Malumun İlanı Babında Erdoğan Vesayeti Devam Ediyor!

basbakanlik secimi davutogluAKP içerisinde her ne kadar belirli ortaklaşmalar yada ittifaklar söz konusu olsa da (zira bu durum tıpkı geçmiştekilerde olduğu gibi asla ebedi ve ezeli değildir ve olamaz da) rekabet ve farklı oluşum olarak iki ana kliğin olduğunu ve ayrışma yada netleşmenin geçmişe göre daha belirgin bir hal aldığını göstermektedir

HABER MERKEZİ (31-08-2014)- Emperyalizmin stratejik uşağı Türk devletinin tepesinde duran Abdullah Gül’ün veda töreninde Davutoğlu’nun yeni başbakan ve AKP’nin genel başkanı olacağı yönlü açıklaması bir kaç gün sonraki 21 Ağustos’ta AKP Merkez Yürütme Kurulu(MYK)’nun Erdoğan tarafından ilan edilmiş oldu.

Bu aşamaya kadar nasıl gelindiğine yönelik bazı gelişmeleri ifade edecek olursak. Gül’ün yeniden AKP’nin başına geçeceği ve başbakan olacağı yönlü kamuoyunda epeydir tartışmalar sürmekteydi. Fakat ne Erdoğan ne de Gül bu duruma yönelik net bir açıklama yapmadıkları gibi bir sır gibi saklıyorlar ve renklerini belli etmiyorlardı. Erdoğan’nın yeni cumhurbaşkanlığına ilk turda seçilmesiyle birlikte özellikle AKP içerisinde önemli bir avantaj yakaladığını ve bunun yarattığı olanak üzerine geciktirmeden çeşitli istişarelerde daha fazla yoğunlaşarak AKP kurumları içerisinde de çeşitli formaliteleri hızla yerine getirmiş ve Gül’ ün yeni başbakan ve AKP genel başkanı olmasının önü daha fazla kesilerek gerekli adımları ve hazırlıklar yerine getirilmiştir. Erdoğan vesayetinin harfiyen yerine getirilmesinin hemen son koşulları da yaratılarak aslında uzun süredir alt yapısı oluşturulan zemin daha da güçlendirilmiştir. Bu yönüyle geçmiş süreçlerden bu yana AKP ve devlet içerisinde giderek kendi kadro ve ekibini yada kliğini saflaştırarak netleştirme sürecine hız verilmiştir. Bu anlamda özellikle AKP ve devlet nezdinde oldukça güçlü etkileri olan ve Erdoğan ile de her yönüyle birebir örtüşmeyen ve bu durumlarını çeşitli vesilelerle yansıtan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Ali Babacan gibilerine karşı Erdoğan’ın kendi ekibi- kliğini AKP, hükümet ve devletin temel kurumları içerisinde daha fazla ve güçlü konumu- statükosu tahkim edilme süreci son süratle devam ettirilmiştir. Bu yönelimin yakın ve önümüzdeki süreçlerde de süreceği aşikardır.

Cumhurbaşkanlığına adaylık süreci ve Gül’ ün süresinin dolmasına aylar kalması boyunca nasıl ki son günlere kadar bir sır gibi saklanan AKP’nin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı durumu aynı şekilde yeni başbakan ve AKP genel başkanı adayının da kimin olacağına yönelik gizemsellik 21 Ağustos akşamına kadar devam etmiştir. Hatta önceden belirlenen ve kamuoyuna servis edilen 21 Ağustos’da yapılacak toplantının 14:00 de olacağı söylenmesine rağmen bir saat gecikmeli başlamıştır. Ayrıca ismi yeni başbakan ve AKP’ nin genel başkan adayları arasında dolaşan ‘’icracı bakan’’ olarak bilinen Binali Yıldırım’ ın, kamuoyuna yapılacak açıklama toplantısı alanında bulunmaması ve bir gün sonra mecliste basın açıklaması yapacağına yönelik basına servis edilen haber de AKP içerisinde mevzu bahsi geçen konuda bazı sorun ve çelişkilerin olduğu yönlü eğilimleri güçlendirmiştir. Neticede 22 Ağustos’da B. Yıldırım basın açıklamasında bildik ve hiç de şaşırtıcı olmayan açıklamalarda bulunmuş ve özelliklede tek devlet- tek millet- tek bayrak- tek vatan argümanıyla Erdoğan’a ricat ve AKP’ nin birlik ve beraberliği temelinde vatan- millet- sakarya edebiyatıyla geleneksel beyanlardan öteye geçememiştir. Ancak bundan bir kaç gün önce Gül’ ün muhtemelen Davutoğlu olacağı beyanı AKP içerisinde sorun olduğunu açığa vurmuştur. Bununla da sınırlı kalmamış ve gerek Abdullah Gül gerekse de özellikle eşi Hayrünisa Gül’ ün bizzat AKP içerisinde kendilerin-e-i haksızlık yapıldığı ve üzdüğünü asıl bundan sonra intifadayı başlatacaklarına yönelik beyanı manşetlere taşınmıştır. Bütün bu ve buna benzer açıklamaların AKP ve devletin cumhurbaşkanlığı ve AKP hükümeti- iktidarı içerisinde çeşitli sorunların olduğunu göstermiştir. Yine aynı şekilde Gül’ ün giderayak veda töreninde başkanlık sistemine karşı olduğunu parlamenter sistemi daha uygun bulduğu beyanıyla da Erdoğan ile farklı düşündükleri meseleleri deşifre etme durumunda olmuştur.

21 Ağustos’ da AKP MYK’ sının toplantısı sonuçlarını aynı günün akşamı Erdoğan tarafından 62. hükümetin yeni başbakan ve AKP genel başkan adayının Davutoğlu olacağı açıklamasıyla kamuoyundaki tartışmalara yeni bir boyut kazandırmıştır. Burada kısa bir anekdot daha düşecek olursak toplantı salonunda ilk sıralarda yanyana oturanlar içerisinde Erdoğan’a muhalif olarak bilinen B. Arınç, A. Babacan vd nin olduğu ve fakat arka sıralarda ise bizzat Erdoğan’ın ekibi- kliğinin iki- üç basamak silme olarak yanyana oturan M. A. Şahin, S. Soylu, H. Çelik, N. Kurtulmuş, Y. Akdoğan, O. K. Köksal, B. Kuzu, Erdoğan’ ın danışmanlarından kızı ve vd nin tam teşekküllü blok olarak yerlerini aldıkları görülmüştür.

Erdoğan aynı zamanda 28 Ağustos’da gerçekleştirilecek AKP olağanüstü kongresine yönelik de gerekli hazırlıkların yapıldığına yönelik ilanıyla da cumhurbaşkanlığı kurumuna doğru giderayak geride bırakacağı 62. hükümetin yeni başbakan ve bakanlarını, AKP’ nin genel başkanı ve ekibini kendine göre- vesayetini sürdürecek bir mekanizmayı da oluşturduğu anlaşılmaktadır. AKP MYK’ nin Davutoğlu’ nun yeni başbakan ve AKP genel başkan adayı olduğuna ilişkin Erdoğan tarafından yapılan açıklamada öne çıkan diğer noktalar ise; ‘’kuyumcu titizliğiyle çalıştıklarını, AKP’ nin bütün işlerini istişareyle ele aldığı ve şimdiki yeni başbakan ve AKP genel başkan adayının da MKYK- genişletilmiş il başkanları- belediye başkanları- kadın vd örgütlü bileşenleri ve son olarak da MYK’da tüm birimleriyle karar aldıklarını, aldıkları kararlara ilişkin sokaktaki vatandaştan en yüksek kurullara kadar istişare de bulunduklarını ve bu yönüyle hiç bir partinin müracat etmediği yollara müracat ettiklerini, dostluk ve kardeşlik hukuku içinde belli bir yere kadar getirdiklerini, bu hareketin birliği ve beraberliğinin her şeyin üstünde olduğu, bir- iri- diri ve Türkiye olmaya devam edeceklerini, parti içerisinde fitne ve karışıklık çıkarmak için kirli ellerin devreye girdiğini, şu ana kadar çok büyük bir şekilde bu aşamaya getirdiklerini, AKP’ nin 9 milyona varan bir üyeye sahip olduğunu, başbakanın genel başkan olursa daha güçlü olacağı, paralel yapı ile mücadele ve çözüm sürecinin devam edeceğini ve Davutoğlu’na desteklerinin süreceğini, Davutoğlu’ nun 62. hükümetin başbakan ve AKP’ nin yeni genel başkan adayı olduğu’’ vb açıklamalarda bulunmuştur.

Yukarıdaki bütün bu gelişme ve yönelimler açık ki AKP içerisinde her ne kadar belirli ortaklaşmalar yada ittifaklar söz konusu olsa da(zira bu durum tıpkı geçmiştekilerde olduğu gibi asla ebedi ve ezeli değildir ve olamaz da) rekabet ve farklı oluşum olarak iki ana kliğin olduğunu ve ayrışma yada netleşmenin geçmişe göre daha belirgin bir hal aldığını göstermektedir. İlki ve hakim olan kliğin başını Erdoğan’ ın çektiği Davutoğlu, M. A. Şahin, Y. Akdoğan, S. Soylu, H. Çelik vd bileşenlerinin olduğu, diğer klik olarak ise başını Gül’ ün çektiği B. Arınç, A. Babacan vb bileşenlerinin olduğunu rahatlıkla söyleyebilir ve tespit edebiliriz. Önümüzdeki süreçte ve özellikle de 2015 parlamento- genel seçimlerine kadar ki gelişmeler ve ortaya çıkacak somut durum AKP içerisindeki çelişkiler ekseninde farklı eğilim ve klikleşmelerin daha da üst boyutlarda seyrederek yeni çelişki ve çatışmalara gebelik edeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Faşist tekçi Türk egemen sınıf klikleri arasındaki çelişki ve çatışmaların daha fazla gün yüzüne çıkarak ezilen ve sömürülenler nezdinde teşhiri için ilerici, devrimci ve komünistler için güçlü zeminler sunacağı tartışma götürmez gerçeklikler olacaktır.

Erdoğan’ ın 62. hükümetin yeni başbakan ve AKP’ nin genel başkan adayının Davutoğlu olduğu açıklamasıyla TC. tarihinin geçmiş süreçlerindeki Özal’ ın vesayeti- himayesindeki Akbulut yada namı diğer otomotik başbakan Yıldırım Akbulut’u tam da hatırlatmaktadır. Nitekim Davutoğlu 21 Ağustos’daki Erdoğan’ ın kendisini yeni başbakan ve AKP’ nin genel başkan adayı olarak taktim edip sözü ona verdiğinde her cümlesinde ‘’sayın cumhurbaşkanım’’ ile başlayan nakarat sözleriyle bu durumun ilk emarelerini vermiştir.

Bütün bu gelişmeler AKP içerisinde yada onun yetkili- ilgili kurumlarında esas da bir seçimin vs değilde başbakanlığa ve AKP’ nin başkanlığına tam da Erdoğan tarafından Davutoğlu’ nun atanması olarak tecelli süreci işlemiş- işletilmiştir dersek yanılmış olmayız. AKP MYK’ sının 50 kişilik bileşenden oluştuğu ve son kertede bu kurumun karar verdiğine yönelik ne kadar formaliter zorlamalar ile açıklama ve beyanlar yapılsa da net olarak Erdoğan diktası ve hükmünün belirleyici ana unsur olarak karar verildiğini söyleyebiliriz. Bu yönüyle Erdoğan vesayetinin devam ettiğini ifade edelim. Tabi ki bu vesayeti uluslararası emperyalist sermayenin derinleşmesi ve merkezileşmesine uygun olarak şekillendirilen yada dizayn edilenTürk devlet mekanizmasından ayrı ve bağımsız kesinlikle düşünemeyiz ve ele alamayız. Bu temelde Erdoğan ana taşeronluğunda ve onun bir devamı niteliğindeki alt taşeron niteliğindeki Davutoğlu’ nun öne çıkarılması tıpkı önceki süreçlerde olduğu gibi gölge dışişleri bakanlığından 62. hükümetin yeni başbakan ve AKP’ nin genel başkanlığı adaylığına varan seriveni de bu şekildedir. Bütün olan biten Ortadoğu, Kafkasya, Balkanlar, Afrika vd yerlerde çeşitli düzeylerde stratejik taşeronluk görevlerinin devamı niteliğindedir. Ne diyelim ki, stratejik uşaklar kendilerine de stratejik uşaklar- taşeronlar yaratırlar. Zira emperyalist efendilerine rüştünü ispatlamak için stratejik taşeronluk da sınır tanınmamaktadır. Stratejik derinlikleri de stratejik uşaklıkta sınır tanınmamasını gerektirmektedir. Bu yönüyle gölge dışişleri bakanlığından meyilli acentalığa ve kurgulu fareliğe kadar alt taşeronluklar kurumsallaştırılmaktadır. Bizzat krizlerin ve istikrarsızlıkların kaynağı olarak emperyalist dünya sistemine yaranmak için sınır ve komşu ülkelerle sınıfr sorun temelindeki güvenlik retorikleriyle ortaya atılan stratejik derinliğin de ne kadar boş ve anlamsız olduğu ve büyük bir yanılsama yarattığı, bütün bu manipülasyonların tam aksi yönde stratejik uşaklık ekseninde istikrarsızlıklar ve krizler yarattığı da o kadar ‘’doğal’’ bir durum haline gelmiştir. Daha farklı ve başka iyimserlikler içerisinde olunmaması da gerekmektedir.

Gerek Erdoğan gerekse de Davutoğlu’ nun konuşmalarında vatan- millet- sakarya argümanlı ‘’vatana- millete- devlete hayırlı olsun’’ beyanlarının Osmanlı’dan TC’ ye uzanarak bugünlere kadar gelen ve hala süren faşist tekçi ve ötekileştici fikriyatın ve zihniyetin geleneksel sürekliliği olarak kavranmalıdır. Zira egemen sömürücü ve zulümkarlardan da daha farklı bir söylem ve içerik beklenmemelidir. Emperyalizme stratejik olarak göbekten bağımlı tekelci Türk komprador kapitalist burjuva gerici devlet mekanizmalarında her kim yer alırsa alsın emek cephesindeki tüm kesimlere, ezilen Kürt ulusu ve azınlık milliyetlere, Aleviler ve diğer ezilen inanç sistemlerine yönelik düşmanlıkları hep ortak paydaları olmuş ve hala da devam etmektedir. Onlar ki Türkiye- Kuzey Kürdistan ezilen ve sömürülenlerini aldatmak için demokrasi ve özgürlük, halkçı ve eşitlikçi söylemleri dahi ağızlarına sakız gibi dolayıp çok geçmeden tüm kirli ve çirkeflikleriyle tekçi faşist burjuva ideolojik- politik- sınfsal karakterlerine uygun tüm çıplaklığıyla karşı-devrimci niteliklerini kusmaktan geri durmamış, durmayacaklardır. Bütün bunların bilinciyle Türkiye- Kuzey Kürdistan’da Maoist Komünist Partisi önderliğiyle birleşmiş proleterya ve tüm ezilen emekçilerin, düşmanlarımızın bütün tarihsel kökleri ve günceldeki temelleriyle tüm kurum ve kuruluşlarını yerle bir edecek politik iktidar mücadelesi hedefine varmak için Sosyalist Halk Savaşıyla söz- yetki- karar ve denetimin doğrudan proletarya ve emekçilerin olduğu Sosyalist Cumhuriyetler Birliğiyle sınıfsız ve sömürüsüz Komünist topluma doğru ilerleyişimizi sürdürerek gerçek alternatif başka bir dünya ve toplumsal sistemin mümkün olduğunu göstermekten başka bir yolumuz kalmamaktadır. O halde gerçek çözüm ve özgürlüğün emperyalist dünya sistemi ve bizzat emperyalizmin stratejik uşağı tekçi faşist Türk devleti cumhurbaşkanlığı ve başbakanlığını kutsamakta değil bizzat onun aşağıdan yukarıya tüm kurum ve kuruluşlarının teşkil ettiği burjuva devlet mekanizmasını Sosyalist Halk Savaşı stratejisi ekseninde radikal devrimci- militan şiddet ve mücadelemizle yıkmaktan geçtiği görülmeli ve buna göre konumlanılmalıdır. İdeolojik politik arenada düzeniçi reformizme demir atarak değil onu da devrimci sosyalist- komünist ufkumuzla aşacak bir perspektife ve yönelime sahip olarak tasfiyeci dalgayı kırabilir yada güçlü dalgakıran haline gelebiliriz. Reform uğruna mücadeleleri elbette küçümsemeden ve onları amaçlaştırmadan Sosyalist devrimimizin birer taktik araçları olarak politik iktidar mücadelemizi ilerletebiliriz. Bu noktada reformlara çakılıp kalarak değil onları binbir türlü taktik politikalar bağlamında araç ve yöntemler olarak ele alıp değerlendirerek Sosyalist Halk Savaşı stratejimizin güçlendirilmesi ve ilerletilerek geliştirilmesinin volan kayışları olarak görmeli ve buna göre mücadelemizi teorik ve pratrik sahada geliştirmeliyiz.

http://www.halkingunlugu.org/