Silahsız biçimlerin silahlı biçimlere tabi ele alınması

perspektif 4Silahlı zora dayanan devrim kitlelerin eseri ise; devrimci ve komünistleri kitlelerle buluşturan araçlar ister tali-taktik isterse stratejik olsun önemlidir Silahlı örgüt-örgütlenme devrim için hayati konular olup merkezi görevlerdir Ancak bu görevlere hizmet eden diğer örgüt-örgütlenme biçimleri de son derece büyük önemdedir. Bunlar biçimde farklı şekillense de son tahlilde silahlı biçime hizmet etmekle özünde silahlı biçime bağlanırlar. Dolayısıyla bunlar arasında kalın çizgiler çekmek, çeşitli yapay yaftalarla bunları ötelemek devrimci kavrayışa terstir. Bu kavrayış noktasındaki sorun şu yanılgıdan doğmaktadır. Silahlı olmayan ama devrimci olan silahsız, demokratik, yarı-yasal vb. mücadele ve örgütlenme biçimleri tamamen hatalı kavrayışla reformist biçimler olarak algılanıp değerlendirilmektedir. Böyle kavrandığı için de kronik bir algıyla sürekli küçümsenir, ötelenir ve önemsiz görülürler. İşte bu anlayışlar yanılgının devamı objektif olarak devrimi, kullanması gereken araçlardan vb. men ederek kısırlaştırma ve marjinalleştirme durumuna düşerler.

HABER MERKEZİ(12.08.2015)- Gazetemizin 104.Sayısında yayınlanan Perspektif yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz.

Devrimi ve devrimciliği birkaç belirli mücadele biçimine sığdıran, birkaç slogana ve karşılıksız birkaç keskin lafa indirenleri anlamak aklen güç. Bu pozisyondaki devrimcilerin derin tarihsel tecrübe, aktüel pratik ve bizzat kendilerinin de parçası oldukları devrimci çalışma yaşamı ile somut mücadelenin göze batan tecrübelerinden öğrenememiş olmalarını yadırgamaktan başka bir tavırla karşılamak mümkün değil. Çünkü devrimci çalışmaları bütünlük içinde sahiplenip propaganda etmeyen ve devrimci çalışmalar arasında fiilen makasların açılmasına hizmet eden bu yaklaşımlar; bir bölüm devrimci çalışmayı objektif olarak gözden düşürüp, devrimci çalışmaların rotasını saptırmaya-saha yelpazesini daraltmaya hizmet etmektedirler. Mizacı devrimci olan her çalışmayı önemsemek, bu çalışmaların devrimci içeriğiyle alakalı bir zorunluluktur. Birini kullanıp ötekini yadsıma lüksümüz yoktur.

Sorunu duygularının tatmini olarak ele alanlar gerçek devrimci çalışmalar karşısında haz almazken, “ben güzlüyüm-biz güçlüyüz” diyebilmenin sarhoşluğuyla; sadece keskin sol söylemlerden, hakkını yemeyelim ki, silahlı eylemden muazzam derecede haz duyarlar. Silahlı eylemden haz duymak tüm devrimcilerin ortak özelliği ve devrimciliğin tabiatında olan özelliktir. Bunu yadırgamak kuşkusuz ki, devrim sularının kenara bıraktığı bozulmuş devrimci artıklardır. Ne var ki, devrimci gelişmenin soluk borularını teşkil eden; devrimci gelişmenin toprağını gübreleyen; gerçek devrimci gelişmenin süreklilik kazanmış bir çizgi izlemesini olanaklı hale getirerek önkoşullarını hazırlayan ve bizzat devrimci çalışma olduğu halde isimsiz kahramanlar gibi devrimci süreci sırtlayan bir dizi çalışma; salt popüler ve göz alıcı cazibesi olmadığı için, bu rollerin ilgili bu devrimciler tarafından anlaşılmamış olması anlaşılmaz olup devrimle yatıp kalktıkları halde yaşadıkları yüzeyselliği yadırgamak haktır.

Devrim meselesinin son tahlilde kitleleri örgütleyip devrime seferber edilmelerini gerektiren bir muhtevaya sahip olduğu, aynı zamanda kitlelerin devrime kalkışmaya hazırlanmasının başarılmasıyla doğrudan alakalı olduğu genel doğrudur. Bu görevlerin silahlı biçimlerden silahsız biçimlere kadar bir derya örgütlenme ve mücadele biçimiyle yerine getirilebileceği de kimse tarafından inkâr edilemez bir gerçektir. O halde ünü silahlı biçim kadar olmayan ama gizli ya da isimsiz kahramanlar misali devrimin gelişmesini sağlayan, büyük hizmetler yerine getiren bir dizi örgütlenme ve çalışmanın neden küçümsendiği, neden övgüye değer görülmediği ve salt albenisi olan keskin laf ve sloganlara tapıldığının sorgulanması yerindedir.

Evet devrimin esas halkaları silahlı biçimlerde ifade bulur. Bunlar stratejik öğelerdir. Devrimin olmazsa olmazlarıdır. Dolayısıyla silahlı biçimlere itibar edilmesi, haklı olarak övgüye değer bulunup öne çıkarılması doğru ve olması gereken olarak olağandır. Bütün bunlarda tersten söz etmenin yeri yoktur. Fakat silahlı eylem ve biçimi keskin laf ve sloganlarla eş değer görmek, aldatılmak istenenlerin benimsediği ve kendilerini avutarak tatmin etmek istedikleri bir ruh halinin yansımasıdır ki, hatalı olan yan tam da budur. Bunun da ötesinde, silahlı eylemin öncelikli gücü ve değeri hakkındaki yerinde tavrın, silahlı eylemden daha ‘gösterişsiz’ olan ama kesinlikle gerçek devrimci çalışma olan diğer çalışmaları göz ardı etme eğilimleri de büyük yanılgı olup hatanın dik alasıdır. Bir tespit olarak belirtelim ki, sol lafazanlık ve slogancılık hastalığı tipik bir küçük-burjuva hastalığıdır ve onun güce tapan veya güç önünde secde eden özelliğinin bir yansımasıdır. Andığımız solculuğun özünde sağ olduğu da ayrı bir gerçektir. Biçimde sol ama özde sağdır çünkü silahlı biçimler dışındaki biçimlere adeta üvey muamelesi yaparak kelimenin olumlu manasındaki sol örgütlenmeyi daraltarak kuşa çeviren ve fiilen objektif gerçeğin gerisine çeken dokuya sahiptir. Bunun için sol görünümlü sağ nitelik taşırlar.

Şunu ayırt ederek anlatmaya çalıştık; silahlı mücadelede sağlam durmak kadar onun sonsuz çabayla propaganda edip öncelemekte asla bir kusur yoktur. Bilakis devrimin de devrimciliğin de hayati yolu olarak silahlı mücadele ve eylemin samimi bir ısrarla savunulması devrimci görevin rahminde yaşamaktır. Buraya kadar bir sorun yok. Ancak silahlı mücadele ve eylem gerçeğinin karşılıksız sloganlar ve keskin laflarla özdeşleştirilmesi biçiminde tezahür eden tutum asla kabul edilemez bir indirgemecilik ve geri tutumdur. Ek olarak, diğer devrimci çalışmaları silahlı eylemle karşı karşıya koyup bunları basitleştiren, dolayısıyla gözden düşüren, objektif olarak bu devrimci çalışmaları önemsizleştiren ve yadsıyan pratik davranış görülmesi gereken hatalı yaklaşım olarak mahkûm edilmesi gerekendir. Özetle anlatmaya çalıştığımız budur.

Mücadele biçimlerini karşı karşıya koyarak devrimci çalışmayı belli bir bölümünden adeta men eden hatalı yaklaşımların daha iyi anlaşılması ya da anlatmak istediklerimizi daha iyi izah edebilmek için bazı örnekler üzerinden tartışmak doğru olacaktır.

Keskin-uç bir konuyla başlayalım: Örneğin diplomatik mücadele alanı devrimci saflarda genellikle soğuk karşılanan, mesafeli durulan veya önemsenmeyen bir alandır. Oysa yerine göre hayati önem taşıdığı açıktır. Devrimlerin, devrimci yükselişlerin diplomasi masalarında-diplomatik mücadele sahasında heder edilip burjuvaziye peşkeş çekildiğine belli örneklerde tanıklık yapılmıştır. Bu kötü netice yeri ve zamanında gündeme gelebilecek diplomatik mücadelenin başlı başına bir kaderi değil, bilakis diplomatik mücadelenin becerilmemesi, doğru yürütülmemesi ya da ideolojik kırılmanın ürünü olarak gelinen noktadan ileri gelmektedir. Şayet siz diplomatik mücadeleyi doğru yönetir, yürütürseniz devrim ve devrimci gelişme uğruna taktiksel birçok başarı ve avantaj elde edebilirsiniz. ÇKP pratiğini buna örnek gösterebiliriz. Hatta kimi noktalardaki kazanımları itibarıyla PKK’yi de örnek gösterebiliriz… Kısacası, diplomatik mücadele kesinlikle küçümsenir, hatta bir dizi suçlamanın gerekçesi de olur. Fakat yeri ve koşulları doğduğunda bu mücadelenin de devrimin çıkarlarına uygun biçimde kullanılması kaçınılmaz ya da gereklidir. Önemlidir çünkü birçok devrimci gelişme ve hatta devrim olasılığının diplomatik mücadelede kaybedildiği açıktır. Bu da diplomatik mücadelenin önemini, hem de devrimi elden götürecek kadar ya da devrimi geliştirecek kadar hayati önemini gösterir.

İkinci bir örnek olarak; temkinli ilerleme siyaseti genel olarak eleştirilir. Buna karşın Halk Savaşı ya da Gerilla Savaşı da (salt sözde de olsa) büyük sempati ve beğeniyle karşılanır. Halk Savaşı’nın sevinçle karşılanıp sahiplenilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Bunda bir söz yok. Fakat temkinli ilerlemeye kafadan gösterilen soğukluk ve eleştiri ne kadar doğrudur buna bakmak lazım. Evet, temkinli ilerleme hep eleştiriyle karşılandı. Çünkü anlaşılmadı ve çünkü onda Gerilla Savaşı-Halk Savaşı sözü yoktu! Hatta birilerine göre o, karikatürize edersek Gerilla Savaşı’nın ölüm fermanıydı. Oysa temkinli ilerleme taktiği (veya şartlara göre uygulanan geri çekilme), tamamen somut durum ve şartların ihtiyacının ürünü olup, Halk Savaşı’nın, Gerilla Savaşı’nın belli bir zemine kavuşturularak süreklilik sağlayan bir eylem çizgisi ve pratiğe ulaşması için hazırlıkları, yeterli kuvvet ve hazırlıkları sağlamanın taktiği olarak bizzat Gerilla Savaşı’nın, Halk Savaşı’nın geliştirilmesine dönük bir taktikti. Bu taktik kalıcı, ciddi bir Halk Savaşı pratiğinin hayata geçirilmesi için gerekli olan ve tamamen somut ihtiyaçlardan doğan bir siyasetti. Ancak keskin slogan duymak isteyenler Gerilla Savaşı’nın yürütülmesini ve süreklileştirilmesini olanaklı kılan temkinli ilerleme siyasetine karşı çıktılar, eleştirdiler. Aynı şey geri çekilme politikası için de geçerliydi. Uzun vadeli düşünemeyip günübirlik düşünenler bu taktikleri hep eleştirdiler. Oysa temkinli ilerleme taktiği benimsenip uygulanmasaydı, aynı biçimde geri çekilme siyaseti uygulanmasaydı Parti’nin çok daha ağır travmalar yaşaması ve belki salt bu siyasetlerin uygulanmamasından dolayı örgütsel yenilgi alması muhtemel olacaktı. Geri çekilme sol slogancı ve keskin lafçı eğilim için eleştiri konusu olsa da bu siyasetlerin uygulanmaması ağır sonuçlara yol açacak bir zemin taşımaktaydı. O halde slogancıların benimsemediği bu biçimlerin, yeri ve zamanında kullanılması koşuluyla yaşamsal önem arz ettikleri açıktır.

Başka bir konu; yıllarca muhtarlıklar dâhil, belediye ve genel seçimleri boykot ettik. Genel seçimlerin koşullara bağlı olarak boykot edilmesinin doğru olduğunun altını çizerek geçelim. Ki taktik siyasetler özünde somut koşullara göre belirlenirler. Dolayısıyla kullanılma ve kullanılmama koşulları genel olarak söz konusu olur. Ama özellikle muhtarlık ve belediye seçimlerinin boykot edilmesini haklı zemini çok sınırlı ve özel şartlarda mümkün olabilirken, bizler geleneksel olarak boykotçuluğu uyguladık. Ne kazandık? Kazanmak bir yana, kaybettiklerimizi sorsak birçok kayıp gösterilebilir. Kısacası bu düzlemdeki seçimler de silahlı mücadele ve eylemin yanında kuşkusuz ki daha az önemlidir. Fakat bunlar da devrimci çizgi temelinde ele aldıklarında kendi alanında kesin bir öneme sahiptir ve devrimci mücadeleyi, örgütlenmeyi geliştirip hizmet veren biçimlerdir. Bugün bu alandaki kazanımlarımız örgütlenme ve mücadele alanımızı ne kadar genişletip zenginleştiriyor ya da olanaklar sunuyor pratikte de görülmektedir. Bu pratik tecrübeye rağmen hala keskin laf ve slogan hastalığına tutulanların; tali, taktik vb. değerdeki mücadeleleri önemsizleştirmesi anlaşılır olamaz.

Bugün artık ilgili mücadele ve örgütlenme biçimlerini karşı karşıya koyarak bir bölümünü öteleyen yaklaşımların anlayış düzeyinde yıkılıp atılması şarttır. Mücadelenin her parçasıyla kavranıp örülmesinin zaruriyeti anlaşılmak durumundadır. Bu noktalardaki ayrım, devrimin bilimsel zeminde kavranmasıyla yüzeysel devrimci kavrayış arasındaki ayrım olduğu kesindir.

Silahlı zora dayanan devrim kitlelerin eseri ise; devrimci ve komünistleri kitlelerle buluşturan araçlar ister tali-taktik isterse stratejik olsun önemlidir. Silahlı örgüt-örgütlenme devrim için hayati konular olup merkezi görevlerdir. Ancak bu görevlere hizmet eden diğer örgüt-örgütlenme biçimleri de son derece büyük önemdedir. Bunlar biçimde farklı şekillense de son tahlilde silahlı biçime hizmet etmekle özünde silahlı biçime bağlanırlar. Dolayısıyla bunlar arasında kalın çizgiler çekmek, çeşitli yapay yaftalarla bunları ötelemek devrimci kavrayışa terstir. Bu kavrayış noktasındaki sorun şu yanılgıdan doğmaktadır. Silahlı olmayan ama devrimci olan silahsız, demokratik, yarı-yasal vb. mücadele ve örgütlenme biçimleri tamamen hatalı kavrayışla reformist biçimler olarak algılanıp değerlendirilmektedir. Böyle kavrandığı için de kronik bir algıyla sürekli küçümsenir, ötelenir ve önemsiz görülürler. İşte bu anlayışlar yanılgının devamı objektif olarak devrimi, kullanması gereken araçlardan vb. men ederek kısırlaştırma ve marjinalleştirme durumuna düşerler.

“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz” aforizması, keskin sol söylem ve slogancılık hastalığı taşıyan devrimcilere hatırlatılmak durumundadır. Çünkü bu hastalıktan muzdarip olan devrimcilerin devrimci pratiğin önünü açan devrimci teoriyle az ama sol söylem ve slogancılıkla çok ilgili oldukları bir gerçektir. Teorinin küçümsenip salt pratiğin yüceltilmesinin sonu kör sokaktır. İdeolojik çalışma bütün çalışmaların can damarıdır!

Reformist kulvarda ifade bulan sağ eğilim ve yasalcılık

Devrimin aşamalarına-gelişme evrelerine bağlı olarak gündeme gelebilecek diplomatik mücadeleden tutalım da, somutta uygulanan yasal alan mücadele ve örgütlenmeleri, reformlar için mücadele, gerici düzenin boşluklarından yararlanma, gerici kurumları devrimin propaganda araçları olarak kullanma ve bütün bunlardan devrim adına ve devrimci taktikle yararlanmaya kadar geniş olan alan tereddütsüz olarak kullanılacaktır, kullanılmalıdır. Ne var ki, bu doğru siyaset ve yaklaşım devrimci ruh ve mecrasından taşırılarak düzen içi yasal mücadele ve örgütlenmelerin ya da yukarıda saydığımız bu mücadele ve örgütlenme biçimlerinin esas hale getirilmesi anlayışına vardırılmamalı, böyle ele alma yaklaşımına dönüşmemelidir. Tam da bu noktada “silahın, savaşın devri geçti, kurun parti seçimlere girin”, “günümüzde silahlı mücadelenin zemini kalmadı”, “dünya başka yere gidiyor, dar sınıf siyasetinin zamanı geçti”, “toplum, halk, insanlar başka şeyler istiyor” vb. uluorta söylemler, kanaatler ve ciddiyetten yoksun, hatta a-politik söylemler iyice hız kazandı. Dahası faşizmden bahsetmenin yersizliğinden, demokratik şartların bolluğuna ve şartların tüm mücadeleyi yürütmeye elverişli olduğuna kadar giden düzen içi mücadeleyi önermeye varan sınıf bakış açısından uzak yaklaşımlar toz bulutu halinde ortalığı bulanıklaştırmaktadır…

Bu yazımızda işlenen konu meselenin bir bölümünü oluşturmaktadır. İkinci bölüm ise, reformist kulvarda ifade bulan sağ eğilim ve yasalcılık sevdasının telaffuzu ile pratik eğilime yansıyan aktüel modacılığıdır. Yani bütün tehlike veya esas tehlike; küçük-burjuva sol eğilim hastalığının konu edinen biçimlerinden ibaret değildir. Tam tersine esas ve güncel tehlike, tehdit yasalcılık zemininden beslenen düzen içi sağ tasfiyeci eğilimdir. Dolayısıyla esas durumdaki bu tehlikeyi konu edinmek hem ihtiyaç hem de perspektif yazısının tamamlanması bakımından gereklidir. Kaldı ki, perspektif yazısı da sol görünümlü eğilim solculuğunun formel olduğuna dikkat çekerek, bu eğilimin özünde sağ olduğunu açıklamaktadır. Bu durumda perspektife işlenen konunun aynı zamanda sağı da hedef aldığını görmekte fayda vardır. Fakat bu gerçeğe karşın sağ tehlikenin başlı başına bir yazıya konu yapılması nesnel bir gereksinimdir.

Devrimciliğin doğru/yanlış temelde sorgulandığı bir dönemden geçtiğimiz aşikâr. Sağdan ve soldan mahkeme edilip iliklerine kadar sorgulanıyor devrimcilik. İçinden geçilen tarih geriye çeken sorgulamalara karşın, ileriye taşıyan sorgulamalara da tanıklık yapıyor. Tepkisel ve dar yaklaşımlarla sorgulandığı da ayrı bir gerçek…

Bu toplam içinde özellikle ayrıştırılması gereken sorgulama biçimlerinin, a) devrimciliği revize ederek geriye çeken sağdan yapılan sorgulama ile b) devrimciliği saç ayakları temelinde ilkelerine bağlı kalınarak zayıflıklarının giderilmesini amaçlayan devrimci eleştiri temelindeki sorgulama biçimleri olduğunu belirtelim. Birinci sorgulama biçimi, sağ/sol sorgulama ve tepkisel dar sorgulama biçimlerini içine alan kapsamdadır. Bura içinde tepkisel dar yaklaşımların ürünü olan sorgulamaları niyet bakımından sağ/sol sorgulama biçimlerinden ayırmanın gerekli olduğu da söylenmek durumundadır.

İkinci sorgulama biçimi olan devrimciliğin zayıflıklarını aşarak güçlendirilmesini görev edinen devrimi eleştiri temelindeki eleştiri, tamamen benimsenmesi gereken ileriye dönük çabadır. Diğer sorgulama biçimlerinden temelde ayrılır bu biçim. Öyle ki, bu sorgulama biçimi bilimsel sosyalizm teori pratiğini gelişmelere bağlı olarak tahkim edip sağlam temellere oturtma önemiyle elzem durumdadır. Özellikle siyaset sahasında bu sorgulamanın çok daha ihtiyacı olup etkin bir rolü ve işlevi olduğunu görmekte sonsuz fayda vardır.

Devrimciliğin hatalı olarak sorgulandığı zeminden biri, güncel gelişmelerin devrimciliğin yeniden tanımlanmasına çıkan yaklaşımdır ki, bu tamamen hatalıdır. Zira burada sorgulanması gereken somut siyaset veya somut siyasetin geliştirilememesi meselesidir. Sorun buyken, bu sorunu devrimciliğin yeniden tasvirine taşıyan yaklaşım kuşkusuz ki hatalıdır. Niyetinden bağımsız olarak kavrayış hatasıyla devrimciliğin yanlış temelde sorgulanması merasına kaymaktadır.

Ancak köklü yanılgıyı ifade eden sorgulama biçiminin devrimciliği sağdan sorgulayan biçim olduğu ve bunun tam bir tehlike olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla bura üzerinde durmak isabetli olacaktır.

Devrimiler (ki, bu kavramla esasta proleter devrimciliği kast ettiğimizi belirtelim) somut şartlar bağlamında veya somut gelişmeler ve çelişmeler bağlamında gerek toplumun dinamik güçleriyle buluşup bunları devrim hedefi doğrultusunda harekete geçirme, gerekse de söz konusu şartların nesnel ihtiyaç temelinde koşulladığı somut siyasetler devreye sokarak doğal devrimci refleksleri gereği sürece doğru müdahalede bulunup devrimi geliştirme hedefiyle yasal alan demokratik mücadele araç ve yöntemlerini haklı olarak kullanmaktadırlar. Bu tamamen devrimci siyasettir. Çünkü yasal alan mücadele biçimlerini vb esas mücadele biçimlerine tabi olarak ve devrime hizmet etmeleri durumunda taktik bir siyaset derekesinde ele alarak kullanmaktadırlar. Bu siyasetin devrime, devrimci ilke ve amaçlara zararı yok, bilakis faydası var. Ama bunların devrimci siyaset ve taktik olarak ele alınması, yani bunları devrim ve devrimci amaçlara tabi biçimde ele alıp, esas mücadele biçimleri haline getirmemeleri şartıyla…

Devrimcilerin bu alanda başarılı çalışmalar ortaya koyması ve hatta bazı kazanımlar elde etmesi gibi pozitif gelişmeler devrimcilerin çevrelerinde objektif olarak sağ eğilimi geliştirip körüklemektedir. Bu nesnel tehlike, devrimcilerin doğru siyaset ve taktiklerinden vazgeçme gerekçesi olamaz elbette. Fakat bu tehlikeyle mücadele edilmesi ve bu tehlikeye karşı donanımlı ve uyanık olması şarttır. Aksi halde kitlelere nüfuz eden sağ eğilim bir tehdide dönüşüp devrimcilerin önüne engel olarak dikilmekten başka bir sonuç doğurmaz.

Devrimin aşamalarına-gelişme evrelerine bağlı olarak gündeme gelebilecek diplomatik mücadeleden tutalım da, somutta uygulanan yasal alan mücadele ve örgütlenmeleri, reformlar için mücadele, gerici düzenin boşluklarından yararlanma, gerici kurumları devrimin propaganda araçları olarak kullanma ve bütün bunlardan devrim adına ve devrimci taktikle yararlanmaya kadar geniş olan alan tereddütsüz olarak kullanılacaktır, kullanılmalıdır. Ne var ki, bu doğru siyaset ve yaklaşım devrimci ruh ve mecrasından taşırılarak düzen içi yasal mücadele ve örgütlenmelerin ya da yukarıda saydığımız bu mücadele ve örgütlenme biçimlerinin esas hale getirilmesi anlayışına vardırılmamalı, böyle ele alma yaklaşımına dönüşmemelidir. Tam da bu noktada “silahın, savaşın devri geçti, kurun parti seçimlere girin”, “günümüzde silahlı mücadelenin zemini kalmadı”, “dünya başka yere gidiyor, dar sınıf siyasetinin zamanı geçti”, “toplum, halk, insanlar başka şeyler istiyor” vb. uluorta söylemler, kanaatler ve ciddiyetten yoksun, hatta a-politik söylemler iyice hız kazandı. Dahası faşizmden bahsetmenin yersizliğinden, demokratik şartların bolluğuna ve şartların tüm mücadeleyi yürütmeye elverişli olduğuna kadar giden düzen içi mücadeleyi önermeye varan sınıf bakış açısından uzak yaklaşımlar toz bulutu halinde ortalığı bulanıklaştırmaktadır…

Oysa bütün gerici sınıf ve faşist realite, özelde de somut gelişmeler bu boş sözlerin tersini kanıtlamaktadır. Gerici saldırganlık ve faşist diktatörlüğün proletarya ve halk kitlelerine dönük saldırıları yeni boyutlara taşınmakta, geniş toplumsal yaşam ve zenginlikleri emperyalist sermaye ve büyük sermayeye peşkeş çekip talanına sunarak toplumsal yaşam tam manasıyla bir mengeneye alınıp ezilmektedir. Savaş saldırganlığı hüküm sürerek keskin çatışma ve savaşların yaşanmasına doğru hızla ilerlenmekte, halklara ve ezilen ulus ve azınlıklara karşı acımasız bir baskı ve terörün estirileceği görülmektedir. Kısacası bu gerici faşist gelişmeler zemininde silahlı mücadele ve devrimci savaş her zamankinden çok daha büyük açıklıkla kendisini hissettiren bir ihtiyaçken, yasalcı sağ tasfiyeciliği öğütleyen yaklaşımların çürüklüğü gün kadar açıktır. Elbette bu sağ eğilimler devrimcilerce itibar edilemez boşboğazlıklardır. Ne ki, kitlelerin ve nispeten geri olan devrimci tabanın bu sağ safsatalara eğilim göstermesi mümkündür. Dolayısıyla ideolojik mücadele kesinlikle bu sağ tasfiyeciliği her fırsatta deşifre ederek devrimci tavır ve duruşu pratikleştirmekle yükümlülüğüyle ele alınmak, geliştirilip güçlendirilmek durumundadır.

Devrimciler iradelerine bağlı bir tercih olarak asla hiçbir mücadele alanını, hiçbir mücadele biçimini, hiçbir örgütlenme biçimini terk ederek etki ve çalışma alanlarını-güçlerini daraltıp kısırlaştırmamalıdırlar. Tersine mümkün olan en geniş yelpazede varlık göstererek mücadele etmelidirler. Sanat cephesinin daha iyi doldurulmasını, aydınlar cephesinin geliştirilmesini, kadın mücadelesini yükseltmeyi, çevreci mücadeleyi büyütmeyi, reformlar uğruna mücadeleyi, parlamentoyu kürsü olarak kullanmayı vb. küçümsemeden ele almalıdır devrimciler. Ama bu kır/şehir gerilla savaşı ve örgütlenmesini, silahlı mücadeleyi, illegal örgütlenmeyi, işçi sınıfı içindeki örgütlenmeyi ve bütün bu sahaların mücadelelerini esas görev olarak tesis edip öncelikleri olarak kavramalıdır. Savaşıyorsam açık alanda örgütlenmem, bura mücadelesini yürütmem diyemez, ikisini karşı karşıya koyamayız. İktidar mücadelesi yürütüyorsam reformlar için mücadeleyi reddederim anlayışını benimseyemeyiz. Devrime hizmet ettiği müddetçe ve kullanma olanakları olduğu sürece hepsini kullanmaktan imtina edemez, her alan ve her yer ve özgüle göre bir üslup ve siyaset biçimi kullanmaktan sakınamayız. Örneğin, HDP’nin sürece dair sözü farklı olur ama KCK’nin daha farklı olur. Ya da açık alan demokratik kurumları silahlı eylemi açıktan savunamaz ama partizan Halk Güçleri alenen bunu savunur, hatta pratikte yaptığı gibi uygular… Bu örneklerden hareketle, neyin sağ, neyin sol olduğu noktasındaki anlayışımızın ölçütü örnekteki gibi özgün alan ve pozisyona has söylem ve siyaset biçimi olamaz. Açık alanda yapılan siyaset düzen sınırlarını zorlama özelliğine rağmen esasta buranın asgari kuralları dâhilinde yapılmak durumundadır. Yer altında yapılan ise buraya has dil ve biçimler kullanmak durumundadır. Bunları bir birine karıştıran anlayış somut siyaset ve özgül koşullar gerçeğini göz ardı eden tek düze dogmatik yaklaşımdır.

http://www.halkingunlugu.net/