Kimin yoldaşısın heval?

aytekin yilmaz yoldasini oldurmek”Devrim, bir ziyafet vermek, bir makale yazmak, bir resim çizmek veya bir nakış işlemek değildir Devrim o zariflikle, o rahatlık ve nezaketle ya da o kadar tatlılık, sevecenlik, terbiye, ihtiyat, ruh cömertliğiyle başarılamaz. Devrim bir ayaklanmadır, bir sınıfın başka bir sınıfı devirdiği bir şiddet hareketidir” (Mao Zedung)

(01-10-2014)- Aytekin Yılmaz tarafından kaleme alınan “Yoldaşını Öldürmek” adlı kitabın T24 sitesinde üç seri halinde röportaj şeklinde verilmesi sonrası, burjuva medya ve bilcümle liberal tayfa tarafından mal bulmuş mağrip edasıyla komünist- devrimci harekete dair yeni bir linç kampanyası başlatıldı. Bundan kısa bir süre öncede yeminli liberal, sosyalizm düşmanı Halil Berktay tarafından Taraf gazetesindeki köşesinden başlatılan ve komünist- devrimci harekete karşı karalama kampanyasına dönüştürülüp, faşist TC devletinin tarihindeki en büyük katliamlardan olan 1 Mayıs 1977 katliamını aklayıp, komünist- devrimcilere yıkmaya çalışan bir tartışma süreci yaşanmıştı. Devrimci mücadeleye dair bu iki örnek ne ilk ne de sonuncusunu teşkil ediyor. Sosyalizmin dünya halkları için gerçek bir kurtuluş yolu olarak tarih sahnesine çıktığı ilk andan itibaren düşmanları tarafından sürekli bir şekilde manipülasyon ve karalama eksenindeki karşı- devrimci saldırılara maruz kaldığı bilinen bir gerçek. Bilimsel sosyalist fikriyatın kurucu ustası K. Marks’tan başlamak üzere F. Engels, Lenin ve özellikle Stalin- Mao gibi komünist ustalara yönelik amansız saldırılar gerçekleştirildi, gerçekleştirilmektedir. Burjuvazinin, ideolojik olarak karşısında çaresiz kaldığı komünist fikriyat ve bu fikriyat üzerinden şekillenen devrimci mücadeleye karşı her türlü baskı, zulüm, katliam ve bu çıplak gerici şiddetin yanında özellikle karalama, manipülasyon, gözden düşürerek itibarsızlaştırma çalışmaları yürüttüğü, devrimci örgütlenmelerin içerisine kendi ajanlarını sızdırarak kontrol altına almayı, iç kargaşalık yaratmayı denediği bizzat kendi ifşa olmuş belgelerinden, yayınlarından, tarihi örneklerden bilinmektedir. Özcesi burjuvazi kendisine karşı gelişen ve tamamen bilimsel temellere sahip olan sosyalist ve komünist fikir ve mücadelesini gözden düşürmek, itibarsızlaştırmak için bin bir türlü araç ve metotla saldırılarını sürdürmektedir. Evrensel olan bu durum ülkemiz özgülünde de daha yoğun bir şekilde vücut bulmuştur. Faşist TC tarihi, aynı zamanda komünist- devrimcilere, ezilen ulus, milliyet, inançlara ve işçi- köylü- emekçi kitlelerine yönelik katliam, zulüm, sömürü tarihidir. TC tarihinde özellikle komünist düşünce ve çalışmalara dair kurulduğu andan itibaren sonsuz bir nefret ve yok etme duygusu hakimdir. Faşist TC devleti de uşaklığını yaptığı efendileri emperyalist merkezlerin eğitim ve yönlendirmeleri doğrultusunda komünist- devrimci düşünce ve oluşumlara karşı sürekliliği olan bir saldırı furyası gerçekleştirmektedir. Katliam, işkence, zindan, baskı ve zulmün yanında komünist- devrimci hareketi gözden düşürme, itibarsızlaştırma, spekülasyonlar yaratma ve karalama kampanyaları örgütlemektedir. Bu politikanın en önemli yöntemlerinden birisi de zamanında komünist- devrimci saflarda yer almış bazı şahsiyetlerin yaşadıkları, duydukları ve bildikleri üzerinden mensubu olduğu devrimci örgüte yönelik yaptığı eleştirilerdir (!). 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası döneminde işkencede çözülen ve teslimiyeti kabul eden ve devrimci örgütlerde yöneticilik yapmış ya da üyesi olan bazı kimselerin televizyon ve radyolardan devrimcilere “Teslim olun, direnmeyin, devletle işbirliği yapın’’ vs. çağrıları hala hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Yine 1990’lı yıllarda gelişen sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelesi karşısında acze kapılan faşist TC devleti yaptığı insanlık dışı katliamlar, baskı ve terörün yanında teslim olan bazı gerillaları televizyon karşısına çıkararak devletin şefkati ve yüceliğinden bahsettiriyordu. Ülkemizde MİT’in misyonu ve oynadığı rolü gayet net bir şekilde karşımızda durmaktadır. 1990’lı yıllarda devletle işbirliği içerisine girmiş itirafçıları nda etkin olarak kullanıldığı ve binlerce insanın katliamına yol açan JİTEM vb. örgütler ne çabuk unutuldu. Özcesi burjuvazinin baskı, zulüm, imha politikalarının yanında ve çoğu yerde bundan daha etkili olarak kullandığı bütünlüklü bir politik saldırının adıdır yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığımız gerçeklik.

Böylesine bir giriş yapmamızın sebebi çok kısacada olsa sınıf mücadelesinin sadece iki askeri güç arasında yaşanan askeri bir hesaplaşma olmadığını, bilakis psikolojik- propaganda yöntemlerinin çok belirleyici bir güç olduğunu anlatma isteğimizdir. Böylesi çalışmalar bizzat devlet eliyle yaptırılırken bir de komünist-devrimci hareket saflarında zamanında yer almış, sorunlu bir şekilde ayrılmış ya da çeşitli haksızlıklara uğramış kişiler tarafından da sıklıkla yapılmaktadır. Bugün burjuva medya ve imkanlarının şaşası içinde boğulmuş çoğu “eski tüfeğin (!)’’ her gün nasıl devrimcilere saldırdığına tanık olmaktayız. Bu halkaya en son eklenen ve oldukça başarılı olduğunu ifade etmemiz gereken son isim ise Aytekin Yılmaz. Eski bir PKK’li olan ve 10 yıla yakın hapishanede kalan Aytekin Yılmaz, PKK’den ayrıldıktan sonra kendisini yazma işine vererek çeşitli kitaplar yayınladı. Aytekin Yılmaz ismini gündemimize böylesine keskin bir şekilde getiren neden ise T24 sitesinde yapılan röportaj dizisi. “Yoldaşını Öldürmek’’ adlı bir kitap yazan Yılmaz, söz konusu röportajın ardından gündemde baş sıraları almaya başladı. T24 sitesinde yapılan söz konusu röportaj olmasaydı muhtemelen Yılmaz’ın kitabı meraklıları dışında çok bilinmeyen bir eser olarak raflarda kalacaktı. Fakat yapılan röportaj sonrası hem A. Yılmaz hem de kitabına dair muazzam bir ilgi söz konusudur. Biz de gerek kitapta direkt muhatap olarak yer almamız gerekse merakımıza (!) yenik düştüğümüzden “Yoldaşını Öldürmek’’ adlı kitabı alıp okumaya karar verdik.

Kahrolsun devrimci şiddet

Aytekin Yılmaz’ın kitabında T24 sitesine verdiği röportajın dışında Ömer Laçiner tarafından yazılan Sonsöz ve Yılmaz’ın röportajda anlattığı olayların ayrıntıları dışında farklı bir şey yok. 192 sayfalık kitapta “PKK, DHKP-C ve TİKKO” tarafından 1990-2000 yılları arasında hapishanelerde “öldürülen yoldaşlarının’’ hikayelerini yazıyor. Aslında kitabın niteliğine dair en iyi saptamayı Laçiner tarafından yazılan Sonsöz’de buluyoruz. Laçiner Sonsöz kısmında yazdıklarıyla kitabın ve kendisinin hangi zeminde yükseldiği ve neyi amaçladığını net olarak ifade ediyor. Devrimci şiddet ve proletarya diktatörlüğüne karşıt bir öze sahip anlayışın en yalın halini şu paragraf özetliyor Laçiner’de; “Bunca tarihsel tecrübe sonra artık kesinlikle anlaşılmış olmalıdır ki; kendini gerçekleştirmek için güç- iktidar olmayı ön şart sayıp, bu yönde çalışmayı kendi düşünsel ve davranışsal perspektifinin içine, dahası eksenine yerleştiren bir devrimci hareket, devrimi öldürecek zehiri kendi eliyle kendi bünyesine yedirmiş demektir.’’(sf. 188). Ve bu bayat önermeden sonra devrimcilere çözümü de sunuyor Laçiner. İki aşamalı dediği devrimci mücadele sürecinde birinci aşamayı bilindik reformist sosla süsleyerek devrimci fikirlerin geniş kitleler içerisinde yaygınlık kazanması olarak ifade edip, belirli bir niceliğe ulaştıktan sonra ise eski toplumun zor ve gücüne karşı şiddeti sadece meşru müdafaa olarak kullanılan ikinci aşamayı sunuyor. Bu sadece meşru müdafaa anında, “onun- içine- dokusuna nüfuz etmeyen, bir tür kabuk işlevi görecek olan bir ‘güç’ ve ‘iktidar’dır.’’(sf.189). Bu yaklaşımın aynısı A. Yılmaz’da da mevcut. Ki Yılmaz ile Laçiner’i yoldaş yapan meselede tam olarak bu olgu. A. Yılmaz konu hakkında şöyle diyor: “Şiddeti mücadele yöntemi olarak benimseyenler, ister adına devrimci şiddet deyin isterseniz başka bir şey, hedef iktidar için herkestir. Daha çok da devrimin ilk çocukları hedeftir… Bu acı gerçek, devrimci şiddet sonucunda gerçekleşecek bir devrimin trajik sonundan başka bir şey değildir (sf.177). Mao Zedung yoldaşın en başta verdiğimiz alıntının içeriğini bir kere daha hatırlatmak isteriz. Mao yoldaş sanki Yılmaz, Laçiner ve hempalarına cevap vermiş gibi.

Duyduğuma göre

A. Yılmaz’ın kitabı yöntem olarak da birçok sorunu bağrında taşıyor. Her şeyden önce Yılmaz, objektif bir şekilde kendince yanlış gördüğü bir şeyi ifade edip, bunun düzeltilmesi için samimi bir mücadele içerisinde değildir. Kalkışma noktası devrimci mücadele ve devrimci zor olduğu için bu olguya çıkan her yolu ve pratiği mahkum etmeye çalışmaktadır. Kendi tanık olduğu birkaç olay dışında kaleme aldığı ya da sayısal veri olarak sunduğu bütün olaylarda kulaktan dolma duyumlar üzerinden bir hükme varmıştır. Yılmaz T24 sitesinde verdiği röportaj ve yazdığı kitapta sık sık “bir arkadaşımın anlattığına göre’’ cümlesini kullanmıştır. Kitap esas olarak bu anlatımlar ve duyumlar üzerine inşa edilmiştir. Böylesine önemli bir konuda, isim verilerek devrimci örgütlerin zan altında bırakıldığı bir kitapta daha bilimsel, somut ve gerçekçi verilerin kullanılması gerekmektedir. Yılmaz bu konuda gerek insan hakları kurumlarında gerekse söz konusu örgütlerde herhangi bir arşiv kaydının olmadığını bundan dolayı kesin rakamların bilinemeyeceğini ifade etmiştir. Bu durum dahi başlı başına bir manipülasyona işaret ediyor. Hareketimizin tarihi boyunca gerçekleştirdiği bütün eylemlerin esas olarak kaydı mevcuttur. Bunun için örgüt içi dökümanların dışında kamuoyuna yönelik yayınlarda ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Ki bunlar isteyen herkesin internet ortamında dahi rahatça ulaşabileceği dokümanlardır. Hal böyleyken Yılmaz’ın aksini ifade etmesi hem de çok uğraşmasına rağmen bu tür şeylere ulaşamadığını ifade etmesi samimiyetsiz bir yaklaşımdır. Keza Yılmaz’ın istisnasız yaşanan bütün ölümleri, örgüt merkezine eleştiri, muhalefet etmek, ayrı örgüt kurmak vs. gerekçelere bağlaması tam bir iftira ve yalan furyasıdır. Yılmaz ya çok araştırdım dediği konulara dair tek bir çalışma gerçekleştirmeden ezberden konuşmaktadır ya da bilinçli bir tercih olarak karşı- devrimci politikalara hizmet etmektedir. Yılmaz kendi deyimiyle kendisini bu davaya (“sol içi infazların ve solun karanlık tarihinin aydınlatılmasına”) adamıştır. Bu adanmışlığın hangi zemin ve metotlarla yapılacağı ise oldukça kuşkuludur. A. Yılmaz oldukça tehlikeli ve bizlere devlet dilini hatırlatan söylemlerde bulunmaktadır. Devletin hapishanelerde yaptığı katliamları adeta meşrulaştıran, hapishane direnişlerini devlet baskısından değildi örgütlerin kendi iktidar olma oyunlarından dolayı gerçekleştirdikleri yönlü ithamlarla amaçlanan nedir? Yılmaz’ın cevaplaması gerekiyor. Sahi aynı akıl TC tarihindeki bütün katliamlarda katledilenleri sorumlu tutmuyor mu? Halil Berktay ve hempaları da 1977 1 Mayıs katliamı başta olmak üzere diğer birçok katliamdan devrimci hareketi sorumlu tutuyor. Ne büyük tesadüf ve benzerlik değil mi? Yılmaz 1990’lı yılarda devletin hapishanelerde herhangi bir baskı ve kontrolünün olmadığını iddia edip, yapılan direnişlerin devlet baskısıyla alakalı olmadığını ifade ediyor. Yılmaz’a 1990’lı yıllarda devletin hapishanelerde uyguladığı politikalar ve yaptığı katliamları, o dönemin devlet konseptini yeniden araştırıp okumasını öneririz.

Bu tarih bizim

A. Yılmaz ve Ömer Laçiner’le aynı özden beslenenlerin saldıra saldıra bitiremedikleri bu tarihi sahiplenmekten, bu tarihin mirasçıları olmaktan onur duyduğumuzu bir kez daha yüksek sesle beyan ediyoruz. Evet, “kanla yazılan bu tarih bizim.”Hapishanelerde, dağ başlarında, zindanlarda, işkencehanelerde… faşizmle dişe dişe bir mücadelenin sonucu yarattığımız bu tarih bizim tarihimizdir. Tarihimizi bütün olumlu- olumsuz yönleriyle sahipleniyoruz. Yarattığımız onca güzel değeri nasıl sahipleniyor, miras olarak kabul ediyorsak, yaptığımız yanlışları, hataları da tarihimizin bir parçası olarak görüyor ve bu yanlış- hatalarımızdan gerekli dersleri çıkarıp bir daha yaşanmaması için bilince çıkarıyoruz. Tarihimizin hiçbir kesiti karanlık ya da belirsiz değildir. Tarihimiz gibi adalet anlayışımızda gayet berraktır. Tarihimizde adalet anlayışımıza ters düşen, proleter anlayış ve adaletle uzaktan yakından ilgisi olmayan pratiklerimiz oldu. Bu pratiklerimiz üzerine ‘keşke olmasaydı’ yönlü üzüntü bildirme yerine bu pratiği ortaya çıkaran koşulları en iyi şekilde tahlil edip benzer pratiklerin bir daha gelişmemesi için devrimci adalet, devrimci kültürü baştan aşağı hakim hale getirme mücadelesi içerisinde olduk, olmaya devam edeceğiz.

A. Yılmaz’ın hareketimizi de içine alan ve yapılan ‘’infazların’’ tümünün örgüt merkeziyle farklı düşünenler, fikirsel olarak ayrı düşenlere vs. uygulandığını ifade etmesi koca bir yalan ve iftiradan başka bir şey değildir. Psikolojik savaşta bu kadar çirkinleşilmesi ve kirli siyasete başvurulması kuşkusuz ki özel savaş yöntemlerinden beslenildiğini de göstermektedir. Hareketimizin 42 yıllık tarihinde tek bir kişi dahi farklı düşündüğü ya da örgütü eleştirdiği için öldürülmemiştir. Ki Yılmaz’ın verdiği örneklerin hepsi de asla farklı düşündükleri için değil aksine karşı- devrimle işbirliği içerisinde oldukları için cezalandırılmıştır. Yılmaz’ın dediği gibi bir durum söz konusu olsaydı, hareketimiz tarihinde ayrılan ve farklı örgütlenmeler içerisine giren onlarca ayrışma nasıl yaşanırdı acaba? Maoist hareket bırakın farklı fikirleri baskı altına almayı demokratik merkeziyetçilik temelinde gelişmesinin motor gücü olarak farklı fikirlerin mücadelesini rehber edinir. İki çizgi mücadelesi gelişmenin motordur. Bu durum hem parti tüzük ve programında ve hem de bir bütün yazınsal dökümanlarımız da gayet açık bir şekilde yer almaktadır. Maoist parti bu konuda ülkemiz devrimci hareketi içerisinde teori ve pratiğiyle saygın bir yer edinmiştir. Düşmanın dahi bu gerçekliği teslim etmek zorunda kaldığı bir realite söz konusuyken Aytekin Yılmaz’ın neyi hesapladığı merak konusudur. Hareketimiz tarihinde bizzat düşman tarafından saflarımıza sızdırılan, düşmanla bilinçli bir işbirliği içerisine giren ajan- işbirlikçilere karşı cezalandırma eylemleri gerçekleştirilmiştir ve bu doğrudur. Bu konuda Maoist Parti tarihimize kara bir leke olarak geçen tek olay ise Kardelen Hareketi sırasında devrimci şiddet adı altında geliştirilen işkence pratiğidir. Bu pratik gerekçesi ne olursa olsun karşı devrimden ödünç alınmış bir yöntemdir. Hareketimiz 2002 yılında gerçekleştirdiği 1. Kongresinde diğer meselelerde olduğu gibi bu konuda da kapsamlı bir özeleştiri vermiş, 2. ve 3. Kongre iradelerimiz ise bu özeleştiriyi daha da ilerleterek komünistlerin adalet anlayışı noktasında berrak bir kavrayışın şekillenmesine vesile olmuştur. Bu mesele dışında Yılmaz’ın hareketimizi de içerisine alarak ifade ettiği şeylerin gerçekle uzaktan yakından alakası yoktur. Yılmaz’ın işkencede çözülenlere yönelik geliştirilen politikaları anlattığı bölümler ise yalan ve iftiradan öteye geçememektedir. Maoist Parti tarihinde, işkencelerde birçok yoldaşımız çözülmüştür. Hareketimiz çözülen yoldaşlara dair oldukça doğru bir politika izleyerek birçoğunu yeniden kazanmıştır. Bu duruma tarihimizdeki en iyi örneklerden biri de M. Zeki Şerit yoldaştır. M. Zeki yoldaş işkencede çözülür fakat gerek partinin kazanımcı yaklaşımı gerekse M. Zeki yoldaşın devrimcilik yapmaktaki ısrarı olumlu sonuçlanır ve M. Zeki yoldaş hapishaneden firar ederek aktif mücadele içerisinde şehit düşer. Parti tarihimiz buna benzer örneklerle doludur. Hal böyleyken Aytekin’in genelleştirerek ifade ettiği çözülen yoldaşlarına karşı baskı uygulandığı, işkence yapıldığı vs. ithamlarının aslı astarı yoktur.

Bir kez daha ifade etmekte fayda var: Hareketimiz iki çizgi mücadelesi üzerinden kendisini var eden bir canlı bir organizmadır. Ve farklı fikirlere yaklaşımı gayet nettir. Bu konuda tarihimiz ortadadır. Hatalarımızdan, yanlışlarımızdan kaçmak ya da onları saklamak gibi bir tavrımız olmadı, olmaz da. Nasıl ki doğrularımızı büyük bir övünçle sahipleniyorsak, yanlışlarımızı da tecrübe edip, gelişmemizin dinamiği olarak ele alıyoruz. Israrla belge ve doküman isteyen Yılmaz ve benzer sorular soranlara aşağıda hareketimiz belgelerinin internet linklerini veriyoruz. Bitirmeden önce Kongrelerimizde kararlaştırılan ve adalet anlayışımıza tekabül eden birkaç alıntıyı paylaşıyoruz.

“c) Parti üyelerinin görevleri:

1) İdeolojik ve siyasi seviyesini devamlı olarak yükseltmek, Marksist- Leninist- Maoist teoriyi devrimci pratikle içiçe öğrenmek, onu bir eylem kılavuzu olarak kavramak ve uygulamak.

2) Partinin yayınlarını eleştirel bir gözle incelemek, Marksizm-Leninizm- Maoizm karşıtı tüm akımlara karşı mücadelede uyanık, kararlı ve amansız olmak. Proletarya davasına zararlı akımlara karşı mücadeyi görev kabul etmek. Zararlı akımlar hakim bile olsa, mücadeleden yılmamak. Akıma karşı mücadele cesaretine sahip olmak.(MKP 3. Kongre Belgeleri sf. 288)

  1. d) Parti Üyelerinin Hakları:

1)Çalıştığı tüm parti organlarında ve katıldığı tüm parti toplantılarında, partinin siyasetini ilgilendiren tüm konularda fikrini belirtmek, önerilerde ve eleştirilerde bulunmak. Parti siyasetinin tayinine aktif olarak katılmak.’’ (MKP 3. Kongre Belgeleri sf. 290)’’

“b). Parti tarihimizde yapılan yargılamalarda uygulanan yöntemler, komünistlerin adaletini, önemli oranda tartışmalı hale getirmiştir. Özellikle 1. Kongre sürecinden sonra adalet anlayışında atılan olumlu adımlar ve 2. Kongrede merkezileştirilen adalet anlayışı çerçevesinde, partimizin yönelimini gören insanlar, kendilerine ya da yakın çevrelerine yönelik geçmiş parti örgütlerimizin uyguladığı yaptırım ve cezalandırmalara ilişkin itirazlarda bulunmakta, kararların iptal edilmesini talep etmekte veya cezalandırmaların daha doyurucu açıklamalarını beklemektedir. Oldukça fazla sayıda olan bu talepleri dikkate alan kongre irademiz; parti tarihimizin herhangi bir kesitinde partimizin adalet anlayışı çerçevesinde yaptırıma maruz kalan insanlardan gelen başvuruların, MDK tarafından koşul ve olanaklar çerçevesinde araştırılıp, incelenerek ulaşılan sonuçlar iradeye sunulup, sonuçları muhataplarına iletilmesi kararlaştırmıştır.

Geçmişte yaşanan birçok olayda muhatapların bir bölümünün yaşamını yitirmesi ya da ulaşılamaz durumda olmaları ve delillerin çoğunun tespit edilemez hale gelmesi yapılan ya da yapılacak olan başvuruların önemli bir bölümünde doyurucu sonuçlara ulaşmayı zorlaştırmaktadır, zorlaştıracaktır. Şimdiye kadar partimize başvuran veya bundan sonra başvuracak olan insanların, bu gerçeği göz önünde bulundurarak, bazı konularda istenilen doyurucu sonuçlara ulaşılamayacağı gerçeğini bilerek hareket etmelidirler.

Her halükarda, olanaklar çerçevesinde, samimi bir çaba verilerek muhataplarına cevapların verilmeye çalışılacağı bilinmelidir.

c). Muhasebe belgemize ilişkin düzeltilen noktalardan biri ise şudur.

96 Kardelen yargılamalarında irade tarafından uygulanan işkence suçuna ilişkin parti 1. Kongremizde ve muhasebe belgemizde dünya halklarına öz eleştiri verilerek işkencenin mahkum edilmesi olumlu bir tutum olmakla beraber; karar önemli eksiklikleri de taşımaktaydı. İşkencenin mahkum edilmesine karşın, işkence altında alınan ifadelerin geçersiz sayılmaması önemli bir eksikliktir. Burjuva adalet açısından bile bakıldığında, bu durum oldukça geri bir yaklaşımı içermektedir. Buna bağlı olarak 3. Kongre irademiz işkence altında alınan bütün ifadeleri geçersiz sayarak iptal etmiştir. Ama bu durum 96 yargılamalarında cezalandırılan insanların ajan-işbirlikçi olmadıkları ve iddiaların geçersiz olduğu anlamına gelmemektedir.’’(MKP 3. Kongre Belgeleri sf.222)

“Kardelen Harekatının Soruşturma ve Sorgulama Yöntemi: KHK’mizin   “ajan ve işbirlikçi“ iddiasıyla tutuklananlara soruşturma-sorgulama sırasında “devrimci şiddet“ adı altında belirlediği politikanın Marksist Leninist Maoistlerin proleter adaletiyle ve hukuk anlayışıyla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu politika burjuvaziden ödünç alınmış, burjuvaziye ait soruşturma ve sorgulama yöntemidir. Bu pragmatist bir politikaydı. Siyasi olarak amaca ulaşmak için her aracı mubah görmekti. Bu politika ve yöntemleri Marksist Leninist Maoistler ne savunur ne de uygular. Parti tarihimizde ilk kez böyle bir politika bir konferans kararıyla benimsenip uygulandı. Keza parti tarihinde ilk kez böylesine ciddi bir düşman örgütlenmesiyle karşı karşıya kalındı. Böylesine ciddi bir karşı-devrimci örgütlenmeyle ilk kez karşı karşıya kaldığından, bu noktada yeterli bir deneyim birikimine sahip olmayan Partimiz soruşturma ve sorgulama yönteminde ilke hatalarına düştü. Karşı-devrimci olsalar da bir kişiye kötü muamele, psikolojik baskı, insani onurunu zedeleme, hakaret, küfür ve fiziki şiddet, vb. yöntemler uygulamak işkencedir ve insanlık suçudur. Bu Marksist Leninist Maoistler için ilkesel bir sorundur. Konferansımız ne yazık ki bu ilkeyi yeterince bilince çıkaramamış ve bu noktada ilkesizliğe düşmüştür. Bu Partimiz tarihine bir kara leke olarak düşmüş, partimizin adaletini ve hukukunu tartışılır hale getirmiştir. Bu, bir yanıyla sekter, diğer yanıyla liberal, ama özünde her halükarda burjuvazinin siyaset ve eylem tarzı olan gerici ve utanç verici bir politikadır. Karşı-devrimci olsalar da bir tutukluya baskı yapmak, işkence yapmak, hakaret etmek, onurunu kırmak, küfür ve dayak atmak, proleter hukuk ve adalette yasaktır, suçtur. Kongremiz burjuvaziden ödünç alınmış bu karşı-devrimci yöntemi mahkum ettiğini ilan eder ve bu hata ve suçtan dolayı Türkiye-Kuzey Kürdistan proletaryası ve ezilen halkları başta olmak üzere enternasyonal proletarya ve dünya halklarından özür diler. Kongremiz bu sorunu ideolojik-siyasi boyutuyla en detaylı bir şekilde ele almış, tartışmış ve bütün katılımcılarının oybirliğiyle şu kararı almıştır: “Kongre Hazırlık Konferansımızda karar altına alınan, sonraki süreçte sorgulama yöntemi olarak uygulanan ve adına ‘devrimci şiddet‘ denilen uygulama, devrimci şiddetle ilgisi olmayan ve karşı-devrimden ödünç alınmış bir metottur. Bu, devrimci ilkelerin çarpıtılmasıdır ve tamamıyla Pragmatizme düşülmüştür.“ (Maoist Komünist Partisi 1.Kongre Kararları’ndan) Kongremiz gerek Kardelen Harekatı’nda gerekse KHK sonrası örgüt içinde ve örgüt dışında açığa çıkarılıp ölümle cezalandırılan ajan ve işbirlikçilere karşı izlenen siyaseti detaylı bir şekilde ele almış ve değerlendirmiştir. Bu değerlendir- meler sonucunda Karşı-Devrimci Hücre elemanlarının ölümle cezalandırılması genel olarak doğru bulunurken, ancak kimi ajan ve işbirlikçilerin ölümle cezalandırılması noktasında aşırıya kaçıldığı sonucuna vardı. Ajan ve işbirlikçi olduğu halde her unsurun mutlaka ölümle cezalandırılması politikası doğru değildir. O günkü tarihsel, siyasal koşullar, kişilerin Partiye ve halka verdikleri zarar, bu suçu işlemelerine neden olan iç ve dış koşulların etkisi, suçlarına yaklaşımları ve Partiye ve halka karşı samimi davranıp davranmadıkları, vb. etmenler dikkate alınarak sonuca varılır. Bu bilinçten hareketle bazı ajan ve işbirlikçiler ölümle değil teşhir, tecrit vb cezalarla cezalandırılıp etkisizleş-tirilebilir.’’(MKP 1. Kongre Belgeleri sf. 46)

http://www.halkingunlugu.org/