Politik uyanıklılık meselesinde sorunun esası, doğru ile yanlış arasında, gizlenen ile aleni olan arasında, şeker olanla şekere bulanmış mermiyi seçici olarak ayrıştıramamaktır Genel olumluluğu görmek iyi ama genelin içindeki negatifi görmemek iyi değil Tersinden de söylenebilir Genel olan iyiyi görmemek ama genel içindeki negatifi görmek; bu sorunludur. Ki, bu, esasta cılız olan zehirli fikirleri temsil eden tutumdur.
BAKIŞ CAN (28-10-2019) Devrimci faaliyetlere o kadar sarılmıştık ki, ‘‘devrim‘‘, ‘‘savaş‘‘, ‘‘parti‘‘, ‘‘yoldaş‘‘ söz veya kavramların koktuğu yerde sorgulamadan dalıyorduk işe-eyleme; ne de olsa mesele devrimdi, onu gerçekleştiriyoruz… Devrim sözüne tapıp devrimci olmayan işler yaptık gözü kapalı… Ne de olsa devrim için yapıyorduk… Uzun sürdü. Sonra sayfalar dolusu yanlışlar kitaplara yazılarak özeleştiriyle koyuldu önümüze… Yazılıp eleştirilenler ekseri doğruydu. Çok doğru vardı, çok da yanlış yaptıklarımızda… Evet, sonra gördük ki, devrime tapmamız, onun koktuğu yerde hesapsızca işe koyulmamız çok doğru ama sorgulamadan ve gözü kapalı yapmamız yanlışmış; kitapta eleştirilenler ve verilen özeleştiriler doğruymuş… Yanlış yaptıklarımızın pişmanlığını yaşamaktan başka bir pişmanlık duymadık-duymuyoruz devrimcilikte. Ama mümkün olsaydı da yanlışlar yapmamış olsaydık keşke… Meğer mümkünmüş… İdeolojik-siyasi olarak gelişme ve politik uyanıklığın edinilmesiyle yaptığımız çoğu yanlıştan sakınabilirmişiz…
Bizlere öğüt edilenlerden biriydi, ‘‘politik olarak uyanık olmamızın‘‘ gerekliliği. Ne kadar başarabildik malum. Lakin belli tecrübelerden sonra, hem bir parça başardık ve hem bu tembihin önemini çok daha iyi anladık diyebilirim. Önemli olmaktan da öteye, siyasi yaşamda neredeyse yaşamsal bir değeri olduğunu her tecrübe vesilesiyle deneyimliyoruz…
‘‘Şekere bulanmış mermilerden‘‘ söz edildiğini duymuştur işin içinde olanlar. Çok güzel şeyler söylenir bazen. Şeker gibidir. Fakat satır aralarına gizlenen bazı şeyler söylenir ki, bunlar zehir gibidir, hatta zehirden de ötedir. Uyanık olmak, güzel şekerlemelerin içine serpiştirilen zehirleri görebilmektir; ‘‘güzel kokan otlar‘‘ arasındaki ‘‘ayrık otlarını‘‘ tanıyabilmektir… Ama önemlidir ki, ağacı görürken, ormanı da görmemezlik etmemeliyiz. Çürümüş ağacı görmek önemli, taze filizlerden teşekkül olan ormanı görmek de, bütünlüklü görmenin tamamıdır. Ormanı da içindeki malul ağacı da görmek politik olarak uyanık olmanın tam karşılığıdır sanırım. Bu, avantaj ve dezavantajları doğru değerlendirmekle alakalıdır politik uyanıklılık…
Her şeyin iyi olması ve her şeyin kötü olması eşyanın tabiatına aykırıdır. İyi şeyleri de kötü şeyleri de görüp ayrıştırmak objektif tutum ve diyalektik tavra uygun olanıdır. Devrimcilerin öne çıkardığı olgu ve unsurlar genellikle duyarlıklarına göre sıralanır. Devrim konusunda olduğu gibi bundan bağımsız olmayan parti konusunda da aynı duyarlılık tayin edicidir. Duyarlılıkların ne ise, bilincin ne ise, ona göre sorunlara değer verir, önemser, öne çıkarırsın. Bu genel doğrudur. Politik olarak uyanık olmak da bundan başka bir şey değildir esasta. Ancak politik uyanıklılık zeka kıvraklığıdır, kavrayış sorunudur ve doğru ile yanlış arasında seçici bir hassasiyete sahip olmaktır. Bazı meselelerde politik uyanıklığın zayıf olduğu maalesef izlenmektedir. Aynı şeyi paylaşan ve dinleyen çoğunluktan, büyük bir kısmı, ‘‘iyiydi‘‘ demekle yetiniyor. Aynı çoğunluğun az bir kısmı ise, ‘‘iyiydi ama iyi olmayan zararlı şeyler de vardı‘‘ demektedir. Aynı şeyleri görüp de ayrı şeyler söylemek genellikle rastlanan gerçek olsa da, bazı somutlarda aynı şeylere ayrı şeyler söylemenin sırrı politik uyanıklılıkta açığa çıkıyor. Şöyle ki, olumlu hava-duruma karşın, cılız yabancılıkları az bir kısmın fark edip önemsemesi ama çok olan kısmın fark edip önemsememesi, az kısmın taşıdığı politik uyanıklılığı çok olan kısmın taşımadığını tayin ediyor. Ve bu azınlığın fark ettiği şeyler kişisel değerlendirmelerine bağlı olan şeyler değil, genel sınıf mücadelesi ve parti menfaatlerine bağlı değerlendirmelerdir. Dolayısıyla her devrimcinin ya da her parti ferdinin fark etmesi ve hassas olması gereken ortak değerlerdir. Bundan hareketle politik uyanıklılığın kazanılmasına dönük bir çabanın gösterilmesi ihtiyaçtır. Ve bu ihtiyaç saflarımızdaki zayıflıklar üzerinden, tecrübe ve deneyimler üzerinden okunarak eğitime dönüştürülmek durumundadır.
Politik uyanıklılık meselesinde sorunun esası, doğru ile yanlış arasında, gizlenen ile aleni olan arasında, şeker olanla şekere bulanmış mermiyi seçici olarak ayrıştıramamaktır. Genel olumluluğu görmek iyi ama genelin içindeki negatifi görmemek iyi değil. Tersinden de söylenebilir. Genel olan iyiyi görmemek ama genel içindeki negatifi görmek; bu sorunludur. Ki, bu, esasta cılız olan zehirli fikirleri temsil eden tutumdur. Olumluluklarla ilgilenmezler, olumlu gidişatın geliştirilmesiyle alakadar olmazlar, müspet çaba ve çalışmaları destekleyerek ilerletme tavrı içinde olmazlar ama en küçük sorunu, eksiği, hatayı büyüteç tutarak manşete çıkarır ve bura üzerinden genel olumlulukla veya ilerleme çabasıyla kavgaya otururlar. Ki, kavgaları en yabancı terminolojiyle, en keskin lafazanlıklarla ve en uç belirlemelerle yürütürler. Bu sedalar kulağa çınladığında, ‘‘bu sesler kime ait, bu zeminden mi çıkıyor acaba, ne işleri var burada‘‘ diye düşünmekten uzaklaşamıyor insan. Toptan kötüleyici, damgalayıcı, yıkıcı cihette olan bu tavırlar karşısında haklı olarak, ‘‘ne arıyorlar burada, o halde neden buradalar‘‘ diye sormaktan da edemiyor insan… Öyle ya, madem umut verici değilse, madem bir ışık taşımıyor ve çürüyüp çoraklaşıp gitmişse bu hareket, o halde neden bu hareketin çevresindesin?… Popüler eleştirileri manivela edip tribünlere oynayarak alkış bekleyen tavır ile samimi, yapıcı ve geliştirme kaygısı taşıyan eleştiri arasında her zaman fark vardır. Biri genel sorunları payanda ederek duygulara hitap eder ve rant elde etmeyi hedefler. Hatta diksiyondan naif olmaya kadar her sosu kullanır. Diğeri hiç bir şey beklemeden kolektife duyduğu kaygıyla hataların düzeltilmesi için gayret eder. Sade ve gösterişsizdir. Bu ikisi genellikle ayrıt edilir ve birincisi sırıtır. Hele yalana başvurarak karamsarlığı süsleme gereği duyuluyorsa, burada zorlama nedensiz değildir. Bu tükenmenin hezeyanıdır. Tükenmişliği çevreye aşılamak ise, gericiliğin tavrıdır… Devrimler tarihi, önder kişilerin gerici çizgilerinin ürünü olarak gericiliğe iltihak ettikleri derin bir tecrübedir ve bilinendir de. Bu çizgi rüşeym halinde de olsa eğer düzelmez veya düzeltilmez ise gideceği yer siyasi hüsrandır. Bu çizgi ve eğilimlerin eleştirilerek düzeltilmesi zorunludur…
Hareketin kendi bileşen ve tabanını bilinçlendirme, uyanık kılma, eğitme ve çevre-çeperinde bulunan cılız hastalıkları eleştirerek düzeltme çabası, genellikle, ‘‘ne oluyor, bir şeyler mi oluyor‘‘ şeklinde klasik alışkanlık refleksleriyle karşılaşıyor. Oysa objektif ve açık biçimde her harekette olduğu gibi, hareketimizin de çevresinde-tabanında yaşanan zayıflıklara, eksiklik ve hatalara, hatalı kavrayışlara dönük tabii olarak bir eleştirel eğitim tavrı sergiliyoruz. Ki, bunları saklamaya tenezzül etmiyor, saklamanın yersiz kaygı ve saçmalık olduğunu düşünüyoruz. Bundandır ki, çevre-çeperimizde yaşanan zaafları konu ederek kendimizi eğitmeyi açık bir şekilde yapıyoruz. Bu objektif tutum ve izahatımızın bile, ‘‘madem bu kadar gerekçelendirme gereği duyuluyor, o zaman bir şeyler var altında‘‘ şeklinde tanık olduğumuz yorumlarla(sübjektif yorumlarla) karşılanacağını da biliyoruz. Ama bizler kendimizden eminiz. Saklayacağımız bir şey yoktur, olamaz da. Tabanımızdaki sorunları eleştirerek eğitme konusunda aleni olmaktan da sakınmıyoruz.
Bu tartışmanın önemi şuydu-şudur; yaklaşık bir sene öncesi hareketimiz içinde ayrılık olduğu-olacağı dillendirilerek bekleniyordu. Öyle ki bazı dostlarımız da adeta bunun bir parçası durumuna düşmüştü. Bunlar mesnetsizdi. Bu söylentiler mesnetsizdi ama dostlarımıza da yankı ettiği biçiminin bir art niyet taşıdığını düşünmüyoruz. Lakin şu var ki, bilinmeyen birileri(!) tarafından bir ‘‘yem‘‘ atılıyor ortaya ve maalesef ki, bu ‘‘yem‘‘e tav olan oluyor. Bu bilinmezlerin ortaya attığı kirlilik, ne yazık ki dedikodudan beslenen ve bu alışkanlığı barındıran bazı kimselerce sorgulanmadan paylaşılıyor. Bu, objektif olarak hareketimiz üzerinde oynanan düşman oyunlarına meze olma durumunu açığa çıkarıyor. Politik uyanıklılığın gerekliliği burada çok daha bariz biçimde ve hayati önemde ortaya çıkıyor. Bilinmeyen veya tecrübe edilmeyen değil ki, düşman her yönlü devrimci, sosyalist, demokratik güçlere saldırıyor, kirli oyunlara başvuruyor. Hareketimize dönük de bu tarz kirli oyun ve saldırılara tanık olduk-oluyoruz. ‘‘Bittiler, bölündüler, ayrıldılar, ayrılıyorlar‘‘ gibi mesnetsiz dedikodulara ‘‘masumlar‘‘ meze olsa da, bunların kirli kaynaklardan türediği aşikardır. Devrimci hareketin bölünmesini isteyenler devrimciler olamaz. Kimlerin bu yapay bölünmeleri teşvik edeceği ve buradan fayda edinmeyi benimsediği gizli değildir. Buna karşın temiz olanların bu kirli suya tamah etmesi ürpertici bir geriliktir. Gerilikten her şey beslenir. Dolayısıyla politik uyanıklılık olmazsa olmazdır. Düşman oyunlarını boşa çıkarmak için elzemdir. Düşman oyunlarını boşa düşürmek sadece hareketin değil, tüm devrimci bireylerin de sorumluluğudur.
Sinsi bir şekilde piyasaya sürülüp tabanımızdaki zayıf kimseler tarafından aymazca sahiplenen ‘‘fırsatlar‘‘ devrimci değil, çürümenin işaretidir. Tabanımızın politik olarak uyanık olması şart ve zorunludur. Zarar gören hareketimizdir. İsterse, kişiler üzerinden yürütülmüş olsun ve isterse belli siyaset ve davranışlar üzerinden yürütülmüş olsun, son tahlilde yapılan hareketimize zarar vermek, kazanımlarımızı yok etmektir. İyi niyetli hiç kimse bu oyunlara itibar etmemeli, menşei bilinmeyen dedikoduların mikrofonu olmamalıdır. Az sayıda da olsa bir kısım arkadaş zararlı şeyleri görüyor ama çoğunluk bunları görmüyor diyerek politik uyanıklılığa dönük yaptığımız vurgular boş bir çaba ve anlamsız değildir. Burada gösterilmeyen uyanıklılık kirli odakların yaptıklarıyla saf niyetlilerin yaptıklarını ayrıştırma içinde, saf niyetlilerin kendi davranışlarını gözden geçirme açısından da isabetli, anlamlıdır.
Sınıflar mücadelesi acımasız olduğu kadar serttir de. Bu sertlik kaçınılmazdır. Kimse ‘‘bizlerden eli-kolu bağlı bekleyeceğimizi‘‘, sonsuz bir şefkatle hareket edeceğimizi beklememeli, düşünmemelidir. Devrime ve devrimci hareketimize dönük yıkıcı davranışlar ödün veremeyeceğimiz sınırlardır. Bunda niyetlerin iyiliğini-kötülüğünü milimine arayıp ayrıştırma şeklindeki ucu açık belirsizliğe gömülerek hareketi tehlikelere açık halde bırakmayı benimseyemeyiz. İşte bundandır ki, her devrimci politik uyanıklılığını geliştirerek gerekli tavrı geliştirmeli ve daha da önemlisi her ilgili birey kendisiyle kirli odaklar arasındaki ayrımı tartışmaya yer bırakmayacak kadar net tavrıyla ortaya koymalıdır…