Kerem Yıldırım yazdı | 14 Mayıs’ın İki Sonucu: Kürt Düşmanlığı ve Kent-Taşra Gerilimi

14 Mayıs’ın sonuçları, Türkiye egemen sınıflarının resmi ideolojisi olan Türk-İslam ideolojisi temel alınmadan değerlendirilmemelidir. Türk-İslam ideolojisinin ekonomi-politiği saptanmadan, demografik dönüşüm yadsınarak bugünün anlaşılması imkansızdır.

Schopenhauer “dünyanın düzeni haksızlık üzerine kuruludur” dedikten sonra Spinoza’ya atıfta bulunarak, güç ile hak arasındaki ilişkiyi şu şekilde özetliyor:

“Her bir kimse ne kadar güce sahipse o kadar hakka sahiptir. Her bir kimsenin hakkı gücüyle belirlenir.”(1)

Spinoza’ya ait olan bu tanımı, insanlığın özel mülkiyetli yaşamaya başladığı ya da toplumsallaştığı ilk aşamadan itibaren, mülkiyeti kutsal gören her egemenlik biçiminin genel yasası olduğunu söyleyebiliriz. Özel mülkiyet ilişkilerin egemen olduğu toplumsallaşma süreci, zaten eşitsiz olan doğa ilişkilerini, toplumsallaşan insan dünyasında daha da eşitsiz hâle getirmiştir. Kapitalist emperyalizm ise bu toplumsal eşitsizliğin en derinleşmiş ve kurumsallaşmış biçimidir.

Kapitalist emperyalizmin en zorba ve azgın formu olan faşizmin zirve noktası Hitler Almanya’sıdır dersek, sanırım, en azından şimdilik, yanlış bir şey söylemiş olmayız. Spinoza’nın güç-hak denklemi Nazizm için siyasal pratik açısından düstur olmuştu.

Hitler 1943’te komutanlarına şöyle sesleniyordu:

“Galip gelene daha sonra doğru söyleyip söylemediği sorulmaz. Bir savaş başladığı ya da verildiği zaman zafer dışında her şey önemsizdir. Kalplerinizde merhamete yer olmasın. Sert davranın. Seksen milyon hakkı olanı almalıdır. Onların varlığı güvence altında olmalıdır. Daha güçlü olan haklıdır.”(2)

***

Erdoğan hiç gizlemedi, Kürt ulusunu düşman ilan etti ve Kürtlere karşı yaptığı her türlü zorbalığı kendine hak gördü.

Bu nedenle, 14 Mayıs gecesi sandık sonuçları belli olunca Şırnak Cizre’de polisler karakoldan rastgele sokaklara gaz bombası attı. Güçlü olanın kendini var eden yasayı bile tanımadığı, kendinden olmayanı yok ettiği Erdoğan rejimi, 14 Mayıs’ta bir kez daha kendini güncelledi.

Peki kendini her durumda haklı gören ve kendinden olmayan her şeyi yok eden güç neyin nesidir? Erdoğan’ın ideolojik-siyasal motivasyonu nedir?

Gücün adı Türk-İslam ideolojisidir. Türkiye egemen sınıf siyaseti, geleneksel anti komünist ve Türkleştirme reflekslerine, Ermeni kıyımına,6-7 Eylül’e, Ağrı ve Dersim katliamlarına; Maraş ve Çorum katliamlarıyla, 12 Eylül faşist rejimiyle ve Madımak’la birlikte Sünnileştirme refleksini de ekledi. Aslında bu refleks Türk burjuva devletinin kurulmasından öncesine dayanan, Osmanlı merkezi feodal devlet aygıtının bir refleksiydi. Cumhuriyet burjuvazisi devletin kuruluş aşamasında, kendinden önceki bu refleksle hesaplaşmadı, desteklemedi de. Ancak egemen sınıfların ihtiyaçları doğrultusunda, özellikle 1950’li yıllardan itibaren anti komünist mücadele için Sünnileşme yeniden devletin temel refleksi hâline geldi.

Türk-İslam ideolojisi, 2008-2016 arasında ise devlet içindeki diğer rakiplerini tasfiye eden AKP-MHP rejimiyle en zirve noktasına çıktı.

14 Mayıs’ın sonuçları, Türkiye egemen sınıflarının resmi ideolojisi olan Türk-İslam ideolojisi temel alınmadan değerlendirilmemelidir. Türk-İslam ideolojisinin ekonomi-politiği saptanmadan, demografik dönüşüm yadsınarak bugünün anlaşılması imkansızdır.

Seçimin birinci sonucu; seçimi Kürt düşmanlığı kazanmıştır. AKP-MHP rejimi, seçim süreci boyunca bütün siyasal hattını Kürt düşmanlığı üzerine inşa etti. Türk halk kitleleri depreme ve ekonomik krize rağmen Kürt düşmanlığına oy verdiler. Ayrıca Türkçü faşist partilerin (MHP, BBP, İYİP, ZAFER, Sinan Oğan) oyları toplam oyun çeyreğine yükseldi.

Anadolu’da CHP’nin aldığı oylar büyük ölçüde büyük kentlere göçmemiş Alevi kitlelerin verdiği oylardır. Bunun dışında kalan kitle devlet tarafından homojenleştirilmiş bir kitleye dönüşen Türk-Sünni kitlelerdir. Dikkatle incelenirse, Anadolu’da Alevi ve Kürt nüfusun olmadığı yerlerde, oyların nerdeyse tamamı Türk-İslamcı partilere verilmektedir.  Anadolu çok uzun bir süredir Türk-İslamcı partilerden olan inşaat ve ticaret burjuvazisinin egemenliği altındadır. Taşrada devlet bürokrasisi, ticaret ve inşaat burjuvazisinin koruyucusu ve Türk-İslam ideolojisinin temsilcisi durumundadır. Bu bölgelerde devlete ve egemen sınıflara hiçbir isyan olmadığı gibi, aksine bağlılık vardır. Sanayi sermayesi gelişmediği için sınıf çelişkileri derinleşmemektedir, kent kültürü oluşmamaktadır.

Ayrıca Anadolu’daki yoksul ve topraksız köylülük yarım asırdır, belirli aralıklarla büyük kentlere göç etti. O nedenle Anadolu’daki şehir merkezlerinde ve köylerindeki genel nüfus, sınıfsal olarak küçük burjuvadır. Bunlara bir de zamanında Avrupa’ya göç etmiş kesimleri de eklemek gerekir. Yurtdışına işçi olarak giden bu kesim, zamanla memleketlerinde mülk sahibi zengin sınıflara dönüşmüşlerdir.  Bu arada, büyük kentlere göç etmemiş yoksullar ise ya taşra burjuvazisinin kapıkulu olmuştur ya da dinci-milliyetçi ideolojinin etkisi altında kalarak lümpenleşmişlerdir.

Erdoğan her ne kadar siyasal temsil açısından büyük burjuvazinin temsilcisi olsa da sosyal tabanı kültürel olarak Anadolu’daki küçük ve orta burjuvazidir. Bu nedenle Marx’ın Bonaparte’lar için söylediği “Bonaparte’lar hanedanı tutucu köylüleri temsil eder”(3) ifadesi Erdoğan için de birebir uyumludur: Erdoğan iktidarı; tutucu tüccarları, müteahhitleri ve köylüleri temsil eder.

Özetleyecek olursak; Kürt düşmanlığının en güçlü olduğu bölgelerin, homojen(Türk-Sünni) bir kitleye dönüştürülmüş Orta Anadolu ve Karadeniz bölgesi olması tesadüf değildir.

***

Anadolu’daki demografik değişim, sınıf ilişkileri ve ideolojik tahakküm aynı zamanda kentlerdeki işçi direnişlerinin, kadın ve LGBT mücadelelerinin, laiklik talebinin tam karşısında yer almaktadır. Kentle-taşra arasındaki siyasal-kültürel gerilim sıkışmıştır ve bu sıkışma kurumsallaşmıştır.

Bu da seçimin ikinci sonucudur.

Kent-taşra geriliminin en radikal ifadesi 2013 Haziran Ayaklanmasıyla ortaya çıkmıştı. Haziran kentli sınıfların İslamcı faşist rejime karşı demokratik isyanıydı. 2017 referandumu ve 2019 yerel seçimleri dikkatle incelenecek olursa eğer, büyük kentlerde AKP-MHP rejiminin muntazam olarak kaybettiği görülecektir.

14 Mayıs’ta da AKP-MHP rejimi büyük kentlerde kaybetmiştir. Büyük kentler aynı zamanda, burjuvazinin muhalif fraksiyonunun egemenlik alanındadır. Bu anlamda Türkiye burjuvazisi kendi içinde siyasal olarak ikili iktidar yaşamaktadır.

Aynı zamanda büyük kentler hem sosyalist hareketin hem de demokratik hareketlerin nefes alabildiği en geniş alandır. Kürt illeri, Dersim ve Alevilerin çoğunlukta yaşadığı yerler dışında AKP-MHP rejimine karşı mücadelenin ana merkezi, büyük ve sanayileşmiş kentlerdir.

Bunların yanı sıra; AKP-MHP rejimi ve Türk-İslam ideolojisi, büyük kentlere fiziksel olarak egemen olamadığı gibi ideolojik-kültürel olarak da egemen değildir.

Ancak büyük kentlerin yoksul ve emekçi mahalleleri Türk-İslam ideolojisinin siyasal araçlarıyla(mafya-tarikat-faşist çeteler) abluka altına alınmış durumdadır. İslamcı faşist rejimin yenilgisi bu yerleşkelerdeki kırılmalara bağlıdır.

***

14 Mayıs’tan çıkan iki sonuç karşısında sosyalistlerin önünde iki görev duruyor:

Bir: Kürt halkı ulusal olarak özgürleşmeden Türk halkı özgürleşmiyor. Bu hakikati özellikle büyük kentlerde anlatmak ve öncü işçilerle bu mesele üzerinden ideolojik mücadele yürütmek esastır. Ulusal özgürlük hakkı ve ulusların eşitliği ilkesi tereddütsüzce savunulmalıdır.

İki: AKP-MHP rejimi de Altılı Masa da emekçi halkı sömüren büyük burjuvazinin rakip siyasal kanatlarıdır. Ancak burjuvazinin muhalif kanadı ile emekçi halk arasındaki çelişme bugün açısından talidir. Baş çelişme İslamcı faşizmle emekçi halk arasındadır.

Bu çelişmenin derinleşeceği ve devrimci olanakların ortaya çıkacağı yerler, burjuvazinin muhalif fraksiyonunun egemen olduğu büyük kentlerdir. Buradaki mücadelelerde esas olan, burjuvazinin muhalif kesiminin arkasına takılan reformist anlayışla araya mesafe koymak ve işçi sınıfı devrimciliğini Türk-Sünni emekçilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde inşa etmektir. Eğer devrimci bir kırılma yaşanacaksa bu emekçi yataklarında olacaktır ve kırılmayı yaratacak olan devletin büyük kentlerde sosyal tabanı olan mafyaya ve tarikatlara karşı mücadeledir. Bu mücadelenin, güncel olarak, Anadolu’da hiçbir zemini yoktur ama büyük kentlerde lokal merkezler yaratılabilir.

Irkçılık da, İslamcılık da, devlet/güç tapıncı da emekçiler nazarında çözüldüğü ölçüde gerçek bir yenilgi yaşayacaktır. Emekçi halk içinde sabırla büyümeye ve egemen sınıflara karşı emekçilerle birlikte kavgayı örgütlemeyi yadsıyan her anlayış ya burjuva muhalefetinin peşinde çaresizliğe savrulur ya da işi daha da ilerleterek halk düşmanı olur.

(1) Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine, Schopenhauer, Say Yayınları, sy.92, Ç: A. Aydoğan, 5. Baskı, 2018, İstanbul.

(2) Hitler İmparatorluğu, Mark Mazower, Alfa, sy. 125, Ç: Y.Alogan, 4. Baskı, 2018, İstanbul.

(3) Lois Bonaparte’ın 18 Brumaıre’i, Karl Marx, Sol Yayınları, sy. 123, Ç: S. Belli, 4. Baskı, 2007, Ankara.