Ortadoğu ve Kuzey Afrika ayaklanma tarihine kısa bir bakış -1-

-1-

Tunusun Sidi Bouzid bölgesinde Bilgi Sayar mühendisi işsiz bir genç olan Muhammed Boaziz´in 17 Aralık 2010 da bedenini ateşe vermesi ile ilk halk ayaklanmaları başladı. Patlamaya hazır bir bomba gibi olan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerin toplumları deyim yerindeyse Muhammed Boaziz ayaklanmaların bombanın pimi oldu. Bir alev topuna dönüşen Muhammed 4 Ocakta kaldırıldığı hastanede öldü. Bu gencin bedeninde tutuşan alev, insan seline dönüştü halk sokaklara çıktı. Cenazesine katılan binlerce kitle “intikamını alacağız. Bugün senin için ağlıyoruz, ölümüne sebep olanları da ağlatacağız ” diye slogan attılar. Bu genç için yapılan eylem Zalim bir diktatörün 23 yılık iktidarda olan Zeynel Abdin Bin Ali rejiminde sonu oldu.

Bu gencin eylemi aynı zamanda Arap alemin de yeni bir döneme girmesine vesile oldu, bu vesileden dolayı değişen dengeleri ilkin kaleme aldığımız yazı dizi Mısırı konu alan bir yazı dizisidir. Çünkü Mısır hem o bölgenin jeopolitik olarak ve aynı zamanda bölge devletler açısından önemli stratejik bir bölge konumundadır. Mısırı irdelerken esasında da o bölgedeki tüm dengelerin nasıl değiştiğini de Mısır özgülünde işleyeceğiz.

Tunus da başlayan ayaklanma “bahar devrimleri” adını alarak diğer ülkelere de değim yerindeyse domino taşları gibi düşerek devam etti. Bu halk ayaklanmalarını bazı çevreler tarafından ‘ABD ve AB emperyalistleri Arap dünyasındaki ayaklanmalar karşısında şoke oldular ve taraf tutmaktan zorlandılar’ diye idda edenler oldu. Bu düşünceleri halen savunanlar dahi vardı ki halen o düşünce de ısrar edenler de var olduğunu biliyoruz. Bu anlayış ve tez yerinde değil yerinde olmadığı gibi sakat bir anlayış ve yanlıştır. Evet şunu hatırlatmakta fayda var Tunus’ta başlayan Halk ayaklanmaları emperyalistlerin denetimin dışında ilk başta patlak verdiği bizce de doğru. Çünkü kendini yakan genci CIA yada MOSSAD gibi istihbarat teşkilatları gelip de o gencin bedenine benzini döküp yakmadılar. Yılların baskı ve zulmüne artık dayanamayan halk bu gencin eylemi sonucu öfke ile ayağa kalktı. Buraya kadar kendiliğinden bir gelişmedir. Aslına bakılırsa ki şunu baştan belirtmekte fayda var; hiç bir şey aniden kendiliğinde gelişemez, her şeyin bir değişime uğraması uzunca bir süreci vardır. Bu süreçler yaşanmadan kendiliğinden hiçbir şey değişemez, her şeyin bir değişime uğrama nicel süreci vardır bu zaman dilimi tamamlamadan nitel bir değişime uğrayamayacağı muhakkaktır çünkü bu diyalektiğin yasasıdır. Bundandır ki Tunus da patlak veren ayaklanmanın da yarım asır bir geçmiş sürece dayanan bir temeli bir alt yapısı vardı halkın ayağa kalkması için. Bu olaylarında patlak vermesinin bir tarihi süreci vardı, bu tarihi süreç belki de gecikmeli olmuştur sonuçta o gencimizin eylemi ile tüm halkı ayağa kaldırdı. Bu genci tetikleyen esas neden ve en önemli nedenler ise hızla değişen dünya koşularında, özelliklede teknik, teknolojik bir dönemde despot diktatörlerin kendi saltanatlarını sürdüre bilmeleri için her şeyi yasaklayarak geçmişteki gibi yönetmeye devam etmeleri idi. Ki bu zihniyet ve yönetme biçimi artık İslam toplumunda ısrarın iflasıydı. Mısır da değim yerindeyse ekonominin iflası ise yılar yılı devam etti. Ki bu dönemde ise Times gazetesinin Raporu göre Mısır nüfusunun %40’ının günde 2 Doların altında gelirle yaşıyor. Ancak %40’ın günde 2 Dolar gelirin altında yaşaması ve dolayısıyla %60’ının da 2 Doların üstünde gelirle yaşaması ülke ortalamasını 2 Dolar dahi değildir. (Bkz. konula ilgili Financial Times raporu) Gelir ne kadar adaletsiz ve ne kadar yoksulluk, açlık sınırın altında olduğunun göstergesidir. Bütün bu verileri bir araya toparladığımızda artık bu mevcut diktatörler eskisi gibi geniş halk kitlelerini yönetemez bir hale geldiklerini görürüz (tek nedenler bunlar olmamak kaydıyla). Lakin örgütsüz olan bir halkın dayanılamaz koşullarına karşı isyan etmesi ne kadar doğru ve yerindeyse. Bir o kadarda emperyalistler bu olaylara seyirci kalmayacakları da doğru ve yerinde bir belirlemedir. Emperyalist güçlerin bu gibi olaylarda dünyanın neresinde olursa olsun gelişen halk ayaklanmaların karşısında kesinlikle seyirci kalmadılar bu tarihi ayaklanmalar karşısında da kalmadığını en azın da bugün açısında biliyoruz. Seyirci kaldıkları taktirde o ülkenin yada o bölgenin kendi sermaye güçlerini ortaya çıkacağı ve Pazar burada el değiştireceğinden dolayı asla ve asla gelişmelere seyirci kalmaz. Bundan dolay da Emperyalist güçler gelişen halk ayaklanmaların öncülüğünü yapan muhalefeti önceden ciddiyetini gördü bundan kaynaklıda bu muhalefete kendileri yön verdiler. Eski muhalefeti de yanlarına alarak, ayaklanan halkıda genelde Ordu içerisinde kendilerine has uşak olanların denetimine soktu. Bölge devletlerin ki tüm silahlı kuvvetler esas olarak da işbirlikçi kurumlardır. OLAGAN ÜSTÜ HAL yada buna benzer Monarşilerle yönetilen Arap Halkları ve bu devletlerin Silahlı kuvvetlere yani Orduya ve onun denetiminde toparladığı muhalefete bu uğurda milyonlarca dolarlarla vererek muhalefeti beslediler. Yıllar yılı oradaki halka zulüm eden Ordu nasıl oldu da kendiliğinden tarafsız bir tavır takındı? Burada sorgulamamız gereken esas mesele yatmaktadır, tüm dünya kamuoyunun nezdinde tarafsızlık tavrına bürünen ordu çok masum hane bir tavır sergileyerek gerek kendi halkını gerekse dünya halkların gönlünde temiz ve masum olma ününü alma peşine düştü. Tamda burada şu soruyu hem kendimize ve hemde herkese sormak gerekir: Bağımlı olan bir ülkenin sadece devlet başkanlarına işbirlikçidir demek doğru olur mu? Doğru olmadığı gibi buna doğru demek kolaycı bir siyasettir. Devlet bir kurumdur bu kurum ekonomik ve politik olarak kapital güçlere bağımlıdır. Yasaması, yürütmesi ve yargısı ile bağımlı ve uşaktır, sadece bir şahsiyet diktatördür yada bir aile diktatörlüğü ile günümüzde tanımlamak bizi yanılgılara götürür. Emperyalistler vitrine Arap devletlerinde ki iktidar biçimlerini bize tek bir şahıs yada aile diktatörleri olarak göstermektedir bu gösterideki gibi meseleyi ele alırsak yüzeysel olacaktır. Çünkü kendi çıkarları gereği sadece bir aile ve bireyi öne çıkarak vahşi bir diktatör olarak çıkarmasının esas nedeni ki bu çok önemli bir neden o yetiştirdiği diktatörü yeri ve günü geldiğinde vitrindeki uşağını rahat bir şekilde harcaya bilmeli. Nitekim tarihte hep öyle yaptı geçmişte olduğu gibi bugünde böyle yaptı ve yapmaya devam edecek. Ayrıca günün koşullarına artık bu “aileler” (DiKTATÖRLER) cevap veremedikleri gibi bunlarla da BOP (büyük orta doğu projesi)projesi uygulanamazdı. Gelişen olayları yani patlak veren ayaklanmaları da bir bahane eden emperyalistler bunu yeni simalarla BOP Operasyonunu yılardır yapamadıklarını bu vesile ile orta-doğu ve kuzey Afrika ülkelerine ameliyat yatırıp uygulamaya başladılar bile. Gelişen halk ayaklanmaları bu çerçevede kendiliğindendi ancak emperyalistler hemen muhalefeti örgütledi yön verdi ve kısa süreden sonra her şey ABD ve diğer devletler denetimine geçti ve böyle gelişerek devam eti günümüze kadar süre geldi diye biliriz. Esasında da ABD’nin orta doğu bölgesinde ki jandarma karakolu olan İsrail devletin güvenliğini, denetimi ve planlamasının çerçevesinde gelişmeleri izleyip uygulamaya koydular desek daha yerinde ve doğru bir tespit olur. Bu halk ayaklanmaların Mısıra yayılması başta Mısır ve çevre ülkelerdeki gelişmeleri değinerek yazımıza devam edelim. Mısır da ki Halk ayaklanmalarına konu olan yazının tarihsel gelişmelere değinerek Mısırın kısa bir tarihini inceleyerek gün yüzüne çıkararak o bölgedeki Jeopolitik dengelerin nasıl alt üst olduğuna bakalım.

Kuzey Afrika ve Orta doğu’ nun kalbi Mısır.

Birinci Arap- İsrail savaşı ikinci dünya savaşından hemen sonraya tekabül etmektedir. O dönem Filistin de İngiliz mandasının rejiminin hemen sonrasında (14 Mayıs 1948) O zaman Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi İsrail Devleti’nin kurulduğunu bir bildiri ile ilan etmesi. İsrail devletin ilanından hemen sonrasında o dönemin süper güçler olarak bilinen ABD hemen, ve ertesi gün de Sovyetler Birliği İsrail devletini uluslararası alanda resmen tanıdıklarını açıkladılar. İki ezeli “düşmanın” aynı devleti ki bu devlet Siyonist bir devletti iki süper güç birden tanımaları oldukça manidar olsa gerek!

İsrail Devleti’nin kuruluşunun ilanı demek o bölgeyi dünyanın savaş merkezi haline getirmekle eş anlamlıydı. Ki zaman bize gösterdi o tarihten günümüze kadar o bölgede değişik biçimlerle ulusal, sosyal ve mezhep savaşları hiç durmadı. Uluslararası güçlerin İsrail devletini tanımaların hemen ardında Arap Birliği İsrail’e savaş açtı. Mısır, Suriye, Ürdün ve Irak kuvvetleri üç yönden İsrail güçlerine havadan ve karadan saldırıya geçtiler. Diğer birçok Arap devletleri de bu savaşa katılanları lojistik olarak da destek verdiler. Savaşın sonucunda İsrail topraklarını genişletmiş uluslararası camiada da resmen tanınan meşru bir devlet haline geldi. İsrail’in galibi ile başlayan Arapların da Mağlup olarak sonuçlanan savaşta Ortadoğu ve Kuzey Afrika da dengelerde değişmeye ve iç kargaşa gündeme geldiği gibi ekonomik olarak da bölge halkları açlık sınıra sürüklenirken yeniden sistem kendisini yenilemek zorunda kaldı.

Arap-İsrail savaşı başladığında Cemal Abdül Nasır Hüseyin, birinci Arap-İsrail savaşında Mısır kraliyetin sadece bir subayı olarak katılmıştı. Bundan dolayı da yazımıza tamda bu dönemde Mısırın ve bölge devletlerin geleceği ile oynayan şahsiyetlerden Cemal Abdül Nasır Hüseyin’in döneminden başlayarak devam edelim. Kamuoyu tarafından bilinen Mısır devlet başkanı Nasır, Mısırda kurdukları gizli Hür Subaylar örgütün üyesiyken, gizli oluşturdukları Devrim Konseyi adına 23 haziran 1952´de askeri bir darbe ile yönetime el koyar. Bu darbe ile kraliyet döneminin kapandığına ve yeni bir dönemin başladığın anlamına geliyordu. Bölgedeki devletlerin despot, feodal gerici, dikta devletlerin arenasına Mısırda Nasır ile beraber darbeler ülkelerin arasına girmiş oldu. Nasır darbe yolu ile iktidara geldiği gibi verdiği demeçler sonucu aşırı bir milliyetçi olarak siyaset sahnesine çıktı. Böylece dünya onu ırkçı söylem ve demeçleri ile tanımaya başladı bundan kaynaklı da ilk elden PAN Arap Milliyetçiliğine soyundu.

İslam toplumuna önderlik yapmanın biricik yolu her siyasetçi; Siyonizm’e ve Emperyalizme karşı ilk başta radikal militan bir tutum sergilemesi gerekiyordu. Nasır da bu tutumunu iktidara geldiği andan itibaren radikal söylemleri ile fazlasıyla sergiledi. Irkçı söylemler o günün koşuların da Arap dünyasının kamuoyunun desteğini almasına neden oldu. Çünkü o dönem de dünya iki kutupluydu. Batılı güçlere karşı verdiği demeçler sayesinde Nasır, Sovyetler Birliği ile ilişkilerini geliştirdi bunun sonucunda da Mali, Teknik ve Askeri malzeme yardımını almayı başardı. Abdül Nasır, birinci Arap-İsrail savaşı olduğunda 1948-1949´da Mısır kraliyetin sadece bir subayı olarak katılmıştı. Lakin bu dönemde de kendi iç kargaşasını bastırmak, ekonomi sorunlarını çözmeden o bölgede yeni kurulan İsrail devlete karşı yeni bir savaş sürecine girmiş oldu. Bu dönemde koşullar tamamen farklıydı Nasır direk savaşın bir tarafı ve yöneticisi konumundaydı çünkü devlet başkanıydı.

Kendi döneminde yaptığı tüm çalışmanın temelinde (Devlet başkanlığı dönemde) bölge imparatoru olma peşindeydi. İmparator ola bilmek için öncelikle ülkesinin içinde bazı yeniliklere gitmesi gerekiyordu. Nasır Haziran1953´de Mısırı Cumhuriyete geçtiğini ilan etti. Cumhuriyeti ilan ettikten sonra kendisine en güçlü muhalif olan Müslüman Kardeşler (Ihvane Müslümin) olarak bilinen örgüte yöneldi, katletti, zindanlara tıkadı, sadece militanlarını değil o örgütün sempatizanlarını, taraftarları da başta olmak üzere hiçbir hukukta yeri olmayan yöntemler uygulayarak ezdi.

Oluşturmak da olduğu dikta rejimini sürdüre bilmek için, olabilecek her türlü muhalif rakiplerini anti demokratik yöntemlerle saf dışı bırakmayı başardı. 1956´da da tek partili sisteme geçtiğini ilan etti. Bu yeni oluşturduğu anayasada kendisi geniş haklara sahip idi. Anayasada kendisine verilen yetkilere dayanarak seçime tek aday olarak Abdül Nasır girdi. Oyların % 99.95´ni aldı. Aslında bu seçim sistemi tarih de diktatörlerin sürekli baş vurdukları bir yöntemlerden biriydi. Ülkeyi demir yumrukla yönetenler, tek aday olarak da seçime katılırlar Kitleleri de polis ve istihbarat denetiminde zorlan oy kullanmaları için baskı uygularlar. Nitekim Nasırda aynen bu yöntemleri uygulayarak kamuoyu nezdinde sözde demokrasi yöntemleri diye bilinen seçimle başa gelen bir temsilci görünümünü verdi. Kısa bir not düşerek devam edelim: Türkiye dahil olmak üzere hiç bir bölge devletlerinde dahi demokratik bir seçim yasasına ve kanunlarına sahip değillerdir. Tüm bunlardan sonra 1958´de Mısır ve Suriye’nin Birleşik Arap Cumhuriyeti adı altında iki ülkeyi birleştirdi. Bu ırkçı Nasırın idealleri için PAN Arap milliyetçiliği önemli bir başarı adımıydı.(Bu Mısır-Suriye ittifakı 1961´de Suriye tarafında bozuldu.)

Orta-doğuda tarihe not düşmek yada bölgeye hakim olmak isteyen devlet adamı, siyasetçi bunun yolu kuşkusuz ki İsrail devletini hedef almak, İsrail’e karşı savaş planlamasına gitmek zorunda idi. Ancak o zaman İslam alemin güvenini alabilirdi. Nasırda aynen öyle yaptı. İsrail´e savaş açtı, altı gün olarak bilinen bu savaş da ABD ve İngiltere’nin de desteğiyle İsrail bu muharebeden galip çıktı. Nasırın, savaş birlikleri henüz harekete geçmeden İsrail uçakları Mısırın askeri güçlerine ağır darbe vurarak yenilmesine neden oldu. Böylece Nasırın hanesine başarısızlık yazılırken, bölgenin çıban başısı olan İsrail daha da güçlenmiş oldu. Nasır 28 eylül 1970 de bir kalp krizi sonucu öldü. Ve böylece Cemal Abdül Nasır Hüseyin dönemi de kapanmış oldu.

devam edecek