MKP/HKO’lu kadınlar: “Kadınsız bir kurtuluş asla düşünülemez”

gerilla resim1Partimiz SHS’de kadının olmazsa olmaz rolüne vurgu yapmış ve kadın ordulaşmasını insanın büyük özgürlük mücadelesinde öncü ve önder güç olmasını savunmuş ve bunun pratik ayağını örmeye başlamıştır Bugün Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) içerisinde kadının özgün ve özerk durumundan kaynaklı özgün kadın örgütlenmeleri ve çalışmaları vardır. Bu çalışmalarla kadın yoldaşların savaşta önderleşmesinin adımları atılmaktadır. Mevcut koşullarda kadının yok sayıldığı, baskı altına alındığı, ikinci konuma atıldığı ve katledildiği gerçeklikte kadınların kendileriyle birlikte tüm insanlığı kurtuluşa götürecek o engin mücadeleye atılması, zincirlerinden kopup savaş siperlerinde yerlerini almaları gerekmektedir. Kadınsız bir kurtuluş asla düşünülemez ve kadının özne, önder ve öncü olmadığı bir devrim yürüyüşü ilerleyemez, ilerletemez

HABER MERKEZİ (07-05-2016)-Maoist Komünist Partisi/Halk Kurtuluş Ordusu(MKP/HKO) kadın gerillaları ile kadın mücadelesi başta olmak üzere güncel-siyasal gelişmelere dair yapılan röportajı öneminden dolayı okurlarımızla paylaşıyoruz

14 yıllık faşist “TC” devletine hükümet eden AKP’nin topyekûn savaş politikalarına karşı devrimci karşı koyuştaki siyaset tarzınız nedir?

Eftelya Awaz: Haziran Ayaklanması’ndan, bugünlerde takip ettiğimiz Sûr, Cizîr, Silopiya, Nisêbîn’deki direnişlere kadar kitlelerin direnişleri, faşist AKP hükümetinin baskı, şiddet, katliam politikalarıyla bastırılmaya çalışıldı. Kitleleri yıldırma çabaları baş gösterdi. Rojava ve Kobanê’deki direnişi baltalamak amaçlı açıklamalar ve çalışmalar yürütmeleri yetmezmiş gibi, ellerinden gelen her türlü desteği, lojistiği, ilişkileri IŞİD çetelerine sunmaktan, onları beslemekten geri durmadılar. Öte yandan Suriye üzerinden gerçekleştirmeye çalıştıkları dış politika taktikleri, bölgede esas aktör olma hevesleri emperyalistlerce de destek görmeyip, iktidarı boşa düşürmüştür. 7 Haziran seçimlerine gelecek olursak, başkanlık hayallerine veda etmesi ve iktidarın sarsılma tehlikesiyle halka ve tüm muhalif kesimlere yönelik saldırı politikaları ve şantajları AKP’nin maskesini iyice teşhir etti. Suruç ve Ankara katliamları bu çerçevede gerçekleşti. Kürt Ulusal Hareketi’nin ulusal direnişler içinde olması; kentlerde, ilçelerde, mahallelerde aylarca süren sokağa çıkma yasakları, buraları halklar için yaşanmaz hale getirme ve sonucunda göçe zorlama, akabinde tırmandırılan savaş, saldırı politikaları coğrafyanın genel özetidir diyebiliriz. Buralarda halk kitlelerinin direnişleri ve ödediği bedeller ise iktidarın dört koldan uyguladığı savaş konseptinin nasıl boşa düşürülebileceğinin, göğüslenebileceğinin birer örneğidir. İktidarın azgın politikaları yalnızca topuyla tankıyla da değil. Bugünlerde direniş mahallelerinin kamulaştırma projesini gündeme getiriyorlar. Fakat bu yıldırma hamleleri nafiledir. Çünkü artık halklar, uluslar her saldırıya direnişlerle cevap oluyorlar. Bunun farklı bir örneğini Karadeniz’de Artvin-Cerrattepe’de görmemiz mümkündür. Karadeniz halkının emeğini, doğasını rant amacına dönüştürme girişimleri yine kitlelerin direniş barikatlarına çarptı. Hangi coğrafyadan bakarsak bakalım, faşist iktidar bugün emperyalizmle göbekten bağını zayıflatmamak adına rolünü oynamakta ısrarcı, fakat sancılar içerisindedir. Çünkü her hamlesinde karşısında toplumsal tepkiyi, direnişi büyüten kitleleri buluyor. Bu çok önemli. Ayrıca şunu da unutmamak gerek; iktidarın tüm bu politikalarını uygulamaya çalışması, onlar açısından muazzam çelişkiler de doğurmaktadır. Bunlar bizler açısından avantaja dönüştürülebilecek meselelerdir. Burjuvazinin kendi içindeki çelişkileri, iktidar içinde yaşanan çatlaklar, AKP’nin emperyalist politikalar çerçevesinde kuşatılmışlığı ve ağır yükümlülükler altında olması, Kürt ulusuna karşı girişmiş olduğu savaş saldırganlığı ister istemez iktidarı zayıflatan, siyasi ve ekonomik krizlere taşıyacak bir süreç başlangıcıdır. Bu bakımdan bizlerin siyaset tarzı; coğrafya genelinde yükselen tüm toplumsal hareketleri ve direnişleri sahiplenmek, savunmak ve onların parçası olmaktır. Özellikle bu tipte azgın savaş konseptlerinin uygulandığı süreçlerde güç birliği, ittifaklar ve devrimci cephelerin oluşması ayrıca bir önem arz etmektedir. Zaten bu perspektiften hareketle bir bileşeni olarak Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni önemsiyor ve ciddiyetle ele alıyoruz. Bu bağlamda Partimizin tüm alanlarında süreci göğüsleyebilmek için, hem demokratik hem askeri alanlarda mücadeleyi somut adımlarla yükseltmek, kitleleri yaşanan ve yaşanacak süreçlerde bilinçlendirmek, öncüleştirmek, ayrıca kazanacağımız reformlar noktasında bu kazanımları ötelemeden ilerletmek bizim yönelimimizdir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da mevcut durum devrimin lehindedir, bizlerin görevleri de bu koşulları değerlendirip devrim mücadelemizi geniş halk yığınları nezdinde yaygınlaştırmak ve daha da ileri taşımaktır.

Maoist kadınlar olarak gelecek özgür bir dünya yaratmak için yürüttüğünüz Sosyalist Halk Savaşı’nda kadının rolüne dair yaklaşımınız nedir?

gerilla resim2Özlem Diren: Bildiğiniz üzere partimiz gerçekleştirmiş olduğu 3. Kongre ile ülkemizin sosyo-ekonomik yapı tahlilini yeniden yapmış ve ülkemizi kapitalist olarak değerlendirmiş, bu sonuca bağlı olarak devrimimizin niteliğinde de, stratejisinde de değişikliğe gitmiştir. Savaş stratejisi olan Sosyalist Halk Savaşı(SHS) stratejisi ülkemiz ve dünya için yeni bir strateji olup Partimiz açısından da yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Partimiz SHS’de kadının olmazsa olmaz rolüne vurgu yapmış ve kadın ordulaşmasını insanın büyük özgürlük mücadelesinde öncü ve önder güç olmasını savunmuş ve bunun pratik ayağını örmeye başlamıştır. Bugün Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) içerisinde kadının özgün ve özerk durumundan kaynaklı özgün kadın örgütlenmeleri ve çalışmaları vardır. Bu çalışmalarla kadın yoldaşların savaşta önderleşmesinin adımları atılmaktadır. Mevcut koşullarda kadının yok sayıldığı, baskı altına alındığı, ikinci konuma atıldığı ve katledildiği gerçeklikte kadınların kendileriyle birlikte tüm insanlığı kurtuluşa götürecek o engin mücadeleye atılması, zincirlerinden kopup savaş siperlerinde yerlerini almaları gerekmektedir. Kadınsız bir kurtuluş asla düşünülemez ve kadının özne, önder ve öncü olmadığı bir devrim yürüyüşü ilerleyemez, ilerletemez.

Berfin Yılmaz: Bizler kadının değiştirici ve dönüştürücü rolünü hem yaşam içerisinde hem bulunduğu mücadele içerisinde kanıtladığına tanıklık ettik. Bundandır ki, kadının kurtuluşunun devrimde olacağını savunmaktayız. Yani sistem içinde sıkıştırılmış toplumsal reform taleplerinin bu sorunun köklü çözümü olmayacağının bilincindeyiz. Nihai olan kurtuluşumuz ise; bizleri her gün parça parça katledenlerin, burjuva devlet mekanizmasının alaşağı edilmesiyle mümkündür. Kadının kurtuluşu ve sınıfların ortadan kaldırılmasını, sınıfsal mücadeleyi ayrı ele almak mümkün değildir, olamaz da. Partimiz de bu minvalde 3. Kongre ile birlikte tüm mücadele alanlarında, SHS stratejisinde kadının değiştirici, dönüştürücü rolünü öne çıkaracak bir perspektifte bulunmuştur. Devrimimizin özneleri olan kadınlar da bu bilinçle hareket etmelidir. Gerek komünist parti içerisinde gerek devrim yürüyüşümüzde şiarımız “Kadınlar Yönetime, Kadınlar İktidara”dır. Bu doğrultuda kadınlar kendi haklı mücadelelerinin birebir öncüsü ve önderi olma perspektifini benimsemeli. Türkiye-Kuzey Kürdistan ve dünya özgülünde devrimimizin stratejisi olan SHS’de kadınlar öncü güçlerimizdir. Şehirde ve kırda savunduğumuz kadın ordulaşması, bu savaşın kadının öznesi olduğunun göstergesidir. Kadın yaşamın her alanında, her anında insanın ilk eşitsizliğini ortadan kaldırmakta, buna neden olan zihniyetle topyekûn savaşabilmektedir. Çünkü biz Maoist kadınlar olarak biliyoruz ki, kadınlar bir sorun veya sorun yaratan değillerdir. Bu anlayışla mücadele etmek, köklü bir şekilde ortadan kaldırabilmek, zorun zor ile yıkılabileceği ilkesinden de anlaşılacağı gibi savaşmaktan geçer. Son olarak şunu belirtmeliyim; zihniyet sorunu olan tüm zihniyetçi yaklaşımlara karşı devrim mücadelesi içerisinde dahi önce kadınımızdan başlayarak kararlı, cüretkâr bir mücadeleye atılmak zorundayız.

Eftelya Awaz: Coğrafyamız özgülünde değişen koşullara bağlı olarak, temelde üretim ilişkilerinin niteliğindeki değişiklik ve sınıfsal değişimler savaş stratejimizi de güncellememizi gerekli kılmıştır. Halk Savaşı Stratejisi’ni proletarya ve geniş halk yığınlarını kapsayan ve şehirleri de kırlar kadar önemli bir mücadele merkezi haline getiren Sosyalist Halk Savaşı Stratejisi şeklinde güncelledik. Partimiz bu tespitle en geniş halk kitlelerini merkezine alırken, kadının devrim mücadelesindeki rolünü de ciddi bir şekilde ele almaktadır. Kadının gerek partileşmesi, gerek ordulaşması ve gerekse bulunduğu diğer mücadele alanlarında öncüleşip önderleşmesi için yeni pratik politikalar önüne koymuş ve bu politikaların pratik çalışmalarını da kırda ve şehirde örmeye başlamıştır. Bir devrim mücadelesi hiç şüphe yok ki kadınlar olmadan gerçekleşemez tasavvuru biz kadınlar için yeterli değildir. Çünkü bizler kadınlar özne olmadığı, öncüleşmediği bir devrim mücadelesinin gerçek anlamda zafere ulaşamayacağı kanaatindeyiz. Partimizin de bu yöndeki belirlemeleri doğrultusunda önümüzde aciliyetle yapılması gereken görevlerimiz var ve bu görevler bizlerin savaşı omuzlamasını gerektirmektedir. Bu bakımdan özellikle Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ve Ortadoğu’daki savaş realitesi önemli bir örnektir. Bu gerçeklikten hareketle acil görevlerimizin başında kadın ordulaşma yönelimimiz ve bu konudaki çalışmalarımızı daha da ileri seviyeye çıkartma hedefimiz vardır. Önemle belirtmeliyim ki; SHS ile kadının öncüleşmesi perspektifi tarihsel bir adımdır.

Royem Sidar: Kadın sorunu ve kadına bakış açısı her sistemde, her toplumda, her ortamda açıktan ya da biraz daha inceltilmiş haliyle kendini var eder. Devrimci mücadele alanlarında ya da gerilla alanlarında da erkek egemen zihniyet, baskın olmasa da bilinçli olmadan, niyetten bağımsız, inceltilmiş haliyle yansımasını bulmaktadır. Kadın bu alanlarda, devrim mücadelesi içerisinde bundan kopmayacak şekilde kendi savaşını da ayrıca yüklenir. Partimiz bu gerçekliğe göre yapmış olduğu 3. Kongre’de önüne birçok perspektif koymuştur. Bundan hareketle Partimiz için SHS’de kadının özneleşmesi, komutanlaşması ve özgün alan örgütlülüklerini oluşturabilmesi es geçilmeyecek bir önem taşımaktadır. Kısacası SHS kadının özne olma savaşıdır, kadının kendi rengini öncü kimliği ile buluşturduğu, militanlaştırdığı, devrime yürüdüğü noktadır.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da artan kadın cinayetleri ve erkek egemen baskısına karşı neler söylemek istersiniz?

Özlem Diren: Ülkemizde kadın cinayetleri ve kadına uygulanan şiddet faşist AKP iktidarıyla birlikte daha fazla artış göstermiştir. Bu artış AKP iktidarının uyguladığı politikaların bir sonucudur. Milletvekillerinden, bakanlarına, başbakanına tüm bürokrasi ile kadının ezilenin ezileni durumu kendi iktidar organlarıyla her fırsatta kadınlara hatırlatmakta; kadının ne giyeceğine, nasıl oturup kalkacağına, kocasına nasıl daha iyi bir eş olacağına, kaç çocuk doğuracağına ve gülmesinin sınırlarına kadar kadının tüm yaşamına müdahale etmekte, bununla kalmayıp kadının yaşam haklarını elinden alan katillerini korumakta hatta ödüllendirmektedir. Aynı zamanda faşist AKP’nin yasaları, hâkimleri, savcıları tecavüzcüyü öldüren kadına ağırlaştırılmış müebbet verip kadının tecavüze uğramasını doğal bir olaymış gibi meşrulaştırmaktadır. Tabi kadının bu gerçekliği sadece AKP iktidarıyla ortaya çıkan bir durum değildir. Karşımızda erkek egemen bakış açısının bin yıllardır sürdürdüğü toplumsal bir gerçeklik vardır. Bu sorun erkek egemen bakış açısına karşı verilecek olan güçlü, ısrarlı bir mücadele ve zihniyet devrimleriyle aşılacaktır.

Berfin Yılmaz: Türkiye-Kuzey Kürdistan’da artan kadın cinayetleri faşist soykırımcı erk devleti ve bugün onun karanlık yüzü olan AKP hükümetinin toplumsal cinsiyetçi zihniyetinin ürünüdür. Kadının saçının telinden bile korkan bir zihniyet onun yaşamı üzerinde kurduğu tahakkümle nasıl oturacağına, kimi seveceğine, hangi iş alanında çalışacağına karar vererek kadını iradesizleştirmeye çalışmaktadır. Kadınlar bugün de “en sevdikleri” tarafından katledilmektedir. Bunda erk devletin yasalarla teşvikinin önemli bir rolü vardır. Kadınlar tecavüzcüler ile evlendirilmekte, öldüğü için dahi suçlanmakta, faillerine ise ‘bu kadın da hak etmiş’ denilmektedir. Medya ise bunu gazetelerin 3. sayfasında, TV’lerde doğallaştırarak ve yol yöntem göstererek servis etmektedir. Bugün kadınlar cephesinden kadın cinayetlerine karşı toplumsal bir muhalefet geliştirilmektedir, ancak yeterli değildir, olamaz da. Var olan muhalefetin daha güçlü bir şekilde örülerek kazanımların devrimci savaşımla ilerlemesi perspektifi güdülmektedir. Kadınlar örgütlenmeli, örgütlenerek özgürleşmeli. Yaşamlarını gasp eden, kan ve zulümle iktidar olanların iktidarını yıkmayı hedeflemelidirler.

Eftelya Awaz: Toplum her geçen gün artan kadın katliamları, taciz, tecavüz haberleriyle karşılaşmaktadır. Genelde medya aracılığıyla ulaşılan bu haberler dışımızda, uzağımızda, bizlerden bağımsız yaşanan olaylar değildir. Kimimiz sokakta kimimiz ailemizde ya da kendi yaşamımızda birebir karşılaşmış veya yaşamışızdır. Bu soruna bu kadar yakınken duyarsız kalmak mümkün değildir. Burjuva medyanın bu haberleri halka servis ediş tarzını her zaman teşhir etmeliyiz. Toplumu duyarsızlaşmaya iten bu bilinçli hareketi bir sistem aracı olarak teşhir etmeliyiz. Çünkü yaşanan bir kadın sorunu aslında senin, benim, diğer tüm kadınların da sorunudur. Bu tarihsel sorunun bir tezahürü de hukuk boyutundadır. Tacize, tecavüze uğrayan kadın olurken, onun haklarını güvenliğini sağlamak bir kenara, kendini savunma hakkını da en ağır cezalarla hukuksal zeminde kılıflandırıyorlar ya da ‘kendi rızası var’ klişesi altında yapılan insanlık suçlarını örtbas ediyorlar. Kadın yalnızca bu şekillerde baskılanmıyor. Mahalle baskısı ile faşist iktidarın öncelikli toplumsal rollerinin, annelik, iyi bir eş gibi rolleri sürekli dayatmasıyla, dini sınırlamalarla kadının iradesine müdahaleyle daimi olarak baskılanmaktadır. Şunun ayırtına varmak gerek, ifade ettiklerimiz -ki bunlar yaşadıklarımızdır- bizim irademiz dışında, erk zihniyetin ürünü olan olaylar, olgulardır. Bunu bilmek neyle karşı karşıya olduğumuzu ve ona karşı ne yapmamız, nasıl yapmamız gerektiği noktasında bizleri aydınlatacak cevapların önemli bir parçasıdır. Tekrar tekrar ifade ediyoruz ki, bugün görevimiz mevcut erk zihniyetinin karşısında tüm toplumsal alanlara girerek, kadının mevcut sorunlarıyla çözümü olma noktasında ilişkiler geliştirip, kadınları mücadele alanlarına çekmek, kadın direnişini örgütlemek sistemin kirli politikalarını tek tek teşhir etmek ve savaşarak onu ortadan kaldırmaktır.

Royem Sidar: Kadın katliamlarını, yabancılaşmasını, ötekileştirilmesini her sistemde farklı biçimlerde kendini gösteren bir bütün kadın sorununda, sınıf olgusundan ve erk zihniyetinden bağımsız ele alamayız. Tekrar vurgulamakta fayda var ki, kadın sorununu yaratan kadın değil, sınıf olgusu ve egemen sınıfın yarattığı erk zihniyetidir. Kadın sorunu kendini her sistem özgülünde farklı biçimlerde açığa vurur. Bu bakış açısı kendisini feodal toplumlarda kadın katliamları, tecavüzler, kara çarşafa büründürme şeklinde yansıtırken; kapitalist-emperyalist sistemde özgürlük yanılması yaratarak kadın bedeni ve cinsiyetinin metalaştırılması ve yabancılaştırılması olgularıyla üstü kapalı bir şekilde, sadece biçim değiştirerek kendisini dışa vurur. Bir sistemde fiziken öldürmek, ortadan kaldırmak biçiminde açığa vuran bakış açısı diğer sistemde kadının rengini, ruhunu ortadan kaldırıp, özüne yabancılaştırarak katleder aslında. 14 yıllık Sünni AKP iktidarının ideolojik olarak kadına bakış açısı da % 100 artan kadın cinayetlerinde kendini dışa vurmaktadır. Biz bu zihniyeti tecavüzcüsünü öldürdüğü için idam edilen Reyhanehlerden, Özgecanlardan, Muş Varto’da işkence edilerek çırılçıplak halka teşhir edilen gerilla bedeninden yine özünden uzaklaştırılan ve direndiği için katledilen binlerce kadından biliyoruz. Bu savaş kadının özüne, rengine dönebilmesinin savaşıdır. Ve bu savaş her dönem için aciliyetini koruyan ertelenemez bir savaştır. Bugün tüm kadınların ‘Kadınım kendi savaşımın savaşçısıyım’ şiarını içselleştirerek rengini kuşanmasının, militanlaşmasının vaktidir.

Kinem Yıldız: Aslında en büyük kötülük mülk denilen ve insanlık tarihinin baş belası bu en ağır yükün yarattığı bu iki zıtlık mülkiyet sisteminin kendini ifade etmesiyle devam ede geldi. Binlerce yıldır yaşamı kadına zindan eden erkek egemen zihniyeti, yeryüzünü kadını yok sayarak yönetmiş ve iktidarlaşmıştır. Kadın erk iktidarın hegemonik baskısından yokluk derecesine düşürülmüştür. Bugün kadın toplumsallaşması ve binlerce yılın kölelik zincirlerini kırması, erk zihniyeti karşısında güç olması dolayısıyla daha fazla baskı ve şiddete maruz kalmıştır. Kadının iradeleşmesi, nesne konumundan çıkıp, yaşamda özneleşmesi sonucu ile artan kadın cinayetleri elbette ki tesadüfî değildir. Erkek egemen zihniyeti erkeğin kadın ile olan ilişkisini; kadını ezme, ona hükmetme, bedenen ve ruhen bir baskı altında tutma ve katletme gerçekliğidir. Bugün, şiddet, taciz, tecavüz nasıl yasalarla meşrulaştırılmışsa, kadının öldürülmesi de o kadar meşrulaştırılmıştır. Hatta toplumsal algıda sıradan bir duruma gelmiştir. Var olan faşist devlet aygıtı erkek egemen zihniyetini tüm kurumlarıyla (eğitim, din, felsefe, siyaset, hukuk) canlı tutmaktadır. Her kadın cinayetinde, cinayeti meşrulaştıran bir politik tutum alınmış, katil ise onu aklayan yasalarla haklı çıkarılmıştır. Namus cinayeti, töre cinayeti, onurunu koruma cinayeti adıyla kadını ölüme mahkûm etmiştir. Kadına yönelik şiddet elbette salt psikolojik bir durum değildir. Binlerce yılın eril zihniyeti, feodalizmden artakalan düşünce sistematiği ve feodal değerler, kadın üzerinde yaptırım gücü olmuştur. Mevcut faşist “TC” devleti ve ona hükümet eden AKP hükümetinin kadın politikasında muhafazakâr geleneksel kadını yaratmak ve devam ettirmek vardır. Bu profilin dışında hareket eden ve buna muhalif olan kadınları ise ucubeleştirir ve katleder. Dünyanın her yerinde erkek egemen zihniyeti hâkimdir, bunun sonucunda ise, dünyanın her parçasında kadına şiddet ve baskı farklı biçimler alır. Fakat özünde kadının ikinci sınıf olma gerçekliği yatar. Avrupa ülkelerinde, Ortadoğu’da, Latin Amerika’da, Uzak Doğu’da bu baskı ve şiddet farklı biçimler almaktadır. Avrupa’da sözde demokrasi kılıfıyla kadın katledilmekte, şiddete maruz kalmakta, Ortadoğu’da recm ve idam edilmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ise töre ve namus cinayetlerine kurban edilmektedir. Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında yaşanan kadın cinayetlerinin özünde burjuva demokratik devrimlerinin yaşanmaması, feodal değer yargılarının, burjuva anlamda dönüşememesi bu sorunun bir kısmını teşkil etmektedir.

Mevcut bölgesel savaşın Ortadoğu halklarına açtığı sonuç ve Rojava’da ortaya çıkan Kürt gerçekliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kinem Yıldız: Şimdiye kadar anlattıklarımız Kürt kadınını da kapsamaktadır. Farklı olarak ekleyebileceğimiz, Kürt kadınının ulusal olarak da bir baskı altında olduğu, milli zulme uğradığı gerçekliğidir. Kürt kadınının özellikle ‘90’lı yıllarda gelişen ulusal kurtuluş savaşının bir öznesi olma yolundaki mücadelesi, bugün gelinen aşamada Kürt kadınının savaşın bir parçası olduğunun bir göstergesidir. Bunu en iyi Rojava’da görebiliriz. Sınıfsal kurtuluşu sağlayacak bir yönelimde olmasa da, nihai kurtuluşu hedef almasa da, Kürt kadını Rojava özgülünde savaşının öznesi olmuştur. Feda ruhu ile kendi sorununa sahip çıkmıştır. IŞİD gibi barbar, gerici, emperyalist beslemesi çetenin karşısında kimliğine, ulusal değerlerine, insanlığına sahip çıkma mücadelesi örnek teşkil edecek bir duruştur. Rojava kadını üretimde, yönetimde ve savaşta pozisyonu itibariyle yetersizliklerine rağmen bir deneyimdir. Fakat nihai kurtuluş olarak savunamayız. Sınıfsal baskının özüne dokunmayan bir yaklaşım, sorunun gerçek anlamda kadının tüm baskılardan arınmasını sağlayamaz.

Maoist kadınlar olarak 44’üncü yılında andığınız önderiniz İbrahim Kaypakkaya şahsında Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarına vermek istediğiniz mesaj nedir?

Özlem Diren: Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminin önderi Kaypakkaya yoldaşın önderliğinde kurulan gerilla resim3ve Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ürünü olan Partimiz 44. savaş yılında özgürlük yürüyüşündeki ısrarını büyütmekte. Bizler bu ısrarımızı komünist önder Kaypakkaya yoldaş ölümsüzlüğe uğurladığımız şehitlerimizden devraldık. Tüm inatçılığımızla, tüm olumsuzluklara rağmen yenilmediğimizi ve ezilen halklarımızla bütünleştiğimiz müddetçe de yenilmeyeceğimizi, tekrarlıyoruz. Tarih bizlere göstermiştir ki kitlelerin bizzat öznesi olmadığı devrimler geriye dönüşler yaşamıştır. Partimiz de kitlelerin devrimimizin özneleri olma rolüne dikkat çekmektedir. Mevcut emperyalist kapitalist dünya sistemi, hâkim güçlerinin aralarındaki çelişkilerden ve uyguladığı siyasetlerden de anlaşılacağı üzere derin bir krize doğru gitmektedir. Halklarımız ve dünya hakları bu fırsatı değerlendirerek KP önderlikleriyle birleşip devrimi icra etmeleri ihtiyacın ötesinde zorunlu bir hale gelmiştir. Bu duruma halklarımızın ve KP’nin bilinçli devrimci müdahalesi olmazsa, karanlık bir geleceğin bizleri beklediği durumu çok da uzak bir ihtimal değildir. Bu durum karşısında kurtuluşun alternatifi olan Partimiz saflarında devrimimizin özneleri olan tüm işçileri, kadınları, gençleri ve ezilen emekçi halklarımızı örgütlenmeye, savaşmaya, büyük direnişleri örmeye ve sosyalizmi inşa etmeye çağırıyoruz.

Berfin Yılmaz: Partimiz 44. yılında komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci savaş kararlılığıyla komünizm yürüyüşüne devam etmektedir. Komünist önder İbrahim Kaypakkaya kitlelerin devrimin öznesi olma bilinciyle hareket ederek halk kitlelerinin demokratik devrimci uyanışlarını, mücadelelerini sahiplenerek Türkiye-Kuzey Kürdistan özgülünde ve dünya gerçekliğinde önderlik yapma iddiasında tereddütsüzdür. Kaypakkaya ideolojisi, mücadelesi, geleneği ezilen halkların egemen sınıfa olan sınıf kininin dirençle, savaşla vücut bulduğu alandır. Buradan hareketle tüm ezilen emekçi halklarımızı kendi haklı savaşlarının mücadelesini sahiplenerek, kuşanarak her alanı direniş kalesine çevirmeye çağırıyoruz.

Royem Sidar: Bizler Maoistler olarak Kaypakkaya ideolojisini yoldaştan devraldığımız kararlılık ve cüretle her alanda yaşamsallaştırarak, bize devrettiği mücadeleyi yüklenerek, onun direngenliğini kuşanarak, tüm insanlığı kurtuluşa götürecek bu yolda yürüyoruz, yürüyeceğiz. Tüm insanlığı özgürlüğe götürecek olan bu yürüyüşün öznesi olan kitlelerin bu mücadeleyi omuzlamaları, mücadelede yerini almaları ve yeni dünyamızı yaratmaları şarttır. Bu noktada devrimin dinamik rolü olan gençliği, devrimin kopmaz öznesi olan kadınları ve bir bütün olarak ezilen-emekçi halklarımızı bu direnişi kızıllaştırarak, büyüterek kavga alanlarında olmaya çağırıyoruz.

Eftelya Awaz: Şunu belirtmeliyiz, ülkemiz devrim mücadelesi tarihinde İbrahim Kaypakkaya yoldaş bir mihenk taşıdır. Coğrafya özgülünde ortaya koyduğu tezleri, Kürt sorununu ele alışı, Kemalizm’in teşhiri gibi konularda mücadele tarihine ciddi katkıları olmuştur. Dersim dağlarından, Diyarbakır zindanlarına kadar bir direnişin sembolü olması yönüyle de Kaypakkaya’nın yolumuzu aydınlattığını ifade etmeliyiz. Sizin vasıtanızla 44 yıllık mücadele mirasımızı daha da ileriye taşıma bilinci ve inancıyla halklarımızı selamlıyoruz. Bizler bugünün devrim beklentisini, ihtiyacını erteleyemeyiz. Kitlelerde son yıllarda ivme kazanan toplumsal tepki ve muhalefeti mücadele merkezlerine kanalize etmek durumundayız. Çünkü şunu biliyoruz ki, kitleler olmadan onların yaratıcı değiştirici, dönüştürücü rolü olmadan bir devrimin olması mümkün değildir. Bilhassa kadınların tüm çelişkileriyle birebir yüzleştiği kendi sorununu artık tanıdığı ve ortaya koyabildiği gerçekliğinin ayırdında olarak kadınlara kendi savaşının savaşçısı olması çağrısını yapıyoruz.

Şair diyor ya: “Bir şeyler var değişmesi gereken, önce acılardan başlanacak.” Evet değişmesi gereken bir toplum, bir dünya, bir yaşam var. Yeni insan, yeni yaşamın değiştirici dönüştürücü öznesi ise; bugünün direnen, savaşan kadın olmak durumundadır. Egemenler bugün bize nasıl ki kirli savaşları dayatıyor ve savaşın en ağır bedellerini kadınların omuzlarına yıkıyorsa, kadınlar da kendi savaşlarının savaşçısı olarak en ağır bedellerle egemenlerin dünyalarını başlarına yıkacak ve özgür geleceği kendi güçlü avuçlarında taşıyacaklar. Zafer bu şekliyle tarihe not düşülecek. Tüm ezilenlerin kurtuluşu, Sosyalist Halk Savaşı’yla gelecek, kendi elleriyle şekillenecek. Bu sebeple ezilen emekçi tüm halklarımızı Parti saflarında örgütlü mücadeleye, şehirlerde, kırlarda silahlı mücadeleyi, savaşı büyütmeye çağırıyoruz.

Kinem Yıldız: Tarih hafıza-i beşerdir. Uzun yürüyüş basit bir adımla başlamıştı. Fakat tarihsel bir bellek yarattı. İşte devrimler tarihi de her zaman en mütevazı adımla başlar. Ancak yaratılacak olan o özgür toplum, düzenin vaat ettiği hapishaneye dönmüş sınırlarından çok daha büyüktür. Halklarımız kendi öz gücüne dayanarak sosyalist devrimi yaratacaktır. Unutmamalıyız ki halklarımızın salt varlığı dahi egemenlerin en büyük korkularından biridir. Onların zorbalığı ve yıkıcılığı karşısında devrimin ateşleyicisi kitlelerdir. Coğrafyamız özgülünde gelinen aşamada ırkçı-faşist saldırganlık tırmandırılıyor. Kürt ulusuna karşı yürütülen imha, inkâr politikası, gençliğin, kadının, işçi ve emekçilerin yok sayılması, pasifize edilmesi, katledilmesi, bugün coğrafyamızda büyük bir devrimci karşı koyuşu şart koşturmuştur. Bu doğrultuda halklarımıza çağrımız şudur ki; Partimiz ile kenetlenme, SHS ile özgür toplum ve özgür insanı yaratmaktır. Gün, özgürlük kavgasını komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın bilimsel sosyalizm için attığı o adımı dağlarda, şehirlerde büyütme günüdür. İlk çağda insanlık taşı taş üstüne koyarak bir dünya yarattı. Barbarlık ise, o günden bugüne taş üstünde taş bırakmadı. İşte insanlık kendi emeğine, yaşam kavgasına buradan başlamalıdır. Her şeyin kader ve alın yazısı ritüeliyle topluma dayatılan dar ve bencil dünyaya karşısında halkımız, yeni ve özgür toplumun yaratıcısı olmalıdır. Bu tarihi bir zorunluluktur. Karanlığın modern tiranlarına karşı SHS’yi büyütelim.

http://www.halkingunlugu.net/