Londra (04-05-2017) Ressam-Yazar Muzaffer Oruçoğlu, Felsefeci Mehmet Akkaya ve Siyasetçi-Yazar Kazım Cihan’ın tartışmacı konuklar olarak katıldıkları panelde ilk konuşmacı sevgili Muzaffer Oruçoğlu oldu. “Yaşayan herkes sanat yapıyor aslında. Sanatın görevi gerçeği bire bir anlatmak değildir. Öyle bir sanat zaten olmadı. Sanatçı gerçeğe bakarak kendi gerçeğini yaratır ve bende öyle yapıyorum. Her sanatçı kendi dilini yaratır. Her sanatında kendi dili vardır. Burada tayin edici olanın yaratılan eserin dönüştürücü özelliği olmasıdır. Orijinalitesi ileri olan, yeni olan eserdir dönüştürücü olan. Kimin yazdığından ziyade sanatın dönüştürücü özelliğe sahip olmasıdır” dedi. “Devrimci hareketin sanatı daha kaliteli hale getirmesi için daha iyi siyaset yapabilmesi için sanatın kıyısında değil, tam içinde olması gerekli olduğuna inanıyorum. Modern bilimin kurucu eserlerinin içinde kalınıyor sadece. Diyalektiği okuyor ve bu noktada çatışan taraflardan birinin görüşlerini veya ileri sürdüklerini okuyor ama çatışmanın diğer ucunda yer alanın görüşlerini doğrudan okumuyor. Onu görmüyor. Sanat ve edebiyatla derinden ilişkili bir devrimci hareket insanı değiştirmede güçlü olur. Tahlil gücü kaliteli olur. Sadece siyasetle sınırlı kalmak, siyaseti sanatla beslememek kötürüm hale getirir” dedi.
İkinci konuşmacı ise felsefeci-yazar Mehmet Akkaya yaptı. Vize verilmediği için tartışmaya Messenger yoluyla katılmak zorunda kalan sevgili M Akkaya, “1-Marksist teori, şimdiye kadar politika disiplini odak yaparak kuruldu ve ilerledi. Teorinin politikadan ibaret olduğu söylenemez. Bilim, felsefe ve sanat disiplinleriyle bu teorinin daha da zenginleşeceğini düşünüyorum. Marks, Engels, Lenin, Stalin ve Mao Zedung gibi uygulamacı da olan teorisyenler asıl olarak sanat, bilim ve felsefeyle ilgilenen politik aktörler oldular. Yani Marksist teorisyenler sanat ve felsefeye de mesai harcamalarına (kültür devrimi) rağmen bu çabanın yeterli olduğu söylenemez. Marksist teorinin sanat yönünü geliştiren pek çok sanat ve düşün insanından söz edilebilir. Ülkemizde de bunun örnekleri vardır. Evrensel klasik beş büyüklere benzeterek yerel klasik beş büyükleri anmam gerekiyor. Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Ruhi Su, Yılmaz Güney ve Muzaffer Oruçoğlu. 2- Düşünce tarihi boyunca sanat ile politika arasında bir gerilim her zaman var olmuştur. Mesela Platon, sanatı ve sanatçıyı yasaklamıştır. Sovyetik yönetimlerin de bu konuda iyi bir sınav verdiği tartışma kaldırır. 3- Felsefe ve sanattan hareket etmek, ekonomik-sosyal alan yerine kültürel üst yapıdan hareket etmek anlamına gelmez. Marks, kapitalizm analizine üretim sürecinden yani ekonomiden yola çıkmıştı. Marksist sanat, bilim ve felsefenin de buna uygun çerçevede yapılması gerekir. 4- Muzaffer Oruçoğlu’nun eserler, bu açıdan ilgimizi çekmektedir. Onun eserleri “sanat bitti” tezine verilen bir yanıttır. Estetik krizi aşmanın yolu da bu türden eserlerle mümkün olacaktır” dedi.
Üçüncü ve son konuşmayı ise yazar sevgili Kazım Cihan yaptı. Sanat cephesi olmaksızın düşman karşısında başarılı olmanın zor olacağını ve sanatın yer almadığı bir devrimin problemlerine değinerek, “ Mao’nun devrimde sanat cephesinin önemi üzerine söyledikleri ortada olmasına rağmen, eski sosyalist uygulamalarda büyük başarıların yanı sıra önemli problemler de vardı. Partili sanatçılar elbette olacaktır ancak her sanatçının mutlak partili olarak ele alınması saçmadır. Sanatın değiştirme ve dönüştürmede çok büyük rolü vardır. Mesela Tohum romanı partiye ve onun tarihinin bir kesitinin kavranması ve yeni nesillerin partiyi ve tarihini anlamalarına oldukça büyük katkıları olmuştur. Ismarlama sanattan vazgeçmeliyiz. Sanatı özgür bırakmalıyız. Hoşumuza gitmeyen, beğenmediğimiz eserleri bile serbest bırakmalıyız. Yüz Çiçek fikriyle donanmak, yanlışları sebepleriyle birlikte anlayarak aşmak için böyle yapmamız gereklidir. Bastırmalı, yasaklı bir çizgi bizim çizgimiz olamaz. Halkın saflarında politik mücadele olamaz. Olacak tek şey fikir mücadelesidir” dedi. Bu arada sorulan bir soru üzerine, 24 Nisan çıkışının tarihsel önemi üzerine güçlü vurgularda bulundu. “24 Nisan komünist tarihimizde yeni, nitel bir manifestodur” dedi ve neden böyle olduğunu başlıklar halinde aktardı.
Panel, konuşmacılara gelen sorulara verilen cevaplarla son buldu.