşü bize her şeyin hareket halinde olarak değişeceğini ve değişmeyen hiçbir şeyin olamayacağını salık verir. Karşıtların birliği yasasının tezahürünü biliriz. Bir dönem doğru ve bilimsel olan şey, gelişmeler karşısında kendisini yeni şeylere bırakır. Tarihsel olanı akıldan çıkarmamak önemlidir. Gelişmelere hazır reçetelerle yaklaşmak diyalektikten kopmak olur. Somut durumun somut tahlilinin yapılması bu bakımdan elzemdir. Dünyada, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yaklaşık elli yıllık sosyal pratik içinde yaşanan iktisadi, siyasi, sosyal değişimi görmek elzemdir. Bunun bilincinde olan Maoist parti , komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın ortaya koyduğu bilimsel çizgisini nitel olarak ilerletmeyi bilmiştir. Bugün ortaya konulan teorik, politik, örgütsel, askeri belirlemeler, ezilenlerin elinde büyük bir silah olarak bulunmaktadır. Nitel bir seviyede temsil edilmeyen bir Kaypakkaya’cılık gösterisi boştur. Gerçeğe hürmet etmek ile, o gerçeği keşfedene tapmanın farkı budur.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü dergisinde yayımlanmıştır