ÖZGÜRLÜĞE ‘EREN’LERE… EREN VE CEM YOLDAŞLARA

Eren ve Cem yoldaş da örgütün en zor zamanlarından birinde kutsallığa, kutsanmaya yani özgürlüğe adım attılar Çok emek vermişlerdi  ve bunu gerilla savaşına katılmakla taçlandırmak gerekiyordu artık

Bütün dinler, uluslar, inançlar için kutsal yerler ve kişiler vardır. Biz Maoistler için de gerilla kutsaldır. Bir nehir nasıl ki şehirden şehire, ülkeden ülkeye akıyorsa; gerilla da halkının yaralarına öyle akar. Gerilla yaraya merhem, toprağa yağmur, halka umuttur.

“Filozoflar dünyayı yorumlamakla yetindiler; oysa ki asıl mesele dünyayı değiştirmektir.” diyen bilim ustalarımızdan Marks’ın sözünü rehber edinip, ezilen halkların mücadelesini büyütüp özgürlüğe erenlerdendi Eren Tali ve Cem Gürgül yoldaşlar.

Eren ve Cem yoldaş da örgütün en zor zamanlarından birinde kutsallığa, kutsanmaya yani özgürlüğe adım attılar. Çok emek vermişlerdi  ve bunu gerilla savaşına katılmakla taçlandırmak gerekiyordu artık.

Her ikisi de lisedeyken tanışmıştı örgütle. Hem semt gençlik hem de lise gençlik faaliyetini örgütlüyorlardı. İkisi de Dersimli emekçi ailelerin çocukları idi. Doğalında da devrimci saflarda yer aldılar.

Ne zamanki Eren bana “abla” yerine “yoldaş” demeye başlamıştı, işte o zaman anlamıştım yoldaş gelişiyor, olgunlaşıyordu. Hissetmiştim esasında yoldaş; yoldaşlığını, kavgayı büyütmeyi; özgürlüğe ermeyi bekliyordu.

Gidenlerin ardından hep düşünmüşümdür; burada böyleydi orda nasıldı acaba diye. Orada nasıl yaşamını idame ettiriyor diye. Esasen unuttuğum ya da ötelediğim bir şey vardı: gidenler sadece yakınlarını ve eşyalarını bırakmıyorlardı aslında; sistem içileşmiş yaşamları da  bırakıp, yaşam felsefelerini değiştiriyorlardı. Onlar artık Eren ve Cem değil, Cenk ve Mesut idiler. Onlar artık bütün insanların özgürlüğü felsefesi ile komünizm yolunda ilerliyorlardı.

İkisinin de gerilla alanına katılımını çok geç ve tesadüfi duymuştum. Kıskanmıştım onları benden sonra gelmişlerdi ve beni geçmişlerdi tabi benle birlikte birçok kişiyi de. Her zaman örgütlerinin arkasında durmuşlardı. 16 Kasım 2012 sürecinde bile faaliyet yürütmeye örgütü ayakta tutmaya devam etmişlerdi.

Devrimle kurulan bağda ikisinin de ikilemde olduğu bir sürece tanık olmadım. Hep örgütü, örgütlülüğü ve devrimci mücadeleyi, halk savaşını savunur pozisyondaydılar. Hani ‘gerilla hep yaratıcı olmak zorundadır.’derler ya onlar daha gerilla olmadan yaratıcılardı.

Bir akşam karanlık çöktükten bir süre sonra semtte bir hareketlenme oldu. Polisler ordan oraya küfür ederek gençlerin peşinden koşuyorlardı. Gençlerin içinde Eren ve Cem yoldaşlar da vardı. Bir de baktım ki caddenin ortasında bir adet mutfak tüpü ve MKP imzalı bir pankart polisler tarafından gözaltına alınmak üzere bekliyor. Süreç gerçekten örgütleri için çok ağır bir süreçti. 16 Kasım sürecinden hemen sonrasıydı.  Gençler, bittiler denilenin hala canlı olduğunu gösterebilmek için ellerindeki en olur malzemeyle eylem yapmışlardı. “Düşmanı vuramıyorsan, düşmana tükür.”

Sizi en son Dersim merkezde görmüştüm. Normaldi benim için her zamanki görüşlerimden biriydi. İnsan pişman oluyor sonra, doyasıya vakit geçirmediği, doyasıya yoldaşına sarılmadığı için. İnsan yoldaşını her an kaybedecekmiş gibi ama yoldaşından hiç ayrılmayacakmış gibi yoldaşlığını sürdürmeli.  Anılarınız ve mücadeleniz; adımladığım her sokakta, dinlediğim her müzikte, konuştuğum her insanda yenileniyor ve umudumu devrimci mücadeleyle birleştirmemi sağlıyor.

UMUDUMUZUN YOLU AÇIK OLSUN YOLDAŞLAR.

Rojava’dan Bir Özgür Gelecek Okuru