Partimiz Maoist Komünist Partisi, birleşik devrim iradeleşmesi ve perspektifiyle, devrimci savaşın bileşeni olarak görev ve sorumluluğunu bir kere daha deklere eder ve hareketimizin yukarıdan en altlardaki sempatizan ve taraftarlara kadar tüm gücümüzle birleşik devrimin birer militan savaşçısı olarak görevlerine dört elle sarılarak mücadeledeki kararlılığını vurgulamak isteriz
HABER MERKEZİ (02-06-2017)- Halkların Birleşik Devrimci Hareketi (HDBH) içinde yer alan Maoist Komünist Parti (MKP) Temsilcisi Meral Özgür Cihan, ETHA’nın Türkiye, Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu’daki siyasi gelişmeler üzerine sorularına yanıt verdi. Nisan ayında yapılan ancak bölgedeki savaş koşulları nedeniyle geç ulaşılan röportajda, referandum sonrasına ilişkin değerlendirmeler yer almadı.
MKP Temsilcisi Meral Özgür Cihan’ın sorulara verdiği yanıtlar şöyle:
Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu coğrafyası gittikçe yoğunlaşan bir savaşlar, krizler ve devrimler sarmalından geçiyor. Emperyalist, bölgesel ve yerel egemenlik odaklarının bir türlü dikiş tutturamadığı, ittifakların sürekli bozulup yenilendiği bu genel kaos halinden nasıl çıkılacak? Bu durumdan ezilenler lehine devrimci bir sıçrama yönünde çıkmanın yolu nedir?
Türkiye-Kuzey Kürdistan, Ortadoğu’da zaten var olan bölgesel savaş ve kriz derinleşti. Emperyalist kapitalist hegemonya, ne yaparsa yapsın, doğası gereği düzlüğe çıkamaz. Bu gerçeğin yanı sıra, çıkar ilişkileriyle kurulan ittifaklar da sürekli bozulmakta ya da yeniden kurulmaktadır. Ezenler ve sömürenlerin hem kendi içerisinde hem de kendi aralarında kaostan asla kurtulamayacağı iyi bilinmeli ve onlardan halklar yararına bir çözüm, kurtuluş ve özgürlük gelmeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle bizler, kaosu büyüterek, emperyalist kapitalist sistemi hedefleyerek ilerlemeliyiz. Bunun için zaten ezilen ve sömürülen milyonların, şu veya bu düzeyde kendiliğinden de olsa belirli mücadeleleri, direnişleri ve isyanları söz konusudur. Sorun tam da yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünist hareketlerin, kitlelerin bu mücadelelerini nasıl devrime götürebileceğidir. Tüm diğer herkes gibi genel olarak devrimci ve komünistlerin de bu soruya vereceği cevap, anahtar önemindedir.
Birleşik bir orduya ihtiyacımız var
Genel kaos durumundan bahsederken, bizlerin devrim krizinden de söz etmemiz gerekiyor. Ezilenlerin lehine devrimci bir sıçrama sağlanması için verilecek doğru ve bilimsel yanıt, stratejik bir halka olarak kavranmalıdır. Emperyalist kapitalist gerici hegemonyanın ideolojik kuşatma ve saldırılarını boşa çıkarmamız için doğru ve bilimsel temellerde güncellenmiş ve somuta dönüştürebilecek yeni bir kavrayışı yakalamamız gerekiyor. 2017 yılındayız ve geçmişimizi İncil, Kuran vs gibi değişmez, geliştirilemez ve ilerletilemez dogmalar olarak ele alamaz ve uygulayamayız. Artık ulaştığımız sentezi şu şekilde paylaşabiliriz; emperyalist kapitalizmi ve onun her bir bölge ve yerdeki sistemini-iktidarını, devrimci şiddetle paramparça edeceğiz. Bunun için demokratik ve özgürlükçü bir örgütlenmeye ve mücadeleye ihtiyacımız vardır. Ve birleşik devrimci bir hareket, birleşik devrimci bir ordu ve birleşik devrimci bir ittifak cephesine ihtiyacımız vardır. Bu temelde, tarihin ve toplumların, sınıf mücadelesinin ve birleşik devrimimizin gerçek özneleri ve önderi olan gerçek kahraman halk kitlelerini birleşik devrimimize seferber edeceğiz. Demokratik ve özgürlükçü devrim, sosyalizm ve komünizm perspektifi ve ufkundan asla geriye düşmeden hareket edeceğiz.
Devrimci halk kitleleri, bugün, başka bir dünyanın ve demokratik özgürlükçü bir yaşamın mümkün olduğunu artık daha fazla dile getiriyorlar. Ortadoğu’da ve Gezi-Haziran başkaldırısında, 6-8 Ekim serhildanıyla Bakur Kürdistanı’nda, özellikle Rojava’da, Kobane’de bunları görmek mümkündü. İçerisinden geçtiğimiz süreç, hem dünya, hem de Ortadoğu ve Türkiye-Kuzey Kürdistan objektif koşulları, biz devrimci ve komünistlerden, daha doğru ve bilimsel temellerde güncellenen teorik ve pratik sorumluluklar istiyor. Bundan kaçış, devrimden kaçıştır, halklardan, ezilen ve sömürülen kitlelerden kaçıştır, özcesi demokratik ve özgürlükçü komünizmden kaçıştır. O halde büyük bir seferberlik ruhuyla görevlerimize dört elle sarılmak ve devrimci savaşla zaferi, özgürlüğü, bugünü ve geleceği kendi ellerimize almak zorundayız.
Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimi ve her geçen gün daha da önemli bir olasılık haline gelen Ortadoğu devrimiyle, emperyalist kapitalist kölelik zincirini kırarak dünya devrimine hizmet etmiş olacağız ve ona doğru yakınlaşacağız. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimi ve Ortadoğu devrimine katılmak durumundayız. Ona, reçeteci yaklaşımlarla ulaşamayacağımız ancak direniş ve devrimci savaş ile gerçek zaferi elde edebileceğimiz iyi anlaşılmalıdır. Tarihin bugünkü verili objektif devrimci durum koşullarında, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu devrimimiz de kendi rengi ve özgünlüğü üzerinden inşa edilecektir. Bu köklü ve temelden kopuş, tam da burjuva medeniyetçi-uygarlıkçı, üretici güçler ve Avrupa merkeziyetçi felsefe, tarih ve düşünce anlayış ve çizgi paradigmasından kopuştur ve tam da tarihsel ve diyalektik materyalizme sıkı sıkıya sarılarak ileriye atılıp gerçeği ve zaferi ellerimize alma eylemidir.
Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu’da devrimci durum, devrimin objektif koşulları, son derece elverişlidir ve devrimi gerçekleştirmek için subjektif öğe-güç olarak ilerici, demokrat, yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünist güçlerin de pratik görevlerine dört elle sarılarak halkların devrimine uzanmak içten bile değildir. Bütün ezilen ve sömürülen halkların bölgesel ve yerel doğrudan öz yönetimleri olan özerklikleri ve gönüllü demokratik merkezileşmiş komünler, sovyetler ve konseyler birliği, temel yönelimimizdir. Ezilen ve sömürülenler lehine devrimci sıçrama ancak bu düzlemde gerçekleştirilebilir.
Şiarımız Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan
Kürdistan devrimi bölgedeki tüm devrimci ve karşı devrimci planları kesen bir etken durumuna gelmiş durumda. Öyle ki iç ve dış siyaset kategorileri birbirinden ayrı değerlendirilemez hale geldi. Ekonomik, siyasi ve askeri her mesele bölgesel düzeyde ve zincirleme biçimde birbirine bağlanıyor ve toplamda emperyalist sistemin bütününe etki eden sonuçlar yaratıyor. Bu genel tablo içinde gerek tek tek ülkeler düzeyinde gerekse de bölgesel ve dünyasal düzeyde devrimcilerin odaklanması gereken temel sorun nedir? Kürdistan’da odaklanmış görünen devrim ve karşı devrim mücadelesi nasıl tüm bölge ülkelerini içine alan bir devrimci cepheleşmeye dönüştürülebilir?
Uzunca süredir Kürt ulusal sorunu ve Kürdistan sorunu, sadece bir ulusal ve coğrafyasal sorun olarak değil, bölge ve uluslararası bir sorun niteliğini almıştı. Dolayısıyla diğer bir çok sorun gibi bu sorunu ve devrimi de uluslararası bir sorun olarak kavramak doğru ve yerinde olur. Bunu sadece emperyalist kapitalist hegemonya açısından dile getirmiyor, aynı zamanda devrim cephesi açısından da böyle ele alınması ve kavranması gerektiği için vurguluyoruz. Örneğin Rojava devrimi, “Ulusal sorundur, bizi ilgilendirmez” şeklinde bir yaklaşımla ele alınamaz. Rojava devrimi, emperyalist kapitalist hegemonyanın belirli planlarını boşa çıkarırken diğer yandan reçeteci ve dogmatik sol tandanslı revizyonistleri de elbette şaşırttı ve hala da şaşırtmaya devam ediyor.
Çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçler, mevcut bölge ve alanda oldukça karmaşık ve bir o kadar kapsamlı bir rekabet ve vesayet savaşı yürütmektedirler. Onların bir çözümü olamayacağını az önce söylemiştik. Bu karmaşık çelişkiler ve rekabet halindeki çatışmalı durumlarının, bölge ve her bir yereldeki ezilen ve sömürülen kitlelere ve onların değişik düzeylerdeki örgütlü güçlerine önemli avantajlar ve fırsatlar sunduğunu ifade edebiliriz. Bu noktada bugün daha da ihtimal dahilinde olan tarihi haksızlığa uğratılarak dört parçaya bölünen Kürdistan’ın birleşme ve birleşik bir Kürdistan gerçekliğine yönelik süreci Bağımsız Birleşik Sosyalist Kürdistan şiarıyla karşıladığımızı vurgularız. Yani, bölgesel bir devrim mahiyetinde önemini koruyan şimdiki Kürdistan gerçekliği ve gelişmesine ilişkin şiarımız bu yöndedir. Hem Rojava devrimi ve hem de ihtimali geçmişe nazaran daha da olanaklı hale gelen birleşik Kürdistan gerçekliği ve gelişmelerine karşı, komünistlerin de kayıtsız kalması düşünülemezdi. Bu yöndeki yaklaşım ve politikalarımızı, aslında kendi özümüze dönerek, önceki süreçlerdeki yanlış temeldeki biraz yoldan çıkmışlığımıza da dur deyip gerçeğe ve gerçek çözüme doğru mütevazi temelde bir adım atma girişimi olarak değerlendirebiliriz.
Kürdistan’da odaklanan devrim ve karşı-devrim durumu karşısında, devrimci ve komünistlerin de işin neresinde ve nasıl duracağı sorunsalında her şey gelip düğümlenmektedir. Kürdistan’daki bir sosyal devrim, Türkiye-Kuzey Kürdistan ve Ortadoğu’daki ilerici, demokratik, devrimci ve sosyalist bir devrimin bileşeni olarak kavranmalı ve bu yönde daha da ilerletilerek birleşik devrim bayrağı yükseltilmelidir. Nitekim, aynı şekilde tekelci komprador ve işbirlikçi-uşak bölge gericiliklerinin ekonomik ve siyasi çıkarlarından kimileri örtüşürken diğer bazıları da tersi yönde çatışmalı durumda ilerlediği için, birleşik devrim cephesine de önemli olanaklar ve fırsatlar sunmaktadır. Bölge ve yerellerdeki gerici ve işbirlikçi uşaklar ve taşeronlardan herhangi birini tercih etmek yerine, kendi demokratik ve özgürlükçü bağımsız irademiz ve bayrağımızı kaldırarak ilerlemek durumundayız. Ulus devletçi ve dinci gerici faşist, tekelci komprador kapitalist ve uşak rejimler, asla birbirine alternatif ve birbirlerinin yerine geçerek tercih edilebilecek bir aktör olamazlar. O halde halkların demokratik ve özgürlükçü devrim alternatifi, gerçek çözüm ve kurtuluş ancak olabilir. Bölge ve yereldeki her bir halk kitlelerinin, gerçekten o coğrafyaların sahipleri ve iradesi temelinde öz yönetim mekanizmaları ve sistemleri, gerçek alternatif çözüm perspektifimizdir. Bu anlamda, ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin, direnişi, mücadelesi ve devrimci savaşı, bugünden anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-faşist ve her türden gericiliğe karşı iç içe geçmiş bir karakterle sürdürülmek durumundadır. Bu düzlemde bölgedeki tüm halkları ve ezilen ulusları gönüllü ve demokratik temellerde birleştirebilecek bir asgari program çerçevesinde bütün ilerici, demokratik, meşru-haklı ve devrimci dinamikler ve birikimleri, birleşik devrim için harekete geçirebilecek bir iradeleşme ve kararlaşmanın yaratılarak mücadele edilmesi gerekmektedir.
Söz konusu bölgedeki siyasal ve askeri gelişmelerin, gittikçe Türkiye-Kuzey Kürdistan’a da kaydığını söylemek mümkündür. Keza Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ciddi düzeyde gelişecek bir devrimci savaş, kesinlikle Ortadoğu ve dünya devrimini olumlu yönde etkiyecek bir nitelik taşıyacaktır. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci ve komünist dinamiği, tecrübeleri, enternasyonalist çizgi ve karakteriyle, önemli bir odak olduğu gerçekliği, doğru ve yerinde bir tespittir. Bu temelde Ortadoğu, her bir bölge ve yerelde kimin kimi alt edeceği ve kazanacağı, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki devrimle de doğru orantılı olarak gelişeceği ve belirleyici bir yerde etkileyeceğini rahatlıkla vurgulayabiliriz. Dünya halkları ve ezilen ulusların bugünkü baş düşmanı ABD emperyalizminin uşağı ve jandarması faşist Türk devletine karşı mücadele ve direnişimizin, Gordion düğümünü çözerek gerçek kurtuluş ve özgürlüğe doğru katedeceği yolu göstermesi açısından önemlidir. Kuşkusuz bu durum, diğer çok kutuplu uluslararası emperyalist blok güçler ile ittifak olarak asla anlaşılmamalıdır. Anti-emperyalist mücadele ve savaşımızla onlara karşı da olduğumuzu ancak bugünkü dünya gerçekliğinde okun sivri ucunu Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ABD emperyalizmine karşı yöneltmemiz gerektiğini daha fazla açık ederek belirtmek isteriz. Türk devleti başta gelmek üzere bölgedeki diğer uşak gericilikler ve taşeron örgütler ve çetelerin, kapsamlı ittifakları bölgede kılıçlarını çekip savaşmaktadırlar.
Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki devrimci ve komünistler, dünya gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimini de doğru ele alıp kavramalı ve devrimci savaşta ısrar etmeli. Kürdistan devrimini ortak değerlerimiz olarak kavrayıp, devrimci savaşımızı da bu temelde içerleyerek, devrim ve sosyalizme gidebilmeliyiz. Bunun ideolojik, politik ve askeri potansiyeline sahibiz ve görevlerimizi yerine getirebildiğimiz oranda bölge ve her bir yerdeki devrimci savaşımızı zafere taşıyabileceğiz.
Birleşik devrimci savaşta ısrar etmeliyiz
7 Haziran sonrası gerçekleşen Saray darbesi zincirleme biçimde karşı devrimin kendi içinde ve devrimci güçlere karşı darbeler ve faşist saldırganlığın iç içe geçtiği bir karşı devrimci silsileye yol açtı. Rejim krizi tarihinde görülmedik boyutlara ulaştı. Sarayın faşizmin tek adam rejimi yönünde reorganizasyonu yoluyla krizden çıkma stratejisinin başarı şansı var mı?
Partimiz MKP, AKP’nin hükümet olduğu ilk andan itibaren bir savaş hükümeti ve karşı-devrimin önemli bir odağı olduğu tespitinde bulunmuştu. Bugüne kadar yaşanan gelişmeler gösterdi ki, AKP bunu onlarca pratiğiyle tescilledi. Çok açık ki faşizme karşı, bütün ilerici, demokratik, devrimci ve komünist güçlerin topyekun birleşik devrimci direniş ve savaşta ısrar etmesi gerekmektedir. Faşist Türk devletinin saldırılarını durdurarak püskürtmek ve gerileterek yenmek, Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimcilerinin ortak görevi ve paydasıdır. Her kim ki böyle birleşik devrimci görevden kaçar, az önce söylediğimiz gibi, halk kitlelerinden, devrimden demokratik özgürlükçü bir toplumsal kurtuluş mücadelesinden kaçıyor demektir. Ve her kim ki böyle bir devrimci görevden kaçar, parçalı ve dağınık, kısır didişme ve rekabet kültüründen kopamamış, bizleri güçlü devrimci örgütlenme ve silahtan mahrum ediyor demektir.
Partimiz Maoist Komünist Partisi, birleşik devrim iradeleşmesi ve perspektifiyle, devrimci savaşın bileşeni olarak görev ve sorumluluğunu bir kere daha deklere eder. Ve hareketimizin yukarıdan en altlardaki sempatizan ve taraftarlara kadar tüm gücümüzle birleşik devrimin birer militan savaşçısı olarak görevlerine dört elle sarılarak mücadeledeki kararlılığını vurgulamak isteriz.
Özel mülkiyet sistemi ve bu temel üzerinden yükselen mülkiyet ilişkilerinden kaynaklı emperyalist kapitalist dünya ve ona bağımlı tekelci komprador kapitalist devletin yapısal-sistemsel krizden kurtulamayacağı gerçekliği bilinmek durumundadır. Yine buradan da beslenen sürekli devrevi krizlerden de bahsetmemiz doğru olandır. Ancak bir şartla ki, bugünkü Türkiye-Kuzey Kürdistan ekonomik ve sosyal sistemi, geçmiş süreçlerine göre uluslararası emperyalist sermayenin şimdiki merkezileşme ve derinleşmeyle ulaşılan durumuna çok daha fazla bağımlı hale gelmiştir. Her yönüyle bütün alanlarda uluslararası sermayenin geldiği boyuta göre yeniden yapılandırma durumu söz konusudur. Ve bu durumu emperyalist kapitalist dünya sisteminin krizlerinin de geçmişe göre daha kısa aralıklar ile ve kapsamı da daha fazla genişleyen bir hal aldığını vurgulamak isteriz. Önceki süreçlere göre bugünkü Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki ekonomik ve sosyal sistemi, emperyalist kapitalist dünya hegemonik sistemi ve işleyişiyle, çok daha iç içe geçmiştir. Bunun için, dünyanın hegemonik belli merkezlerinde ortaya çıkan kriz gerçekliği, bizzat ona göbekten bağımlı ve kırılgan durumuyla doğrudan alakalı olarak Türkiye-Kuzey Kürdistan ekonomik ve sosyal sistemini de hop ayağa kaldırıp hop yerlere indirmektedir. Faşist rejim krizinin de geçmiş süreçlere göre daha etkili kroşelerle egemenlik sistemini olumsuz etkilediği rahatlıkla anlayabiliriz. Erdoğan sultasındaki faşizmin, tek adam yönündeki reorganizasyonu, zaten başından beri tekçi faşist Türk devletini sistemiyle ters orantılı değil, bilakis onunla örtüşen ve uyumluluk arz eden bir durumunu da göstermektedir. Bu açıdan, Erdoğan önderliğindeki tekçi faşizmin koyulaştırılarak yapılandırılmasına, çok da şaşırmamak gerekiyor. Bu durumun hem uluslararası ayağı hem de doğrudan ve esas olarak da bunun üzerinden şekillenen Türkiye-Kuzey Kürdistan ekonomik ve sosyal sistemi yapılandırma gerçekliğindendir. Ancak Erdoğan liderliğindeki tekçi faşizmin yeniden reorganizasyonuyla, Türk devletinin krizden çıkma stratejisinin başarı şansı pek mümkün görünmemektedir.
7 Haziran genel seçimiyle ortaya çıkan irade temsili, Erdoğan ve AKP’nin planına çomak sokmuş ve ona önemli bir yenilgiyi tattırmıştı. Bu yenilgiyi hazmedememiş olacak ki faşizmin tek adamlıkla yeniden yapılandırılması için durmaksızın harekete geçilmiş ve yasal ve anayasal, açık ve gizli tüm duyargaları ve güçlerini seferber ederek ardı ardına faşist politikalarını sürdürmüştür. Bu manada faşizmin tek adamlıkta ısrar ifadesini bulan yönelimi de burada yatmaktadır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da kendisi dışında hiç bir gücün ve hareketin, ciddi düzeyde örgütlü ve kitlesel hale gelmemesi için topyekun bir seferberlikle faşist politikalarını pervasızca yürütmüş ve hala da bu yöndeki pratiğini gerçekleştirmektedir. En küçük bir muhalefet girişiminden bile korktuğu için demokratik alandaki yerel yönetimlerdeki seçilmişlere kayyum atamaları ve HDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklama temelli faşist operasyonlarıyla, tek adam sultası çılgınlığında ısrar durumu vardır. Zira topyekun faşist saldırı politikalarının karşı-devrimci savaş dışında başkaca ayakta kalacak bir yolu yada koşulu kalmamıştır dersek yanılmamış oluruz. Karşı-devrimci faşist savaşının, bizzat devletiyle birlikte, birleşik devrimci savaşımızla yıkılacağı da anlaşılmış durumdadır.
Demokratik kazanımları korumanın yolu illegal devrimci bir savaştır
Sarayın OHAL yoluyla iç çelişkilerini giderme, tüm demokratik kazanımları ve mücadele sahasını imha etmeye dönük çizgisinin püskürtülmesi ve karşı devrimin gerici iç savaş siyasetinin karşısına devrimci savaşla çıkılmasının imkanları var mıdır, varsa nedir ve hangi yoldan gerçekleşebilir?
Faşist Enver-Kemal-Hitler-Evren’e özenen Erdoğan efendi önderliğindeki iktidar kliğinin OHAL ve KHK’larla koyu faşizmdeki ısrarının bir sonucu olarak, iç muhalefeti de alabildiğince parçalayıp mecalsiz bırakma niyetini anlamak durumundayız. Geçmişte de faşist Enver, Atatürk, Hitler, Evrenler böyle yapmamış mıydı? Bizzat kendi egemen kliklerini daha fazla iktidarlaştırmak ve kalıcılaştırmak için, kendi iç muhalefetini de ezip geçmemişler miydi? Bugün de aynı şekilde geçmişin faşist liderlerinin tam tekmil bir uygulayıcısı ve öğrencisi olan Erdoğan‘ı, bu faşistlerin özü ve ruhunun yaşamdaki karşılığı olarak rahatlıkla görmek ve nitelemek doğru ve yerinde bir tespittir. Kendi içlerindeki muhalefeti bile en iyimser haliyle nasıl da susturulduklarını bizzat Abdullah Gül faşistine bakarak görmek, yeterlidir. Şimdi böylesi bir gerçeklik koşullarında, Türkiye-Kuzey Kürdistan’daki işçi ve emekçi, ilerici, aydın, sanatçı, akademisyen, kadın ve LGBTİ, gençlik, demokrat, yurtsever, devrimci, sosyalist ve komünistlere karşı, tabi ki gül uzatmayacak, aksine faşizmin tüm vahşiliğini kuşanarak pervasızlaşan saldırganlığında ısrar edecektir. Bu temeldeki tüm demokratik kazanımları, mevzileri ve mücadele sahasını, kendi egemenlik odağına ya mahkum ya da paramparça ederek her iki koşulda da tasfiyeye çıkan yola götürmeyi amaçlamaktadır. Karşı-devrimin tüm ezilen ve sömürülenlere yönelik faşist savaş stratejisinin karşısına, devrimci savaşla çıkılmasının tabi ki koşulları vardır. Zaten böyle bir koşulun olmadığını iddia edenin aklından zoru var demektir. Devrimci durumun yani devrimin objektif koşullarının, bizimki gibi uluslararası emperyalist dünya sistemine bağımlı faşist devlet karakterli sistem gerçekliğinde, devrimin koşullarının sürekli varlığının da altını çizmek isteriz.
Demokratik alan mücadelesi, kazanımları ve mevzilerini dahi korumanın yolu, bizzat illegal devrimci savaşta düğümleniyor. Koyu faşizm gerçekliğinde, düzen içi çözüm arayışları ve reformizmde ısrar pratiği, tasfiyecilik de önemli bir noktadır. 2000 yılının başlarından itibaren ideolojik politik bağlamda okun sivri ucunu, yasalcılıkta çakılıp kalan reformizme yöneltmemiz gerekiyor. Koyu faşizmin demokratik alana yönelik yürüttüğü kapsamlı saldırı ve tasfiye konsepti, hala reformist kulvarda kulaç atmakta ısrar edenlere yönelik iyi bir derstir. Buradan demokratik alan örgütlenme ve mücadelesini küçümsediğimiz ve ona kesinlikle ve tümden kapalı olduğumuz anlaşılmamalıdır. Demokratik alan örgütlenme ve mücadelesini de, devrimci savaşının bir bileşeni olarak görmekteyiz.
Karşı-devrimin topyekun faşist saldırılarına karşı, devrimci savaşla çıkılmasının oldukça elverişli koşullarının bulunduğunu zaten daha önce belirtmiştik. Karşı-devrimin gerici savaş siyasetinin karşısına devrimci savaşla çıkılmasının imkanların varlığını kabul ederken, diğer yandan bunun reformist yoldan değil, sistem içi olmayan devrimci yoldan ilerlenerek mümkün olacağını da belirtmeden geçemeyiz. Hem dünya hem de Türkiye-Kuzey Kürdistan objektif koşullarının, böyle devrimci olanağı ve avantajı, bizlere sunduğunu söyleyebiliriz.
Aşırı kar hırsıyla sermayenin her bir yerdeki yaşam alanlarının talanı, zulmü ve sömürüsü, bizlere devrimci savaşımız için önemli olanaklar ve avantajlar sunmaktadır. Zira dünyanın bir çok bölge ve yerelinde olduğu gibi Türkiye-Kuzey Kürdistan’da da bu temelde devrimci savaşla çıkan bizler varız. Halkların Birleşik Devrim Hareketi (HBDH), birleşik devrim hedefini benimsemektedir. Fakat hem her bir bileşen parti ve hareket hem de önemli eksiklik ve yetersizliklerimizle varız. Devrimci teoriden başlamak üzere, devrimin temel ideolojik, siyasi, örgütsel ve öncelikli askeri görevlerimize ilişkin pratik temsiliyette hala halkların bizlerden beklediği önemli görevlerimiz bulunmaktadır. Sadece beyan düzeyinde değil, pratikte de kararlaşma iradesini göstererek düşmana daha ciddi ve ağır darbeler indirme görevimiz vardır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’ın her bir yerinde birleşik devrimci savaşımızı nitel olarak ilerletmemiz ve daha da yaygınlaştırmamız gerekmektedir. Geçmişin kısır rekabetçi ve dar didişmeleri, parçalı ve dağınık hallerle esas da bir yere varılamayacağı, örgüt fetişizmi ve dar örgüt çıkarlarını gözeterek devrimin yeterince örülemeyeceğine ilişkin yeterince bilinçlendiğimizi ve önemli düzeyde de bunları geride bırakıp önümüze baktığımızı vurgulamamız gerekiyor.
Pratik politikalarda nitelikli temsiliyetler göstermemiz gerekmektedir. Özellikle yakın ve güncelliğinden kaynaklı kitlelerin kendiliğinden gelen Gezi-Haziran Ayaklanması ve 6-8 Ekim Serhildanı derslerinden öğrenerek ilerlememiz gerekiyor. Radikal devrimci militan çizgide daha fazla ısrar pratiği ve cüretiyle içerisinden geçtiğimiz süreci karşılamamız gerekiyor. Başta kadınlar ve cinsel yönelimler olmak üzere, gençler, işçi ve emekçiler, Kürt ulusu ve ezilen milliyetler ve Aleviler vb. inançlar, aydın ve sanatçıların, toplumun içerisine dalarak daha çok örgütlenmemiz ve birleşik devrimimize çok daha kitlesel karakter kazandırmamız gerekiyor. Birleşik devrim hareketimizin, demokratik ve özgürlükçü temelleriyle, halkların her kesimini bizzat kendi renkleriyle gönüllü demokratik doğrudan örgütlü güçleri haline getirmemiz gerekiyor. Söz, yetki, karar ve denetimin, doğrudan halk kitlelerinin belirleyiciliğinde özgün ve somut özyönetim örgütsel mekanizmalarını yaratmamız gerekiyor. Bakın o zaman, nasıl da birleşik devrimimiz, şaha kalkıyor ve bir sel gibi, karşı-devrimi alaşağı ederek demokratik özgürlükçü bir yaşam ve yönetim sistemi kazanılıyor. İnanın buna ulaşmak, kesinlikle imkansız değildir ve demokratik özgürlükçü birleşik devrimimiz kendi ellerimizle kazanılacak özgür geleceğimizdir. Böyle bir inanca ve kararlılığa, ısrara ve cürete, mücadeleye ve devrimci kazanmaya sahip olduğumuzu şimdiden deklere edebiliriz.
Yükselen faşist saldırganlığa karşı gerek devrimci özneler gerekse de kitleler bakımından anti-faşist birleşik hareketin siyasi ve askeri gelişim çizgisi ne olacaktır? Birleşik Devrim Hareketinin sürece daha etkin bir biçimde dahil olmasının yolu ve imkanları üzerine düşünceleriniz nedir?
Dersleri birikerek önemli bir deneyimi ortaya çıkaran her bir bileşenin tecrübelerinin merkezileştirilerek birleşik devrimimize kanalize edilmesi, oldukça önemlidir. Diğer yandan açık ya da kapalı, legal ve illegal tüm alanlarda daha fazla birleşik direniş ve mücadele, devrimci demokratik örgütlenme ve devrimci savaş pratiğinde ısrar etmemiz gerekiyor. Sürekli merkezi ilişkiler üzerinden en başta ezilen ve sömürülen halk kitlelerinin çıkarlarını gözeterek devrimci savaşımızı yükseltmemiz gerekiyor. Bunun için HBDH kuruluş amaç ve ilkelerimizle yükselttiğimiz birleşik devrim bayrağı, faşist devlete korku, halklara da büyük bir moral kaynağı olmuştur. Halkların öteden beri yürekleri ve bilinçlerinde var olan devrimcilerin birleşik hareketi, bugün stratejik değerdedir ve herkesin gözleri önünde yükseltilerek özleneni gerçeğe dönüştürmüş bulunmaktayız. Ancak pratik temsiliyetimiz hala oldukça yetersizdir ve bu görevden de kaçamayız.
Her yerelde birleşik direnişi yükseltmeliyiz
HBDH olarak kuruluşumuzdan şimdiye pratik sürece bakarsak, yeterli düzeyde başarılı olamadı ve çıkışıyla yakaladığı ivmenin önemli oranda gerisinde kaldı. Tabi ki bu durumumuz geçicidir ve mutlaka eksikliklerimizi gidererek bunları da aşacağız. HDBH olarak en başta yenilmez gücümüzü ve inançtaki kararlılık ve cüretimizi, halk kitlelerinin önemli, güncel, somut ve acil ihtiyaçlarına bağlı olmaktan alıyoruz. Bu iradeleşme ve kararlaşma cüreti, stratejik değerde bir cürettir ve ısrardır. Bu bilinçten hareketle de, diğer bütün anti-faşist ve devrimci güçleri gönüllü ve demokratik temellerde birleşerek yoldaşlaşma çağrımızı ve samimiyetimizi burada da yineliyoruz.
Daha fazla geciktirmeksizin, her bir bölge, alan ve yerelde birleşik devrimimizi örgütlemek, direnişi yükseltmek ve bu temelde devrimci savaşımızı geliştirmek zorundayız. Bundan başkaca da bir yol söz konusu değildir. Birleşik devrim hareketimizin sürece daha etkili bir şekilde dahil olması, güncel siyasal, örgütsel ve askeri görevlerimize pratikte yeterince sahip çıkmaktan geçmektedir. Bunun imkânları ve avantajları, hem geçmiş süreçlere göre, hem de şimdiki durumda oldukça vardır. Egemenlik odakları, bizlere bunun elverişli koşullarını kendiliğinden yaratmaktadır. Yeter ki inanalım, içselleştirelim, pratik görevlerimize dört elle sarılalım.
Kaynak: ETHA