Sessiz Gidişler ve Kollektif Mahcubiyetimiz / Emre Erdal

Zaman 1979 Kasım sonu,  mekân ise 1. Ordu karargâhı -kadim ismiyle Selimiye Kışlası- askeri hapishanesi. Maraş katliamının hemen ertesinde önce “sivil”, ardından resmîye dönen sıkıyönetimli, doludizgin 12 Eylül karanlığına doğru yol alınan günler… İpleri salınan paramiliter faşist grupların tekil ve toplu cinayetleri gündelik hal aldığı, tutsak alınan devrimcilerin, muhalif aydın ve demokratların sayısı da gün geçtikçe arttığı; gdişata dair tartışmaların, soru işaretlerinin giderek çoğaldığı; umut ve direnç kapasitesinin hâlâ zinde olduğu gerilimli zamanlar…

Hatırı sayılır işkence seanslarının ardından, Selimiye hücreleri, sonrasında ise 1. Kat hapishane koğuşlarıya ve buralarda gönüllülük esasına göre organize olan Komün yaşamıyla ilk tanışmam… Sarıp sarmalayan başat duygu, utangaçlığın baskısından kurtulamamış bir tanıma arzusunun, merak/gözlem ve sımsıcak bir yoldaşlıkla kuşatılmış olmanın tarifsiz mutluluğu… Küçük sorunlarına rağmen ısıtan, ışıtan bir Komün dayanışması…

Ve her toplu yaşam deneyinin kaçınılmazı olan unutulmaz anlar, anılar  ve kişilik profilleri…

Turan, iki İsmail, Ali Türker, Pir Hasan, Doğan…

Ama zihin arşivime sonraki on yıllar boyunca kazılı kalan iki baskın isim, birbirleriyle hiçbir ilgisi, benzerliği olmayan iki farklı kişilik daha var: Biri Zeki Yumurtacı diğeri ise ufacık cüssesinde sıcacık, kocaman bir yürek taşıyan, dervişane bir gönülle yoldaşlarına, temsil ettikleri değerlere bağlanan cıvıl cıvıl bir genç… Sabah-akşam konuşan, anatomik bir özellikten olsa gerek konuştuklarının bir miktarı anlaşılmayan, son derece özgün heyecanı, sempatik mimikleri ve beden tikleriyle hep hareket halinde olan; yüzünden çocuksu gülümsemesi, elinden bağlaması düşmeyen “Pir Sultan” idi. Komünümüzün maskotu ve neşe kaynağımız…

“Gafil gezme şaşkın” diyenlerin soyundan gelip divane gönlünü zirvesinde KAYPAKKAYA’nın bulunduğu değerler manzumesine kaptıran Zeynel Abidin Gündoğdu… Ya da diaspora yıllarının  Piro ve Musahip’i…

“Tüm bedesten senin olsa ne fayda” diyen ozanların yalın/gösterişsiz ve mülksüz yaşamlarının ön kabülü onun, Komün temelli bir dünya tahayyülüyle buluşmasına temel oluşturmuştu…

***

Selimiye Kışlasında tanıdığım “Pir Sultan”la 38 yıl aradan sonra ADHK’nın Frankfurt dernek lokalindeki tesadüfi karşılaşmamız, ikimize de  duygu yoğunluklu anlar yaşatmıştı. Yaşlanmış ama yine o aynı sempatik, kıpır kıpır, heyecandan kendini gereğince ifade edemeyen, etrafına sevgi, naiflik ve içtenlik halesi ören Pir Sultan”la karşılaşmak, sevincin ve şaşkınlığın anaforuna kapılmakla aynı şeydi benim için…

Dijital medya ağlarında sıkça rastlanan “gittim, gidiyorum” sızlanışlarının zerresine tenezzül etmeyen, korku ve acılarını etrafına  bulaştırmak yerine sinesinde çözen, sessiz, dokunaklı, bir o kadar da mağrur, saygı uyandıran bir ezgili yüreğin daha susması, bir zaman daha acı verecek kuşkusuz…

Bu tarz gidişlerle sarsılıyor, mahçup oluyor, hatta suçluluk iklimine giriyor insan…

Nedamet getirmeyen, dost gülüşlü, sağlam duruşlu Zeynel Abidinlerin az bilinen çelebice rezervlerinin, kıymetli anılarının hak edilen karşılığı bulacağı yeni bir kültürün ve kurumlarının inşaası temennisiyle…