KOBANÊ İRO XEMGİNE

kasım koçKasım Koç (10-07-2015) İnsanlığın ilk yerleşim yeri olarak adlandırılan Mezopotamya’da, insanlığın gelişimi ile birlikte inançlar, kültürler, töreler de yayılarak geliştiler. Mezopotamya’daki inançlardan, gelenek ve göreneklerden kaynaklı efsanevi mitolojiler de zamanla ortaya çıktı. Bu efsanelerden biri de Nemrut ile Hz. İbrahim’in hikayesidir.

Bu efsanede Nemrut; yaşadığı dönemde korku, baskı ile insanlara zulüm ederek kraliyetini sürdüren zalim biridir. Rivayete göre Hz. İbrahim, bu zalim kral olan Nemrut’a kafa tutarak, Nemrut’un bu dünyada yaşayan diğer insanlar gibi sadece bir insan olduğunu savunur. Nemrut’un yaptırdığı putların ilahi güçler olmadığını, çevresindeki insanlara anlatır. Bundan dolayı insanlar Hz. İbrahim’den etkilenir. Hz. İbrahim’in bu karşı çıkışlarından kaynaklı kraliyetinin yıkımına sebep olacağını anlayan Nemrut, Hz. İbrahim’i bu düşüncesinden dolayı cezalandırmaya karar verir. Hz. İbrahim’i tutuklattırır, onu kale surlarını aşan kocaman odun yığını üzerine bağlar ve odunları yakar. Nemrut’un aldığı bu karar ile tutuşturduğu ateş alevlenen odun yığının alevleri gökyüzüne kadar yükselir. Nemrut’un bu tutumu kısa sürede Mezopotamya’da yaşayan canlılar ve insanlarca duyulur.

Bunu duyan bir karınca da koşar nehre, nehirden ağzına aldığı su ile ateşin sönmesine yardımcı olmaya çalışır. Bir başka karınca da onun bu halini görünce güler ve şöyle der:

“Böyle koşarak nereye gidiyorsun?”

Su taşıyan karınca “Nemrut, Hz. İbrahim’i yakacakmış Hz. İbrahim’e yardıma gidiyorum” der.

Diğeri “Senin yanan o büyük ateşten haberin yok mu? Ateş öyle büyük ki alevler o kadar yükseldi ki koca bir dağa dönüştü. Senin bir damla suyun o ateşe ne yapabilir ki?” der.

Su taşıyan karınca da “Ateşin büyüklüğünü biliyorum, bu bir damlanın da belki faydası olmayacak ama zalim Nemrut da duysun ve bilsin ki bende mazlumdan yana bir tarafım” der.

M.Ö. 2000 yılında yaşadığına inanılan Hz. İbrahim’in bu efsanevi hikayesinin gerçeklik payının olup olmadığını bir kenara bırakırsak, her efsanede olduğu gibi bunda da öğreneceğimiz durum; karıncanın, mazlum ve haksızlığa uğrayanın yanında, safında taraf olma durumudur. Bu mitolojinin yaşandığı yer olan bugünkü Urfa’ya girdiğinizde bu rivayetlerle dolu efsaneler aklınıza gelir. Hiç farkına varmadan ayaklarınız sizin yönünüzü değiştirerek hikayenin yaşandığı Halil-Ür Rahman ya da yeni adıyla Balıklı Göl olarak bilinen kalenin içindeki etrafı surlara çevrili göle çeker.

Kalenin kapısından içeriye girdiğinizde rengarenk çiçekler ve onların yaydığı ahenkli kokular ruhunuzu tamamıyla teslim alır. Hafif müzik başladığında Kazancı Bedih’in Nemrut Kızı üzerine söylediği müzik, insanı mazlumdan yana taraf olan karınca hikayesine götürüyor.

Surların kapısından göle girdiğinizde, insanı kendisine bağlayan bir üstadın sesi olan Urfa’nın gazelhanı, sıra gecelerin üstadı Kazancı Bedih ziyaretçileri tarihi bir gezintiye götürüyor sessiyle.

Nemrutun kızı yandırdı bizi

Çarptı sillesini felek misali

Sil yazımızı kurtar bizi

Çarptı sillesini felek misali

Mevla’m gör bizi

Ocağım söndü nasıl beladır

Bırakıp gitti bu ne devrandır

Dünya gözümde Kerbeladır

Allah’tan bulasan

Kararsın bahtın yıkılsın tahtın

Yalvardım yakardım yol bulamadım

Ah olmasaydın kara yazı

Evirdim çevirdim yaranamadım

Ayandır halim

Gazelhanın, sıra gecelerin üstadı Kazancı Bedih ustanın şu dizeleri Urfa surlarının içindeki Balıklı Gölü’nde, balıkların oynaşırken dinlemek insanın ruhunu huzura taşıyor sesi ve müziği ile. O an balıkların gözyaşlarını gören olmasa da, rivayetlere göre denizler, nehirler, göller balıkların gözyaşlarıdır. Bundan dolayı da balıklar hep ağlarlarmış, bazen sevinç bazen de acı gözyaşları dökerlermiş.

“Nice bu hasreti dildar ile giryan olayım, yanayım aşkınla büryan olayım”

Halil-Ür Rahman gölünde akıp giden bu türkülerin eşliğinde sevinç gözyaşları döküp oynayan balıklar son zamanlarda acı acı ağlamaya başladılar. Yanı başlarında Kobanide yanan Kocaman bir ateş ve bu ateş Kobani semalarından taa Urfanın yüreğine düşmüştü. Urfa üzerinden diyarlara yayılan, insanlığı taraf olmaya sürüklüyordu. Nergiz Oramar’ın Kobaniden yükselen haykırışı Urfa kalesinde yankılanarak Urfa’nın üzerinde dolanmaya başladı. Hz. İbrahim’den sonra karınca misali İnsanlık yeniden sınavdan geçecekti. Nergiz Oramar’ın Ah Kobani parçası ile sesi önce Suruç’a oradan Urfa semaların üzerinden cihana yayıldı.

Ah Kobani

Kobanê îro xemgîn e

Dişewite, laş bi xwîn e

Hestirê çavan dibarîne

Ax rojava

Ciwanên wan çek ra kirin

Rext û bûmba êrîş kirin

Gulek bi sîngê wan ve kirin

Bijî her du hêzên şervan

Di tîrmehê de azad bû koban

Dîlan gerand heval viyan

Gelê me bi yek dengî bang kir

Bijî mamosteyê ziman

Kobanê’de yükselen bu ses yeniden insanı mitolojideki karınca hikayesine kadar götürüyor Halil-Ür Rahman olarak bilinen Balıklı Gölü’e. Bir karıncanın semalara yükselen alevlere karşı darda olan mazlumdan yana tavır alması gibi, Balıklı Gölünde bir taraf olmak artık şarttı. Kobanê’yi yıkıma uğrayan top mermilerine karşı bilinmez bir kum deryasına doğru yolculuğa yol alanların ilk aklına gelen çölde yolların olmamasıdır. Çölde patikaların sürekli değiştiği, tepelerin bir gecede fırtına sonucu kum denizine dönüştüğü, bir anda kocaman bir dağın yanı başınızda oluşması, yönünü kaybedenlerin tuzaklar ile dolu olan çöle düşmesi gibi bir kum deryasıydı Kobanê. Kobanê’nin etrafındaki çöl deryasında silinen ayak izlerinden dolayı geceleri yollarını kaybeden savaşçı sadece kutup yıldızı ile yönünü bulmaya çalışmıyordu. O’na Kürt kadının zılgıtları ve ey Kobanê ile yankılanan Nergiz Oramar’ın sesi yön tarif ediyordu. Kuşatılan Kobanê’de gün perdesi açıldığında güneş öyle bir döver ki insanı, acımasızca ısıtır, yakar kavurur. Kum taneleri güneşten düşen birer ateş közüne dönüşür, cehenneme çevirir hayatı. Dört bir yanda insanlıktan nasibini almamış IŞİD çeteleri tarafından kuşatılmış ölüm mangaları ve diğer yanda ateş topu olmuş yakıcı güneş çorak topraklar gibi çatlar savaşçıların dudakları. O cehennem savaşı içerisinde susuzluktan savaşçıların dilleri dönmez olur bir şeyler mırıldamaya, her şeyi unutursun, ölümü dahi, birazdan kelleni alacak olanları dahi silersin kafandan.

Sonra bu dünyadaki her şeyin yaratıcı, Tanrıçası olan kadınlar sadece savaşmıyor, Çöllerde yönünü kaybedene yön, susuz kalanlara su taşır. Eli silah tutmayan analar, neneler kan ve barut kokusunun ölüm saçtığı ortamda insanlığın geleceğini inşa eden genç devrimci kızlara, erkeklere su taşıyarak, ekmek yaparak savaşın bir tarafı oldular. Kobanê ile Suruç arasında sınır hattı boyunca her renkten insanlar el ele tutuşup insan zinciri ile mazlumun yanında taraf oldular. Geleceği ören, ufukları zapt eden bir kenetlenme idi sınırda ki insan zinciri. Sınır boyunda onlarca noktada nöbet tutan aileler, sanatçılar, sivil inisiyatifli dernek ve örgüt temsilcileri katıldıkları nöbet tutma eylemleri ile zalimlerin karşısında “Herkes duysun ve görsün ki biz Kobanê de dövüşen devrimci güçlerin yanındayız” diyorlardı duruşlarıyla.

Êzidî kadınlara tecavüz ederek öldürüp, geri kalanları ise Ortaçağ’daki gerici zihniyetlerin yaptıkları gibi köleleştirip pazarda satanlara karşı, dünyanın birçok yerinden toplanıp gelen insanların varlıkları Kobanê’nin yeniden inşasına güç katıyordu. Êzidî, Asurî, Keldani, Kürt, diğer inanç ve ulusları katliamdan geçirmek isteyenler hüsrana uğradılar bu birliktelik karşısında. Kobanê ile sıfır nokta olan QOP köyündeki camilerin minarelerinden yükselen “Allahu Ekber” sesi dahi ürkütücü olmuştu çünkü bu ses insanlarda kelle kesen bir çağrışıma dönüşmüştü. Kobanê’de sıfır noktasında nöbet tutan anaların kendi evlatlarına kanla kına yakarak YPJ-YPG saflarında düğüne gönderir gibi uğurlaması tarihe büyük bir not olarak düştü.

Kürt Kadını kendi savunma ordusunu oluşturarak Çöl deryasında tarih yazarken, Çölde yeşeren binlerce Nergiz Oramar’ın filizlenmesi için tohum oldular… İnsanlık altın çağa giden yolda Nergizleri anamadan geçemeyecektir.

BEN KOBANİYİM

Sesimi duydu yüreğimin dört parçası

ve

Yedi renkli iklim Cihanım…

Beni tanıyın,

Ben çöl Çiçeğiyim…

Suyumu Haburdan alırım

Ondandır kan akışım

Vurulunca tan karanlığın da

Kobanê olur dirilirim

çünkü ben Azadım ölmem…

Feryad u figanlarım kanıma karışa da

Ben Anayım

Çığlıklarım rüzgar yaratır

Kum tanelerim kurşun olur

vururum celladı

Duy beni ey Cellat

Senin top mermilerin benim

Ana rahmimde yok olup gidecek…

Ben Afrin, Qamuşlıyım…

Ben Beritan, Berivanım…

Esirin olmam ey cellat

Tanı beni,

Ben Rojavanın çöl çiçeğiyim

Ben Kürdistanım ölmem…

Kasım Koç

17 Eylül 2014 Kobanê