Sarsılan İktidar ve Kırılgan Siyasetin Sallantısı

Siyasi sürecin tüm ekseni burjuva seçimlere oturmuş durumdadır. Bu sürece burjuva klikler arasındaki iktidar dalaşı renk verse de demokratik devrimci sınıf ve halk güçleri gelişmelere kayıtsız kalmayarak, siyasi şartları demokrasi ve devrim lehine çevirme göreviyle sürece katılmaktadır. Bu görevin başarılması, kuşkusuz ki izlenecek siyasetlerle orantılı olacaktır. İzlenecek siyasetlerin başarısının pratik veya araçsal biçimi, esasta halk güçlerinin ittifak politikasında karşılık bulur. Sürecin doğru tahlil edilmesi ve demokratik devrimci alternatifin doğru taktik politikalarla temsil edilmesi, başarının diğer vazgeçilmezidir.

Komprador tekelci burjuva klikler de ittifak politikası temelinde sürece hazırlanmaktadır. İttifakların korunması ve genişletilerek büyütülmesi, burjuva kliklerin yoğunlaştığı temel odaklardan biridir. Lakin burjuva süreç, ittifaklardan öteye tamamen kirli siyaset zemininde; komplo planları ve provokasyonlara dönük, şiddet barındıran muhtemel gelişmelere aday ve odaklıdır. Bütün bu gelişme ve olasılıkların değerlendirilmesi, hem olası saldırganlığa karşı hazırlıklı olmanın ve hem de burjuva klikler arasında keskinleşen çelişki ve çatlaklardan yararlanma bakımından gereklidir. İçinde bulunduğumuz, çalışmalar yürüteceğimiz ve en önemlisi de halk kitlelerinin yaşamını doğrudan etkileyen bir süreç olması bakımından, somut politika ve analizlerle süreç karşısında doğru pozisyon almamız elzemdir.

Siyasi süreci analiz ederken, doğrudan sınıf diktatörlüğü ve bunun aktörü olan siyasi iktidarları, elbette iktidar sürecinin özgünlüğüne bağlı olarak bu sürece damga vuran siyasi temsilleri masaya yatırmayı gerektirir. Her sürecin çelişkileri belli dinamiklere dayanır. Bu dinamiklerin ortadan kaldırılması çelişkilerin çözülmesi anlamına gelir ki, bu, doğrudan ortadan kaldırıma eyleminin hangi tarzda gerçekleştirildiğiyle alakalıdır. Sürecin, burjuvazi içinde iktidarın el değiştirmesi ekseninde ele alınması, yine burjuvaziyi üretirken, iktidarın sınıflar arasında el değiştirmesi ise; devrimci eylemin devrim üretmesi anlamına gelir. Seçimlerde ifade bulan mevcut siyasi süreç, devrimci eylem ve devrimci değişimi ihtiva etmeyen, bilakis burjuva düzen ve sistem içi tahkimatı üstlenen burjuva süreçtir. Geniş halk kitlelerinin acil talepleriyle biçimlenen devrimci şartlar ise, tüm uygunluğuna karşın, örgütlü hareketin zafiyeti nedeniyle siyasi sürecin tali unsurudur. Halk kitlelerinin burjuva klikler tarafından yedeklenmesi de aynı zafiyetin başka bir sonucudur. Demokratik devrimci sınıf güçlerinin süreçte oynadığı etkileyici role rağmen, süreç esasta burjuva klikler arasındaki iktidar dalaşıyla belirlenmektedir.

Burjuva kliklerin durumu ve muhtemel gelişmelerin seyri 

Mevcut sistem ve iktidar tek adamın egemen otorite olmasına göre düzenlendiğine göre, bu bağlamda ele alındığında rant, talan ve yağma güruhları ile her nevi suç çeteleri sistemin dişlileri olarak bu iktidarın ortağı durumundalar, dolayısıyla bu iktidar tek adam olan Erdoğan sultasından başka bir şey değildir. Sistem kişide, kişi de sistemde ifade bulmuştur. O halde gerek mevcut rejim ve iktidarı gerekse de suçlar silsilesini Erdoğan’la özdeş görmek ve sorumlu tutmak, en azından bu iktidar dönemi için yanlış olmaz. Sistemin kişiye endeksli dizayn edilmesi, tek kişinin siyasi olarak tayin edici olmasının yolunu sonuna kadar açmıştır. Bu durum, bireyin tarihteki rolüne benzer olarak ama ters orantılı ve negatif olmak kaydıyla, Erdoğan tarafından temsil edilen tek kişi erkiyle sübut bulmuştur…

Erdoğan faktörü, başta anayasası olmak üzere, hiç bir hukuk, kural ve etik tanımayan, keyfiyetçilikte hoyrat, baskıda pervasız ve acımasız bir despot; kitlesel katliamlarla boy veren şiddet pratiğinde barbar bir zalim, iktidar erki için kan dökmekte bir-iki etmeyen bir tiran, yeri geldiğinde imparatorca hırsla “yol arkadaşlarını” harcayan bir sultan, her türden suç çeteleriyle ortaklaşan zifiri bir karanlık, tam manasıyla bir suç odağına dönüşen kontrolsüz bir güç, talan ve yağmayla biçimlenen rantçı bir kast, komplo ve provokasyonlarla otoriter bir güruh ve mutlak otoriteye dayalı tek adam nüfuzuna sahip bir tehdit olma özellikleriyle, son derece baskıcı bir esaret ve açık faşist diktatörlükte karşılık bulan bir iktidar sürecinin adı ve başat unsuru olarak öne çıkar.

Bu özellikleriyle Erdoğan ve katı faşist sultası, toplumsal kitlelerde büyük bir güvensizlik nedeni ve mimarıyken, tekçi ırkçı-faşist destanıyla büyük bir korku imparatorluğunun da üretken temsilcileridir. Dolayısıyla, Erdoğan ve dönemi, halklarımız için nefes aldırmaz bir karabasan dönemidir demek abartı olmaz. Süreç bunlardan bağımsız bir özellik taşımazken, gelişmeleri de bu tablodan farklı olmaz. Ne ki, her süreç, esas ve tali unsurlar barındırır, tek yandan oluşmaz. Aynı sınıf orijini de taşısalar, Erdoğan sultasına muhalefet eden dinamikler de bu süreci biçimlendiren diğer unsurlardır ki, varlıkları inkâr edilemez. Daha da önemli olan, sürecin geldiği aşama, Erdoğan sultasının kan kaybederek zayıfladığı, buna karşın muhalefetin güçlenerek etkin bir unsur haline geldiği aşamadır. Burjuva sistem içi olma niteliğinde, dinamik ve değişimi koşullayan siyasi şartların hasıl olduğu her bakımdan gözlemlenmektedir.

Toplumsal algı olarak genel yargıya dönüşen, “iktidar için her şey yapar” tespiti, isabetli olmakla birlikte, sınırsızlıkta öngörülmez bir durumun da tespitidir. Bu, aynı zamanda belirsizlikler üreten bir zeminindir de. Bu belirsizlikten beslenen karamsar yorumlar kadar, iyimser yorumlarla da yürütülen uzun tartışmalardan sonra, seçimlerin gerçekleştirilme tarihi 14 Mayıs olarak bizzat Erdoğan tarafından açıklandı. Hemen parantez açalım ki; bu gerekçeler çalınan minareye kılıf uydurmaktan başka bir anlam taşımadığı gibi, asıl gerekçenin, anayasaya göre Erdoğan’ın bir kez daha aday olamayacağı engelinin aşılmasıdır ki, bu, bayağı bir hiledir…

Dahası şu: iktidar açısından tam bir skandal olan deprem sürecinin iktidara yüklediği ağır yük ve bocalama gerçeği, iktidarın izah edilemez deprem suçu, felaket içinde bile rant ve yolsuzluk gibi ahlaki çöküntünün açığa çıkması, kitlelerde iktidara karşı haklı olarak gelişen büyük bir tepki ve öfkenin patlama düzeyinde birikmesi, burjuva klikler arasındaki siyasi dengelerin açık ara muhalefet lehine dönüşmesi, konjonktürel durum, iktidar değişiminin bir toplumsal talep olarak gün yüzüne çıkması gibi koşullar, iktidarın seçimlerden kaçmasını olanaksız kılmış, OHAL ile pekiştirmeye çalıştığı seçimlerin bilinmeze ertelenmesinden vazgeçirmiştir.

Bir “demokrasi” oyunu olarak toplumun önüne getirilen ve alenen toplumsal kitleleri manipüle etmeyi amaç edinen seçimler, içinden geçilen süreci dinamize ederek, bir dizi gelişmeye hız kazandırmaktadır. Bu gelişmelerin masum olmadığı ve olmayacağı her bakımdan açık iken, şiddet temelinde daha sert gelişmelerin cereyan edeceği, yaşananlarla tescilli olup yaşanacak olanlara da işarettir. Sinan Ateş suikastı, bu açıdan kanlı provokasyonlar sürecinin bir halkası olarak anlam kazanmaktadır. Bu suikast, iktidar ortağı olan MHP içindeki muhalefetin bastırılarak iç dengelerin Bahçeli MHP’si lehine dizayn edilmesini hedeflediği gibi, siyasi suikastlarla korku ikliminin büyütülüp seçimler sürecinin bloke edilerek iktidar lehine dönüştürülmesinin en pervasız hamlesi ve provokasyonlar dizisinin başlangıç fişeği anlamına geliyor. Nitekim, kısa sürede Kılıçdaroğlu’na suikast yapılacağı bilgisi deşifre edilerek provokasyon planının devrede olduğu açığa çıkmış-çıkarılmış oldu…

Sinan Ateş cinayeti MHP ve iktidar güruhunun ayağına dolanıp hesapları tersyüz ettiği gibi, Kılıçdaroğlu’na dönük suikastın deşifre edilmesi de iktidarın içinde bulunduğu kanlı senaryo gerçeğini gün yüzüne çıkararak iktidar aleyhine işlev gördü. Bunların böyle gelişmesi, klikler arası dengelerin muhalefet lehine geliştiğini kanıtlamakla birlikte, muhalefet bloğunun iktidarı kontrol altında tutup kanlı eylemlerini deşifre ederek önleme yeteneğine sahip olduğunu da gösterir. Açık ki, büyük sermaye karar kılmış, muhalefetten yana taraf alarak iktidarın elini-ayağını bağlama gücünü ortaya koymuştur. Dahası, ülkedeki sermaye ve sömürü imtiyazlarını garantiye almak isteyen konjonktürel güçler de istihbari ve siyasi destekleriyle muhalefeti besleyen, buna karşın iktidarı bloke eden tercihlerini yapmıştır. Tam da bu zemindendir ki, iktidarın cinayet ve provokasyon tertipleri deşifre edilmekte, muhalefet desteklenerek güçlendirilmektedir. Eğer klikler arası bir iktidar dalaşı söz konusu ise, kliklerin bağımlı olduğu konjonktürel güçler de istihbarat örgütleri ve siyasi destekleriyle bu çatışmanın ortağı olup içindedirler…

Durumu gören iktidar, rotasını ittifak ortakları aramaya çevirdi. HÜDA-PAR, YRP ile yapılan görüşme ve anlaşmalardan sonra Menzilcilerle yapılacağı söylenen ittifak girişimleri Erdoğan’ın çaresizliğinin göstergesi olmakla birlikte, bu ittifak girişimi aynı zamanda radikal İslamcı suç odaklarıyla doku birliğini ve İslamcı bağnazlığın kadın düşmanı karakteriyle paydaş olduğunu da kanıtlamaktadır. Kürt ulusal kitlelerinde Sünni mezhep inancının yaygın ve güçlü bir etmen olması nedeniyle Erdoğan’ın HÜDA-PAR’ı Kürt oylarını bölme ve muhtaç olduğu Kürt oylarından azami desteği çıkarmak için kullanacağı anlaşılmaktadır. Özcesi, Kürtler içinde kaybolan etkisinin boşluğunu HÜDA-PAR üzerinden toparlamaya çalışmakta, çalışacaktır. İttifak girişimlerinin yanı sıra, cumhurbaşkanı adaylığını açıklayan Muharrem İnce gibi isimlerin adaylığı kişisel hak ve tasavvurları olmakla birlikte, bunların adaylık tavrının sonuçta Erdoğan’ın planlarına yarayacağı söylenebilir.

Kısacası, Erdoğan bir yanıyla karşı karşıya kaldığı çaresizlikten, diğer yanıyla da açığa çıkan cinayet ve provokasyonların getirdiği yükten kurtulmak için ittifak manevrasına girmeyi benimsedi. Ne ki, mevcut ittifak girişimleri zaten Erdoğan’ın oy yelpazesinde olduğu için cumhurbaşkanlığı seçimlerinde durumu değiştirmeyecektir. Bu durumda, Putin’in desteği ve seçim hilesi (oy hırsızlığı) Erdoğan’ın önemli bir seçeneği olacaktır. Manipülasyon ve aldatma oyunları sürecin kopmaz parçaları olarak devreye daha etkin sokulacaktır.

Muhtemelen, ‘‘reformlar, demokrasi, çözüm” gibi safsatalara sarılmak, seçim rüşvetleri dağıtmak, bu zeminde yasalar çıkarıp belli hak kırıntılarına başvurmak, bolca vaatlerde bulunmak, seçim hilelerine yoğunlaşmak, muhalefet cephesinden vekil satın almak gibi çabalar iktidarın bu süreçte gireceği ikinci boyut eğilimler olacaktır. Suikast, komplo ve provokasyonlardan vazgeçmese de aleyhine gelişen mevcut denge ve gelişmeler buna olanak vermeyebilir. Seçimi kaybetme korkusu da bir tehdit olarak iktidarı düşünmeye ve durmaya iten başka bir sebeptir. Zira, seçimleri kaybettiğinde vereceği hesabın kabarık olmamasını tercih eder. Ya da suikast gerçekleştirenin, aynı zamanda suikasta maruz kalma tehdidini de düşünmesi-görmesi gerekir. Böyle bir tehdit var mı veya bu tehdit kulaklara fısıldatıldı mı bilemeyiz. Lakin, sorun iktidar ve dalaş bunun için ise ve bunun için bir klik suikasta başvuruyorsa, diğer kliğin başvurmaması düşünülemez. Dolayısıyla, cinayet ve provokasyon siyaseti güdenlerin aynı metotla yüz yüze kalması muhtemeldir. Ve bu muhtemel karşı tehdit, seçimleri kaybetme durumuyla yüz yüze olan iktidar için göz ardı edilemezdir…

Burjuva klikler arası çatışma nasıl seyreder sorusuna getirdiğimiz bu yorumlar, gelişmeleri yorumlamak kadar, burjuva ahlak ve somutta iktidar hırsıyla biçimlenen keskin çatışmalarına ve son tahlilde sınıf karakterlerine dayanır. Dolayısıyla bu çatışma önümüzdeki süreçte nasıl biçimlenir sorusuna kesin bir yanıt vermek mümkün değil. Ancak, her halükârda iktidarı elde tutma ve tersinden ele geçirme güdüsüne dayalı olarak, kanlı ya da kansız cereyan ederek keskinleşen bir çatışma sürecinden söz edilebilinir. Son ya da yedek oyuncu olarak sahneye çıkan yeni Pekerler olacağı gibi, Peker’in kendisi de bizzat oyuna dahil olabilir. Ve muhalefet adına zaten önde giden iktidar maçı, yedek oyuncuların oyuna dahil olmasıyla muhalefet daha büyük avantajla “maçı kazanabilir”!

Sınıf perspektifi ve görevler

Bu süreçte, oy potansiyeliyle tamamen belirleyici bir pozisyonda olan HDP, güçlü bileşeni olduğu ittifakın cumhurbaşkanlığı seçiminde alacağı tavır da kritik önem taşımaktadır. Mevcut durumda, HDP ve içinde yer aldığı Emek ve Özgürlük İttifakı’nın büyük kesimi, daha doğrusu SMF istisnası dışında hemen hepsi cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini çeşitli vesilelerle açıklamış durumdadırlar. Bu tablo, yani bu destek, altılı masa ya da “Millet İttifakı” biçiminde örgütlenmiş olan burjuva muhalefetin cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma şansını büyüten belirleyici gücü ifade eder. Burjuva muhalefetin kazanması ve tersinden iktidarın-Erdoğan’ın kaybetmesi ancak ve ancak bu tavır ve bu destekle mümkündür. Ki, SMF dışındaki Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tavrı da Erdoğan’ın kaybetmesi hedefine göre biçimlenmektedir. Lakin Erdoğan’ın gitmesi-yenilmesi ne kadar haklı ve doğru bir istem ise, onun yerine muhalefette bulunan burjuva ittifak adayının desteklenmesi de o kadar hatalıdır. Erdoğan’ın iktidarda-cumhurbaşkanlığında kalmasının sorumluluğu nasıl ki taşınmıyor, öyle de bir başka burjuva klik ittifakı adayının iktidara-cumhurbaşkanlığına gelmesinin sorumluluğu da taşınmamalıdır… İşçi sınıfı ve halk kitlelerini ezip sömüreceğine dair en küçük bir tereddüdümüzün olmadığı-olamayacağı, tersi tek bir istisnai durumun söz konusu olmadığı bir burjuva iktidara hangi gerekçeyle olursa olsun rıza göstermek, o burjuva iktidarın halklarımızı ezip sömürme sorumluluğunu taşımak demektir…

SMF bunun sorumluluğunu hiçbir vesileyle alamaz, almaz. Hiçbir burjuva düzen partisi ve adayına oy vermeme biçiminde açıkladığı seçimlere dönük politikasıyla da bu tavrını deklere etmiştir. Bizler için mücadele gerekçesi olan herhangi bir iktidarı, herhangi bir sebeple onaylayamaz, onun ahlaki sorumluluğu altına giremeyiz. Bugün iktidara getireceğimiz güç, yarın iktidardan indirmek-yıkmak için mücadele edeceğimiz bir güç ise ki, kesinlikle ve kesinlikle öyledir, o halde onu destekleme ve iktidara taşıma tavrımız olamaz. Bu ilkesel bir sınıf tavrıdır.

Evet, Emek ve Özgürlük İttifakı cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kilit rol oynamakta ve tavrıyla Erdoğan’ın gitmesinde belirleyici rol oynayacağı gibi, Kılıçdaroğlu’nun gelmesinde de belirleyici role sahiptir. Ne ki, gitmesini sağlayacağı iktidara baktığı kadar, gelmesini sağlayacağı iktidara da bakması gerekmektedir. Gelmesini sağlayacağı iktidarın işçi sınıfı ve halklarımızı ve menfaatlerini temsil eden bir sınıf iktidarı olmadığı açık iken, işçi sınıfı ve halklarımıza düşman faşist bir iktidar olduğu kesindir. Altılı ittifakın bileşenlerini, siyasi ve sınıfsal karakterlerini bir anlık bir kenara bıraksak bile, Kılıçdaroğlu’nun başına oturacağı iktidarın hangi sınıf iktidarı olduğu, bekasına bekçilik yapacağı ve menfaatlerini koruyarak hizmet edeceği devletin ve sınıfların hangi sınıflar ve hangi sınıf devleti olduğu unutulabilir mi?

Özetle, Emek ve Özgürlük İttifakı, muhtemel olarak destekleyerek gelmesine belirleyici katkı sunduğu iktidarın işçi sınıfı ve halklarımızı ezip sömürecek olan bir iktidar olduğunu ve bunu desteklediğini açıklamış olmaktadır. Ve şayet destekleme tavrını sürdürecekse bunu alenen söylemek durumundadır. Tüm iddialarına karşın, sergilediği destekleme tutumuyla halk düşmanı bir iktidarı destekleyerek iktidara gelmesine katkı sunma handikabıyla karşı karşıyadır. Ve yazık ki, bu handikabı kendi terciyle yaratmakta, büyütmektedir de. Büyütmektedir çünkü mantık tutarlılığı şunu gerektirir ki, destekleyeceğin aday için çalışıp oy istemen gerekir. Onu propagandasını yapman gerekir. İradi olarak yapmasan bile, objektif olarak bunu yapıyorsun. Verdiğin destekle objektif olarak halk kitlelerine Kılıçdaroğlu’na oy ver demiş olursun. Halk kitleleri bu tavrı nasıl algılar? Kılıçdaroğlu’na çalıştığın biçiminde anlar ve başka türlü anlaması da mümkün değil. Zira onu bizzat destekliyorsun! İradi olarak olmasa da fiilen Kılıçdaroğlu’na çalışıyorsun! Oysa demokratik devrimci güç olarak seçimlerde ve genel olarak da yapacağın çağrı ve çalışma devrimci sınıf iktidarını propaganda etmek ve onlara oy istemek olmak durumundadır. Ama mevcut durumda, SMF dışında, yansıttığı genel eğilimiyle EÖİ ne yapmış oluyor? Devrimci sınıf iktidarı ve mücadelesi için değil, burjuva sınıf iktidarı için kitlelerden oy topluyor, kitlelere çağrı yapıyor. Nesnel gerçek budur. Kılıçdaroğlu’nu destekleme tavrının gerçek karşılığı budur…

Tutarlı demokratik devrimci tutum, mücadele gerekçesi olan gerici sınıflara, bunların işçi sınıfı ve halk kitleleri üzerindeki baskı ve sömürü düzenine en küçük bir destek vermez. Onun tek ve ilkesel sınıf tavrı, burjuva düzene karşı, devrimci sınıf iktidarı içi mücadeledir!

Bir komprador tekelci burjuva kliğe karşı başka bir komprador tekelci burjuva klikle birleşmek, dolaylı-dolaysız sınıf iş birliği siyasetidir… Kılıçdaroğlu Erdoğan’dan daha az baskı uygulayacağı için mi desteklenmelidir? Peki öyleyse, Erdoğan çözüm sürecinde, o sürece has ve özgü de olsa mevcut saldırgan siyaseti yürütmüyordu; bu kadar saldırgan değildi! Bu durumda o günkü Erdoğan’ı desteklemek doğru mu olurdu? Kılıçdaroğlu Erdoğan’dan daha az baskıcı ve saldırgan politikalar yürütür; bunun için de Kılıçdaroğlu desteklenmeli! O vakit, daha az saldırgan olduğu döneminde Erdoğan desteklenmeli miydi?!

Dahası, Erdoğan’a karşı Abdullah Gül’ü desteklememek ne kadar doğru idiyse, Erdoğan’a karşı Kılıçdaroğlu’nu desteklememek de o kadar doğrudur. Gül ile Kılıçdaroğlu arasında kişilik nüansları dışında siyasi sınıf tavrı, sınıfsal temsiliyet, devlet ve iktidar bekçiliği vb. bakımından ilkesel bir fark yoktur. Hizmet ettikleri ve edecekleri aynı devlet ve egemen sınıflardır. Yani, birini desteklememenin şartları diğeri için de geçerlidir… İşin özü şu ki, burjuva tercihe mecbur değiliz, olamayız. Burjuva kliklerden birini ya da ötekini desteklemek zorunda olamayız. Tercih ve tavrımız, burjuva alternatif dışında, devrimci alternatiften yana olmalıdır. EÖİ tam da demokratik devrimci alternatif olma iddiasıyla yola çıktı ve halk kitleleri burjuva kliklere mahkûm değil diyerek kendisini alternatif olarak gösterdi. Bunda sonuna kadar haklı ve doğruydu. Bundan dönüş yapması ise, siyaseten tutarsızlık ve iddiasızlıktır.

İki yanlışın toplamından bir doğru çıkmaz…

Burjuva düzen partileri ve adaylarını desteklenmeme biçimindeki ilkesel sınıf tavrı karşısında dillendirilen manipülatif gerekçe şöyledir; ‘‘Boykot ya da oy vermeme, tavrı Erdoğan’ın işine yarar.” Bu yaklaşımın daha samimi ifadesi veya açık çağrısı şudur: Kılıçdaroğlu’nu destekleyin! Peki neden Kılıçdaroğlu’nu desteklemek gerekli görülüyor? Erdoğan gitsin diye! Tamam Erdoğan gitsin bunda hemfikiriz; kesinlikle Erdoğan gitmelidir. Erdoğan’ın gitmesi için gücümüz oranında gerekli çalışma ve mücadeleyi de sergiliyoruz. Ancak bizler, Erdoğan’ın gitmesini sağlamanın karşılığını Kılıçdaroğlu’nu desteklemek olarak algılamıyoruz. Bilakis, Erdoğan’ın gitmesine karşı demokratik devrimci bir adayın alternatif olarak çıkarılmasını veya desteklemesini doğru görüyoruz. Devrimci ve demokratik tavrı salt Erdoğan karşıtlığına indirgemiyor, öyle de benimsemiyoruz. Tam tersine bütün komprador tekelci burjuva sınıf temsilcileri ve iktidarlarına karşıtlığı, devrimci ve demokratik tavır olarak görüyor, benimsiyoruz. Bu tutarlılığa sahip olmanın elzem olduğunu düşünüyoruz.

Erdoğan’ın ve bilumum burjuva iktidarların gitmesini isteyen tutarlı tavır, demokratik ve devrimci adayları alternatif olarak görür, gösterir. Salt Erdoğan karşıtlığı devrimci tavır için yetmez… “Erdoğan’ın gitmesi için Kılıçdaroğlu’nu desteklenmek gerekir” diyen görüş, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” tavrıdır. Erdoğan’a karşı bir başka burjuva adresi gösteren yaklaşım, yani burjuvaziye karşı burjuvaziyi çare gören ve kendi alternatifini önermeyen yaklaşım özünde aciz, son tahlilde teslimiyetçi ruh halinin yansımasıdır. Oysa bizlerin devrimci sınıf tavrı ve güçleri olarak, hiçbir burjuva alternatifi halka adres gösterme tutumu olamaz; göstereceğimiz adres devrimci demokratik güçlerin adayı ve alternatifidir. Kılıçdaroğlu lehine bu adayı göstermekten vaz geçmek siyasi kırılma ve ideolojik kırılganlığa işarettir. İki yanlış bir doğru etmez!..

Erdoğan’ın gönderilmesi bizlerin de kaygısıdır; buna kayıtsız değiliz. Fakat bunu burjuvaziyi destekleyerek, sınıf hareketini mücadele hedefi olan burjuvaziye yedekleyerek yapamayız. Kısa vadede Erdoğan’ı göndermekle bir iş yapmış oluruz ama uzun vadede Erdoğanları destekleme sorumluluğuyla yüz yüze geliriz. Dolayısıyla, taktikle strateji ve taktikle ilke arasındaki uyum ihmal edilemez. Tutarlı siyaset falso ve yalpalanmalardan uzaktır; sınıf tavrında defo vermez…

Siyasetin ilkesiz ve kırılgan olanı gerçek manada sorunludur. İlkeye göre değil, andaki durumun getirisiyle meşgul olur. Tercihi maddi kazanıma göre biçimlenir, faydacıdır; ilkesel tavrın tarihsel tutum olarak anlamını çözemez, değerini göremez. Ve o, gireceği her kılıf için bir gerekçe üretir, bahanesi her zaman vardır. Devrimci sınıf siyaseti buna taban tabana zıttır…

halkingunlugu4.org