Keskinleşen çelişkiler mevcut süreç

Mevcut süreç, keskinleşen çelişkiler ve yükselen devrimci durum proleter devrimlere gebedir!

Sınıflar mücadelesi mevcut gerçeklikte yeni çelişkiler ve dengelerle yeni boyutlar kazanarak ve daha da keskinleşerek devam etmektedir Yaşanan bütün tarihsel gerçeklikler, çelişkiler ve sorunlar yumağı ilerici insanlığın önünde sosyalizm seçeneğini kaçınılmaz olarak bir kurtuluş projesi haline getirerek daha da güncellemiştir İlerici insanlık ancak ve ancak bilimsel sosyalizmi kuşanarak ve proleter devrimleri örgütleyerek empraryalist dünya gericiliğinden köklü olarak kurtulacaktır. Devrimci dünyanın bundan başka bir çıkış yolu yoktur. Emperyalist/Kapitalizim ve onun güdümündeki bütün gerici burjuva sistemler reformlarla yada sivil toplumcu projelerle asla ve asla yıkılamazlar. Özü burjuva olan bu toplumsal projeler sınıflar mücadelesinin tarihi tarafındandan kanıtlanmıştırki burjuvaziyi daha da güçlendirmenin kaldıracı olmaktan kurtulamamıştır. Bu burjuva projeler bugünde revatça gündemde olarak proleter devrimlerin önünde engel teşkil etmektedir. Dolayısı ile proleter devrim hareketi kitleri zehirleyen bu burjuva ideolojik akımlarla keskin bir idolojik hesaplaşmaya girmek durumundadır. Proleter devrimler ancak bu burjuva ideolojik akımlar ve projelere karşı yürütecegi köklü ideolojik hesaplaşmayla yoluna devam edebilir, edecektir.

HABER MERKEZİ (01.02.2017)- Emperyalist/Kapitalist dünya gericiliğinin bizzat nedensellik teşkil ettiği ve tamamen onun sınıfsal karakterinden beslenen mevcut yerkürenin vaziyeti kırmızı alarm vermeye devam ediyor. İnsanlık ve parçası olduğu doğa tam bir yıkım ve yok olmayla karşıkarşıyadır. Emperyalist/Kapitalist dünya gericiliği sömürü ilişkilerinin damgasını vurduğu politikaları sonucu insanlığı ve doğayı adım adım ve hızlı bir şekilde felakete sürüklemektedir. Bu sürece ilerici insalık bilinçli bir şekilde müdahale ettmezsse yaşanacak bir dünyanın zemini hızlı bir şekilde ortadan kalkacaktır. Bu gerici ve barbar süreç emperyalistlerin güdümündeki burjuva ideologlar tarafından pespaye bir zırvalıkla dillendirildiği gibi kesinlikle kaçınılmaz ve mutlak değildir. Burjuva ideologların çeşitli tarihsel süreçlerde tok bir koroyla zırvaladıkları ve devrimci dünyaya kanıksatmaya çalıştıkları bu düşünceler ilerici insanlığın elindeki o muazzam yıkıcı ve değiştirici biricik bilimsel klavuz olan bilimsel sosyalizm tarafından her defasında yerle bir edilerek hak ettiği yer olan tarihin çöplüğüne yollanmıştır. Bundan sonrada olacak olan tartışmasız olarak bu bilimsel gerçekliktir. Tarihi sınıf mücadeleri tarihidir bilimsel metaforu bizlere bunu kanıtlamaktadır. Keza insanlığın binlerce ve komünist manifestoyla ayakları üzerine dikilen ve burjuvaziye karşı köklü bir meydan okuyuş olan sınıf mücadeleri tarihi defalarca kez bizlere bunu kanıtlamıştır. Ekim ve Çin devrimleri başta olmak üzere yaşanan onlarca devrim burjuva ideologlarının tüm zırvalıklarını kitlelerin kahredici kudretiyle yerle bir etmiştir.

Proleter devrimcilerin nasıl bir dünyada yaşadığımız sorunsalına yanıtları gayet berraktır. Yeni bir dünya mümkün şiarı bu zeminde ifade bularak verilmiş devrimci bir yanıttır. Proleter devrimciler, yeni bir dünyanın mümkün olmasından öteye, sınıflar mücadelesi yetenegi ile kaçınılmaz ve zorunlu olduğunu savunmaktadırlar. Proleter devrimciler nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Sorusuna kitlelerin mantığına uygun olarak barbarlar ve haydutların yoksul dünyayı kendi gerici çıkarları uğruna kana boğduğu, gerici sömürü ilişkileri cenderesinde tahaküm kurduğu emperyalist dünya gericiliğinin boyunduruğu altında bir dünyada yaşıyoruz gerçekliğiyle sınıflar mücadelesinin en ileri mevzilerinde öne çıkarak devrimci yoldan cevap vermektedirler.

Sınıflar mücadelesi mevcut gerçeklikte yeni çelişkiler ve dengelerle yeni boyutlar kazanarak ve daha da keskinleşerek devam etmektedir. Yaşanan bütün tarihsel gerçeklikler, çelişkiler ve sorunlar yumağı ilerici insanlığın önünde sosyalizm seçeneğini kaçınılmaz olarak bir kurtuluş projesi haline getirerek daha da güncellemiştir. İlerici insanlık ancak ve ancak bilimsel sosyalizmi kuşanarak ve proleter devrimleri örgütleyerek empraryalist dünya gericiliğinden köklü olarak kurtulacaktır. Devrimci dünyanın bundan başka bir çıkış yolu yoktur. Emperyalist/Kapitalizim ve onun güdümündeki bütün gerici burjuva sistemler reformlarla yada sivil toplumcu projelerle asla ve asla yıkılamazlar. Özü burjuva olan bu toplumsal projeler sınıflar mücadelesinin tarihi tarafındandan kanıtlanmıştırki burjuvaziyi daha da güçlendirmenin kaldıracı olmaktan kurtulamamıştır. Bu burjuva projeler bugünde revatça gündemde olarak proleter devrimlerin önünde engel teşkil etmektedir. Dolayısı ile proleter devrim hareketi kitleleri zehirleyen bu burjuva ideolojik akımlarla keskin bir idolojik hesaplaşmaya girmek durumundadır. Proleter devrimler ancak bu burjuva ideolojik akımlar ve projelere karşı yürütecegi köklü ideolojik hesaplaşmayla yoluna devam edebilir, edecektir.

Burjuvaziyi tir tir titreten ve uykularını kaçıran komünizm heyulası bugünde emperyalist/kapitalist dünya gericiliği ve tüm türevlerinin korkusu ve kâbusu olmaya devam ediyor. Sınıflar mücadelesini, sınıf çelişkilerini ortadan kalkmıştır safsatasına başvurarak inkâr etme çabalarının arka planında yatan temel gerçeklik bu stratejik korkudur. Onların zırvalıklarının tam aksine sınıf çelişkileri daha da derinleşmekte ve sınıflar arası makas giderek açılmaktadır. Bu zeminde inkâr ve demagojik zırvalıklara onay çıkmaz, devrimin sübjektif güçleri olan devrimci ve komünist dinamiklere destek çıkar. Devrimler nesnel koşulların kendiliğindenci ürünü olarak değil, sınıflar mücadelesinin devrimci becerisi ve zorunluluğuyla kaçınılmazdır.

Proleter devrim hareketi burjuvazi ve onun bütün türevleriyle arasına keskin ayrım çizgileri çekerek ilerleyebilir. Sınıflar mücadelesinin bütünlüklü tarihsel sürecini ve birikimlerini devrimci bir zeminde muhasebeye tabi tutmak ve bu zeminde bugünün nesnel gerçeklikleriyle buluşturmak MLM bilimini kendi komünist düzleminde nitel adımlarla sürekli ilerletmek proleter devrimcilerin temel görevlerinden biridir. Somut koşulların somut tahlili ve MLM bir dogma değil eylem kılavuzudur ilkeleri proleter devrimcilerin temel referanslarıdır.

“TC”nin tarihsel ve güncel yapısal kriz hali ve faşizm gerçekliği!

Emperyalist/Kapitalist dünya gericiliğinin yedek bir parçası durumundaki Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da yukarıda ifade etmeye çalıştığımız bütünlüklü ideolojik ve siyasal denklemler ve bu nesnel zeminde vuku bulan sınıflar mücadelesi ve çelişkiler kendine has özgünlüklerle karmaşık ve çatışmalı bir süreç olarak yoluna devam etmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’tan daki siyasal gelişmeleri ve bu zeminde ortaya çıkan bütün sorun ve çelişkileri emperyalist/kapitalist sistemden bağımsız ya da kopuk ele almak eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur.  Ülkede cereyan eden her siyasal gelişme mutlak biçimde “TC”nin emperyalizmle olan stratejik bağımlılık ilişkileri düzleminde biçimlenmektedir. Bu süreç Osmanlının son dönemlerinden başlayarak “TC”nin kuruluşu ve bugünlere kadar devam edegelen bir gerçekliği ifade etmektedir. Dolayısı ile geçmişte olduğu gibi somutta da ülkede yaşanan her siyasal süreç emperyalizmle bağlantıları içerisinde ve emperyalizmin politik çıkarları ekseninde olgunlaşmaktadır. Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan’da yaşanmakta olan ve halklar üzerinde tam bir zorbalık ve zulüm tahakkümü olan karşı devrim süreci ve onun örgütlenmesinin basamakları olan 15 Temmuz, OHAL, KHK’ler süreci de tamda bu bağımlılık ilişkileri zemininde vücut bulmaktadır.

“TC” devleti kuruluşundan itibaren komprador tekelci sınıfların bir zor aracı olarak örgütlenmiştir. Faşist “TC” devleti çeşitli ulus, milliyet, inanç ve cinsiyetlerden halk kitleleri üzerinde kah parlamenter maske altında kah açık faşizm biçiminde süreklileşerek yapısal bir karaktere bürünen ve son tahlilde faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü bir niteliğe tekabül etmektedir. Bu burjuva faşist devlet birden fazla emperyalist güce bağımlılık gerçekliğine uygun olarak birden fazla komprador tekelci kliğin hâkimiyetinin olduğu bir devlet muhtevası durumundadır. Faşist “TC” devleti istisnasız olarak her tarihsel kesitte faşist iktidar düzleminde karakterize olmuştur. Tüm bu gerici iktidarların emperyalizme bağımlılıklarının ürünü olarak ve kendi sınıf niteliklerine uygun olarak biçimlenen ekonomik ve siyasal yapısı gereği faşizm uygulamaktan başka bir şansı bulunmamaktadır.

Emperyalist güçler tarafından yeni dönemin stratejik ihtiyaçları temelinde yeniden dizayn edilerek biçimlendirilmeye çalışılan “TC” devleti orta doğudaki dengeler başta olmak üzere bir dizi politik neden ve avantajdan ötürü Erdoğan/AKP kliğini başa getirerek yeni bir sürecin kapılarını aralamıştır. İflas ve teşhir olan ve artık bugünün emperyalist kapitalist dünyasının ihtiyaçlarına cevap olamayan Kemalist iktidarın baypas edilerek geriletilmesi ve Erdoğan önderliğindeki AKP kliği üzerinden “TC” devletinin yeniden şekillendirilmesi hem burjuva klikler cephesinde hem de toplumsal muhalefet cephesinde yeni saflaşmalar ve çatışmalar zeminini yaratmıştır. Öyle ki bu süreçte Erdoğan/AKP iktidarının “geçmişle yüzleşme, hesaplaşma, Kürt sorununu çözme, toplumsal barış, demokratikleşme” vb. burjuva soslarla manipüle edilerek dillendirdiği söylemler demokratik güçlerin bir kısmı da dâhil toplumda güçlü bir karşılık bularak Erdoğan/AKP iktidarının zeminini güçlü kılmıştır. İlerici ve devrimci toplumsal dinamiklerin yıllardır mücadele ederek ve bedeller ödeyerek kazandığı ve kitlelere mal ettiği bir çok demokratik ve ilerici söylem ve argüman Erdoğan/AKP iktidarı tarafından tam bir burjuva ustalıkla iyi kullanılarak kitlelerin özlemleri ve taleplerini kendisini güçlendirmenin bir basamağına dönüştürmüştür. Başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere burjuva liberaller ve toplumsal mücadelenin önemli bir ayağını oluşturan bilumum reformist ve oportünist kesimlerin önemli bir bölümü de bu süreci besleyerek kan taşımıştır.

Yakalamış olduğu bu toplumsal zemini iyi değerlendiren Erdoğan/AKP güruhu ABD emperyalizmi başta olmak üzere diğer emperyalist güçlerinde desteğini arkasına alarak hem bölge hem de uluslararası arenada politik olarak etkinliğini arttırmıştır. Bu süreç aynı zamanda ve doğallığında burjuvazi açısından bir istikrar dönemi de olmuştur. Fakat bu süreç Erdoğan/AKP güruhunun adım adım iktidarlaşmasının zeminini güçlendirerek burjuva klikler arası çatışmaları giderek derinleştirmiş ve oluşan bu yeni politik düzlem zemininde yeni çelişkiler ve politikalar kendisini var etmiştir. Bu çelişkiler ve politikalar tam anlamıyla iktidar kavgasının yeni boyutları olarak yaşanmaktaydı. Nitekim belli bir süreçten sonra Erdoğan/AKP güruhu devletin bütün temel kurumlarını adım adım baypas ederek iktidarlaşmasının zeminini olgunlaştırmıştır. Bu zeminde burjuva klikler arası dalaş da keskinleşerek devam etmiştir. Ergenekon, Balyoz, MİT operasyonu, 17-25 Aralık ve bir dizi gelişme iktidar kavgası düzleminde cereyan eden burjuva klikler arası dalaşın somut yansımalarıdır. Bu sürecin en keskin iktidar kavgası ise birlikte yürüdükleri Cemaat ile yaşanmıştır. Öncesi bir dizi politik manevra olmakla birlikte 15 Temmuz darbe girişimi bu sürecin en kapsamlı, kanlı ve keskin hesaplaşması olmuştur.

Özcesi Erdoğan/AKP iktidarının bizler tarafından zaten bilinen gerici ve faşist yüzünü açığa vurarak halk kitleleri üzerinde uyguladığı faşist diktatörlük hem burjuva klikler cephesinde hem de ve esas olarak toplumsal dinamikler cephesinde yeni politik dengelerin ve keskinleşen bir sürecin zeminini güçlendirmiştir. Erdoğan/AKP iktidarının faşist diktatörlük ve tek adam sultasıyla başta Kürt ulusu olmak üzere halklarımıza karşı “Çözüm-barış” sürecini terk ederek topyekûn gerici savaş ve saldırganlık süreciyle başlatmış olduğu büyük kıyımlar, katliamlar, ağır baskılar doğallığında ülkede devrimci durumun gelişmesine yol açmıştır. Başkanlık sistemiyle kendi gerici iktidarını tamamen garantiye alma sevdası ile kendi burjuva hukukunu da tanımayan ve çiğneyen bir düzeyde pervasızca yürütülen bu faşist saldırganlık ve barbarlık aynı zamanda devrim ile karşı devrim arasındaki çatışmanın sertleşmesini ve silahlı biçimde gelişmesinin zorunluluğunu kanıtlayarak devrim mücadelesinin silahlı ve zora dayanarak biçimlenmesini bir kez daha doğrulamıştır.

“TC” devleti somutta gerçek anlamda bir ekonomik ve politik kriz hali yaşamaktadır. Aslında “TC”nin kuruluş sürecinden bugünlere uzanan gerici faşist serüveni kimi istisnai dönemler hariç yapısal olarak hep bir kriz hali hâkim olmuştur. Emperyalizme olan göbekten bağımlılık ilişkisi ve gerici faşist niteliği süreklileşen ve yapısal bir muhteva içeren krizlerle yönetilme gerçekliği olgu haline gelmiştir. “TC” devleti kendini var etmek ve gerici iktidarını tesis etmek için süreklileşen yarı açık-açık faşizmi yapısal olarak uygulaya gelmiştir. “TC”nin bu gerçekliğine uygun olarak darbelerle iktidarını tesis etme ve sürdürmede tarihsel olarak da güncelde de yaşamış olduğu krizlerini aşmanın yapısal olguları olmuştur. Tüm bu gerici faşist nitelikte somutlaşan darbeler süreci ve açık-yarı açık faşizm gerçekliği tabi ki ve tartışmasız olarak sermayenin “ulvi” çıkarları esas alınarak devreye konulmaktadır. Tarihsel olarak olduğu gibi güncelde de Erdoğan/AKP iktidarının uygulamış olduğu açık faşizm gerçekliği ve bunun başkanlık sistemiyle anayasal güvenceye alınarak tek elden merkezileşmesi süreci de tamamen sermayenin ihtiyaçları ve çıkarları ekseninde biçimlenmektedir. Yaşanan süreç öyle kaba biçimde Erdoğan’nın ihtirasları düzleminde ele alınamaz. Yaşanan süreç tam anlamıyla bir rejim krizi ve onun sancılarıdır. “TC” devleti bölge ve uluslararası siyasal gelişmeler denklemi içerisinde kendi konumunu güçlendirmek için ve kendini emperyalist dünyanın stratejik ihtiyaçları kapsamında yeniden biçimlendirmek ve dizayn etmek için bu süreci devreye koymaktadır.

Somut sürece doğru taktik politikalarla müdahale etmek elzem olandır!

Yaşanan bu tarihsel süreç “TC”nin Erdoğan/AKP iktidarı tarafından tekleşme ekseninde merkezileştirilmesidir. Bu esas olarak komprador tekelci sermayenin tarihsel olarak zorunlu bir ihtiyacıdır. Yeni sürecin ve bu zeminde ele alınan başkanlık sisteminin esas yönü bu olmakla birlikte bir dizi siyasal gelişmede bu süreci koşullamaktadır. Bunlar ana hatlarıyla, Ortadoğu merkezli gelişen çatışma ve çelişkiler, iç siyasetteki dengeler ve çatışmalar, burjuva klikler arası çatışma ve yeni saflaşmalar olarak okuna bilinir.

Faşizmin tek elden merkezileşmesinin anayasal güvence altına alınması bağlamında devreye koyulan başkanlık sistemi süreci ve tartışmalarına dair yaklaşımlarımızı daha öncede çeşitli vesilelerle kitlelere paylaştığımız için tekrardan ayrıntılı bir değerlendirmeye girmeyeceğiz. Fakat şunun altını bir kez daha çizmekte fayda vardır. Yaşanan somut siyasal süreç ve burjuvazinin yaşamış olduğu ekonomik ve politik kriz hali burjuva parlamentosu da dâhil bir bütün ve tüm kurumlarıyla burjuva faşist iktidarının “meşruluğunu” ortadan kaldırmış ve geniş kitleler nazarında önemli oranda teşhir olarak yıpranmasına zemin sunmuştur. Bu durum bizler için yani devrimci ve komünist güçler için oldukça önemli fırsatlar ve devrimci koşullar yaratmaktadır. Sürecin politik ihtiyaçlarına göre konumlanarak devrimci siyaset ve taktikler belirlemek ve bu zeminde kısa, orta ve uzun vadeli politik yönelimlerle devrimci hazırlıklar yapmak günün temel devrimci taktiklerinden biridir. Bu düzlemde faşizmin tek elden merkezileşmesinin finali olarak örülen başkanlık sistemi ve referandum sürecinde en geniş anlamıyla bir birleşik toplumsal mücadele hattı geliştirmek günün temel devrimci görevidir. Devrimci siyaset ve taktik sübjektif niyetlerle ya da genel geçer doğru olan belirlemelerle ele alınamaz. Devrimci taktik somut durumun ve toplumsal mücadelenin andaki ihtiyaçları düzleminde ete kemiğe bürünmek durumundadır. Taktik ile strateji arasındaki diyalektik devrimci bağ asla sulandırılmadan ve siyasal iktidar mücadelesini merkeze alan bir yörüngede taktik politikalar belirlemek doğru olan devrimci siyasettir.

Proleter devrimcilerin bu noktalardaki politik yaklaşımları oldukça nettir. Bu noktada siyasetimize yön veren esas halka “stratejide katılık, taktikte esneklik” ilkesidir. Somut olarak ne siyasetimizi sadece günün ve anın gelişmeleriyle sınırlı tutun bir yaklaşım ne de her şeyi sadece siyasal iktidar mücadelesine havale ederek günün ve anın toplumsal sorun ve çelişkilerine kafa yormayan ve somut politika belirlemeyen bir yönelime asla sahip değiliz. Siyasal iktidar mücadelemizi besleyen, devrimci durum ve olanaklar yaratan, burjuva faşist iktidarı gerileten ve burjuva klikler arası çatışmayı derinleştiren bir devrimci taktik politika anın temel devrimci görevidir. Bu bağlamda yukarıda özetlemeye çalıştığımız siyasal süreç ve bu zeminde olgunlaşan çelişkiler ve çatışmalar gerçekliği ve bu sürecin somuttaki finalini belirleyecek olan referandum sürecinde diğer bütün toplumsal dinamiklerle birlikte en geniş düzlemde bir politika geliştirerek faşizmi geriletmek ve krizini derinleştirmek açısından HAYIR siyaseti en doğru olandır. Burada “evet” ya da “hayır” siyaseti üzerinden kısır bir tartışma yürütmek sığ bir yaklaşımdır. Burjuva faşist cumhuriyet ve onun bütün burjuva klik ve partileri bizler açısından aynıdır ve hepsi de siyasal mücadelemizin ana hedeflerdir. Burjuva klikler arasında tercihlerde bulunmak asla ve asla proleter devrimcilerin tavrı olamaz. Bu noktadaki devrimci siyasetimiz gayet berraktır. Dolayısı ile bizler açısından parlamenter burjuva sistem ile başkanlık sistemi arasında özünde bir fark yoktur. İkisi de burjuva gerici faşist iktidarlardır.

http://www.halkingunlugu.org/