Maraş, 19 Aralık Hapishaneler, Roboski ve Rojava’daki Katliamlar; Bir Egemenlik Çizgisinin Karanlık İcraatları!

Roboski, mevcut faşist iktidarın, son 20 yıl içerisinde gerçekleştirdiği Kürt katliamlarından sadece bir tanesidir. Kürt ulusunun varlığını kabul etmeyen bu inkârcı zihniyet, “Cumhuriyetin” kuruluşundan bu yana, “herkes Türk’tür, diğer azınlıklar ve uluslar Türklerin soy ağacıdır” anlayışı ile, Kürtleri, Ermenileri, Süryanileri, Rumları katletmiştir.

Emperyalist gerici güçler, dönemin başbakanı İsmet İnönü’ye İsviçre’nin Lozan kentinde 24 Temmuz 1923’de devlet tapusunu verdi. “T.C.” Devleti o gün bu gündür bilinen “misak-ı milli” sınırlar içerisinde dikta rejimini sürdürüyor. Cumhuriyetin aldığı tapunun yüzüncü yılını doldurmasına ramak kaldı. Cumhuriyetin kuruluşuna denk gelen genel seçimler nedeniyle, burjuva klikler arasındaki kavga dalaşları keskinleşerek devam ediyor. İktidardaki İslami ve milliyetçiler, kaos yaratarak yeni dönemde iktidarın süresini uzatma peşindedirler. Yüzüncü yılına girerken, uluslararası antlaşmaları yırtıp çöpe atacaklarını söyleyen saray rejimi ve buna karşı duran altılı masa. Aslında her ikisi de söyleneni yapamayacaklarını biliyorlar, velakin yıllarca yığınları böyle avutmuşlardı bugün de bunu yapıyorlar.

Bugün Türkiye-Kuzey Kürdistan’da iktidarda olan saray rejimi, bu projesini Kürtlere, Alevilere, sol sosyalistlere saldırarak, ülkede kaos yaratarak yürütmektedir. Oysa iktidara geldiği gün, “din kardeşlerim…” siyasetiyle Kürtlerden destek alan ve henüz sözler ıslaklığını koruduğu vakitte, kardeşliği unutan bir siyaset izlenildi. Kürtlerden aldığı destek ile ilk adımı AKP attı, “barış” adı altında birkaç yıla “huzur” dendi. Oysa bu huzur olarak adlandırılan yıllar, burjuva egemenlik aygıtı devletin yeniden kendisine gelme yıllarıydı. Devlet yıllardır Kürt hareketine karşı yürüttüğü savaşta yıpranmış ve kendisini toparlamasına ihtiyacı vardı. Günün koşullarına göre savaşın vermiş olduğu yorgunluk ve yılgınlıkları gidermekle hazırlama çabası içerisinde olduğuna geçen kısa süre içerisinde şahit olduk.

O süreçte de burada dostane eleştirilerimizi yapmıştık ancak dostlarımız bunu farklı algıladıklarını, eleştirilerimize zaman zaman sekter cevaplar verdiklerini biliyoruz. Burjuva devletlerin genel karakterlerinde; sömürü ve baskı vardır. Bölgenin despot devletleri ise tamamen hâkim ulustan olmayanları yok etmekle temellerini attığını dikkate aldığımızda sonucun vahim olacağını görmemek için kör olmak gerekir. Nitekim, hendek savaşı olarak bilinen süreç, iktidarın vahşi yöntemleri ve kirli savaşı konusunda turnusol görevi gördü. Türk büyük burjuvazisi iktidarı bu savaşı, daha kapsamlı saldırıların zemini haline getirdi.

Emperyalist, kapitalist güçler tarafından parçalanan Kürdistan, 21. yüzyılın ilk yıllarında başlayan özerk yönetimi, bölge statükolarını sarstı. Bu mücadele, komşu halkların geleceğine ışık olacağı, oradan emekçilerin çok şey öğreneceği bir sürece girildi. Kürt hareketi açısından büyük hamleler atılırken, uluslararası gerici güçlerde boş durmadılar. Bölgeye yığınak yapan emperyalistler, despot devletleri, “vekâlet savaşı” olarak adlandırdıkları savaşa hazırlandılar.

Bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen emperyal güçler, bu görevi başta bölgesel gerici devletler ve oluşturulan piyon örgütler üzerinde yürüttüler. Arap Baharı ile başlattıkları ve sonrasında Suriye ve Rojava Kürdistanı üzerinde planlarını uyguladıklarına tanıklık ettik. Büyük Bağımsız Kürdistan’ın gelişimini engellemek uğruna yüzbinlerce insan öldürüldü. Hristiyan ve Arap Müslüman olmayan diğer halkları ve inançları hedef alındı. Yüzyıllardır birlikte yaşayan halkları birbirine böyle boğazladılar. Bölgeyi denetleme ve talan etme uğruna yürütülen savaşta Kürtler tamamen kuşatma altına alındı. Bu kuşatmayı bölgede görevi gönüllü üstlenen Türk devletin saray rejimiydi.

Rojava bölge ve dünya halkları için bir örnektir!

Uluslar arasında besledikleri ve barındırdıkları radikal İslamcıları bu bölgeye “T.C.” üzerinden organize edildiler. ÖSO, IŞİD vb. haydutları bütün imkân ve olanaklarla donatarak Kürtlerin üzerine sürdüler. Kürt hareketi, direndi ve bu direniş genişleyerek halk hareketin dönüştü. Kürt halkının, kameraların önünde kellelerini kestiler ve dünya halkına servis ettiler. Korku salarak kitleleri sindirmeyi amaçlamışlardı. Kentler ortadan kaldırıldı. Ama bütün bu saldırı ve katliamlara Kürt kadını büyük bir direnişle karşı koydu; Kürt halkı teslim olmadı.

Gerici egemen güçlerin bu tarihsel başarısızlığı öyle sıradan bir durum olarak tarif edemeyiz. Kürt ulusal kurtuluş direnişi, bu çağa uygun, emperyalist güçlerin başarısızlığı ezilen ulus ve emekçilerin ise büyük bir başarısıdır. YPG ve PJK’nin kazanımlarını emperyal güçler ve gerici devletlerin bütün teknik ve teknolojik silahlarına rağmen kazanılmıştır. Bu savaş ve Kürt halk hareketine dönüşen Rojava, dört parçada Kürt Ulusunu ruhen birleştirdi. Rojava, bu anlamıyla sosyalist güçlerin de toparlanmasında ilham kaynağı oldu. Nasıl ki Paris sokaklarında oluşan barikatlar, Komünist Manifesto’ya vesile olduysa, Rojava gerek bölge halkları açısından gerekse de dünya halkları açısında örnektir, öğreticidir. Dünyanın bütün kıtalarından Rojava’da ki mücadeleye gönüllü katılan komünist, devrimci ve sosyalistler oldu. Tıpkı ikinci emperyalist paylaşım savaşı öncesin de 1936-39 yıllarında İspanya’daki iç savaşta Francisco Franco faşizmine karşı, birçok ülkeden sosyalistlerin destek amacıyla gittikleri gibi. Bilmedikleri coğrafya ve bilmedikleri dilleri olmasına rağmen tek ortak bir duygu vardı. O da enternasyonal şarkılarıydı. İspanya’ya giden enternasyonal devrimciler, oradaki devrimci mücadeleyi muzaffer kılmak amacıyla bu enternasyonal şarkıyı her dilden söylediler. Hitler faşizmin desteklediği Franco faşizmini mevzilere göme uğruna dünyanın birçok ülkesinden İspanya’ya giden komünist ve sosyalistlerin duruşları ve tavırları sonrası kuşaklara örnek olmuştur.

Ve yine unutulmamalıdır ki, işgal edilen Filistin ve sonrasındaki Filistin direniş hareketleri dünyada birçok örgüt yarattı. Filistin’in meşru direnişi dünya halkları tarafından sahiplenildiği gibi, bilfiil oraya gidip mücadele eden devrimci ve komünistler vardı. Deniz Gezmiş, Bora Göze ve yoldaşları başta olmak üzere, 1982’deki Lübnan işgali de Filistinlilerin yanında en çok Kürt hareketi durdu ve onlarca militanı orada ölümsüzleşti. Her hareket yanı başındakini etkiler ve birbirini tetikler. Bu doğru tezden yola çıkarak. Filistin halkının kurtuluş mücadelesi de Kürt ulusal hareketine çok şey katmış, tecrübe ve dersler çıkarmasına vesile olmuştur. Rojava’da, bu tarihsel deneyimin mayasını görmek mümkündür. Geçmişin deneyimleri oldukça öğreticidir. Dünya emperyalist güçlerine karşı durmak ve onların önünde diz çökmeden direnen YPG ve YPJ güçleri, komşu halkların kendi küllerinden yeniden var olmak için tetikleyen bir faktör olacağı, bu devrimci deneyimin ortaya çıkardığı tecrübedir.

“T.C.” katliamcı geleneği devam ediyor

Bugün “T.C.”, ekonomik ve siyasal krizini gizleme amacıyla yönünü yine Kobani’ye çevirmiş durumda. Açlık ve sefaletin çığ gibi yükseldiği, enflasyon tarihinde hiç bu kadar taban yapmadığı bir süreçten geçiyoruz. Saray bu sorun üzerinde durmak yerine ülkeyi savaşa sürerek, sorgulama ve hesap sormayı suç sayarak konuşan herkesi zindana atarak, savaş siyasetini derinleştiriyor.

Saray rejimi, Kobani’de aldığı yenilginin acısıyla kıvranıyor. Ama herkes de biliyor ki “T.C.” ne zaman böyle bir sürece girmişse sivil katliamlar gerçekleştirmiştir. “T.C.” devletinin tüm tarihinde bunu görmek mümkündür. Son bir yıldır Kürt ulusal kurtuluş güçlerinin üstlenim alanlarına günde on sorti yapan jet uçaklar, istedikleri sonucu alamadıklarından ötürü de gerilla üstlerine kimyasal silahlar kullanarak insanlık suçu işlendiğini dünya kamuoyu tarafından bilinen bir gerçekliktir. Türk devletinin bu insanlık suçu, bugün değil, geçmişte de birçok kez kullanılan ve ispatıyla sabit bir suçtur. Yani katliamlarla tescilli bir iktidar aklıdır devreye giren. Aralık ayına denk gelen Maraş katliamı gibi. Alevi vatandaşlarımızın savunmasız, silahsız, önceden evleri tespit edilerek planlı katledilmeleri, gerici iktidarın dönemsel ve stratejik siyasal planlamalarının sonucudur. 1978’de gerçekleştirilen bu katliamın suçluları zamanla devletin önemli mekanizmalarında memur ya da değişik görevler üstlendiler. Bu da katliam aktörlerine duyulan minnet borcudur.

Maraş katliamın yaşandığı dönemin tarihsel koşullarına baktığımızda, 71 devrimci çıkış sonrasında gerek devrimci hareketler gerekse de kendiliğinden gelişen işçi sınıfı direnişleri gün geçtikçe ivme kazandığı bir süreçtir. Marksist, Leninist ve Maoist hareketin merkezileşerek sınıf mücadelesine öncülük ettiği yıla denk gelmesi tesadüfü olmasa gerek. Faşist burjuva egemenlerin girdiği çıkmaz sonucu, gelişen halk hareketine karşı komplo vb. suikastlarla önce kaos yaratıldı.

Devletin illegal mekanizması, bu kaosu Alevi-Sünni çatışmasına dönüştürmek hedefiyle iktidara nefes aldırmak için, Alevi katliamlarını boyutlandırdı. Faşist iktidar, bu siyasal süreci 12 Eylül Askeri darbesi ile sonuçlandırmıştır. Nitekim, K. Evren’in başını çektiği 12 Eylül darbesi böyle hazırlandı. 24 Ocak kararları, devrimci demokratik örgütlenmelerin dağıtılması ortamında uygulama olanağına kavuşturuldu. Halk kitlelerine karşı izledikleri strateji de hep böyle oldu: yönetemez duruma gelen Türk burjuvazisi Türkiye-Kuzey Kürdistanı kelimenin tam anlamıyla zindana dönüşmüş durumda.19 Aralık katliamı üzerinde 22 yıl geçti ve katliamcı gelenek, hapishanelerde terör estirmeye devam ediyor. Dün olduğu gibi, bugünde aynı zihniyeti sürdürerek.

19 Aralık öncesi adım adım nasıl yürüdüler katliama;

Devrimci ve komünistleri zindanlara atmakla yetinmeyen gerici egemen güçler, “hapishaneler, örgütlerin akademi merkezine dönüşmüş durumda…” yaygaralarını kopardılar. Türk büyük burjuvazinin bu feryadını iki biçimde okumak gerekir. Birinci, komünist ve devrimciler nerede olursa olsun o mekânı devrimin ideolojik ve politik mevziisi yapmakla mükelleftir. Zindanlarda tutsak olan devrimciler ve komünistlerin buralarda dünya görüşüne, tutsak düşme nedenlerine ve değerlerine göre yaşayıp yaşamlarını değerlerine göre örgütlemiş olması gayet doğaldır. Halk bundan korkamaz, bu durumun korkusunu yaşayan her zaman gericilik ve sistemdir.

19 Aralık Katliamı’nın nedeni de devletin devrimcilerden duyduğu korkunun sonucudur. Zira, tutsak olsalar bile, dışarıdaki gelişmeler karşısında direnişler organize eden, toplu direnişle emekçilerin direnişlerine destek veren, Kürt ulusuna yönelik imha operasyonlara karşı duran ve emekçilerin dikkatlerini oraya çeken açıklamalar yapan zindandaki devrimci ve komünist tutsaklardı. Böylece onlar gerici egemen güçlerin planlarını bozuyorlardı. Bu durumdan kurtulmak amacıyla çeşitli dönemlerde uyguladıkları baskı ve şiddet yöntemleri artık tutmuyordu. 12 Eylül askeri faşist cuntacıların en katı uygulamalarını direnişleriyle geri püskürten bir devrimci tarihin deneyimi ve tecrübesi, hapishanelerde barikata ve direnişe dönüşüyordu.

Türkiye- Kuzey Kürdistan, zindan tarihi, Diyarbakır 5 Nolu zindanı, Mamak, Metris, Bayrampaşa vs. zindanların başkaldırılarla tarihe geçti. İlk kez 1980 ağustosunda 150 kişiliyle Davutpaşa kışlası hapishanesinde devrimci ve komünist tutsaklarca başlatılan ve dokuzuncu gününde tüm taleplerinin kabulüyle başarılan kitlesel ölüm orucu direnişini, 1982 Diyarbakır 5 No’lu, 1984 İstanbul’da Sağmalcılar ve Metris’teki ölüm orucu eylemlerini 1996’daki büyük ölüm orucu ve süresiz açlık grevleri eylemleri takip etmiş, tutsaklar bu mücadele biçimiyle Türk devletinin kapsamlı pek çok teslim alma projelerini boşa çıkarmıştır.

19 Aralık 2000 yılında düzenlenen ve adına, “Hayata Dönüş” operasyonu koydukları hapishane katliamları, “T.C.” nin tarihi boyunca siyasi tutsaklara karşı izlediği imha ve teslim alma politikanın en kapsamlısıdır. Haliyle devletin bu stratejik “kurtulma” politikası da devrimci ve komünist tutsaklar tarafında aynı kapsamla karşılandı ve 125 tutsağın hayatını verdiği bilinen uzun süreli ölüm orucuyla karşılandı… Bütün bunların, ekonomik ve siyasi olarak Türk egemen sınıfın, girmiş olduğu çıkmazın sonucu olduğunu ifade etmek gerekir.

Burada şunu açıkça ilan edelim ki; sınıf mücadelesinin en keskin alanlarından biri de kuşkusuz zindanlardır. Devrimci ve komünistleri tutsak alarak, sınıf mücadelesini kesintiye uğratamadıklarından ötürü, 19 Aralık Hapishaneler Katliamı, zindan ayağını bu keskin savaş içerisinden köklü olarak bertaraf etmek üzere yapılan bir operasyondu.

Bugün de saray rejimi, her gün yeni plan ve projelerle siyasi tutsaklara saldırmaktadır. Kendi ihtiyaçlarını tek başına karşılamayacak durumda olmalarına rağmen yüzlerce tutsak hapishanede ölüme terkedilmiştir. Kendi, anayasalarını dahi çiğneyen bir devlet aygıtı ile karşı karşıyayız. 19 Aralık operasyonunda devrimci tutsakları yoğun izolasyon ortamına sokmayı başardılar ama ideolojik ve politik olarak teslim alamadılar. Devrimci tutsakların bu ideolojik duruş karşısında çaresiz kalan egemen güçler tutsakları yalnızlaştırma ve nihai olarak onları siyasi olarak teslim almayı umut etmektedir(!)

Aralık ayı, 19 Aralık hapishaneler, Maraş ve Roboski katliamları, faşist gericiliğe nefretin devrimci ve komünistlerin mücadele hafızasıdır. Direk saraydan aldıkları emirlerle, Roboski’de gerçekleştirilen sivil Kürt emekçilerinin katledilmesi, halen zihinlerimizdedir, hala hesap sorma bilincimizdir.

Roboski, mevcut faşist iktidarın, son 20 yıl içerisinde gerçekleştirdiği Kürt katliamlarından sadece bir tanesidir. Kürt ulusunun varlığını kabul etmeyen bu inkârcı zihniyet, “Cumhuriyetin” kuruluşundan bu yana, “herkes Türk’tür, diğer azınlıklar ve uluslar Türklerin soy ağacıdır” anlayışı ile, Kürtleri, Ermenileri, Süryanileri, Rumları katletmiştir. 1924 anayasası ve sonrasında 1925 Şark Islah planı, Anadolu’da yaşayan diğer inanç ve ulusları Türkleştirme projesiydi. Kuzey Kürdistan’da yaşananlar esasında devletin geçmiş temel kuruluşundan gelmektedir. Eğer, bu topraklarda barış ve kardeşlik gelecekse, bu dönemsel barış ve geçici “helalleşme”lerle gelemeyecektir. Bu köklü çözüm ancak sosyalist bir devrimle mümkündür.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayımlanmıştır.