Erdoğan iktidarını politik olarak ‘Kürt düşmanı’’ olarak tarif etmek bir gerçeği ifade eder Ancak adı geçen iktidarı salt böyle tanımlamak yetmez ve eksik olur Bu iktidarın Kürt düşmanlığını doğrulayan özelliği onun sınıf karakterinden ileri gelir ki, iktidarın en doğru tarifi onun sınıf karakteri açısından tanımlamasıyla mümkündür. Sınıf karakteri gibi, siyasi karakteri de halk düşmanı faşist bir iktidardır Erdoğan iktidarı. Bu gün açık faşizmle karakterize olan tekçi-ırkçı-faşist Erdoğan iktidarı, komprador tekelci sınıfların iktidarıdır, bu sınıf kliklerinden birinin iktidarını temsil etmektedir. Tekçi paradigmaya dayalı Irkçı-faşist Türk milliyetçiliği ekseninde mazlum Kürt ulusu ve diğer azınlıklara ve ezilen inançlara tümden düşman iken, sınıfsal olarak da Türk, Kürt ulusu ve azınlıklardan bütün Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına/proletarya ve emekçi halklarına düşmandır. Onu sadece Kürt düşmanı olarak değerlendirmek, objektif olarak onun sınıf niteliğinden ileri gelen halk düşmanı karakteri ve ezen-sömüren sınıf niteliğinde vücut bulan faşizmle ünlü gerçek yüzünü göz ardı etmek olur
HABER MERKEZİ(11.02.2018)-Erdoğan-AKP iktidarının sinsi saldırganlık özüyle tam bir tasfiyeci süreç olarak Kürt ulusal meselesinde ‘’Açılım-Çözüm’’ demagojisiyle başlattığı, MHP ve CHP gibi bilcümle ırkçı-Türk milliyetçilisi kesimi manipüle ederek eleştirilerini boşa çıkarma manevrasıyla ‘’milli birlik ve kardeşlik projesi’’ adıyla yürüttüğü ve ‘’her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına aldık’’ iki yüzlüğüne kadar ilerleyip masalar kurup ‘’müzakere süreci’’ sahtekârlığıyla Kürt Ulusal Hareketini ‘’Barış Grupları’’ kırılması düzeyinde aldatıp oyalama sinsiliğini derinleştirdiği ve ‘’Dolma Bahçe Mutabakatı’’ serüveniyle bütün rüyaları bitirip gerçek yüzünü de azgın Kürt düşmanlığı tonunda noktaladığı büyük tasfiyeci saldırganlık süreci, tekçi ırkçı-faşist bahanelerle gerekçelendirilen ve demokratik Kürt hareketine dönük kapsamlı operasyonlarla(KCK operasyonları) büyük bir örgütsel tasfiye hareketinin gerçekleştirilmesine, bu tasfiyeyi Kürt ulusunun demokratik meşru iradesine dönük açık darbeye çıkararak seçilmiş Kürt belediyelerinin gasp edilerek kayyumlarla yönetilmesine ve belediye başkanlarının tutuklanmasına, oradan da seçilmiş Kürt Milletvekillerinin tutuklanması ve Amed, Cizire, Muş-Varto gibi bir çok Kürt kentinin soykırımcı katliamlar saldırganlığıyla yakılıp-yıkılarak yerle bir edilmesine, şimdi ise Batı Kürdistan/Efrin’de gerçekleştirilen askeri işgal ve burada gerçekleştirilen katliamlara tanık olan Kürt düşmanlığı, tekçi tek adam Erdoğan iktidarının açık faşizmi ile doruğa ulaşmış durumdadır. Çok daha derin arka plana sahip olan bu tablo, Erdoğan ve güruhunun tescilli olduğu kadar azgın bir Kürt düşmanı olduğu kanıtlar…
Ancak bir iktidarı sadece ulus ve azınlıklar sorundaki politikalarıyla tanımlamak eksik kalır. İktidarın esas niteliği onun sınıf karakteriyle anlam bulur. Ki, iktidarın ulus ve azınlıklar sorunundaki politika ve pratiği bir rastlantı değil, esasta sınıf niteliğinden beslenir. Irkçı-milliyetçilik, şovenizm, tekçilik, asimilasyon, imha-inkar politikaları sebepsiz olmadığı gibi, basit bir ulusal farklılık düzleminde de açıklanamazlar, bilakis doğrudan sınıf sorununa bağlanır, onun ürünü olarak gündeme gelirler. Yani faşizmin hem besleyeni, hem de sonuçları olan bu kavramlar sınıflarla-sınıflılıkla açıklanabilirler. Buradan hareketle parantez açarak söyleyelim ki, bu durum aynı zamanda ulusal sorunla sınıfsal sorunun birbiriyle bağıntısına da ışık tutar…
Erdoğan iktidarını politik olarak ‘Kürt düşmanı’’ olarak tarif etmek bir gerçeği ifade eder. Ancak adı geçen iktidarı salt böyle tanımlamak yetmez ve eksik olur. Bu iktidarın Kürt düşmanlığını doğrulayan özelliği onun sınıf karakterinden ileri gelir ki, iktidarın en doğru tarifi onun sınıf karakteri açısından tanımlamasıyla mümkündür. Sınıf karakteri gibi, siyasi karakteri de halk düşmanı faşist bir iktidardır Erdoğan iktidarı. Bu gün açık faşizmle karakterize olan tekçi-ırkçı-faşist Erdoğan iktidarı, komprador tekelci sınıfların iktidarıdır, bu sınıf kliklerinden birinin iktidarını temsil etmektedir. Tekçi paradigmaya dayalı Irkçı-faşist Türk milliyetçiliği ekseninde mazlum Kürt ulusu ve diğer azınlıklara ve ezilen inançlara tümden düşman iken, sınıfsal olarak da Türk, Kürt ulusu ve azınlıklardan bütün Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına/proletarya ve emekçi halklarına düşmandır. Onu sadece Kürt düşmanı olarak değerlendirmek, objektif olarak onun sınıf niteliğinden ileri gelen halk düşmanı karakteri ve ezen-sömüren sınıf niteliğinde vücut bulan faşizmle ünlü gerçek yüzünü göz ardı etmek olur. Nitekim Kürt ulusuna dönük düşmanlık, saldırganlık ve katliamları aktüel olup reel-politikte öne çıksa da, (bundan hareketle Kürt düşmanı niteliği tipik bir özelliği olsa da), Erdoğan iktidarının bütün halk kitleleri, demokrat, aydın, devrimci ve Komünist güçlere karşı acımasız baskı ve katliam politikalarından bir an bile geri durmadığı her vesileyle kanıtlanan bir gerçektir.
O halde, Erdoğan iktidarını ‘’Kürt düşmanı’’ biçiminde ifade etmek politik olarak doğrudur. Fakat bu, bizleri iktidarın sınıf orijinini unutmaya, iktidarın esas niteliğini belirleyen sınıf karakteri temelindeki değerlendirme ve bakış açısından uzaklaştırmamalıdır. Dolayısıyla, Erdoğan iktidarı esasen halk düşmanı faşist, komprador tekelci sınıf kliklerinden birinin iktidarıdır. Sınıf bakış açısından uzaklaşmama adına da politik gerçekliğe sırt dönemez, milli sorunda açığa çıkarak önem taşıyan özelliğini görmezden gelemeyiz elbette. Politik mücadele ve argümanlar ayrı, stratejik mücadele ve argümanlar ayrı şeylerdir. Birbirinden tamamen bağımsız olamadıkları gibi, birbirinden farklılıklar da barındırırlar. Bilincin berrak ve açık olması bu birlik noktalarıyla ayrışım noktalarını, reel-politik alan ile stratejik yönelimi uyum içinde ele almak için gerekli ve yeterlidir.
Gerici sınıf iktidarına ulusal kimliği üzerinden yaklaşamayız, ona karşı mücadeleye ulus orijinli bakış açısıyla ele alamayız. Zira, o, mensubu olduğu ulusun tümünü temsil etmez, egemen sınıflarını temsil eder. Yine o, ulusal orijini şu ya da bu olduğu için baskı, sömürü ve faşizm uygulamaz. Aksine, sınıf niteliği gereği zulüm eder baskı uygular, sömürür ve katliamlar gerçekleştirir. Ve bunu yaparken de, sadece bir ulusa, azınlığa dönük yapmaz, bütün ezilen-sömürülen emekçi halklara dönük uygular. Devlet ve iktidar sahipleri Türk ulusuna mensup olsalar da, onlar aynı zamanda kendi ulusundan proletarya ve emekçi halkları da sömürüp ezmektedirler. Buna rağmen bizler gerici sınıflar iktidarına karşı mücadelede ulusal kimliklerini öne çıkarırsak ya da sadece ulusal baskı-kıyım noktasındaki özelliklerini görürsek, onların kendi uluslarından halklara uyguladığı baskı ve sömürüyü görmezden gelmiş olmakla birlikte, aynı ulustan olan proletarya ve emekçi sınıfları da karşımıza alıp düşmana itmiş oluruz. Halkların birliğinden yana değil, ona ters davranmış, halkları ulusal kimliklerine göre ayrıştırmış, bölmüş oluruz. Aynı şey inançlar açısından da geçerlidir. Ulusal kimlik ve inançlarına göre yaklaşmak proletarya ve halkları ayrıştırarak burjuvaziye teslim etme kapısına çıkar. Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi ayrışımlar tam da burjuvazi tarafından kışkırtılıp geliştirirler. Çünkü onlar iktidar çıkarları gereği halk kitlelerini bölünüp parçalayarak birliklerini dağıtılmayı ve bu yolla kolayca yönetmeyi benimserler…
Bütün bunlara karşın tekçi-faşist ırkçı-Türk milliyetçiliğinin hortlatılarak büyük bir gerici dalgaya dönüştürüldüğü bir olgu ve gerçektir. Dolayısıyla halk kitlelerinin bu ırkçı-milliyetçilik zehriyle birbirine düşmanlaştırılmak istendiği somut olarak görülmektedir. Ve bu burjuva gerici politikalar maalesef önemli oranda(büyük oranda) başarılı da olmuştur. Türk halkının önemli bir kesimi bu ırkçı-Türk milliyetçiliğinin esiri durumundadır. Buna karşı Kürt ulusal kitlelerinde de milliyetçiliğin gelişmesinden söz edilebilir. Fakat ezen ulus milliyetçiliğine karşı ezilen ulus milliyetçiliği ya da bu milliyetçiliğin gelişmesi anlaşılır olup, belli bir yere kadar normal bir reaksiyon olarak görülmelidir. Dahası, tamamen saldırgan ve kıyımcı düzeyde gelişerek toplumsal kitleleri manipüle edip tesiri altına alan ırkçı-Türk milliyetçiliğinin bu durumu karşısında Kürt milliyetçiliğini tartışmaya açıp öne çıkarmanın hiçbir haklılığı yoktur. Sığ bir körlük değilse, ırkçı-şoven Türk milliyetçiliği bakış açısının ürünüdür…
Bugün Kürt ulusunun maruz kaldığı katliamcı saldırganlık bütün tartışmaların üstünde bir yer tutmaktadır. Kürt ulusu siviller ve çocukların barbarca bombalanıp katledildiği en vahşi katliamlara, her türden suç çetelerinin kullanıldığı askeri işgale maruz kalarak ulusal hak ve iradesi haydutça çiğnenmektedir. Ezilen mazlum uluslara karşı girişilen gerici işgal, ilhak ve haksız savaşlara karşı Komünistler kesinlikle taraf olup gerici saldırganlığa karşı mücadeleyi benimsemekle birlikte, söz konusu işgal ve katliamcı saldırganlığı gerçekleştiren devlet veya iktidarın bizzat kendisine karşı siyasi iktidar mücadelesi yürüttüğümüz bir iktidar olması bakımından da bizlere doğrudan mücadele ve Kürt ulusal direnişiyle birleşme sorumluluğu yüklemektedir. Düşman ortak, cephemiz de ortaktır. Demokratik muhteva taşıyan ulusal kurtuluş mücadeleleri, ulusal direniş ve savaşları destekleyip yanında olduğumuz, aynı biçimde emperyalist gericilik ve onun bütün uzantılarının bu haksız gerici saldırganlıklarına karşı olduğumuz inkar edilemez. Ulusların tüm ulusal demokratik hakları dahil, ulusların kendi kaderini tayin etme hakkını tanıma konusunda da sınıf tavrımız açıktır. Ki, bu temel ilkelerimizden biridir.
Sınıf tavrı ve pozisyonumuzu yitirmeden, stratejik yönelim ve argümanlarımızı bulanıklaştırmadan, hem reel-politik’e uygun siyaset ve taktiklerden sakınmamalı ve hem de ulusun bağımsızlık hakkı başta olmak üzere bütün ulusal demokratik haklarını savunma, tersinden de gerici-haksız savaş ve saldırganlıklara karşı çıkma zemininde Efrin işgaline karşı mücadelenin bir parçası, bulunduğumuz her alanda bunun görevlerini omuzlama durumundayız. Tarih tekerrür etmez. Geride bırakılan tarihte oynanan rol ve sergilenen siyasi irade yaşayacağımız tarihte önümüze çıkacak ve belki gelecek yürüyüşümüzde lehte veya aleyhte belirleyici rol oynayacaktır. İhmal edilen ya da yerine getirilemeyen görevler gelişmemizi zayıflatıp gerileten rol oynamakla birlikte, tarih karşısındaki sorumluluklar bağlamında da bizleri yükümlülük altında bırakacaktır. Büyük ya da küçük, etkili ya da etkisiz olması önemli değil, önemli olan irade göstermek ve olanaklar ölçüsünde bu sorumluluğa uygun pratiklere girmektir. Büyük kitleleri sokağa dökme koşullarımız olmayabilir, ama bedel ödemeyi göze alan bir insanın olması bile bu pratiğin sergilenmesi için kerhen yeterlidir. Demokratik kurumlar bir basın açıklaması yapılabilir. Dahası, uygun güçlerin gerçekleştireceği korsan eylemler bu dönemin en makul eylem biçimleri olabilir. Bir cüretkar adım sürükleyici olabilir. Bazen karanlık bir mumla aydınlanabilir…
Tam da burada, tavırlarını kamuoyuna imzalarıyla beyan eden aydınlar, yine tavrını açıklamaktan sakınmayan TBB son derece onurlu bir duruş sergilemiştir. İktidarın hedefi olan bu kurum ve kesimlere her açıdan sahip çıkarak onlarla birleşmek önemli görevdir. Birleşmekten öteye bu çığırı büyütmek önemlidir. Aydınların ve TBB’nin ortaya koyduğu onurlu ve devrimci tavrı büyütmek önemlidir. Bunun için aynı zeminde açıklamalar, tavır ve eylemlerde bulunmak basit görülemez tavırlardır. Onları yalnız bırakmamak için yeni açıklamalar, eylemler vb sergileyerek onların tavrını genelleştirip büyütmek son derece isabetli olacaktır. Sosyalist basından demokratik kurumlara kadar geniş bir bileşen bir araya gelerek ortak bir irade ve beyanda bulunabilir, bulunması iyi olacaktır.
Burjuva düzen partilerinin ırkçı-milliyetçilik ve bu zeminde işgal saldırganlığında birleşmesi sınıf karakterlerine bağlı olarak anlaşılırdır. Bu ırkçılığın topluma empoze edilmesinde de bu tek sözlülük rol oynamaktadır. Toplumun bu ırkçı-milliyetçilikle zehirlenmesi ciddi bir sorundur. Buna karşı mücadele de uzun soluklu ve zorlu olacaktır. Ne ki, Efrin direnişinin zaferinden kuşku duyulamaz. Aynı biçimde, bu geçici faşist dalga bir karamsarlığa yol açmamalıdır; devrimci gelişmelerin gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Yalan ve ırkçı-milliyetçi gazla koşanların, dik tutarak gittikleri Efrin’den kuyruklarını kısarak gelmeleri uzak değildir…
Hortlayan gericiliğin dalgakıranı devrimciliktir
İktidar tarafından ‘’bizim için beka sorunudur’’ diye açıklanmaktadır Efrin işgali. ‘’Efrine girişimiz ulusal ve uluslar arası hukuka uygundur’’ diye de meşrulaştırılmaya çalışılıp geliştirilmektedir işgal propagandası… Sınırlarının dışına çıkıp başka ulusun topraklarına veya başka ‘’devletin sınırlarına’’ girildiği ve askeri harekât düzenlendiği halde, hem uluslar arası hukuka uygun ve hakkımızdır deniliyor ve hem de bizim için beka sorunudur deniliyor. Bir; Kürdistan toprakları tanınmasa bile, Suriye devlet sınırları açısından ‘’zeytin dalı’’ denen saldırganlığın bir işgal olduğu aşikardır. Dolayısıyla uluslar arası hukuk denen gerici dayanak boş bir safsatadan ibarettir. İki; başka topraklara girip sınırlar ihlal edilerek işgal eden devlet durumunda olunduğu halde, sanki saldırıya uğrayan kendisi imiş gibi ‘’devlet bekama tehdit var’’ diyerek işgal saldırganlığını gerekçelendirmek mesnetsiz olduğu kadar çürük yalandır… Açık ki, bütün bu saldırganlık ve daha fazlasını da öngören Erdoğan, bütün bunları ne devletin bekasına dönük tehditten, ne de meşru hukuktan dolayı yapmaktadır. Bütün mesele, Erdoğan’ın iktidarını koruyup saltanatını sürdürmesi meselesidir. Uygulanan OHAL ve baskılar, çıkarılan KHK’lar ve hukuksuz keyfi yönetim, uygulanan açık faşizm ve gerçekleştirilen askeri işgal ve hatta iç savaşa hazırlanma çalışmalarını bütünüyle iktidarını koruma uğruna yapmaktadır.
Büyük bir ırkçı-faşist dalga daha devreye sokuldu Erdoğan tarafından. HDP binasının tahrip edilerek yakılması bunun bir göstergesiyken, iktidarın adam adama markaj uygulayan baskıcı politika ve aleni tehditlerinin de bu saldırganlığı teşvik eden bir suç olduğunu söyleyelim. Irkçı-milliyetçilik, medyaya konuk edilen (ve hatta edilmeyen) ama gerçek aydın ve demokratlar nitelikteki sanatçı, yazar, akademisyen vb dışında, Türk milliyetçisi şoven kimliklerini yakasına takan ne kadar aydın, entelektüel, akademisyen, yazar geçinen varsa hepsinin sarayın korosu olarak tek ağızdan konuşmasıyla ürkütücü ve tiksinç bir hal almış durumdadır. Bunun büyük bir tehdit, büyük bir risk ve faşist gelişmelere gebe bir zemin olduğu açıktır. Ama bunun devrimci cepheyi de tetiklemesi olasıdır. Ki, bu gerici dalga ancak devrimci karşı koyuşla kırılabilir. Karşı-devrimci dalganın kıranı devrim-devrimci mücadeledir. Yani bu tehlikeli dalga aynılıkla Erdoğan iktidarı için de bir tehlike zeminidir.
Bu dalgayı kırmak kısa sürede ve basit olarak gerçekleştirilecek bir iş değildir. Ama bu dalganın üzerinde geliştirildiği Efrin, aynı zamanda bu dalganın kırılmasında belirleyici olabilir. Efrin’den gelen asker cenazeleri çoğaldıkça bu dalga inişe geçip iç sorgulamaya dönecektir. Tam da bu noktada Erdoğan’ın Kürt düşmanlığı ekseninde ve doğrudan iktidarını korumak için geliştirdiği faşist dalganın ya da sürecin Erdoğan’ı iktidardan edecek bir sürece dönüşeceği olasılıktır. Ki, Efrin’de büyük bir direnişin olduğu düşünülürse ve işgal harekâtının ne kadar yavaş ilerlediği göz önüne alınırsa, bu olasılık hiç de yabana atılacak bir olasılık değildir. Erdoğan’ın güttüğü Kürt düşmanlığı Erdoğan’ın kendi eliyle yarattığı ‘’mezar kazacısı’’ olacaktır.
http://halkingunlugu1.org/