Mayıs’a Dair…

ibrahimXıdır Gürz (13-05-2014) Yoldan geçen arabaların sesi yağmurun sesine karışmış durumda. Son bir kaç gündür gökyüzü kah masmavi kah kara bulutlarla bezeli. Nisan ayı boyunca büyük bir sabırsızlıkla beklediğim ve haftalarca sürer dediğim Nisan Yağmurları bu yıl gelmedi. Gerçi Nisan öncesi yağması gereken kar da yağmamıştı. Mayıs’ta olması gerektiği gibi başlamadı ya neyse…Son yıllarda iklim değişikliğinin etkileri sarsıcı bir şekilde kendisini hissettiriyor.

Yaz ortasında kar yağma olayları dahi yaşanmıştı. Anlayacağınız kapitalizm dediğimiz illet sadece insan ve insana dair olanı değil, doğaya ve diğer canlılara dairde müthiş bir yıkımı simgeliyor. Bundan 50-100 sene sonrası için dünyanın ahvaline dair ümitli cümleler kurabilen yoktur galiba. Tabii dünyanın baldırı çıplakları yeryüzünü kasıp kavuracak bir yürüyüşe imza atmassa.

Çocukken her mevsime dair büyük beklenti ve heyecanlarımız olurdu. Kışın ayrı yazın ayrı tatları barındırırdı benim için. İlk ve sonbaharın ise daha farklı anlamları olurdu. Ama ben her zaman ilk baharı ayrı bir yerde tutardım. Kışın o heybetli örtüsü doğanın üzerinden yavaş yavaş kalkıp, doğa adeta yeni bir doğuma hazırlanıyordu. Hele ki böylesine bir doğumu Dersim/Ovacık’ta karşılıyorsanız muazzam bir sürece tanıklık ediyorsunuz demektir.

Şimdilerde nasıl ki doğal denge yavaş yavaş bozulup bir intihara sürükleniyorsa bende büyüdükçe doğal olandan, insani olandan adım adım uzaklaşıyordum. Gördüklerim, duyduklarım, yaşadıklarım ne doğal şeylerdi, ne de insana dairdi. Önce kendi küçük dünyamda tanık oldum doğal olmayanlara.

Gencecik yaşta abilerimiz, ablalarımız; anne-babalarını, sevgililerini, evlerini, köylerini artlarında bırakıp, yücelerine baktıkça içimizi ürperten ama bir o kadar umut veren dağlara doğru yol alıyor ve bir daha dönmüyorlardı. Onları bir daha ancak köy meydanlarında kurşunlarla delik deşik olmuş bedenleri öylece yerde yatarken görürdük. Sonraları öğrenirdik ki köy meydanlarında cesetleri paramparça bırakılan sadece bizim abla-abilerimiz değilmiş. Öfkeliydim, kızgındım, hüzünlüydüm.

Büyüdükçe acılar çoğalıyor, çocuk dünyam doğal olandan, insani olandan, gerçek olana acı bir yolculuğa çıkıyordu. Büyüdükçe ne çok insanın sırf insanca yaşamak istediği için işkenceler gördüğü, zulme uğradığı, gencecik yaşında yaşamdan koparıldığına tanık oldum. Meğerse benim taşına, toprağına, suyuna ama en çokda dağlarına vurgun olduğum memleketimde ne zulümler ne acılar yaşanmış. Her bir tarafı ayrı bir güzellik olan yurdum ne acılara, ne zulümlere tanıklık etmiş meğerse.

Büyüdükçe öğrendim ve öğrendikçe bunların hesabı mutlaka ama mutlaka sorulmalıdır dedim. Şimdi anlıyorum ki benim küçükken her bir mevsime, her bir aya biçtiğim anlamların hepsi boşmuş. Güzel yurdumda her bir güne bir acı, bir zulüm ekliymiş meğerse. İçimizi ısıtan o Haziran güneşi ne acılara tanık olmuş, Temmuzun yaktığı yürekler…Her bir ay, her bir günde ne zulümler görmüş yoksul halkım meğerse. Bir gün tarihi anlatan bir harita yapılacaksa eğer ismi mutlaka ama mutlaka Acılar Atlası olmalı bence.

Yüreğim yangın yeri. Hala gencecik bedenler kalleşçe ölüme yollanıyor. Çocuklarımız güpegündüz sokak ortasında haince vuruluyor. Ne zalim zulmetmekten vazgeçmiş durumda ne de direnenler son sözünü söylemiş. Aylardan Mayıs. Nisanı daha yeni geride bıraktık. Mayıs en çok acının filizlendiği ay olsa gerek. Üç Fidan’ın dallarından koparıldığı, hafızalardan ve yüreklerden silinmeye çalışıldığı bir ay Mayıs. En karanlık, en zorlu dönemlerde zalime inat newroz ateşinin Amed zindanlarından Kürdistan dağlarını aydınlattığı ay Mayıs. Her bir gününde ayrı bir acı, hüzün, zulüm, umut vardır Mayısın. Bir zamanlar baharın müjdecisi olarak dört gözle beklediğimiz Mayıs çok uzun zamandır acının tutanakçısı olmuş durumda. Ben her Mayıs’ta baharı, doğayı, çiçekleri düşünürüm. Her Mayıs’ta kalbim Üç Fidan için sızlar, Diyarbekir olur, Kürdistana koşarım. Ne kadar acı ile kavrulmuşsa yüreğim öfkemi bilincimin örsü ile döver zalimin üstüne kusarım.

Ama her bir acım, hüznüm, sevincim, umudum bir yana ben aylardan Mayıs gelince içli bir türkü söylerim kendi kendime. Yüreğimin tam orta yerine bir sızı çöker. Boğazıma gelir bir taş oturur, ağlamaklı olurum.

Mayısa hayran olan ben, keşke Mayıs ayı hiç olmasaydı derim. Bu en sevdiğim ay olan Mayısı keşke hiç tanımamış olsaydım derim. Ne zaman Mayıs ayına kavuşsak işte ben düşlerimi alır Amed zindanlarına koşarım, orada mavi gözlü bir bilgeyle oturur birer bardak demli çay içerim, efkarım, hüznüm dağılır bir anda, O gözlerime baktıkça ben umut olurum, yaşam olurum, yarın özlemiyle yanan tutuşan bir çocuk olurum.

Ben her Mayısta varlığıyla dosta umut düşmana korku olan İbrahimi görürüm sadece. İçimde ne varsa; korkuya, hüzne, umutsuzluğa dair bir solukta yok olup gider.

Hiç görmediğim, tanımadığım ama yıllardır içimi ısıtan, bana yol gösteren bir yiğit komünisti anarım yalnızca Mayıs ayında ben.

Bu çelik aldığı suyu unutmadı, unutmayacak…

Xıdır Gürz