Radikal Demokrasi Çıkmazı ve Proleter Devrimler

Marks’ın Lenin’in ve Mao’nun “aşılması’’ faslı, onların eskidiği vb gibi yeni “modern” söylemler şunu unutmaktadır, MLM ideoloji teorik ve pratik alanda kanıtlanmış bilimsel temellere dayanan, insanlığın en yüksek kurtuluş mücadelesidir

Behzat Agos (16-04-2020) Her devrim karşıtına karşı yürüttüğü mücadeleden doğmuştur ve doğarken yeniden ve yeniden karşıtlarını ve muhaliflerini yeni biçimlerde doğurarak gelişmiştir. Geçmiş tarihimizde ortaya çıkan devrim deneyimlerinde de görüldüğü gibi karşıtını da ortaya çıkaran devrim süreçleri bu karşıtlara karşı uygulanacak politik-pratik duruşu da bizlere göstermiştir.

Emperyalist kapitalizmin saldırılarına karşı halk kitlelerinin yürüttüğü savaşlar ve kazandığı zaferler, Neo liberal politikaların çokça beslediği post Marksistlere karşı Marksist duruş ve objektif gerçekler, Komünist parti içerisinde başlayan burjuvalaşma ve gericileşmeye, dönemin hakim olan revizyonist kliklerine karşı gerçekleştirilen büyük proleter kültür devrimi, tüm bunlar devrimlerin doğuşundaki mücadeleleri ve sonrasında ortaya çıkan sorunlarla mücadeleleri bizlere göstermektedir.

Bilimsel sosyalizm teorisinin yaşanılır olduğu, maddi dünyada hayat bulacağı ve ezen-ezilen çelişkisini ortadan kaldıracağı gerçeği geçmiş tarihlerde teorik ve pratik sahada kanıtlanmış olsa da günümüz gözde akımlarından olan Radikal Demokrasi, Post-Marksist cenah ve mücadeleyi sınıftan kopartan tüm akımlar bu gerçeklikten kaçmakta ve gözlerini bu mücadeleye yummaktadırlar. Sınıflar mücadelesinde Marksizm karşıtlığında direngen olan Post-Marksizm ve türevleri, sosyalizmde yaşanan geri dönüşlerden yola çıkarak yaşadığı güvensizliği, ‘’otonomi, özerklik, öz yönetim, her türlü devlete karşı olmak, demokratik ulus-konfederalizm, barış içinde bir arada yaşama’’ gibi halkın gerçekleri görmesini engelleyen ışıltılı-süslü kelimelerle besleyip donattığı teorilerle beslemektedir.

Geçmişten günümüze kadar Marksizm, Leninizm ve Maoizm başta olmak üzere, Stalin gibi büyük öğretmenlerinde saldırıya maruz kaldığı, yersiz ve tümden inkarcı eleştiriler ile tahrip edilmeye çalışıldığı ve bu noktada belli bir etkinlik alanı kurulduğu da gözle görülmektedir. Sınıf mücadelesine ve sınıfa güvensiz, komünizm ve teorisinden azami derece uzak duran, teorik ve pratik olarak bu ideoloji ve devrim deneyimlerini alabildiğine gündemden uzak tutan bu anlayışlar aynı zamanda sınıf uzlaşmacı ve sonuna kadar her şeye ve herkese demokrasi anlayışının savunucusu durumundadırlar. Yaşanan devrim deneyimlerindeki ekonomik-politik ilerlemeler, cins mücadelesindeki birikimleri görmezden gelerek ve hatta gündemine almayarak sadece devrime eleştiri götürmekle yükümlü olan bu anlayış, devrimin koşullarını maddi gerçekliklerini ve savaşın somut halini de araştırmaktan, araştırarak doğru ve yanlışlarıyla ortaya koymaktan kendilerini alıkoymaktadırlar. Dünya ezilen halklarının, emekçilerin-işçi sınıfının yüz yılı aşkındır yolunu aydınlatan büyük Ekim devrimi, Çin devrimi ve Büyük Proleter Kültür Devrimi ve birçok kurtuluş mücadelesi ve zaferleri dün olduğu gibi bugünde gözlerden uzak tutulmaya çalışılmaktadır.

1917 Ekim’i, Toplumsal Alt-Üst Oluşta Sınıf Mücadelesi ve Görülmeyen Somut Hakikatler!

1917 Ekim devrimine dönüp bakıldığında, tarihsel olarak sosyalist teorinin hayata geçirilmesinde, proletarya ve ezilen ulusların ve emekçilerin kurtuluş mücadelesinde bir dönüm noktası olduğu görülebilir. Marx ve Engels’in aynı zamanda sınıf mücadelesinin büyük eseri olan Komünist Manifestonun hayata geçirilmesi ve ilerletilmesi anlamında bir dönüm noktası, pratik yaşamdaki karşılığı olduğu da özetle belirtilebilir.

Avrupa’da 1848 işçi ayaklanmalarıyla, 1871 Paris Komünü ile daha da öne çıkan işçi sınıfı hareketi Rusya’da Bolşeviklerin önderliği ile Sovyetler iktidarı olarak kendini maddi bir gerçek haline getirdi. İşçi sınıfını, ulusal sorunu, emperyalizmi ve kadınların toplumdaki yerini gündemine aldı ve toplarını emperyalist kapitalizme, gericiliğe çevirdi. Lenin yoldaş emperyalizm tahlili ile devlet-devrim konularında nitel bir sıçrama yaratmış ve Bolşevik devrimi ile tekelci kapitalizmi hedef alarak egemenlerin iktidarında derin çatlaklar açmayı başarmıştır. Bu yönüyle enternasyonal proletaryaya, ezilen uluslara ve dünya ezilen halklarına ideolojik-politik önderlik etmiştir.

Büyük Ekim devrimi ve sonrası SSCB, ‘’kapitalizmin yıkılamayacağı, özel mülkiyetin kaldırılamayacağı, sosyalist ekonominin ayakta duramayacağı, devletsiz sosyalizm kurulacağı ve radikal demokrasinin dejenere ettiği toplumsal mücadele ve söylemlere’’ neşter atarak işçi sınıfı ve emekçi halklara günümüzde de ışık tutmakta yol göstermektedir.

Ekim devrimi, devrimlerin Avrupa’dan patlak vereceğini savunan Avrupa merkeziyetçi anlayışlara da ders niteliğinde bir çıkış olarak emperyalizmin zayıf halkasından devrimi örgütleyen, sosyalizmi gerçekleştiren bir yerde durmaktadır.

Ekim devrimi, emperyalist savaşlarda, bu savaşı iç savaşa dönüştüren işçi sınıfının kendi egemen sınıflarını- burjuvaziyi hedef alması, farklı uluslardan işçi sınıfıyla dayanışma göstermesi enternasyonal proletaryanın emperyalist-gerici savaşlardaki duruşuna önemli bir örnek, proletarya ve emekçilerin gerici savaşlar karşısındaki sınıf tavrı-perspektifidir.

Toplumsal reformlarla sosyalizmi kurma anlayışı ile sadece reformlar uğruna mücadele yürüten sınıf uzlaşmacı çizgiye karşı işçi sınıfının kendi öz gücü ve savaşımıyla egemen sınıf iktidarını yıkarak, proletarya diktatörlüğünü ve Sosyalizmi inşa ederek sosyal şoven ve barış içinde bir arada yaşama gibi revizyonist akımlara büyük bir darbe indirmiştir.

Sovyetler Birliği Lenin yoldaşın ‘’Ulusların Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı’’ çizgisi doğrultusunda 100’ü aşkın dilin konuşulduğu, özerk yönetimlerin ve cumhuriyetlerin bulunduğu bir coğrafya durumundaydı. Ulusların ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını tanıdı ve ezilen ulus mücadelelerini proletaryanın bir ittifakı olarak gördü.

Ekim devrimi ile kadın ve erkek arasında ki eşitsizliği koruyan yasalar kaldırılır, halk dinsel prangalardan kurtulur.

Ezilen-sömürülen halk kitleleri için, doğa ve ekolojik sistemin varlığının korunması, artı değer ve aşırı kar uğruna gözünü karartan kapitalizmin dünyayı nasılda adım adım yok ettiğini ve bu yok oluşun nasıl durdurulacağını gösteren Ekim Devrimi aynı zamanda gerici hakim sınıfların tamamıyla yıkılarak yeni bir dünyanın kurulacağını da dünya halklarına göstermiştir.

Tüm mücadele ve devrim süreçleri göstermiştir ki örgütlü güç haline gelmeyen halk kitleleri, dağınık devrimci hareket ve komünistler için stratejik bir araç olan Komünist Parti olmadan devrim mücadelesini örgütleme ve devrimi inşa etme işi oldukça ütopik bir durum olacaktır.

Özellikle devrim sürecinde parti içindeki bürokrasi, parti içinde ki kapitalist yolcu-revizyonistlere karşı mücadelede duraksama göstermeden, sosyalizmde de sınıfların var olduğu bilinciyle devrim mücadelesini sürdürme zorunluluğu da Sovyetlerde yaşanan önemli deneyimlerden birisi olmuştur. Bu konuda Mao yoldaşın felsefe, ekonomi-politik ve sosyalizmin sorunlarına getirdiği nitel katkılar, önemli bir yerde durmaktadır. Ekim devriminde yaşanan parti, devlet, ekonomi politikaları gibi hatalardan çıkarttığı dersler ışığında Yeni Demokratik Devrim, Sosyalizm ve Komünizme doğru emin adımlarla yürümüştür.

Ancak Mao yoldaşın ölümüyle beraber kültür devrimlerinin devam ettirilememesi revizyonist darbecilerin yoğun saldırıları ve tekrardan tartışılıp ders çıkarılması gereken birçok nedenden (sosyalizmin sorunları) kaynaklı ve yapılan askeri darbe ile iktidar ele geçirilmiştir.

Kültür devrimi gerçekleştirilmiş Sosyalist bir ülkede neden geri dönüş yaşandı, Kültür Devriminin eksikleri fazlaları nelerdi, Kültür Devrimleri Mao yoldaşın da bahsettiği gibi birkaç on kez daha gerçekleşmelimiydi vs. soruları, revizyonist kapitalist yolculara karşı cezalandırmalar, yaptırımlar daha farklı ele alınmalımıydı vs. vs. tartışmaları yapılmalı ve yeni dersler çıkarılmalıdır. Bunlar gelecek devrim süreçleri ve devrimci kuşak için önemli dersler olacaktır. Devrim süreçlerinde yaşanan zayıflıklara eksikliklere bilinçsizce saldırmak yerine onları eleştirmek, öğrenmek aynı zamanda ilerletmek doğru bir yöntem olacaktır. Yani post Marksistlerin dediği gibi ne MLM bilimi çökmüştür nede proleter devrimler çağı kapanmıştır.

Emperyalist ekonomi tüm çatlakları ve krizleriyle devam ederken, Şili den, Irak’tan, Kürdistan’dan, Lübnan’dan ve dünyanın her yanından işçi sınıfının, kadınların, öğrencilerin ve gençlerin, LGBTİ bireylerin sesleri var olan gerici kapitalizmi yıkmak üzeri öfkeyle yükseliyor. Bu yükseliş, kapitalizmin sonsuz yaşam hakkının olmadığını ve devrimlerin kaçınılmazlığını göstermektedir. Yeryüzünü titreten yığınlar şüphesiz ki gerici egemen sınıflarla barış içinde bir arada yaşamayı seçmeyecek ve kitleler kendi dünyalarını kendi elleriyle yeniden yaratacaktır.

Çin Devrim Deneyimi ve Büyük Proleter Kültür Devriminin Katkılarından Öğrenmek

Çin Devrimi ve ÇKP’nin tarihine özetle bakacak olursak; ÇKP 1 Temmuz 1921’de Şanghay’da yaptığı il kongresi ile kurulur ve il genel sekreteri Cen Dui Siu’ dur. Çin halkı 1840 da ki afyon savaşından 4 Mayıs 1929 hareketine kadar, emperyalizm ve feodalizmin zulmüne karşı yetmiş yılı aşkın bir süre kahramanca mücadeleler verdi. Hung Siyu Cuyan ve Sun Yat Sen’in önderliğinde ki devrimci hareketlerde dahil bütün bu mücadeleler başarısızlıkla sonuçlandı.

1917’de Lenin yoldaşın önderlik ettiği Sosyalist Ekim devrimi Çin halkına Marksizm’i ve Leninizm’i götürdü. Marksizm’in Leninizm’in Çin deki devrimci hareketle birleşmesinden ÇKP doğdu. Devrimin temel meselesi proletarya önderliğinde siyasi iktidar, devrimin en hassas noktası ve en yüksek mücadele biçimi ise silahlı mücadele yoluyla siyasi iktidarı ele geçirmekti.

Lenin 1919 Kasım’ında Doğu Halkları Komünist Örgütleri 2. Kongresinde şunu belirtir, ‘’doğuda ki halkların komünistleri kendi bölgelerinin özelliklerini göz önünde bulundurmalı ve komünizmin genel teori ve pratiğini kendi ülkelerinin Avrupa ülkelerinde bulunmayan pratiğine uygulamalıdır’’

Çin devrimi bu perspektiften yola çıkar, Ekim devriminin bir devamı ve proleter devrimlerin bir parçasıdır. Çin devrimi iki aşamadan geçmiştir, ilk olarak Yeni Demokratik Devrim ikinci olarak ta Sosyalist devrimdir ve devamında yaşanan Büyük Proleter Kültür Devrimi.

Tüm devrimlere Çin Demokratik Halk Devrimi şuna işaret etmiştir; MLM’nin ideolojik –politik çizgisine göre inşa edilmiş bir Komünist Parti, Komünist Partinin önderliğinde bir ordu ve partinin önderliğinde oluşan-oluşturulan bütün devrimci sınıfların ve devrimci grupların birleşik cephesi. Çin devriminde Mao yoldaşın ve Partinin uygulayıp gerçekleştirdiği 3 stratejik nokta bunlardı.

Proletarya diktatörlüğü altında devrimi yılmadan devam ettirme perspektifiyle hareket eden ÇKP durumu şu şekilde ortaya koyuyordu; “partimizin adı ve ML dünya görüşümüz apaçık gösteriyor ki, partimizin temel programı, burjuvaziye ve diğer tüm sömürücü sınıfları kökünden yok etmek, burjuvazinin diktatörlüğü yerine proletarya diktatörlüğü kurmak, kapitalizmi sosyalizmle alt etmek’’

Çin’de Halk iktidarı, modern sanayinin yüzde seksenini oluşturan bürokrat sermayenin tümüne el koyarak hepsini sosyalist devlet işletmelerine dönüştürdü. 1956 yılında sanayi, ticaret ve el sanatlarının sosyalist dönüşümü tamamlandıktan sonra, Çin’de sosyalist devrim yeni bir meseleyle karşı karşıya geldi, sınıflar-sınıf çelişkileri hâla var mıydı? Liu Şao Çi ve çevresinde ki revizyonistler bu soruna şöyle yaklaşıyordu; ‘’sosyalizm ve kapitalizm arasındaki mücadelede kimin kazanacağı belli olmuştur’’, ‘’proletarya ile burjuvazi arasındaki çelişme esas olarak çözülmüştür’’ ‘’ülkedeki baş çelişme ülkedeki ileri sosyalist sistem ile geri sosyal üretici güçler arasındaki çelişmeydi’’. İşte revizyonistlerin sosyalizm sürecine ilişkin yönelimleri bunlardı. Aslında bu teoriler Bernstein ve Kautsky gibilerinin savundukları ‘’üretici güçler’’ teorisinin yeni şartlarda ortaya çıkan teorisinden başka bir şey değildi.

Sadece üretim araçlarının üzerinde sosyalist devrimin yapılması değildi mesele, siyasi ve ideolojik cephelerde de köklü bir devrim yapılması zorunlu idi, aksi ise sosyalist devrimin sağlamlaştırılmasına hizmet etmeyecekti. Mao yoldaş ve ÇKP bunun farkındaydı ve Büyük Proleter Kültür devrimi süreci bu bilincin bir eseri olarak ortaya çıkmayı başardı.

Kültür devrimi sıradan, taktik olarak değerlendirebileceğimiz bir olay değildir, tam tersine Marksist devrim teorisinin sosyalizm sorunları alanında ki temel sorunlarına çözüm getirecek bir anahtardır. 1966-1969 yılları arasında Demokratik-Sosyalist Çin’in üst yapısında gerçekleştirilen bu alt-üst oluş o dönemde tüm dünyayı ve özellikle gençliği siyasi ve ideolojik olarak etkisi altına almıştır. İbrahim Kaypakkaya’nın “Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devriminin Ürünüdür” özlü vurgusuyla temelini attığı Maoist hareketin kökleri buradan beslenmektedir- gelmiştir.

BPKD dünyada ilk kez hayata geçirilen siyasi bir devrimdi, dünyanın birçok yerine etki eden Demokratik-Sosyalist Çin’in üstyapısında gerçekleşen bu siyasi devrimin öne çıkarttığı en önemli noktalardan biri, Mao yoldaşın ML’ye -her üç alanda ekonomi-politik, felsefe ve sosyalizmin sorunlarına- yaptığı nitel katkılardır, bilimin Maoizm seviyesine yükselmesinin doruk noktası olmasıdır.

1960’lı yıların başı (1963 polemikleri /Pekin-Moskova çatışması) SBKP revizyonizmine karşı mücadelenin keskinleştiği dönemdir. SBKP ve ÇKP arasında ki polemiklerin doruk noktasına çıktığı ve ilişkilerin tümden koptuğu dönem BPKD dönemidir. Mao, Liu revizyonizmini Kruşçev revizyonizminden hiçbir zaman ayırmamıştır. 1958 yılında yapılan ÇKP 8. Kongresinde Liu Şao Çi’nin ‘’Tarihi yaratan sınıf mücadelesi değil üretici güçlerdir’’ tezinin esin kaynağı Kruşçev’in üretici güçler teorisindeki revizyonist tezidir. Dolayısıyla kültür devrimi boyunca Liu Şao Çi revizyonizmine karşı yürütülen ideolojik politik mücadele aynı zamanda SBKP modern revizyonizmini de hedefliyordu.

Kültür devrimi, Pekin Belediyesi parti yönetiminin eleştirilmesi ile devlet yönetimini, partiyi, hükümeti ve bütün yönetici organları eleştirmenin ilk kıvılcımı olarak ülkeye yayılarak büyüyordu. Bugünlerde bazı belediyelerde ki revizyonistler görevlerinden alındı, ülkenin bütün fabrikaları kapitalist yolcuları, revizyonistleri teşhir eden binlerce duvar gazetesi ile donatıldı.

Ve o büyük çağrı 5 Ağustos gününde Mao yoldaş tarafından yaplıdı, “Burjuva karargahları bombalayın!” 11. MK’nın genişletilmiş toplantısında 5 Ağustos sabahı Mao yoldaş kendi duvar gazetesini açıklayarak bu çağrıyı yapar ve büyük bir tartışmanın kapılarını açar.

Kültür devrimi sürecinde birçok devrim karşıtı grup kurulmuş ve hiçbiri Mao yoldaşı doğrudan hedef almamıştır, fakat yaptıkları Maoculuk adına kızıl bayrağı indirmek, ilerleyen devrimi durdurmaya çalışmaktı.

Nasıl ki Ekim devrimi buzu kırıp proleter devrimler çağının yolunu açtıysa, BPKD’de proleter devrimler çağının en üst düzeyde teorisinin ve pratiğinin aşamasıdır. Bu bağlamda BPKD aynı zamanda dünyadaki yeni MLM akımların doğuşunun manifestosudur.

….

Tüm bu alt-üst oluşlara, toplumsal ve sınıfsal değişim ve dönüşümlere rağmen ‘’proleter devrim sorunu baş sorun değildir’’ ‘’artık ulusal, ekolojik vb. sorunlar öndedir’’, ‘’proletarya diktatörlüğü teorisi çökmüştür’’ vs. vs. söylemleriyle Bilimsel Sosyalizm teori ve pratiğine yönelen, eleştiri adı altında revizyonizmi-post Marksizm’i öğütleyenler azımsanmayacak düzeydedir. Neden proleter devrimler, sınıf örgütlenmeleri zayıfladı sorusuna yanıt aramak yerine, yalıtık olarak tüm toplumsal mücadeleleri sınıftan ayıran, tekelci kapitalizmi ve mülkler dünyasını parçalamayı hedef almayan bir yöne götürmektedir bu anlayış ve çizgiler.

Patriarkal sistemin özünün kapitalizmle ve faşizmle bir olduğu ve dolayısıyla faşizmin cins mücadelesiyle ortak şekilde yıkılması gerektiği, mülk dünyasında kadının metalaştığı nesneleştirildiği, ve tüm erk-erkek egemen ideolojilerin burjuva devlet korumasında olduğu, hakim sınıflar yok olmadığı sürece ataerkil sisteminde yok olmayacağı bilinciyle mücadele yürütülmesini öğütlemek yerine kendi başına kökü- geçmişi ve geleceği belli olmayan idealist bir kadın mücadelesini öğütleyen bir yerde durmaktadır Radikal Demokrasi ve benzer akımlar. Ayrıca bu tür akımlar konjonktürün iniş ve yükselişine göre devrimci ajiteyi, sloganları da dillerinden düşürmez küçük burjuva ruh okşayan söylemlere de girerler.

Ortaya koydukları Sosyalizm eleştirisi Marks’ı salt ‘’ekonomik indirgemecilik’’ le suçlarken, ütopyalarında ki Sosyalizm de ise tek başına sınıf eksenli olmadığını, toplumun diğer kesimlerini de kucakladığını propaganda ederler, Marksistlerin ‘’diğer mücadeleleri dışsallaştırdıkları ve kendi dışında gördüklerini’’ zikre dururlar sınıf uzlaşmacı çizgilerini saklayarak.

Peki Gerçek Nedir? Ve Nerede Manipülasyona Başvurmaktalar

Baktığımızda Radikal Demokrasinin fikir hocası konumunda ki Laclau’ya göre  “sınıflar ideolojik ve siyasal düzeyde bir indirgeme değil, bir eklemlenme süreci içinde var olurlar”. Öyle ki faşizm, liberalizm, milliyetçilik vb. gibi ideolojilerin bir sınıf kimliği taşımadığını iddia eder ve farklı sınıfsal aidiyetler taşıyabileceği kanısındadır. İşte günümüz koşullarında da önümüze sunulan Radikal Demokrasi çizgisinin temeli aslında Laclau ve Mouffe’ un bizzat ortaya koyduğu paradigmanın ürünüdür.

Elbette bir birey hangi sınıfa aitse doğrudan o ideolojiye bağlanmış olmaz. Bir köylü bir işçi egemenlerin ideolojisi ile zehirlenebilir ancak zehirlendiği bu ideoloji bir sınıf damgası taşımaktadır. Günümüzde öne çıkan kadın mücadelesi ve “demokrasi mücadelesi”nde muğlaklaşmaya yol açan bir yan da burasıdır. “Kadın özgürlüğü”nü her ağzına alan, ataerkil sistemi her hedef alan kitle adeta devrimci ve gerçekten kadın hakları savunucusu olarak görülebiliyor. Örneğin “TC” devleti meclisin de CHP’li kadınların LasTesis eylemine verdiği “destek”le patriyarkal-ataerkil ideolojinin bizzat kendisi olan Kemalist kitleye verilen ilericilik misyonu ciddi anlamda şaşırtıcı bir durumdu. Aynı sorunu ‘’demokrasi’’ demogojisi yaratan, aslında AKP-MHP faşist iktidarından farkı olmayan faşist devlet partilerine ‘’demokrasi gücü’’ misyonu yükleyen çizgide ortaya çıkıyor. Sorunun bir sistem, devlet sorunu olduğu gerçeğinden uzaklaşmak bu olsa gerek.

Radikal demokrasinin genel olarak hangi toplumsal kesimlere dayandığı ve sınıftan nasılda uzaklaştığı rahatlıkla görülebilir bir olgudur. Kısacası devrim değil ‘’var olan sistemin yeniden yapılanması-düzeltilmesi’’ dar hedefiyle hareket edilmektedir.

Geçmişte ve günümüzde de kadın mücadelesi, ulusal sorun, LGBTİ, doğa sorunu gibi birçok sorun devrimin ve sınıfın bağrında taşıdığı ve çözüm getirmekle yükümlü olduğu meselelerdir. Bu yönüyle MLM’ler, sınıfı aydınlatmak, mücadeleyi yükseltmekle yükümlüdürler. Sosyalizm, proletarya ve emekçiler devleti, bu mücadeleleri Radikal Demokrasi gibi parçalı almaktan ziyade bugün ve yarın devrimin güçleri olarak görmektedir. Ve çözümünü ise gerici egemen sınıfların-devletlerin yıkılışında aramaktadır.

Marks’ın Lenin’in ve Mao’nun “aşılması’’ faslı, onların eskidiği vb. gibi yeni “modern” söylemler şunu unutmaktadır, MLM ideoloji teorik ve pratik alanda kanıtlanmış bilimsel temellere dayanan, insanlığın en yüksek kurtuluş mücadelesidir. Örgüt-örgütlenme gibi devlet yapısında da toplumsal tüm olayların komünistlerin, sınıfın sorunu olduğu bilinciyle bir teori ve pratik geliştirmiştir MLM ideoloji. Marksizm somut koşulların somut tahlili demektir ve bu ilke Marksizm’in yaşayan canlı dinamik halidir.

Coğrafyamızda Radikal Demokrasinin Yüzü

Coğrafyamızda Radikal Demokrasinin en iyi temsilcilerinden birisi olan Kürt ulusal hareketi; politikasıyla, Marksizm’e getirdiği eleştirilerle ve Kürt-Kürdistan sorununa getirdiği çözüm yoluyla iyi bir örnektir. Birçok yazıda MLM’lerin eleştiri konusu yaptığı ulusal hareketin ideolojik dokusunu bir kez daha tekrar etmeden yaşanan belirli süreçlere değinmek yerinde olacaktır.

Kürt ulusal hareketinin ‘’TC’’ devletiyle yürüttüğü mücadelede, kahramanca direnişleri, devrimci-demokratik yönleri, silahlı-reformist çizgisine rağmen büyüttüğü devrimci savaş çizgisi ve bugün Rojava Kürdistanı başta olmak üzere Türkiye-Kuzey Kürdistan’da elde ettiği kazanımlarıyla birlikte günümüze kadar gelen en ilerici Kürt-Kürdistan hareketi durumundadır. Ancak bağrında taşıdığı devrimci-demokratik muhtevaya rağmen hareketin Radikal Demokrasi çizgisi oldukça ön planda ve esas anlamıyla duruşu, çizgisi, konjonktüre göre uyguladığı politikası, girdiği süreçler- bu ideolojinin gerçekliğinde yaşanmaktadır.

Birkaç yıl önce girdiği barış süreci de bunlardan birisidir. Ulusal hareketin girdiği barış süreci, ‘’devrim hareketinin’’ taktiksel dönem olarak ortaya koyduğu ateşkes süreçlerinden nitelik olarak farklı bir olgudur. Bu süreç post Marksizm’in ‘’sistemi iyileştirme, restore etme, reformlar elde etme’’ çizgisinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Tamda böylesi bir süreçte ortaya çıkmış olan DTK, HDK, Barış Bloğu gibi kurumlar ve “ne asker ölsün nede gerilla ölsün” sloganları bu yönelimin karşılığı olmuş ve bugün de bu çizginin devamı olarak ileri sürülen “demokrasi mücadelesi” ile de kim için nasıl bir demokrasi sorusunu gündeme oturtmuştur.

Bu çıkışların başından itibaren, yada sonrasında dahil olan, muğlaklaşmış ‘’demokrasi mücadelesi’’ sloganını meşrulaştıran ve o dönemin kurum ve süreçlerinde var gücüyle çalışan devrimci güçler radikal demokrasinin ‘’ kurbanları ‘’ olmaktan kurtulamamış, sınıf tavrından uzaklaşmışlardır. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını yadsıyan, burjuvaziden ve Türk ulusunun hakim sınıflarından barışı, demokrasiyi (kim için olduğu belirsiz olan demokrasiyi) bekleyen çizgiye ortak olan bazı devrimci güçlerin çizgi ve duruşları da tartışmanın konusu olmaktan kurtulamamıştır.

Nitekim sözünü ettiğimiz süreçlerin nasıl da dönüp dolaşıp Kürt ulusunu, Türkiye-Kuzey Kürdistan emekçi sınıfını ve ezilenleri vurduğunu, hayal kırıklığına uğrattığını; faşizmin azgın saldırılarına, ekonomik krize vs. sorunlara karşı yaşanılan büyük sessizlikte görmekteyiz. Toplumu-halk kitlelerini sistemle barışa çeken, gözlerini ve algılarını esasta meclise-seçime yönlendiren, halkın öfkesini sokaklara değil de sadece veya esasta ‘’sandıklara yönlendiren’’ her çizgi elbette ki sistemin sınırları içinde kalmaya, kendini o sınırlar içinde yeniden ve sistem içi olarak üretmeye mahkumdur. Değişmeyen sonuç, her zaman emekçilerin, Kürdün, kadının, LGBTİ’lerin ve doğanın sırtına her an binen yük, daha da artan acılar olduğu ortadadır.

Özetle;

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi geçmiş tarihimizde proleter devrimlerin geri dönüşler yaşaması, devrim mücadelesin de yaşanan gerilemeler, ezilen uluslar da dahil dünya genelinde halk kitleleri bir güven kaybı yaşamış ve büyük bir boşluk oluşmuştur. Bu yaşanan boşluk farklı toplumsal mücadelelerin daha da ileri çıkması sonucunu doğurmuştur. Ortaya çıkan toplumsal hareketler de sınıfın yanı başında çıkmasına rağmen sınıftan uzak bir teori geliştirmiştir. Burjuvazinin özel politikaları ile önü açılan, kimi zaman daha da esneklik tanınan hareketler, sistemi içten fethedeceği ya da reformlarla iyileştirmeleri ileri sürmüş, buda sınıf uzlaşmacılığını kaçınılmaz kılmıştır. Bu gelişmelere koşut olarak ‘’sınıf dışı’’ hareketler merkeze alınarak yeni teoriler geliştirilmiştir.

Sosyalizme ve işçi sınıfına karşı oluşan güvensizliklerin sonucu olarak ortaya çıkan teorilerden birisi de bahsini ettiğimiz gibi Radikal Demokrasi teorisidir. Radikal demokraside kapitalizmi yıkıp yerine yeni bir alternatif koyma sorunu yok ve kendini sınıftan uzak-sınıfın dışında tutma eğilimi vardır. Bu teoriler aynı zamanda mücadeleyi sadece sınıfa indirgeyen, cins, doğa ve ekoloji, inanç ve milliyetler vb. sorunları sınıf dışı görerek dıştalayan anlayışa karşı da bir tepkinin ürünüdür ve bu yönüyle anlaşılabilir bir yanı taşır, ancak ‘’sosyalizm-sosyalistler diğer toplumsal mücadelelerle bağ kurmuyor, dışsallaştırıyor’’ gibi suçlamalar gerçeği yansıtmazken var olan somut hakikatten de kaçış yolunu tutmaktadır.

Üretimin, sınıfın daha da genişlemesi, üretimde toplumsal bilincin daha da yükselmesi, eğitimin daha da yaygınlaşarak aydın kesimin daha da çoğalması, doğanın insan gözüyle görülecek düzeyde bir tahribata uğraması farklı toplumsal mücadeleleri ortaya çıkarmış ancak bu hareketler esas anlamıyla sınıf örgütünün dışında, sağında solunda gelişmiş ve örgütlenmiş durumdadır.

Sınıfın ve emeğin ürettiğine yabancılaşması, üretimin toplumsallaşması, devletin ve sermayenin emek sömürüsünden ve bunun nasıl parçalanacağından bahsetmeyen ve bir analize gitmeyen Radikal Demokrasi, ekonomi ve politikayı da ayrı şeyle olarak ele alır. Şu bir gerçek ki hiçbir özgürlük hareketi devletin ekonomik ve toplumsal haklar sömürüsünü hedef almadan yakın ve uzak politikasında gündemleştirmeden ve bunu parçalama/yok etme hedefine sahip olmadan gerçek bir özgürlükten bahsedemez. Bu konuda birçok toplumsal hareket parçalı mücadele yürütürken sosyalist mücadele geneli kapsayan ve soruna kaynaklık eden mülkiyet dünyasını-kapitalizmi hedef alır.

Nasıl olsa sosyalizmde çözülecek anlayışıyla somutta ve şimdiden kadın özgürlük mücadelesini örgütlememek ve ataerkil sisteme kadın olarak savaş açmamak, doğa ve ekolojide ortaya çıkan tahribata karşı mücadele yürütmemek, bunları toparlamak ve çözmek için Proletarya ve Emekçiler Devletini beklemek hatalı ve yanlış olur. Komünist hareket somutta oluşan toplumsal hareketlere karşı tavır belirlerken örgütlenmesini gerçekleştirebilmelidir. Örneğin faşizm patriarkal sistemle gücüne güç katmakta, ataerkil ideolojisi ile devlet aygıtlarını-eğitimini böyle şekillendirerek kendini güçlendirmektedir. Bizim hedefimiz bu sistemdir ve erkek egemen sistem ile kendini güçlendirmekte ve kadınların neredeyse toplumsal muhalefette olmasından bile korkmaktadır. Komünistler tüm bunlara tavırsız değildir ve politik olarak bir netliğe sahiptir.

Gerçek yaşamdan yola çıkarak, somutu okuyarak örgütlenen her savaş, her mücadele zafere bir adım daha yakındır. Komünistlerin sınıf tavrını çeşitli eleştirilerle yalnızlaştırmaya çalışan, sınıfa güvensiz ve kapitalist sistemi yıkmaktan uzak çizgi ve ideolojilerin dönüp geleceği yer burjuvazinin safları olmaktan kurtulamaz.