Maoist Komünist Partisi (MKP) Merkez Komitesi Enformasyon Büro, elimize e-mail kanalıyla ulaşan “Cumhurbaşkanlığı seçimlerini boykot edelim!” başlığını taşıyan bir açıklama yayınladı. Bu açıklamayı öneminden dolayı okurlarımızla paylaşıyoruz
HABER MERKEZİ (09-07-2014)- “Çeşitli millet ve milliyetlerden Türkiye- Kuzey Kürdistan proletaryası ve halklarına!
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylar netleşirken, üç adaydan hangisinin cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacağı 10 Ağustos’ta yapılacak seçimlerle belli olacak. 10 Ağustos’taki seçim sonuçları durumu netleştirmezse yaklaşık 15 gün sonra yapılacak ikinci tur seçimlerde yeni cumhurbaşkanı kesinleşmiş olacak. Mevcut durumdan görülmektedir ki, seçimler ikinci tura kalacak, cumhurbaşkanı ikinci turda netleşecektir.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri üç aday arasında yaşanacak. Mevcut üç cumhurbaşkanı adayından birisi HDP’nin eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’tır. Diğer adayların sınıf ve siyasi niteliklerine bakıldığında aynı sınıf temsilinden oldukları açıktır. Sınıf temsilleri aynı olsa da farklı klikleri temsil ederek iki ayrı bloğu ifade etmektedirler. Dolayısıyla seçimlerde sınıf pozisyonu olarak iki cephe ama siyasi zeminde üç cephe vardır. Bu cephelerden sadece Kürt cephesi- Selahattin Demirtaş komprador tekelci sınıfları temsil etmemektedir. Ancak adı geçen cephenin bu pozitif özelliğine karşın, cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılıp, ‘Faşist TC devletini şu ya da bu Cumhurbaşkanı yönetmelidir’ gibi bir tercih, devrimci sınıf tavrıyla bağdaşmaz.
‘TC’ devleti tarihinde mevcut Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilklere tanıklık yapmaktadır. Bunlardan biri cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi biçimindeki formel yeniliktir. İkincisi ise, ilk kez bir Kürt partisinin doğrudan ’TC’devleti cumhurbaşkanlığına adayını koymasıdır. Bu ilklerin zemin olduğu iklimde yaşanan cumhurbaşkanlığı süreci, yavaş yavaş adaylar arasında yaşanan tartışmalarla sertleşme eğilimi göstermektedir. Bu karşılıklı teşhir ve propaganda kampanyalarının giderek keskinleşip burjuva ahlaka uygun olarak kirli mecralara taşacağı, hatta skandal ve komploların gündeme gelmesi de muhtemeldir. Ancak bu kirli sahadan sayın Demirtaş’ı muaf tuttuğumuzu belirtelim. Öte taraftan cumhurbaşkanlığı adaylarının kişiler olarak tartışılması ve kişisel algının oluşturulması kesinlikle doğru değildir. Kişilerin iyiliği / kötülüğü tartışması anlamsızdır. Tüm mesele hangi sınıflar devletine, nasıl bir devlete cumhurbaşkanı olunduğudur ve hangi anayasaya bağlı olarak görev yürütüleceğidir. Mevcut faşist devlete onay vermeyen ve varlık gerekçelerinden en azından birini ona karşı mücadele etmekte tanımlayan proleter devrimciler elbette ki boykot tavrını benimsemek durumundadır. ‘Boykot AKP’ye yarar’ söylemleri oyların Kemalist / Milliyetçi cepheye gitmesi için söylenen tuzak sözlerdir. Halk kitleleri, kötünün iyisini seçmek ve kendisini ezip sömüren bir devletin idare edilerek daha iyi şartlarda da olsa devam etmesi için aleyhlerine oy kullanamaz.
Cumhurbaşkanlığı seçimleriyle devlete güvenoyu sağlanmaya çalışıldığı sakınmadan söylenebilir gerçektir. Halk kitlelerinin cumhurbaşkanını seçmesi doğrudan bu anlama gelir. Kitleler devletin cumhurbaşkanını seçerek hem devleti meşrulaştırmış olacak, hem devlete olan güvenlerini beyan ederek güvenoyu vermiş olacak ve hem de halk tarafından seçildiği için cumhurbaşkanı çok daha etkin bir mevki durumuna gelecektir. Bu şu demektir; seçilecek cumhurbaşkanı çok daha büyük yetkiyle başa getirilmiş olacak ki, bu cumhurbaşkanı tabiri caizse karanlıktan karanlığa açılan yeni bir dönemin aktörü olacaktır. Ki, bu aktörün mevcut siyasal gelişmeler ve siyasi tablonun arka yüzünde görüldüğü kadarıyla Erdoğan olacağı açıktır.
Burada tayin edici kuvvet ya da potansiyel Kürt ulusal cephesidir. Kürt ulusal cephesi demokratik ilerici niteliklerine karşın, AKP iktidarıyla yürütülen ‘barış, çözüm’ yaftalı uzlaşma sürecine uygun olarak ve anlaşmalar bağlamında seçimlerin ikinci turunda Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına muhtemelen destek verecektir. Tartışmaya gerek yok ki, HDP adayı sayın Demirtaş’ın seçilemeyeceği gün kadar açıktır. Dahası Kürt ulusal cephesinin içinden geçtiği uzlaşma süreci gereği AKP iktidarıyla açık- gizli anlaşmalar yapması kaçınılmazdır. Aksi halde yürütülen müzakereler, yapılan görüşmeler nasıl açıklanacaktır. Burjuvazinin de karakteri bilinmektedir; her fırsatı ve avantajı gerici çıkarları için kullanmaktan asla geri durmayacaktır- durmaz. Dolayısıyla, Öcalan’ın bulunduğu esir koşullar şartında eşitsiz şartlarda yürütülen görüşme- müzakere ve uzlaşma sürecinde cumhurbaşkanlığının pazarlık konusu yapılmaması vb vs düşünülemez. İşte bu zeminde genel demokratik özelliklerine karşın, Kürt cephesinin AKP’yi destekleme gerçeği ile cumhurbaşkanlığını kazanamayacağı gerçeği göz önüne alınarak seçimlere girmenin hiçbir şartta mümkün olmadığı bizler açısından nettir.
Hiçbir seçimde olmadığı gibi, bu seçimde de yaşanan süreç demokrasi süreci değildir. Tam tersine faşizmi maskelemekle demokrasiyi gerçek anlamda baltalayan hileli süreçtir. Burjuva seçimlerin demokrasiyle özdeş olduğu gerici safsatadan ibarettir. Halkın iradesinin sağlıklı bir süreç olarak sandıklara yansıması tasavvur edilemez.
Bu perspektifle harekete geçmek, egemen manipülasyonu, ablukayı ve tasfiyeciliği göğüslemek için başta tüm ilerici, devrimci ve komünist güçler olmak üzere Türkiye- Kuzey Kürdistan halk kitleleri cumhurbaşkanlığı seçimi aldatmacalarını boykot ederek süreci göğüslemelidir.”
http://www.halkingunlugu.net/