Tanrıyı Sorgulayan Bir Öğreti: Alevilik

algülRıza Algül (23-11-2015) Türkçe yayınlanmış üç kitaptan sonra, dördüncü kitabım, “Der Alevismus: Eine Lehre, die Gott ins Verhör nimmt (Tanrıyı Sorgulayan Bir Öğreti: Alevilik)”, Almanca dilinde ve Almanya’da, “iatros-verlag” yayınlarından çıktı Bu kitap, yaklaşık on yıllık bir çalışmanın ürünüdür. 24 ana başlıktan, 13 ara başlıktan ve 38 alt başlıktan oluşan 122 Türkçe ve Almanca kaynağı içeriyor. Alevi felsefesi, tarihi, dünya-görüşü, kültürü, edebiyatı, dünü ve bu günü temel olmakla birlikte, insanın neden dinleri ve tanrıları yarattığı, Yahudilik, Hıristiyanlık, fakat daha çok da İslam ve Aleviliğin İslam’a getirdiği ilkesel eleştiriler ayrıntılarıyla bu kitapta yer alıyor.

“Der Alevismus: Eine Lehre, die Gott ins Verhör nimmt” adını taşıyan bu kitabı, iki nedenden dolayı Almanca yazdım:

Birincisi; Alevi gençliktir. Çünkü Alevi gençliğin büyük kesimi Almanya’da, Avusturya’da ve İsviçre’de yaşıyor. Bu ülkelerin ve Alevi gençliğin eğitim-dili Almanca’dır. Bu gençlik, Türkçe yazdığımız kitaplardan yeterince yararlanamıyor. Bundan dolayı, Aleviliği öğrenmek veya Alevilik üzerine bilimsel bir çalışma yapmak istediklerinde, genç nesillerin başvurabilecekleri kapsamlı ve detaylı bir kaynak ortaya çıkarmak istedim. Alevilik üzerine, Almanca yayınlanmış ve sayıları birkaçı geçmeyen kitaplar var. Fakat bu kitapların, tarih, felsefe, sosyoloji, inanç, din, kültür ve sanat bakımından Aleviliği anlatmada yeterli olmadıklarını düşünüyorum.

İkincisi; Alevilerin de yaşadıkları bu üç ülkedeki herkes. Bu kitabı yazmak için beni motive eden ikinci etken de budur. Verdiğim konferanslarda ve katıldığım tartışmalarda pek çok bilim insanı, “Aleviliğin, 13. Yüzyıl Anadolu’sunun Aydınlanmacılığı olduğunu” hayretler içinde beyan ederek, “Alevilik üzerine yazmamı” ısrarla talep etmişti.

Teorik temel:

Bu kitabın teorik ve tarihsel omurgası iki temel kaynak üzerine kurulmuştur:

Birinci kaynak: MS 922’de “En-el Hak = Tanrı benim, İnsan tanrıdır” dediği için katledilen Hallac-ı Mansur’un felsefi tezlerini 13. Yüzyılda zenginleştirerek güncelleştiren “Ser Çeşme” Hace Bektaş Veli’nin felsefi ilkeleridir.

İkinci kaynak: Yunus Emre, Said Emre ve Kaygusuz Abdal başta olmak üzere, Aleviliğin 13. Yüzyıl felsefe şairlerinin şiirleridir. Kitapta da görüleceği gibi, ben bu şiirlerin dilini güncelleştirerek Almanca’ya çevirdim. Konuları anlamlandırmayı ve yorumlamayı, bu şiirlerin mantıksal verileri üzerine inşa ettim. Çünkü 13. Yüzyıl, felsefi ilkeler bakımından Aleviliğin sistemleştiği ve kurumsallaştığı en sağlam ve en katıksız tarihtir. Bu tarihten sonra, 15. ve özellikle 16. Yüzyılda Şiiliğin İran’da “devlet dini” olarak resmileşmesinden sonra yaşanan politik gelişmeler içinde ortaya çıkmış çok sayıdaki Alevi şiiri, Şiiliğin etkisine girerek Aleviliğin insan, doğa ve dünya temelli felsefi ilkelerinden bir kopuşa ve tanrısal ilahlaşmaya doğru bir kulvara yönelmiştir. Bunun esas nedeni, çok açık ki korku ve gizemdir. Aleviler, devletten ve Müslüman toplumdan duydukları korkulardan dolayı kendilerini gizlemiş, diğer bir adıyla (“takıyye”) yapmışlardır. Bu andan itibaren Şiilik’ten (16. Yüzyıl) ve “muhalif-İslam”dan gelmiş ve Aleviler’in yaşam-biçimini etkilemese de, fakat sözel alışkanlıklarına oturmuş kavramlar hayli çoktur.

Keramet mi, Marifet mi?

“Der Alevismus: Eine Lehre, die Gott ins Verhör nimmt” adını taşıyan bu kitapta yazdıklarımdan da anlaşılabileceği gibi, sözel-gelenekçi Aleviler’le, 13. Yüzyılda felsefi ve kurumsal temeli atılmış Alevilik arasında, yani 13. Yüzyıl ile 16. ve şimdi yaşadığımız 21. Yüzyıl arasında (Aleviler’le Alevilik arasında) bir uzlaşmazlık vardır. Hallac-ı Mansur’un “En-el Hak” (“Ben tanrıyım” = “İnsan tanrıdır”) diyen devrimci yolunu takip etmiş “Ser Çeşme” Hace Bektaş Veli’nin, Yunus Emre’nin, Said Emre’nin, Kaygusuz Abdal’ın, İmadeddin Nesimi’nin, Edip Harabi’nin ve Âşık Daimi’nin sözlerindeki ve şiirlerindeki felsefi ilkelerden “sözel-gelenekçi” Aleviler’in söylemlerine baktığımızda, bu uzlaşmazlığı rahatlıkla görebiliriz. Acı da olsa söylemek zorundayım ki, Aleviler içinde çok büyük bir kesim, Hace Bektaş Veli’den Daimi’ye varan bu felsefi izden kopmuştur. Felsefeden kopunca, Şiilik üzerinden İslam’dan gelen ve İslam’a varan bilimdışı, akıldışı dogma kavramlar, daha çok da yaşlı kuşaklardan Aleviler’in söz dağarcığında yer edinmiştir.

Örneğin: Alevilerin, herhangi bir din gibi “kutsal kitabı” yoktur. “Okunacak en büyük kitap insandır” ilkesi, insanın sözünü, “tanrının-Allah’ın sözü” olan kitaplardan daha üstün tutması bu gerçeği yeterince açıklıyor. Çünkü Alevilik “vahyi bir din” değil, felsefi-sosyolojik bir bakış açısı, bir dünya görüşüdür; “ahretçi” değil, dünyevidir; “dogmacı” değil, aklidir; “dinsel” değil, bilimseldir. Kısaca: “Keramet”çi değil, “marifet”çidir. Alevilik’teki “Dört Kapı”dan üçüncüsünün “Marifet (= bilim, bilgi) Kapısı” olduğunu burada anımsatmak isterim.

Bugün Aleviler’in önünde iki yol duruyor: Ya “kerametçi” yoldan giderek “dogmacı”, “ahretçi”, “vahyi” din olan İslam’a varacaklardır; ya da, felsefeci, dünyevi, akli ve bilimsel yoldan giderek “marifete”, bilime ve bilgiye varacaklardır.

İnsanlığı kucaklamak:

Yukarıdaki tezi somutlaştırmak için, Aleviliğin temel felsefi ilkelerinden birkaç örnek sunmakta yarar var:

  • “En-el Hak.” Bu, “ben tanrıyım-Allah’ım”, “tanrı-Allah benim, insandır”, demişti Hallac-ı Mansur, 922’de. Bu devrimci ve aydınlanmacı tez, Alevi felsefesinin temelini oluşturuyor. Bu temel üzerinde yükselen Alevilik, “bilgin-kâmil insan”ı tanrılaştırmıştır; “tanrısal erdem”i insanda görmüştür. Bu demektir ki, Alevilik, insanın dışındaki bir “tanrıyı-Allah’ı” kabul etmemiş, ret etmiştir.
  • İnsanın dışındaki tanrıyı-Allah’ı ret eden Alevilik, tanrıya-Allah’a ait olan dini de (“öbür dünyayı”; cennet ve cehennemi; huri ve gılmanı; cin, melek ve şeytanı ve alın yazısını da) ret etmiştir, her şeyi yaşadığımız dünyada aramış ve istemiştir. Bundan dolayıdır ki Hace Bektaş Veli, “Her ne ararsan, kendinde ara!” demiştir.
  • İnsanı tanrılaştırmış Alevilik, doğal olarak, yeryüzünün neresinde olursa olsun, insana kötülük ve haksızlık etmeyi, insanı sömürmeyi suç saymıştır.
  • İnsanı tanrılaştırmış Alevilik, tanrısal insan için her hangi bir inançsal veya coğrafi sınır çizmemiştir. Tersine, dünyadaki bütün insanları dostça kucaklamış, birini diğerinden “üstün” saymamıştır. İnsanlar arasındaki din ve millet-ulus kavramlarını ve farklılıklarını kendisinin dışına atmıştır. Bu ilkeyi Hace Bektaş Veli ve Yunus şöyle dile getirmişlerdir: “Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan, bizden değildir”. “Yetmiş iki millete / Suçum budur Hak dedim / Korku, kıyamet koptu / Ya ben niçin kızarım”.
  • İnsanı tanrılaştırmış Alevilik, tanrılaştırdığı insanı “erkek” ve “kadın” diye ayırmamıştır. Cins ayrımcılığı yapmış her dine veya geleneğe karşı çıkmıştır.

Yaptığım çalışmanın şimdi kitap olarak yayınlanmış olması beni mutlu ediyor. Ben de bu mutluluğu, bu kitaba ilgi duyan herkesle paylaşmak istiyorum. Thalia başta olmak üzere bütün kitapçılardan veya Amazon, Weltbild gibi dağıtım firmalarından veya doğrudan benden de kitaba ulaşmak mümkündür.

Rıza Algül