MKP’li Yıldız: ‘Halkların Birleşik Devrim Hareketi milyonların özlemidir’

mkp-roportaj12 Mart’ta ilan edilen HBDH içerisinde yer alan MKP temsilcisi Kinem Yıldız, birleşik mücadele hattının tarihsel ve stratejik anlamda önemli olduğunu belirterek HBDH’nin milyonların özlemi olduğunu ifade etti

HABER MERKEZİ (14-03-2016) – 12 Mart’ta ilan edilen Halkların Birleşik Devrim Hareketi içerisinde bulunan Maoist Komünist Partisi (MKP) temsilcisi Kinem Yıldız, ANF ile bir röportaj gerçekleştirdi.  Birleşik mücadele hattının tarihsel ve stratejik anlamda önemli olduğunu belirterek HBDH’nin milyonların özlemi olduğunu ifade eden Yıldız’ın röportajını olduğu gibi yayınlıyoruz.

12 Mart 2016’de Kürdistan dağlarında 10 örgütün ilan ettiği Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin önemli bileşenlerinden biri de Maoist Komünist Partisi.

Birleşik mücadele hattının tarihsel ve stratejik önemi olduğunu belirten MKP temsilcisi Kinem Yıldız, yapılan birliğin yaratacağı sonuçların Kürdistan ve Türkiye’nin yanı sıra bölgesel etkide bulunacağını söylüyor. MKP temsilcisi ile Halkların Birleşik Devrimci Hareketi üzerine yaptığımız söyleşide de önemli tespitler var.

Neden birleşik mücadele?

Devrim mücadelesi ya da onun bir parçası olan tek tek ya da yerel mücadeleler sürekli birlik, eylem birliği, cephe, ittifak gibi politikaları ve bu noktada yürütülen tartışmaları dünden bugüne sürekli canlı tutmuştur. Devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelede bu tartışmalar devrimci mücadelenin bir ihtiyacı olarak sürekli gündemleşmiştir. Ve daha iyisini nasıl yapabilirize cevap olarak ta daha da gündemleşecektir.

Bu tartışma ve ihtiyaç keyfi bir şey değildir. Devrim isteyen, radikal değişiklik isteyen ve bu düzenin-sistemin değişmesini isteyen milyonların arzusu ve ihtiyacıdır. Ne var ki milyonlar dağınıktır. Örgütsüzdür ya da politik hareketlerin-örgütlerin çevresindedir. İşte ihtiyaç buradan çıkmaktadır. Politik hareketleri ortak düşmana karşı bir araya getirmek dağınık olan kitleleri toparlamak, ve daha etkin ve güçlü bir mücadeleyle (aynı zamanda çok yönlü mücadeleyle) sonuç alıcı hamleler yapmak. Bu başarıldığı oranda Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketinin tek tek müfrezelerinin bu güne kadar yapmaya çalıştığı ama yetersiz kaldığı-başaramadığı şeye ulaşmak daha olanaklı ve mümkün olacaktır.

Maoist Komünist Partisi’nin birlik çalışmalarındaki çabaları şu ana kadar nasıldı?

Bu açıdan baktığımızda Partimiz Maoist Komünist Partisi yıllardan beri birleşik mücadelenin, cephe siyasetinin stratejik önemine vurgu yapsa da ve bu noktada çeşitli girişimler ve pratik adımlar atılsa da deneyim-tecrübe anlamında olumlu, fakat sonuç alıcılığı açısından yetersiz kaldığını kabul etmektedir.

Tarih açısından bakıldığında; İbrahim Kaypakkayaların, Mahir Çayanların, Deniz Gezmişlerin, Mazlum Doğanların pratik tutumları veridir. Yan yana gelip ortaklıklar oluşturmasalar da yaptıkları eylemler ve düşünsel yaklaşımları birleşik mücadelenin tohumlarını atar niteliktedir. Bundan dolayı devrimci hareketlerin hem teorik hem de pratik olarak üzerinde yükseldikleri zemin vardır hem de oldukça güçlüdür. Bugüne kadar elde edilen deneyim ve tecrübeyle ve de devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelenin geldiği aşama ve aldığı boyut düşünüldüğünde bu zemin daha da güçlüdür.

Belirtmek gerekir ki, devrim ile karşı devrim arasındaki mücadelede bir tutum-tavır geliştirirken ve ona yönelik siyaset belirlerken gerçeğe yakın belirlemeler yapmak gerekmektedir. Ve bu önemlidir. Doğruya yakın tespitler yapılmadığında, doğru siyasette belirlenemez ve doğru konumlanma da gerçekleştirilemez. Yetersizlikleriyle, eksiklikleriyle ve olumlu yanlarıyla dünden bu güne kadar oluşturulan ortaklıkları, eylem birliklerini ve cephe girişimlerini böyle ele alıp değerlendirmek gerekiyor. Yani her olay ve olgu ortaya çıkan ihtiyaç ve girişim kendi tarihsel koşulları içinde ele alınmalıdır. Bu tarihsel gerçeklikten kopuk ele alınan belirlemeler ve bu belirlemelere denk düşen örgütlemelerin toplumda bir karşılığı olmamaktadır.

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde ortaya çıkan tablo da bu süreç için olumlu bir etki yaptı mı?

Devrimci-sosyalist-yurtsever hareket uzun bir süredir hem kendi içinde hem de devrimci kamuoyu önünde birleşik mücadeleyi tartışmakta ve genel çağrılar yapmaktadır. Bu tartışmaların ve çağrıların bir sonucu olarak legal demokratik siyasette önemli diyebileceğimiz adımlar da atıldı. İçeriğine-yönelimine-hedeflerine vb. eleştirilerimiz olsa da ve çeşitli boyutlarıyla kamuoyuyla paylaşsak ta önemli bir adım olduğunu vurgulamak gerekiyor. Ki, Maoist hareket son süreçlerde birleşik mücadelenin örülmesi ve genişletilerek daha etkin olması perspektifiyle oluşan bu legal demokratik siyasetle ittifak yaparak 7 Haziran ve sonrasında da 1 Kasım genel seçimlerine katıldı. Buradan da görülüyor ki güçler arasında farklılıklar olsa da ortak noktalarda birleştiğinde  büyük bir dinamizm ortaya çıkarabiliyor. Ve kitlelere güven veren adımları atabiliyor. O zaman bunu geliştirmemiz, ilerletmemiz ve sürekli hale getirmemiz gerekmektedir. Bu, devrimci hareketin önündeki zorunlu-stratejik bir görevdir.

Peki neden böylesi bir birlikteliğe ihtiyaç duyuldu?

Devrimci-sosyalist-yurtsever hareketin, legal demokratik siyasette geliştirdiği birleşik mücadele-ittifak politikası devrim mücadelesinin bazı sorunlarına-çelişkilerine cevap olmakla birlikte bütünü karşısında yetersiz kalmaktadır. Bunun nedeni, kendisini sınırlayan hukuksal bağlayıcılığı, egemen sistem içindeki resmiyetidir. Bu açıdan legal demokratik siyasetten daha fazlasını beklemek anlamsız olacaktır. Ve o görevi, yani daha fazlasını yapabilecek olan, silahlı devrim mücadelesini esas alan devrimci-sosyalist-yurtsever hareketin elinden almak, onları anlamsız kılmak olacaktır.

Legal demokratik siyasetle devrim yapılamayacağı mücadele tarihinin öğrettiği bir gerçektir. Legal demokratik siyaset bazı iyileştirmeler, reformlar elde edebilir fakat silahlı ve örgütlü ceberut devlet ve sistemi yıkabilecek bir rolü yoktur. Ve buna göre konumlanmamıştır da. Hukuksal- yasal çerçeve ve “resmiyeti” bu sınırlılığı anlatmaktadır.

Legal demokratik siyaset kendine alan bulduğu oranda ihtiyacın bir bölümünü karşılamaktadır. Unutulmamalı ki ancak kendine alan bulduğunda kendini ifade edebilmektedir. Ve yarın bu alan kapatıldığında-ortadan kaldırıldığında bu siyaset alanı da eskisi gibi varolmayacaktır. 12 Eylül gibi darbelerin yaşandığı ve koyu faşist gericilik yılları buna örnektir.

Burada şu soru sorulabilinir: Legal demokratik siyaset devrim mücadelesini sonuca ulaştıracak olanak-araç-yöntem ve biçimlerine sahip değilse bunu kim yapacak? İşte, stratejik dediğimiz meselede burada. Bunu yapacak olanlar, sonuca gitmede hiçbir engel tanımayan, buna göre örgütlenmiş ve konumlanmış araçlar olmalıdır ki, esas kazanımlar elde etmek ve kazanılan mevzileri korumak mümkün olsun. Bahsettiğimiz araçlar illegal temelde örgütlenmiş silahlı mücadeleyi savunan ve  yadsımayan devrimci parti ve örgütlerdir.

Birleşik mücadele ne gibi sonuçlar ortaya çıkaracak?

Partimiz devrim- sosyalizm mücadelesi gibi milyonları yakından ilgilendiren bir meselenin, bir partinin ve bu partinin etrafında örgütlenmiş militanlarla değil, partimizin etki alanı dışındaki milyonlarında katılmasıyla olanaklı olduğunu savunmaktadır. Devrim kitlelerin eseridir. Partilerin değil. Bizlerin düzen sınırları içine hapsedilmiş, düzen partilerinin peşlerine takılmış milyonları da yanımıza çekmemiz zorunludur. Ve devrimi yapacak olan kitlelerin devrimi sürdürmeleri de bir o kadar önemlidir. Biliyoruz ki, nasıl ki bugün devrim isteyen kitleler kendilerini politik bir örgütle ifade ediyorlarsa, yarın da kendilerini politik bir örgütle, fikirle ifade edeceklerdir. Yani bizim düşündüğümüz gibi düşünmeyeceklerdir. O zaman onları kovacak mıyız? Hayır. Kendi renkleriyle devrime katılmalı ve daha iyisini yapmak için devrimi ileri taşımak için kendisini devrim sonrası da örgütleyebilmeli- fikirlerini savunabilmelidir. Biz buna proletarya ve emekçiler devleti/demokrasisi demekteyiz. Böylesi bir devletle, böylesi bir demokrasiyle devrimi ilerletebiliriz. Bundandır ki, bugünden bu renkleri kabul etmek, birlikte çalışmak, ortak yürümeyi geliştirmek zorunlu. Birlikte mücadele etmeli, birlikte başarmalı, birlikte yürütmeli ve birlikte ilerlemeliyiz.

Esasımız şudur; devrimi hedeflemeli-komünizme kilitlenmelidir. Burjuva devlet aygıtı zor gücüyle paramparça edilmelidir. Diyalektik ve tarihsel materyalist bilim ve komünizm ideolojisi esas alınmalı ve yol göstermelidir. Devrimi yapmada ve devrimin ilerletilmesinde kitleler seferber edilmelidir. Bu esaslar hedeflediğimiz proletarya ve emekçiler devletinin içeriğidir.

Böyle bir perspektif bugün ele alındığında birleşik mücadelenin önemi ve stratejik olarak yeri daha iyi anlaşılır.

Bugünün mücadele açısından önemi ve özelliği nedir?

Bugün birleşik devrimci mücadele, genel devrimci mücadelenin gelişimi açısından muazaam derecede önemlidir. Bu bir slogan ya da iyi niyet olarak algılanmamalıdır.

Türkiye-Kuzey Kürdistan’da ki devrim mücadelesi 12 Mart ve ’80 öncesi sürecin sunduğu olanaklara benzer gelişmeleri devrimci harekete sunmaktadır. Hatırlanacağı üzere o süreçler devrimci hareketlerin bastırılması, ezilmesi ve halk kitlelerinin sindirilmesiyle sonuçlandı. Ve devrimci hareketler büyük darbeler aldı. Yenilgiye uğradı. Bugün, kitlelerin sürekli hale gelmiş kendiliğindenci büyük kabarışları olmasa da uygulanan anti demokratik-faşist uygulamalar, devlet ve sistem içinde yaşanan çelişki ve tıkanmalar hem kitle hareketlerinin büyümesine zemin hazırlamakta hem de yaşanan bu çelişki ve tıkanıklıklar devrimci hareketin ve devrim mücadelesinin gelişmesine büyük olanaklar sunmaktadır. Devrimci hareket büyük bir çıkış ve sıçrama yaratabilir ve gidişatın devrimci hareketi olumsuz yönde etkileyecek bir rotaya evrilmesine karşılık bir duruş sergileyebilir. Ya dağınık durarak sürece müdahale etmeye çalışacak, bunda da ne kadar başarılı olacağı belli değildir. Ya da güçlerini birleştirerek sürece müdahale etmede etkili bir duruş sergileyecek. Başka seçenek yoktur.

Biraz daha açabilir misiniz?

Öncesi olmakla birlikte, emperyalist-kapitalist ekonomi politikaların istemlerine yeterli düzeyde cevap veremeyen faşist Türk Devleti, diğer yarı sömürgeler gibi yeniden yapılandırılmanın programına dahil edilerek ve aktör olarak dizayn edilen AKP eliyle bir sürecin içine sokuldu.

%99’u Müslüman olan bir toplumda, dini sürekli canlı tutarak yürütülen bu süreçte, egemenler arasındaki çelişkide öne çıkan ve ayak direyen kesimlere karşı Ergenekon, balyoz vb adı altında yürüttüğü tutuklamalar ve bu tutuklamalarla birlikte “sivilleşme” propagandaları, darbelere karşı tepkisi olan kitlelerin olumlu yönde dikkatini çekerken, demokrasi mücadelesinin konularından olan Kürt sorunu, Alevilik sorunu, aydın-sanatçılar sorunu gibi bir çok sorunun “çözüm” için oluşturduğu çalıştaylarda “demokratikleşme” argümanıyla geniş şekilde kitlelere sunuldu. Bunun dışında AB’ye üyelik adı altında çıkarılan uyum yasaları Avrupa’ya özenen aydınların ve kitlelerin desteğini aldı. Tüm bu ve benzeri adımlar en geniş şekilde kamuoyuna sunulurken, hükümet olan AKP, süreç içinde halk desteğini de ardına alarak iktidarlaşmada büyük olanaklar elde etti ve rakiplerine karşı büyük bir üstünlük sağladı.  Üstünlüğünü sağlamasında büyük etkenlerden biri de “barış ve çözüm” adı altında Kürt Ulusal Hareketiyle kurduğu ilişkidir. Bu, çatışmasız bir ortamın oluşmasına zemin sunarken, iktidarlaşma da rakiplerine karşı daha güçlü hamleler yapmasına da fırsatlar sundu. “Demokratikleşme”, “çözüm” vb argümanlarla büyük bir manipülasyon hamleside yürüttü.

Ne var ki, dini argümanların ve dini ritüellerin canlı tutulması kendini laik olarak adlandıran toplumu karşı karşıya getiren bölünmeye götürdüğü gibi, toplumun yaşam tarzına müdahaleyi de gündeme getirerek hoşnutsuzlukların artmasına zemin sundu. Bunun dışında tek başına hükümet olmanın ve tek başına yasa çıkarmanın avantajıyla ekonomik çıkarları doğrultusunda yasalar çıkararak uygulamaya soktu. Özelleştirme adı altında tüm Kamu İktisadi teşebbüslerini sermayeye sattı. Kentsel dönüşüm adı altında sermayeye yeni rant kapıları açtı. Doğayı tahrip eden, coğrafyayı yaşanmaz hale getiren HES gibi projeleri zor kuvvetiyle uyguladı-uygulamaya devam ediyor. Dindar gençlik yaratma hedefiyle eğitim müfredatlarını değiştirdi. Kadını eve ve kocasına bağlayan, köleliğini meşrulaştıran uygulamaları yeni yeni yasalarla pekiştirdiği gibi, kadına yönelik şiddeti arttıran-teşvik eden yasal düzenlemeleri-uygulamaları savundu. Vb vb. İşçi-emekçi kesime yönelik sömürüyü arttırdığı gibi çalışma güvenliğine yönelik işvereni koruyan düzenlemeler yaptı. Köylü çiftçinin üretemez hale gelmesine ve toprağını terk ederek kentlere göç etmesine neden olan tarım politikalarını hayata geçirdi. Bu ve benzeri politikalar toplumun tüm kesimlerinde tepkilerin birikmesine ve sokağa yansımasına neden olurken, şiddet ve zoru kullanmakta eskileri aratmayan bir yönelimi sergilemekten geri durmadı. Hakkını arayan yada bu uygulama ve politikalara karşı çıkan kesimleri de “marjinal” vb tanımlarla teşhir etmeye ve demokratikleşme önünde ayak direyenler olarak lanse etmeye ve toplumu algı operasyonlarıyla bölmeye çalıştı. Ve gün geçtikçe de bunu boyutlandırarak-genişleterek yaptı-yapıyor.

AKP-Erdoğan iktidarının özellikleri ve HDBH’nin bu kliğe karşı mücadelesinin özellikleri neler?

Devlet içindeki egemenlik savaşında Erdoğan-AKP kliği tek başına hükümet olmanın ve yasa çıkarmanın avantajıyla iktidar koltuğuna oturdu ve kendine rakip gördüğü tüm kesimleri tasfiye etmek, tasfiye edemediğini de baskı altında tutmak için burjuva yasalara meydan okurcasına pratik yönelime girdi. Burjuva siyaset alanında dahi kendisini, siyasetini-politikasını eleştiren her kesime baskı uyguladı, uygulamaya da devam ediyor. Toplumsal muhalefete karşı da en barbar baskı ve şiddeti de kullanmaktan geri durmamaktadır. Gelinen aşamada bunun dozajını arttırarak “ben bilirim, ben yaparım, siz de uyun” demektedir. 7 Haziran öncesine kadar “barış-çözüm” adı altında oyaladığı Kürt ulusuna ve hareketine 24 Temmuzdan sonra katliamlar eşliğinde saldırıya geçti. Bu anti-demokratik, dozu giderek artan faşizme karşı sesini yükselten aydın-akademisyenlere dahi tahammül edemeyerek hedef tahtasına oturttu. İşçi, emekçi, köylü, gençlik, kadın vb’leride bu saldırılardan nasibini alırken her türlü faşizan baskı uygulanıyor.

Tüm bu uygulama ve yönelimin dozu gittikçe arttırılan faşizmin, oluşturulmaya çalışılan daha koyu faşist diktanın bir nedeni vardır. Ve bu nedenler devrimci harekete Birleşik Mücadele için büyük bir zemin sunmaktadır.

Nedir bunlar?

7 Haziran genel seçimleri gösterdi ki, Erdoğan-AKP iktidarı kitle desteğini kaybetmektedir ve kitlelerin hoşnutsuzluğu artmaktadır. Seçim sonuçlarına bakıldığında, AKP’nin tek başına hükümet kuracak desteği bulamadığı anlaşılıyor. İktidara yeni oturan ve iktidarını pekiştirmek isteyen Erdoğan-AKP kliği, iktidardan düşmenin yalnızca siyaset sahnesinden silinme anlamına gelmeyeceği, aynı zamanda uyguladığı ekonomik-politika, yolsuzluk, adaletsizlik vb nedenlerden dolayı da kendilerinden ağır hesap sorulacağını da bilmektedirler. Bu gerçekler Erdoğan-AKP kliğini korkutmakta ve tedirgin etmektedir. Olanaklar olmasına rağmen 7 Haziran sonrası koalisyon yapma konusundaki oyalama tavırları ve bu süreçte azgın bir şekilde yürüttükleri faşist-katliamcı uygulamalar topluma “ben yoksam siz de yoksunuz” mesajıydı. Bu saldırılar eşliğinde korku cenderesine sokulan toplumla 1 Kasım seçimlerine girmeyi hedefledi. Amacı, her yol ve yöntemi uygulayarak 1 Kasım genel seçimlerinde tek başına hükümet olmak ve iktidarını pekiştirmek için kaldığı yerden devam etmektir.

1 Kasım seçimlerinde istediği sonuca ulaşmış görünüyor. Bu seçim sonuçları korku iklimine sokulan, terörize edilen ortamda toplumun istemeye istemeye verdiği oylardı. Yaşamda da karşılığı yoktur. 7 Haziran seçim sonuçları Erdoğan-AKP iktidarının aldığı desteğin gerçek göstergesidir ve bu destekle hükümet olmak imkânsızdır. 1 Kasım seçim sonuçları ise gerçeği yansıtmamaktadır. Bunun farkında olan Erdoğan- AKP iktidarı, saldırılarını arttırarak toplumu cezalandırmakta, sindirmeye ve baskı altına almaya çalışarak faşist iktidarını baskı ikliminde kalıcılaştırmaya çalışmaktadır. Bu birinci nedendir.

İkinci neden, 7 Haziran seçim sonuçları ve sonrasındaki gelişmeler de gösterdi ki, AKP iktidarı kendi içindeki bütünselliğini de yitirmekte ve zayıflamaktadır.

Üçüncü neden ise, Erdoğan-AKP iktidarının dış politikada izlediği yolun emperyalistleri rahatsız ettiği ve çeşitli biçimlerde bunu dışa vurduğu gerçeğidir.

Dördüncü neden ise, Kürt Ulusal Hareketinin devrimci mücadelesinin esasta Kuzey Kürdistan’da olmak üzere Rojava’da da faşist devleti içinden çıkılamaz bir sürece soktuğu, devletin Kuzey Kürdistan’da kontrolünü yitirdiği ve uluslararası alanda teşhir ettiğidir.

Beşincisi ise; yaşam tarzından, barınma hakkına, mahallesinden nasıl düşüneceğine, inancından işine neyi-nasıl eleştireceğinden nasıl konuşacağına ve eğitimine kadar müdahaleyle karşı karşıya kalan kitlelerin hoşnutsuzluğunun giderek artması, Gezi-Haziran başkaldırısı gibi ayaklanmaları hazırlayan tekçi faşist politikaların alttan alta öfke biriktiriyor olmasıdır.

Yani Erdoğan-AKP iktidarı aslında zayıf dönemlerini yaşıyor..

Tüm bu nedenler yan yana geldiğinde iktidarının ilk yıllarında hem kitle desteği, hem kendi içinde daha bütün ve de emperyalistlerin her türlü desteğini alan Erdoğan-AKP kliği, bugün bu desteklerin zayıfladığını görmektedir.

Bundandır ki saldırılarını arttırmakta ve faşizan uygulamaları Hitleri aratmayacak şekilde gündemleştirmektedir.

Erdoğan-AKP iktidarı gerçek anlamda hükümet olamamıştır, en zayıf olduğu dönemi yaşamaktadır. Bu azgın saldırganlığı da zayıflığından ileri gelmektedir.

Faşizmi iyice tırmandırarak iktidarını pekiştirmeye ve daha azgın bir faşist dikta oluşturmaya çalışan Erdoğan-AKP iktidarı karşısında bugün beklemek, hareketsiz kalmak, bu faşist iktidarın kendini toparlaması, yeniden kendisini tahkim etmesi için zaman kazanması ve daha azgın faşist bir diktanın inşa edilmesi anlamına gelecektir. Diğer düzen partilerinden nitelik olarak bir farkı olmamakla birlikte faşizmi daha da derinleştirerek ve yaygınlaştırarak uygulamaya ve toplumu daha karanlık günler götürmeye çalışan Erdoğan-AKP iktidarı öne çıkan birincil hedef olarak toplumun büyük kesiminin haklı nefretini kazanmıştır. Bu nefreti bilinçli  bir tavra, örgütlü bir harekete dönüştürmek devrimci-sosyalist ve yurtsever hareketin öteleyemeyeceği bir görevdir Ve bugün bu göreve sahip çıkmak ertelenemezdir.

Faşizme, öne çıkan Erdoğan-AKP iktidarına karşı ortak bir cephe oluşturarak Birleşik Mücadele yürütmek bu saldırıları püskürtmek, daha da önemlisi geriletmek ve devrime giden yolun önünü açmak, Türkiye-Kuzey Kürdistan halklarının istemi ve talebidir. Bizler bu talebe cevap olabilmeliyiz.

Halkların Birleşik Devrim Hareketi’nin Kürdistan, Türkiye ve bölge halkları için önemi nedir?

İşte bundandır ki, bizler oluşturulan Halkların Birleşik Devrim Hareketi’ni önemsiyoruz. Gelişmeler böylesi Birleşik Mücadeleyi önümüze görev olarak koyarken bunu eylem birlikleri düzeyinde ele alamazdık. Bu olanak ve ortaya çıkan fırsatları görememek ve mücadeleyi geriye çekmek olacaktı. Oysa bugün eylem birliklerinin ilerisinde bir adım atılması, daha ileri bir mücadele yürütülmesi, daha kapsamlı plan-program-hedef ve örgütlenme yaratılması gerekirdi ki, bizler de bunu yaptık. Bugünün ihtiyacı böylesi bir perspektife sahip bir örgütlenmedir. Hedeflediğimiz Birleşik Mücadelenin, devrimci mücadele için ön açıcı bir misyona sahip olduğunu belirtmeliyiz.

Fazla yorum yapmaya, üzerinde çokça tartışma yürütmeye gerek yok. Gezi-Haziran başkaldırısıyla halk kitlelerinin verdiği mesaj öğreticidir. Birleşik mücadelenin eylem birlikleriyle güne cevap olamayacağını, daha ileri bir perspektif ve örgütlenmeyle cevap olunabilineceğini göstermiştir.

Halkların Birleşik Devrimci Hareketi’nin kurulması önemli bir hamle. Peki bu hamle ile kısa, orta ve uzun vadede ne gibi sonuçlar ortaya çıkacak?

Emperyalist-kapitalist paradigma ve onun bileşenleri olarak faşizm ve tüm gericiliklere karşı halk kitlelerinin tarihsel ve güncelde özlemle umut ettiği birleşik mücadele, somutta adımını attığımız Halkların Birleşik Devrim Hareketi, ezilen ve sömürülenler cephesinden devrimci-demokratik bir hamledir.

Maoist Komünistler olarak, eylem birliklerine taktiksel ve günübirlik değil, stratejik ve uzun erimli bakmakta ve ele almaktayız. Stratejik birleşik mücadele ve devrimci savaş halkların çıkarınadır ve kitlelere hizmet etmektedir.

Birleşik Mücadele bağlamında Halkların Birleşik Devrim Hareketi; gönüllü ve tamamen demokratik devrimci hukuk kuralları çerçevesinde pratikleşmiştir. Bu düzlemde bütün tekçiliğe ve ötekileştirmelere karşı olduğunu ısrarla belirtmektedir.

Maoist Komünist Partisi(MKP) olarak, birleşik mücadele ve bu temelde oluşturulan tüm birlik platformlarına doğru-yanlış temelinde yoldaşça ideolojik mücadele, bütün tecrübelerin karşılıklı paylaşılması, örgütsel-politik irade ve eylem birliği ve de sürekli olarak merkezi ilişkilerin devamı perspektifiyle yaklaşmaktayız. Ve inanıyoruz ki, ajitasyon ve propaganda da serbestlik, eylemde birlik anlayışıyla devrimci-demokratik mücadele ve savaşımızın seküler-komünal bir yaklaşımla nitel sıçrama ve ilerlemeyi de daha fazla geliştireceğiz.

Sözün özü; kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz Halkların Birleşik Devrim Hareketi ile şimdi çok daha güçlü ve düşmanlarımıza çok daha büyük, sarsıcı darbeler vuracak ve devrim yürüyüşümüzü ilerleteceğiz.

http://www.halkingunlugu.net/