Bir süre önce başlayan Almanya ATİK davasının 6. duruşması dün yapıldı.
Dışarıdaki tablo yine aynı tabloydu. Mahkemenin yapılmakta olduğu bina Münih polisi tarafından yine çepeçevre kuşatılmıştı. Buraya açılan sokak ve caddeler tutulmuş, sık sık polis arabaları geçiyordu. Giriş ve çıkışlar, kimlik kontrolü, rahatsız edici bir üst araması, raydan geçiş gibi oldukça sıkı aramaların sonucunda gerçekleşebiliyordu. Duruşma salonu oldukça dar bir salondu ve içeri alınmak ancak birileri dışarı çıkarsa mümkün oluyordu.
Salonun tablosu da iç karartıcılığını koruyordu. Dava tutsaklarını görmek mümkün değildi. Sadece savunma yapmakta olan kimse, onu görebiliyordunuz. Diğerlerini görmek için bulunulan yerden aşağı doğru eğilmek anında polislerce engelleniyordu. Slogan atmak yasaklanmıştı, tutukluları alkışlamak bile engellenmek isteniyordu. Bu yasaklara uyulmadığı her durumda salonun boşaltılacağı tehditleri savruluyordu.
Davada yargılanan tutsaklar adeta bir kuşatma altındaydı. Selamlaşmalar, birkaç cümlelik hal hatır sormalar engelleniyordu. Tutsaklardan birinin arkadaşlarının avukatı ile selamlaşması, hele hele konuşması anında engelleniyordu. Duruşma sırasında not tutmak da yasaktı. Öyle ya dışarı sızdırılabilirdi! Kaldı ki, tutsakların çocukları ile görüşmelerini, içeri bir şey aktarır ya da tersinden dışarı not taşır bahanesi ile ancak cam duvar arkasında yaptıranların, böylesi bir önleme başvurmasında şaşılacak bir yan da yoktur.
Bu tablo ve buna dair daha pek çok uygulama elbette ki, Hitler’den, Hitler döneminden kalmadır. Bugün aynı biçimde ve aynı acımasızlıkla uygulanmaya devam ediliyor. Her adımda, “düzene muhalif olmakta, ilerici ve devrimci düşüncede, eylemde ve devrimci örgütte, hele hele devrimde ısrar ederseniz işte bu uygulamalar sizi bekliyor” denmek isteniyordu.
En dayanılmaz olan şey ise, ATİK davasında yargılanan devrimcilerin, NSU davasında yargılana neo-Nazilerle aynı yerde yargılanıyor olmasıdır. Davanın peşinen bir “terör” davası, dava tutsakları devrimcilerin de “terörist” ilan edilmesidir. Bu aşağılık suçlamaya layık görülmesi, buna uygun muamelelere tabi tutulmasıdır.
Tutsaklar salona getiriliyor
ATİK davasında yargılanan tutsaklar önceki duruşmalar sırasında olduğu gibi yine sloganlar atarak salona girdiler. Salonda onları izlemeye ve dinlemeye gelenler de buna eşlik etti. Yasaklara uymadılar, alkışlamakla yetinmediler, topluca ve gür bir şekilde “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “Kahrolsun faşizm, yaşasın mücadelemiz!”, “İçerde-dışarda hücreleri parçala!” sloganlarını haykırdılar. Bu aynı şey duruşma aralarında ve bitiminde de devam etti.
Dava savcısı ATİK tutsaklarını 129/a ve b maddesinde yargılamaya ve ATİK’i, dolayısıyla da TKP/ML’yi “terör” listesine sokmaya adeta yemin etmiş görünüyor, Gestapo ruhlu Alman devleti adına aldığı bu görevi layıkıyla yerine getiriyordu. Her slogana ve koydukları kurallara aykırı her girişime Nazilere özgü biçimde parmak sallıyordu. Bunu özellikle dava tutsaklarına dönük yapması dikkat çekiyordu. Besbelli ki, “görüşeceğiz” demek istiyordu.
6. duruşma davanın birinci sanığı olarak nitelenen Müslüm Elma’nın savunması ile başladı. Müslüm Elma, özü-özeti Alman ve Türk sermaye devleti arasındaki kirli ve karanlık ilişkileri deşifre eden, yargılanmakta olan davanın da, tamamıyla kirli çıkara dayalı, bu kirli ve karanlık ilişkilerin dolaysız bir sonucu olduğunu dile getiren, tüm bunlardan yola çıkarak, Avrupa ve Alman demokrasisinin emperyalist ve ikiyüzlü bir demokrasi olduğunun altını çizen bir savunma yaptı. Elbette, Türkiye’deki dinci-gerici AKP iktidarı ve sermaye devletinin sömürü ve sorgun politikaları ve yarattığı yıkıma, Kürt halkına dönük tarifsiz acılara ve yıkımlara yol açan kirli savaşa ve oluşturduğu karanlığa da değindi. Savunması bitmedi, bir diğer duruşmada devam edecek.
ATİK davasının 6. duruşması, bir kez daha, tutsaklarla izleyicilerin selamlaşmaları, karşılıklı el sallamaları, alkışlar ve topluca atılan sloganlar eşliğinde sona erdi.
Önemli bir husus ve hatırlatma
Daha şimdiden, ATİK davasından yargılananların ileriki dönemde Münih’te bulunan, Hitler’in eseri olan, binlerce komünist ve rejim muhalifinin acımasızca ve alçakça katledildiği, adeta bir insan mezarlığı olan Stadlelheim adlı zindanda toplanacağı dillendiriliyor. Bu ise, ilerici ve devrimci güçlere dönük açık ve giderek yakınlaşan bir tehdidi anlatıyor. Ve elbette ki, bu dava vesilesiyle en başta yerli ulustan devrimci güçler olmak üzere, tüm ilerici ve devrimci güçlere yakıcı görev ve sorumluluklarını hatırlatıyor.
Her defasında daha kitlesel biçimde duruşma salonun önünde olmak, dava tutsaklarını daha içten sahiplenme, daha kararlı ve tok bir duruş sergilemek ve en çok da mahkeme üzerinde bir basınca dönüşebilecek bir kamuoyu desteği yaratmak, dayanışma ağını genişletip-büyütmek için daha çok çaba ortaya koymakla işe başlanabilir.
Dışarıda da dayanışma mitingi yapıldı
Duruşma salonunda bunlar olurken, dışarı da Almanya ve yakın ülkelerden gelenlerin katıldığı bir miting yapıldı. Mitingi haliyle ATİK düzenlemişti. Üzerinde dava tutsaklarının resimleri de olan, ATİK davasında yargılananların ve tüm politik tutsakların serbest bırakılmasını talep eden sloganın olduğu bir pankartın önünde gerçekleştirilen mitingde bir MLPD MK üyesi, bir Die Linke milletvekili, bir Ver.di Sendikası temsilcisi, Courage temsilcisi ve ADHK temsilcisi kısa konuşmalar yaptılar. Hepsi de davanın politik bir kararın sonucu olarak açıldığını, haksız, keyfi ve dayanaksız suçlamalarla yargılama yapıldığını ve tutuklu bulunan devrimcilerin derhal serbest bırakılmasını dile getirdi.
Miting sırasında, “Faşizme karşı omuz omuza!”, “Devrimci tutsaklar onurumuzdur!”, “İçerde-dışarda hücreleri parçala!”, “Tüm politik tutsaklara özgürlük!”, “Yaşasın enternasyonal dayanışma!” sloganları atıldı.
MLPD mensuplarından oluşan küçük bir koro, B. Brecht’in şiirlerinden bestelenmiş iki anlamlı marştan oluşan bir dinleti sundular. Miting bu konuşmaların ve müzik dinletisinin ardından sonlandırıldı.
Kızıl Bayrak / Almanya