Artık yatmaları gerekiyordu, ama kimsenin gözünde uyku kalmamıştı Herkes bir şeyler düşünüyor, söylenenleri ölçüp biçiyor, anlamaya çalışıyordu Yeni isçi uydurma yatağına uzandı Uykusu yoktu ve Ekim Devrimi`ni düşünmek istiyordu Burada böyle bir devrim olur muydu acaba? Temiz giysiler giydiğini, küçük sıcak bir evi olduğunu düşündü Bu düşüncesinden utanmış gibi evsiz sokakta yaşayan bütün arkadaşları için de birer ev ve is hayal etti. Küçüklüğünden beri çektiği sefaletin, işsizliğin, mutsuzluğun ve ezilmişliğin üzerine bir umut ışığı doğmuştu sanki. Bunlar bitebilir diye düşündü. Birden aklına Ekim Devrimi`nin hangi yıl olduğu sorusu takıldı. İhtiyarı uyandırmayı düşündü ama vazgeçti. Bunun önemi yoktu aslında, önemli olan devrimin gerçekleşmiş olmasıydı. Yârın ihtiyarla daha etraflıca konuşmaya karar verdi. Daha çok şey bilmek istiyordu. Okumak öğrenmek ve yazmak istiyordu devrimi. Uzun zamandır kendini böyle mutlu hissetmemişti. Bu düşüncelerle uykuya yenik düştü. Rüyasında durmadan koşuyordu. Sınıf kardeşleriyle güneş koşuyordu. Her dönemeçte, her kavşakta çoğalıyor, bir orduya dönüşüyorlardı. Güneşe ulaşacaklardı. Bu yeni ekimlerin rüyasıydı
HABER MERKEZİ (06.12.2016)-Milyonlarca İşsizlerden sadece biriydi. Bir haftadır iş arıyordu ve en sonunda inşaatta iş buldu. Hangi işi yapmamıştı ki? Ayakkabı mı boyamadı, simit mi satmadı? Ah şu zabıtalar da olmasa. Her seferinde elindeki sandığı, tepsiyi alıyorlar, onu ekmeğinden ediyorlardı. İnşaattaki işle bu beladan kurtulduğu için sevindi. Yevmiyesi azdı, iş ağırdı. Ama şikâyet etmiyordu. Hem kalacak yeri de olacaktı. Az yatmamıştı soğuk kış gecelerinde köprü altlarında, parklarda, arkadaşlarıyla yaptığı tenekeden barakalarda. Kimileri hırsızlıktan yatıyordu belki, kimileri kavga çıkarmaktan. Bu kader arkadaşlarını çok seviyordu. Benzer bir geçmişleri, ortak yasam koşulları vardı hepsiyle. Aslında onlar milyonlaraydı.
İşe başlayalı birkaç gün olmuştu. İnşaatta daha şimdiden yeni dostları olmuştu. Onlar mevsimlik isçilerdi. Yani kışın inşaatlarda çalışıp para biriktiriyor, yazın da memleketlerine dönüyorlardı. İnşaattaki çalışma ve yaşam koşulları çok ağırdı. Sabah şafak sökmeden uyanıyor, yarım ekmek, çay ve birkaç zeytinden oluşan sabah kahvaltılarını yaptıktan sonra çalışmaya başlıyorlardı. Kimisi harç karıyor, kimisi duvar örüyor ya da sıva yapıyorlardı. Henüz yeni olduğundan kendisi harç karıyor, ustalara dağıtıyordu. Bu iş hava kararıncaya, hatta bazen akşam geç saatlere kadar yaklaşık 12 saat sürüyordu. Daha ilk günden elleri su toplamıştı kürek tutmaktan. Yine de su kabarcıklarını patlatıp işe devam ediyordu. Saat bugün o kadar ağır işliyordu ki, paydos edildiğinde ayakta duracak durumda değildi. Bütün isçiler gibi o da elini yüzünü yıkayıp isçilerin kaldığı “koğuşa” girdi. Kendini bir döşeğin üstüne attı ve bu fakir koğuşu, yeni evini incelemeye koyuldu. Yerde toz toprak içinde uzanmış bir kilim vardı. Tıpkı isçilerin elleri, bedenleri gibi o da yıpranmış lime lime olmuştu. Onun etrafında yan yana dizilmiş sekiz tane uzunca döşek vardı. Bunlar isçilerin yataklarıydı. Kapısı olmayan koğuşun pencereleri birer naylonla kapatılmıştı. Ve tepede cılız sarı bir ışık sallanıyordu. Şimdi bütün isçiler iş saatinde patronun kötü bakışları altında sigara içememenin acısını çıkarıyorlardı. Odada keskin bir tütün ve ter kokusu hâkimdi. Sonunda beklenen an geldi ve sulu, salçalı patates çorbası isçilerin tam ortasına konarak büyük bir iştahla yenmeye başlandı. Akşam yemeği isçiler için günün en güzel anıydı. Yemekten sonra sigaralar tüttürülürken isçilerin arasında neşeli bir sohbet başladı. Koğuşun yeni üyesi için her şey ne kadar sade ve dostçaydı burada. Kimi bırakıp geldiği küçük çocuğunun resmini ona gösteriyor, kimi memleketini ne kadar özlediğini anlatıyordu. Bu insanları bir araya getiren neydi? Onlar neden sevdiklerini, sıcak yuvalarını bırakıp, bu koğuşta toplanmışlardı. Neydi onları mecbur eden. Neden sabahtan akşama kadar çalışıyor, neden patronları kendilerine bu kadar eziyet ediyordu? Kölemeydi onlar? Üstelik patron hiç bir Alinleri dökmeden sadece emirler ve küfürler yağdırıyordu? Hep böyle mi olacaktı onların yaşamı? “Yapacak bir şey yok ki; böyle gelmiş böyle gidecek” diye düşündü. İsçilerin gürültüleriyle bu düşüncelerinden sıyrıldı. İsçiler aralarında hararetli bir tartışmaya girmişlerdi. Az önce Sabancı ve Koç gibilerinin zenginliklerinden söz ederken iki isçi arasında bir tartışma çıkmıştı. Biri Sabancı`nın aslında iyi biri olduğunu, fakirlere, isçilere yârdım ettiğini, okullar yurtlar yaptırdığını söylüyordu. Diğeri ise bütün zenginlerin isçilerin düşmanı olduğunu savunuyordu: “Bütün zenginler aynı, yaptıkları okullara biz gidebiliyor muyuz sanki. Patronlar her yerde patron. Hepsi de isçilere az para verip onları sömürüyorlar. Simdi onlar sıcak evlerinde, rahat koltuklarında oturuyorlar. Bizim halimiz de ortada. Hayatımız boyunca bütün yevmiyelerimizi biriktirsek bile onların arabalarına evlerine sahip olamayız. Onlar da zaten çalışarak değil, bizim sırtımızdan kazandılar bütün servetlerini. Bu şekilde bize şirin görünmeye çalışıyorlar” diyordu. Bu isçi yaşamını inşaatlarda geçirmiş, beyaz saçlı, iri yapılı, hafif kambur, yüzü kırışıklıklarından birçok deneyim yaşadığı belli olan yaşlıca biriydi. Patron da onu, yaşlıca olduğu için kovmakla tehdit ediyordu ne nasırlı ellerinin, ne de ihtiyar yüreğinin bu yaşama dayanacak gücü kalmamıştı. Artık isyan ediyordu. Bütün koğuş, bu yaşlı isçiye saygı duyuyordu. Söylediklerinin doğru olduğunu da hepsi biliyordu. Ama yapacak bir şey yoktu onlara göre. Bu isçilerin kaderiydi. Bu alınyazısını isçiler nasıl değiştirebilirdi ki? İsçilere göre bunu kimse yapamamıştı şimdiye kadar. İhtiyar, isçilerin düşüncelerini dinledikten ve aralarındaki kargaşa sona erdikten sonra, bütün dikkatlerini üzerine toplamaya çalışarak onlara bir “hikâye” anlatacağını söyleyip konuşmaya başladı. İsçilere Rusya’daki isçilerin kötü kaderlerini nasıl tersine çevirdiğini, zenginlerin, patronların bütün mallarına nasıl el koyduklarını ve nasıl kendi kendilerinin patronları olduklarını anlatıyordu. İhtiyarin gözünde kitaplardan okuduğu, arkadaşlarından dinlediği Ekim Devrimi canlanıyor, içi coşkuyla doluyordu. İsçilerin kafası karışmıştı iyice. Sorular soruyorlardı sürekli. Koğuşun yeni üyesi söz alarak; gerçekte yaşanıp yaşanmadığını, gerçekse kimin yaptığını, böyle bir şeye patronların nasıl izin verdiğini sordu. Yaşlı isçi de bu genç isçinin şaşkın sorularından keyiflenmişti. “Elbette isçiler patronlarından izin almadılar. Kendilerine ait olanları patrondan zorla aldılar. Üstelik binlerce isçi bu savaşta öldü. Kimin yaptığına gelince devrimi kendileri yaptılar. Bu yeni düzeni kendi nasırlı elleriyle kurdular. Birlik olduktan sonra biz de devrim yapabiliriz. Yeter ki bize yol gösteren birileri olsun. Rusya`da isçilere Lenin yol gösterdi” diye cevap verdi. İhtiyar yarattığı etkiden memnundu. Ekim Devrimi`ni isçilere anlatmıştı isçiler geç saatlere kadar soru sordular, bunu tartıştılar. Artık yatmaları gerekiyordu, ama kimsenin gözünde uyku kalmamıştı. Herkes bir şeyler düşünüyor, söylenenleri ölçüp biçiyor, anlamaya çalışıyordu. Yeni isçi uydurma yatağına uzandı. Uykusu yoktu ve Ekim Devrimi`ni düşünmek istiyordu. Burada böyle bir devrim olur muydu acaba? Temiz giysiler giydiğini, küçük sıcak bir evi olduğunu düşündü. Bu düşüncesinden utanmış gibi evsiz sokakta yaşayan bütün arkadaşları için de birer ev ve is hayal etti. Küçüklüğünden beri çektiği sefaletin, işsizliğin, mutsuzluğun ve ezilmişliğin üzerine bir umut ışığı doğmuştu sanki. Bunlar bitebilir diye düşündü. Birden aklına Ekim Devrimi`nin hangi yıl olduğu sorusu takıldı. İhtiyarı uyandırmayı düşündü ama vazgeçti. Bunun önemi yoktu aslında, önemli olan devrimin gerçekleşmiş olmasıydı. Yârın ihtiyarla daha etraflıca konuşmaya karar verdi. Daha çok şey bilmek istiyordu. Okumak öğrenmek ve yazmak istiyordu devrimi. Uzun zamandır kendini böyle mutlu hissetmemişti. Bu düşüncelerle uykuya yenik düştü. Rüyasında durmadan koşuyordu. Sınıf kardeşleriyle güneş koşuyordu. Her dönemeçte, her kavşakta çoğalıyor, bir orduya dönüşüyorlardı. Güneşe ulaşacaklardı. Bu yeni ekimlerin rüyasıydı.
Bir Halkın Günlüğü okuru
http://www.halkingunlugu.org/