“İnsanlar kimi zaman ölüm karşısında sıtmayı tercih edebilir Ama en azından sıtmanın adını koymak, “sıtma” olduğunu, tehlikeli, riskli bir hastalık olduğunu sağlık ve afiyet olmadığını bilmek ve söylemek gerekmiyor mu?
SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER
“Eylemleri sözlerden
oluşanlara değil,
sözleri eylemlerden oluşan
insanlara güvenin.”[1]
Yerel seçimler de bitti…
Sonuçlar sol cenahta genel bir ferahlama duygusu, şaşkınlıkla karışık bir sevinç ve çokça umutla karşılandı. Ve çoğunlukla “demokrasi cephesinin zaferi” olarak yorumlandı. Kolay değil, AKP başta İstanbul ve Ankara olmak üzere yıllardır “kalesi” konumundaki önemli büyükşehirleri kaptırmış, önceleri sağ alt köşesinde bir “Kürt lekesi”, kıyı şeridinde üç-beş “laik nokta” dışında biteviye turuncuya boyalı memleket haritası bu kez iyiden iyiye alacalı-bulacalı bir hâl almıştı.
Yine sol cenahtan yorumlara göre bu, “AKP için sonun başlangıcı”ydı, ülkeyi kasıp kavuran ekonomik kriz, çarşı-pazarın el yakan fiyatları, HDP çevrelerine göre ise partinin aday göstermediği illerde Kürt oylarının AKP karşıtı en güçlü adaylara yönelmesi, AKP-MHP blokunu geriletmiş, güçten düşürmüş ve ülkenin en kalabalık, en kozmopolit, en dinamik illerini kaybetmesine yol açmıştı. Karizması çizilmiş bir lider için bundan sonra işler oldukça zordu.
“Bir şeyler” olduğu, kesin. Hem de çok önemli… Ancak bu “şey” ne kadar “demokrasi cephesinin zaferi/ AKP faşizminin geriletilmesi” anlamına geliyor, orası oldukça tartışmalı.
Şu tespit doğru: AKP, özellikle ülkenin dinamiğini temsil eden büyükşehirlerde oy kaybediyor. Kemal Can’ın ülkenin en yüksek nüfuslu 10 kentinde (İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Konya, Kocaeli, Mersin, Gaziantep) 2014 yerel, 2018 genel ve 2019 yerel seçimleri verilerini esas alarak yaptığı saptamaya göre, AKP+MHP büyükşehir belediye başkanlığı oylarında 2014’den 2018’e, yani beş yılda 1 milyonluk bir gerileme söz konusu.[2]
Daha da önemlisi, iktidar bloku oylarındaki düşüşün -öyle görülüyor ki son bir yılın kesif ekonomik krizinin itimiyle- ivme kazanması. 2018 genel seçimlerinde AKP ve MHP’nin aldığı toplam oy, 2014 yerel seçimlerinde belediye meclislerinde aldıkları oyun 300 bin, 2019 yerel seçimlerinde aldıkları oy ise 2018 genel seçimlerinde aldıkları oyun 1 300 000 gerisinde. Aynı süreler içinde seçmen sayısındaki artış göz önünde bulundurulduğunda, iktidar bloku oylarında istikrarlı bir düşüş trendi gözlemlemek mümkün; en azından Kemal Can’ın baz aldığı 10 büyük ilde…
Son bir yıldaki düşüşün önceki 5 yıldaki düşüşü katlaması ise, hiç kuşku yok ki, enflasyon, işsizlik ve hayat pahalılığının, AKP’li belediyelere “tanzim satışlar” açtıracak kertede katlanmasıyla bağlantılı…
Ancak, bu tablodan -sol cenahta yoğun bir şekilde görüldüğü üzere “AKP’nin sandıkta geriletilebileceği” ve yaşananların “demokrasinin zaferi” ya da “demokrasi güçlerinin önünü açacak bir gelişme” olduğu sonucu çıkartılamaz – çıkartılmamalı…
Öncelikle ilk nokta: AKP, bütün teşkilâtıyla, başta İstanbul olmak üzere kaybettiği yerellerde ölümüne bir direnişe geçti. Seçim sonuçları “darbe” olarak nitelenip YSK üzerinde oyların yeniden sayımı konusunda şiddetli bir basınç uygulanıyor; “hırsızlık, şaibe, manipülasyon, hile” yaygaraları yeri göğü inletiyor; oy sandıkları şaibeli mekanlara taşınmaya kalkışılıyor; tüm ilçe örgütleri ilçe seçim teşkilâtları önünde anonslarla nöbete çağrılıyor; tetikçi medya “Selanik’te Atatürk’ün evini bombaladılar” kıvamında asparagasları birbiri ardı sıra pompalıyor; İBB’ye giden yollar polis araçlarıyla kesilip içeride ne idüğü belirsiz bir faaliyet sürdürülüyor; Muş’ta toplanma ve protesto yasağı eşliğinde insanlar M-16’ların gölgesinde oy vermek zorunda bırakılıyor; Şırnak’ta il genel meclisinde yüzde 57.53 olan HDP oy oranı başkan seçiminde yüzde 35.04’e düşerken, AKP oyları il genel meclisindeki yüzde 31.87’den, başkanlıkta yüzde 61.72’ye fırlıyor!
AKP’nin Kürt illerinde “sömürgeci devlet refleksi”yle hareket ettiği biliniyor: Strateji polisi, özel timciyi, memuru bölgeye yığıp, Kürtleri de terörize ederek HDP’nin oylarını olabilecek en alt seviyeye çekmek, seçilebilenlerin başının üzerinde “kayyım” kılıcını sallandırmak. İşin ilginç yanı, bu konuda, Batı’da Kürt oylarını memnuniyetle cebe indirmiş olan CHP-İyi Parti koalisyonunun bu duruma en ufak bir itirazı yükseltmiş olmaması.
Başta İstanbul olmak üzere Batı’nın “ballı” kentlerine gelindiğindeyse ise, “saikler” değişiyor: İnşaat sektörü üzerinden yükselen, sermaye birikimini esas olarak bu sektörden sağlayan ve 17 yıllık iktidarı boyunca taşradaki merdivenaltı atölyelerinin ustabaşlarından, kentsel yağma aracılığıyla “Forbes” listesine girecek dolar mülti-milyarderleri yaratan AKP iktidarının İstanbul’u kaybetme ihtimali karşısında raydan çıkmasının nedeni “tamamen duygusal.” AKP ve onun beslediği sermaye İstanbul gibi iştah kabartıcı bir “pasta”yı elden kaçırma olasılığı karşısında çileden çıktılar. Kentin bağrına saplanan gökdelenler, plazalar, rezidanslar, Galataport’lar, AVM’ler, havaalanları, kongre vadileri, tahayyülü dahi insanın tüylerini ürperten Kanalist’ler… Limak’ı, Ağaoğlu’nu, Cengiz’i 10-15 yılda izbe İşhanlarında birer odada kurulmuş irketlerden dev holdinglere dönüştürdü.
Ama konu bundan ibaret değil. İstanbul yalnız “yancı” şirketler değil, aynı zamanda tarikatların, cemaatlerin kurdukları vakıflar için de bir “yağma Hasan’ın böreği”. İşte sosyal medyada çokça dolaşımda olan bir yağma listesi:
İBB’NİN 847.6 MİLYON TL DESTEK SAĞLADIĞI VAKIFLAR[3] | |
TÜGVA | 74.3 milyon TL |
T3 Vakfı | 41.4 milyon TL |
TÜRGEV | 51.6 milyon TL |
Ensar Vakfı | 29.8 milyon TL |
Hüdai Vakfı | 16.5 milyon TL |
Okçular Vakfı | 16.6 milyon TL |
Ve nihayet İstanbul aynı zamanda bizzat parti teşkilâtı için bir tahkimat alanı. İhsan Hacıbektaşoğlu’nun aktardığına göre: “İBB’de 80 bin personel çalışıyor. Bu sayının sadece 20 bini aktif çalışıyor. Kalan 60 binin ise ne yaptığı muamma… Sadece aldığım duyumları söyleyeyim. Sayısı net olmayan binlerce personel belediyeye uğramıyormuş. Aydan aya bankadan maaşını çekiyorlarmış. Sordum, peki ne yapıyor bunlar? Yanıt şaşırtıcı oldu. Teşkilâtlarda çalışıyorlar…
Teşkilâtlarda çalışanlar AKP’nin örgütçü unsurları. İstanbul’da oturmayanların olduğu da söyleniyor. Yani sadece İstanbul’u örgütlemiyorlar. Anadolu’ya da çıkıp çalışıyorlar…
Yine başka bir iddia. Teşkilâtçıların altlarına kiralık arabalar da verilmiş. Araç sayısı ise dudak uçuklatacak cinsten. 2000’in üzerinde kiralık araç AKP için koşturuyormuş…
Bu kadar olsa neyse! Ayrıca tüm mahalle bürolarının kiraları ve sair masrafları da İBB’den karşılanıyor…
Hasılı AKP’nin İBB’ye sarılmasının, burayı vermek istemeyişinin nedeni ortada. Sadece İstanbul’u değil, tüm Türkiye’yi İBB üzerinden finanse ettikleri ortada…”[4]
AKP tıynetinde bir partinin (gelin adını koyalım: Türkiye’nin “Müslüman Kardeşler”i) hem yandaş sermayesi, hem vakıfları hem de parti teşkilâtı açısından böylesine önem taşıyan bir kaynağı yitirmemek uğruna neleri göze alabileceğini hep birlikte göreceğiz. Ama şimdiye dek partinin (ve “Reis”inin) her seçim yitirme olasılığında yarattığı durumlar, demokratik sınırlar içinde kalmaya pek de niyetli olmadığını gösteriyor. Bir başka deyişle, AKP iktidarının sandıkta aldığı yenilgiyle iktidarı bırakmasını beklemek, ham bir iyimserlikten ibaret.
Gelelim 2019 yerel seçimlerinde AKP oylarının geriletilmesini “demokrasi güçlerinin zaferi” sayan bir diğer ham iyimserliğe…
Öncelikle Ankara’da eski bir MHP’liyi (bozkurt işaretli fotoğrafları sosyal medyada dolaşımda), İstanbul’da her fırsatta “muhafazakâr” olduğunu vurgulayan, ANAP sofrasında pişmiş bir kişiyi aday gösteren, bir ucunda 90’lı yılların Kirli Savaş’ının aktörlerinden özel harp uzmanı, kök MHP’li bir eski içişleri bakanının durduğu bir ittifakın ne denli “demokrasi gücü” sayılabileceği sorusu var orta yerde.
Öyle ya, 2016 yılında bakanlığı döneminde işlenen faili meçhulleri “Ben, İçişleri Bakanlığı yaptığım dönemde tarihin en uzun, en geniş, en kapsamlı sınır ötesi harekâtına imza atmış bir bakanım. Utanarak söylüyorum bazıları diyor ki sosyal medyada ‘Meral Akşener MHP’ye genel başkan olmasın, faili meçhullerin sorumlusu O’dur’ diyorlar. Ne derseniz deyin hepsi kabulümdür. Bu ülke için, bu milletin birliği beraberliği için bir şey yapılması gerekiyorsa yapmışımdır, sorumluluğunu da sonuna kadar alıyorum,”[5] diye savunan birini “demokrasi cephesi”nden olarak görmek, “ham iyimserlik”ten başka ne olabilir ki – “kasıt” değilse tabii.
Ya da 1994’den beri yerel yönetimlerde MHP adına faaliyet gösteren, ancak 2014 seçimlerinde partisinden aday gösterilmediği için kızıp CHP’ye geçen birini, Mansur Yavaş’la ülkenin “demokratikleşebileceği”ni varsaymak?
Veya CHP başkanı olduğu sürece AKP’nin “Barış süreci”nin ardından Kürt coğrafyasında giriştiği tüm operasyonlara kayıtsız koşulsuz onay veren, kendi vekillerinin başını yakmak pahasına milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına parmak kaldıran ve tüm stratejisini partisini sağ-muhafazakâr seçmen indinde “sempatik” gösterme çabası üzerine oturtan Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir mücadele ortağı olarak görmek?
Aslına bakılırsa olan şu: AKP’nin artık “demokratlık-özgürlükçülük” kisvesiyle örtülemeyen siyasal İslamcı hattı ülkenin (ya da “eski Türkiye’nin mi demeli?) sağ ya da “sol” anaakım siyasetinde derin bir rahatsızlık yaratmakta. Toplumu dinselleştirme, dini siyasallaştırma, yandaş sermayeyi geleneksel burjuvaziyi ülke dışına kaçıracak bir zecrilikle besleme, tüm medyayı tekseslileştirme, yargıyı tümüyle kendine bağlama, TSK’nın içyapısıyla oynama, üniversiteleri partinin arka bahçesine dönüştürme, velhasıl T.C. Devleti’nin tüm temel kurumlarını çürütme, sacayaklarını korozyona uğratma yolundaki girişimler, anaakım muhalefeti harekete geçmeye, bunun için de ittifak arayışına gitmeye sevk etti. CHP ve İyi Parti’nin oluşturduğu koalisyon, sekülerdir seküler olmasına, ama “sol” değil, “sağ” bir koalisyondur.
Ülkenin anaakım siyasetinden geriye ne kalmışsa (AP/DYP, ANAP, MHP’nin “laik” kanadı ve CHP) bunların ülke siyasal sahnesini geri dönüşsüz biçimde dönüştürme çabasında bir hayli mesafe kat etmiş olan AKP karşısındaki son çıkış, bir “rejenerasyon” (ihya) girişimidir. “Tehlikenin farkında mısınız?” mitingleri, TSK’na bağlanan umutlar, kitlesel Anıtkabir ziyaretleri ve son olarak da Muharrem İnce öforisinin sönümlenmesi üzerine, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” hattının terk edilerek “geleneksel değerlere bağlı, muhafazakâr bir laiklik” hattı seçeneğini devreye sokulmasıdır. Nagehan Alçı’nın deyişiyle “dört eğilimi kendisinde toplayabilen Özalist bir portre”nin,[6] şimdiden “CHP’nin muhalefet cephesi adına doğal başkan adayı” olarak sunulan Ekrem İmamoğlu’nun ardına dizilerek.
Bu “strateji”nin tutup tutmayacağını zaman gösterecek! Her fırsatta başörtüsüne saygı duyduğunu söyleyen, şehit cenazelerinde saf tutan, Cuma’ları kaçırmayan, kandillerde sağa sola SMS gönderen bu ılıman, “kibar” laiklerin AKP tabanını ne ölçüde ikna edebileceğini yaşayıp göreceğiz.
Ancak sol muhalefet açısından soru(n), kanımızca ülkenin bu yolla demokratikleşip demokratikleşemeyeceğinde.
Başta HDP olmak üzere bazı sol/sosyalist çevreler CHP-İyi Parti blokunun başarısını, HDP’nin “Kürdistan’da kazanmak, Batı’da kaybettirmek” taktiğinin zaferi olarak niteliyor. HDP onursal başkanı Ertuğrul Kürkçü örneğin, “Takıntılardan özgürleşmiş yepyeni bir politik kültür” ve “Olgun bir ittifak pratiği” olarak tanımladığı CHP ile HDP arasında yer değiştiren oylara, “Siyasetin halk temsilcileri eliyle yürütüldüğü parlamenter demokratik rejimin yeniden kuruluşu”nda kritik bir misyon biçiyor.[7]
HDP eski eş genel başkan yardımcısı Alp Altınörs ise HDP’nin “Ortak vatan, demokratik cumhuriyet şiarı”yla Batı’da iktidarın belediyeleri kaybetmesinde belirleyici bir rol oynadığından dem vurarak, 31 Mart seçimlerinde “HDP’nin özel çabaları sonucunda oluşan geniş halk birlikteliği”nin “Demokrasi blokuna doğru evriltilmesi” umudunu (ve çağrısını) dile getiriyor.[8]
17 yıllık AKP iktidarının iyiden iyiye sağcılaştırdığı ve kültürel açıdan konsolide ettiği bir tabanı ikna etmek için İyi Parti’yle koalisyona giden, bozkurt işaretli pozlar vermekten kaçınmayan, AKP iktidarını Kürt coğrafyasını yerle bir ettiği ya da sivil halk üzerinde terör estirdiği, hatta bunları eleştirenleri KHK’larla işinden edip mahkeme mahkeme süründürdüğü için değil, “barış süreci”ni başlattığı için eleştiren bir CHP’den Kürtlere derman ya da “demokratikleşme” beklemek, ham bir iyimserlikten başka nedir ki?
Ya da “demokratikleşme”nin olmazsa olmazı olan emekçilerin örgütlenmesinin ve eylemlerinin önünün açılması, düşünce ve ifade özgürlüğü açısından somut adımların atılması, bölüşüm ilişkilerinin -en azından yerellerde- eşitlikçi dönüşümü, kentlerin şirketlerin talan alanı olmaktan çıkartılması, hizmetlerin sosyalizasyonu ve taban katılımı konusunda CHP-İyi Partili yerel yönetimlerden beklenti içine girmek? Ve hatta bu yönetimlerin “sol” ve/veya Kürtlerden gelecek çağrılara kulak vereceğini düşünmek için elimizde somut veriler var mı?
Bu ülkenin yakın siyasal tarihinde sosyalistler onlarca kez “faşizm tehlikesi”ne karşı CHP’ye payanda olmaya çağrıldı. Sonuç, bizim cenah açısından hep hüsran oldu.
İnsanlar kimi zaman ölüm karşısında sıtmayı tercih edebilir. Ama en azından sıtmanın adını koymak, “sıtma” olduğunu, tehlikeli, riskli bir hastalık olduğunu sağlık ve afiyet olmadığını bilmek ve söylemek gerekmiyor mu?
Böylesi bir kabul, en azından farklı bir yolu denemenin önünü açacaktır: Egemen fraksiyonlar arasında birine yedeklenmektense “kendi” yolumuzu açmanın daha sağaltıcı, daha verimli sonuçlara yol açabileceği gibi örneğin.
TKP, TKH ve diğer örgütlerin dayanışmasıyla SMF’den Dersim Belediye başkanlığına seçilen “komünist başkan” Fatih Maçoğlu, bizlere böylesi bir alternatifin olasılığına işaret ediyor.
4 Nisan 2019 10:01, İstanbul.
N O T L A R
[*] Newroz, Nisan 2019…
[1] Platon.
[2] Kemal Can, “Ezberleri Yavaşça Yere Bırakalım Lütfen”, 3 Nisan, 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/04/03/ezberleri-yavasca-yere-birakalim-lutfen/
[3] https://www.facebook.com/photo.php?fbid=2092327864192128&set=a.484839078274356&type=3&theater
[4] İhsan Hacıbektaşoğlu, “AKP Gelir Kapısını Kaybetti…”, 1 Nisan 2019… https://www.facebook.com/ihsan.hacibektasoglu
[5] Aşkın Süzük, “Unutanlara kısa bir hatırlatma: Meral Akşener’i nasıl bilirsiniz?”, Sol, http://haber.sol.org.tr/toplum/unutanlara-kisa-bir-hatirlatma-meral-akseneri-nasil-bilirsiniz-212229
[6] Nagehan Alçı, “Ekrem İmamoğlu’nun çıkışı ve Muharrem İnce’nin Çöküşü”, Habertürk, 02.04.2019, https://www.haberturk.com/yazarlar/nagehan-alci/2421088-ekrem-imamoglunun-cikisi-ve-muharrem-incenin-cokusu
[7] Haluk Kalafat, “Kürkçü: Mührün Vurulacağı Yeri Yeniden Belirleyen, Özgürleşmiş Bir Politik Kültür Doğdu”, 3 Nisan 2019… https://bianet.org/bianet/siyaset/207064-kurkcu-muhrun-vurulacagi-yeri-yeniden-belirleyen-ozgurlesmis-bir-politik-kultur-dogdu?
[8] Alp Altınörs, “Değişim Dalgası Başladı”… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/ 2019/04/04/degisim-dalgasi-basladi