Tarihin Uzak Geleceğine Kızıl Işık Düşüren 24 Nisan 72’ Manifestosuna Selam

24 Nisan 1972 çizgisinin ayırt edici temel özelliklerini ortaya koyan belirlemeler elbette öylesine söylenmiş söz ve belirlemelerden ibaret değildir “Resmi sosyalist çizgiden” kopuştan söz ederken bu kopuşun bir ayağı farklı bir tarih kavrayışına dayanır Bu noktada 24 Nisan Manifestosu, tarihsel ilericilik ile tarihsel ilerleme ya da bir başka deyimle politik manada ilericilik ile tarihsel ilerleme kavramlarını karıştıranların çıkmazlarına işaret ettiğini vurgulayalım. Bu iki kavram tamamen zıt kavramlardır. Bu iki kavram arasındaki farkı karıştıranlar kaçınılmaz olarak politik bakımdan dost-düşman tespitini karıştırırlar.

MAKALE (17-04-2020) Dünyayı değiştirmek için görünen ile yetinmeyen, görünenin arkasındaki hakikatleri keşfe çıkan, döne döne gerçekleri yeniden fethetmeye cüret eden yeni bir çıkışın rehberi Komünist İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde Komünist parti kurulur. Bugün değil, yaklaşık elli yıl önce devrimci hareketin izlediği çizgiye, tarih anlayışına ve bağrındaki kırılganlıklara keskin tezatlık taşıyan bir tarih okuması ve ideolojik-politik ‘‘programla‘‘ kurulmuş bir partidir. Yeni partinin tarih sahnesine çıkmasıyla resmi ve uydurma tarihin böğrüne kızıl bir neşter vuruldu. Aslında resmi tarihin böğrüne vurulan bu neşter, kısmen sol veya sosyalist hareketin resmi çizgisine de vurmuş oldu. Eğer bazı sosyalist örgütlerin, İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde 24 Nisan 1972’de, bugünkü Maoist Komünist Parti’nin (MKP) asgari ve azami programına katkı yaparak ilerlettiği TKP (ML) tarafından açığa çıkarılarak teşhir edilen ezber ve üretilmiş sahte tarih kavrayışı biraz da olsa değişmiş ise, bunun böyle olmasında Kemalizm, genel olarak Milli Mesele, özel olarak Kürt Milli Meselesi gibi can alıcı yeni bir program ve tarih kavrayışının benimsenmesi sayesinde olmuştur.

Kurucu önderimiz İbrahim Kaypakkaya yoldaş ile aynı dönemde yaşamış olan diğer saygın devrimci önderlerin ideolojik-politik yaklaşımlarındaki eklektik ve yanlış çizgilerden kaynaklı olarak, bu saygın devrimci önderlerin isimleri gerici sistem tarafından kullanılması pekala mümkün olabilmiştir. Ama sistemin hiçbir kliği veya ekolü, Kaypakkaya yoldaşın önderlik ettiği TKP (ML) tarafından ortaya konulan bilimsel çizgiyi kendilerine dayanak yapabilecek açık bulamaması nedeniyle bırakalım kullanmayı, Kaypakkaya yoldaşın çizgisini ve adını özelikle gizlemekte ve önder yoldaşımızı yok saymaktalar. Çünkü İbrahim yoldaşın ortaya koyduğu çizgi, üzerinde oyun oynanamayacak düzeyde berrak ve bilimsel olduğu kadar, sistemden köklü kopuş ve sentezdir aynı zamanda. Çerkes, Arap, Kürt ve Ermeni gibi ezilen, gadre uğrayan ve soykırımlara maruz kalmış milletlere mensup çok sayıda komünistin parti çizgisiyle buluşmaları elbette tesadüfi değil ve olamazdı. Olamazdı, çünkü ortaya konulan bu bilimsel çizgi, resmi tarihin ve ideolojinin inkar ettiği, yok saydığı ve deyim yerindeyse dillerini koparmaya, kültürlerini betona gömmeye çalıştığı ve soykırımdan geçirdiği millet ve milliyetlerin haklarını savunmakla kalmamış, onlara kurtuluşun yolunu göstermiştir.

24 Nisan ‘72 çizgisi, dün devrim saflarında yer almış olsa da, eklektik ve revizyonist çizgisi nedeniyle ve daha da önemlisi Marksizm kisvesi altında Kemalizm’i devrimcilik olarak savunan ve rehber kabul eden bir dünya görüşünün mantıki sonucu olarak faşist devletin sofrasına konaklayan, ilericilik ve sosyalizm sosuna bulaştırdığı faşist politikaları Kürtlerin kendi devletini kurmasına veya en azından demokratik haklarını elde etme mücadelesinden ileri gelen haklı, meşru ve doğal taleplerini “emperyalizme uşaklıktır” gibi ırkçı gerekçeler altına gizleyerek düşmanca bir tutum alan ve çok daha da kötüsü “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” diyerek yaşanmış tarihin gerçek olgularını yok sayacak kadar alçaklaşan bugünün faşist Vatan Partisi, dünün Aydınlık-Şafak revizyonizminin çizgisiyle çatışan bir Komünist sentezdir ki, bu tesadüfi değildir. Ezilen millet ve milletlerin eşitlik ve özgürlük arzularını kanla bastırmaya yeminli ‘‘TC‘‘ denilen ırkçı, ceberut, militarist devletin yanında yer alan eski zamanın revizyonist, şimdiki karşı-devrimci ve nasyonal-sosyalist bir çizginin temsilciliğini üstlenmiş bu koyu gerici çizgiye karşı köklü bir ideolojik-politik mücadele yürütülmüş ve bu ideolojik mücadele seyri içinde bilimsel çizgi oluşturmuştur. Ki, varılan bilimsel sentez elbette tüm yanlış çizgilerin mahkum edilmesidir.

Ezilen cinslere, millet ve milliyetlere ve emekçi sınıflara önerdiği çözümler 72’de ortaya konulan çizginin bilimsel niteliğini anlatır. Yani bu çizgi bütünlüklüdür ve bütünlüklü olduğu kadar da bilimsel bir dünya görüşüdür. Bir kez bu bilimsel çizginin özü göz ardı edildiğinde ve yok sayıldığında gerçek özgürlük ve kurtuluşu kazanmanın perspektifini kaybetmemek elde değildir. O’nun çizgisi, diğer sosyalist önderlerin ortaya koyduğu çizgilerin bir devamı veya ileriye taşınması asla değildir. Böyle düşünmek ya da meseleyi bu minval üzerinde ele almak bilimsel görüşün özünü zayıflatmak ve onu düzen sınırlarına çekmek olur. İbrahim Kaypakkaya’nın önderlik ettiği çizgi, diğer sosyalist hareketlerin ortaya koyduğu eklektik ve yanlış çizgilerden köklü bir kopuş ve yeni-nitel bir sentezdir. Eğer tüm diğer devrimci çizgiler o dönem için genel bir devrimci çıkış ise, şimdi MKP’nin bütün yönlerden nitel ilerleterek temsil ettiği (TKP ML) çizgisi, saygın ve anlamlı devrim içinde filizlenen özel bir devrimdir. Yani devrim içinde devrimdir…

Rehber aldığı Marksizm-Leninizm (ML) seviyesinden Marksizm-Leninizm-Maoizm (MLM) (O’nun döneminde formülasyon Mao Zedung Düşüncesi olarak geçer) seviyesine çıkmasındadır. ML’nin her bakımdan nitel bir temsili olan Maoizmin berrak kavrayışı, diyalektik bilimsel metodun çığır açıcı niteliği sayesinde yoldaş Kaypakkaya önderliğinde kurulan partimiz, Türkiye-Kuzey Kürdistan coğrafyasında yepyeni devrimci sentez ortaya çıkarmıştır. Devrimci Marksizmin doğru temsiliyeti sayesinde bilimsel bir çığır açılmıştır.

O Gün Dünyada ve Ülkede Politik Durum Neydi?

O günün dünya koşulları altında devrim ve sosyalizm davası için ayağa kalkan ileri kitlelerin haykırışlarının birçok coğrafyayı sardığı, Vietnam’da olsun başka ülke ve coğrafyalarda olsun halkların emperyalizme ve gericiliğe karşı devrimci başkaldırıların yükselen etkilerinin ülkemize hızla yayıldığı yıllardır. Ancak bundan daha da önemlisi Başkan Mao önderliğindeki komünistlerin, Sovyetlerde adı Gulaş olarak geçen sahte Komünizme ve Çin’de kızıl bayrak altında kapitalist yolu seçmiş olanlara karşı yönettikleri Büyük Proleter Kültür Devriminin (BPKD) dünya komünist hareket üzerinde yarattığı muhteşem şahlanıştır. “Hareketimiz Büyük Proleter Kültür Devriminin ürünüdür” denmesi boşuna değildir. Ülkemizde keza 15-16 Haziran gibi ciddi kitlesel direnişlerin, sokak çatışmalarının olduğu ve silahlı eylemler için koşulların derinden mayalandığı şartlar yeni, genç komünist bir partiyi politik sahneye çıkarmıştır. Bu çıkış, azami programa; yani sosyalizm nedir ve bir geçiş toplumu olarak sosyalizmde proletarya diktatörlüğü altında komünizme kadar devrimi sürdürme gibi temel meseleler üzerinde bir tartışma ve şekilleniş yaratıyordu. Bu yeni şekilleniş, Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) çizgisi, anlayışı üzerinden yürüyordu. Ki, bu yeni kızıl çizgi aynı zamanda Marksizm-Leninizm’i, bütün sahalardan yeni bir bilimsel nitelik olan Maoizm seviyesine sıçratıyordu. Azami program dediğimiz bu meseleler üzerindeki tartışmalar, nasıl bir sosyalizm ve nasıl bir sosyalist toplum ve gerçek komünizm nasıl kazanılır gibi konular üzerinde somutlaşıyordu. Bunlar soyut teorik tartışmalar gibi gözükse de gerçek şudur ki ülkemiz devrimini doğrudan etkileyen, ülke devriminin ele alınışına doğrudan yön veren; nasıl bir gelecek sorusuna ışık tutan tartışmalardı. Yani soyut teorik tartışmalar değildi. Hele hele “bizimle ilgisi olmayan, Çin komünistlerini ilgilendiren dış konular” gibi komünizmi milliyetçi kavrayış sınırları içine hapseden çizgi hiç değildi. Zira biliyoruz ki 1989 yılında havlu atarak doğrudan açık kapitalizme geçen Sovyetler Birliği ve başka ülkeler, komünizme yürümesi gereken sosyalist ilerlemelere çoktan veda etmişlerdi. İşte o dönem ve hala tartışılan kapitalizme geri dönüş meseleleri üzerine yürütülen ve yürütülmesi gereken tartışmalardı. Dünya proletaryasının global çapta kazandığı bütün sosyalist mevzilerin tek tek yıkılışı, doğallığında dünya komünistlerinin önüne ciddi ve temel bir sorun olarak geldi/oturdu. O gün de durum ve tartışma buydu. Ve dünya çapında komünizmi kazanma meselesini doğrudan ilgilendiren böylesi can alıcı bir sorunu tartışmamak ve dersler çıkarmamak gibi bir sorumsuzluk burjuva milliyetçi çizgiye düşmek olurdu. Önder Kaypakkaya’nın kurduğu parti, tüm bu yanlışlara karşı yeni, nitel bir komünist itirazdı. Böylesi temel konularda aldığı doğru bilimsel tutum sayesinde teorisini inşaa etmiştir.

Önder yoldaşın bu tartışmalar seyri içinde kazanmış olduğu devrimci Marksist bakış ve metot sayesinde devrimci hareketin savunageldiği çarpıtılmış ve yalanlar dizisinin özünü kavramış ve açığa çıkarmıştır. Ve bu yalanlar dizisi üzerinden inşaa edilmiş resmi tarihe itiraz etmiştir. Hem özel olarak içinde yer aldığı Aydınlık-Şafak revizyonist hareketine karşı, hem de Mustafa Suphi, Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş gibi büyük ve saygın devrimci önderlerin savundukları yanlış ve eklektik çizgilere karşı ideolojik mücadele yürüterek çizgisini şekillendirir. Sol ve sosyalist hareketin kutsadığı burjuva Cumhuriyet, devlet ve Kemalizm aşkına karşı tam zıt sonuçlara ulaşır. Elbette ulaştığı zıt sentezin kaynağı, MLM ideolojik-politik çizgi, metod ve bakıştan kaynaklıdır. Sosyalist hareket, Milli Şef’li tek partili zulüm makinasının adını “ilerici ve anti-emperyalist” olarak koymakla kalmıyor bunu alınması gereken tarihsel bir miras olarak kabul ediyordu.1927’de Adana-Nusaybin demiryolu işçilerinin haklı ve hak arama grevi Kemalistler tarafından kanla bastırılıyordu. İşçi kanları tren raylarını kızıla boyamıştı. Gel gör ki işte bu kanlı baskına yol açan faşist politikalar işçilere ilerici bir miras olarak anlatılıyordu. Keza, 1915 Ermeni soykırımı kimi sol harekeler tarafından savunuluyor, kimileri tarafından ise görmezden geliniyordu ya da görülemiyordu.1921 Koçgiri katliamı,1925 Şeyh Said katliamı,1937-38 Dersim’de soykırım yapan Kemalistler, ezilen millet ile milliyetlere ve ezilen inançlara, sahiplenmesi gereken ilerici bir miras olarak sunuluyordu. Burada sadece birkaç örnek olarak verdiğimiz katliamlar dizisindeki kanlı kılıç adaletinin halklarımıza ilericilik ve anti-emperyalistlik olarak anlatılıyordu. 24 Nisan 1972’de ortaya çıkan nitel komünist sentez, alışık olduğu sol ve sosyalist anlayış dışında olması, devleti büyük şaşkınlığa çevirmekle kalmadı, sol ve sosyalizm adına yola çıkanların ezberini de bozdu. Bu nedenle Maoist Komünist Parti’nin (MKP) önceli TKP (ML) ve kurucu önderi Kayapakkaya ve yoldaşları, geleneksel kimi sosyalist hareketler tarafından da aforoz edilmeye ya da kimilerince yok sayılmaya çalışılmıştır. Ama burada bir parantez açarak şu gerçeğin hakkını teslim edelim. 1970’ler döneminde Mahir Çayan ve Deniz Gezmiş’in önderlik ettikleri devrimci örgütlerin sisteme karşı, ezilenlerin çığlığının sesi olan silahlı başkaldırıları ve çıkışları takdire şayan ve bu hareketleri diğer reformist-pasifist hareketlerden ayırt eden temel devrimci bir ayırım noktasında yer almışlardır. Pratikleri militan devrimci ve silahlı mücadelede yol gösteren ve ilham veren çıkışlardır. Büyük ve yol gösteren devrimci başkaldırılardır. Bu anlamlı ve görkemli çıkışlarına rağmen ne yazık ki resmi tarihten köklü olarak kopamamışlardır. Yani burada eleştirdiğimiz bazı temel meseleler konusunda hatalı yaklaşım içinde kalmışlardır. Büyük ve saygın sosyalist önderlerin hataları pozitivist-modernist burjuva dünya görüşünden kopamadıklarından kaynaklıdır. Bu hatadan kaynaklı modern burjuva cumhuriyet devlet kutsanmıştır. Öte yandan modernist tarih anlayışı Kemalizm ve Kemalist cumhuriyet değerlendirmesinde tayin edici olmuştur. Önder Kaypakkaya yoldaşın şu tespiti bazı gerçekleri kavramak için önemlidir. “Özellikle Kemalizm konusunda orta burjuvazinin gerçeklere aykırı, idealist yargıları kafalara öylesine tekel kurmuştur ki Kemalizm’in komünistçe değerlendirmesi olanaksız hale gelmiştir” der ve ekler “Şimdi iyi biliyoruz ki bizim Kemalizm konusundaki yargılarımız, Çetin Altan, Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk’tan tutun da, TİP, Mihri Belli, Hikmet Kıvılcımlı, TKP, THKP, THKC ve Şafak Revizyonistlerine kadar bütün küçük burjuva örgüt ve akımları öfkeyle ayağa kaldıracaktır”. Yukarda yaptığımız bu alıntıdaki belirlemeler tartışmaya yer bırakmayacak kadar berrak bir bilincin ışıltılarıdır. Sol ve sosyalizm adına Kemalist devrim ve kurtuluş savaşını överek göklere çıkaranlara, Kemalist devrimi ve kurtuluş savaşını ezilen haklara örnek bir çıkış olarak anlatanlara karşı şu tespitleri gayet öğreticidir. “Kurtuluş savaşımız (….) Asyanın ezilen halklarına değil, Asyanın korkak burjuvazisine ve birde emperyalist ülkelerin mali oligarşisine cesaret ve umut vermiştir. Asyanın korkak burjuvazisi Kemalist devrimde kendi gerici emellerinin gerçekleştiğini görmüştür. Ezilen halklara cesaret ve umut veren devrim Çin devrimidir. Vietnam devrimidir. Kemalist devrim nasıl kurtulamayacağının örneğidir”diyerek resmi tarihi, Kurtuluş savaşına önderlik eden sınıfların niteliğini, Kemalizm tahlilini bu minvalde yaparak artık geri dönüşü imkansız köklü bir kopuş gerçekleştirmiştir.

Tarihsel İlericilik ile Tarihsel İlerleme Arasındaki Fark ve 24 Nisan Manifestosunun Bu Noktadaki Tutumu

24 Nisan 1972 çizgisinin ayırt edici temel özelliklerini ortaya koyan belirlemeler elbette öylesine söylenmiş söz ve belirlemelerden ibaret değildir. “Resmi sosyalist çizgiden” kopuştan söz ederken bu kopuşun bir ayağı farklı bir tarih kavrayışına dayanır. Bu noktada 24 Nisan Manifestosu, tarihsel ilericilik ile tarihsel ilerleme ya da bir başka deyimle politik manada ilericilik ile tarihsel ilerleme kavramlarını karıştıranların çıkmazlarına işaret ettiğini vurgulayalım. Bu iki kavram tamamen zıt kavramlardır. Bu iki kavram arasındaki farkı karıştıranlar kaçınılmaz olarak politik bakımdan dost-düşman tespitini karıştırırlar. Politik olarak dost veya düşman olanın doğru tespit edilmesi bu iki kavram ile doğrudan ilişkilidir. Açıktır ki ittifak edilecek sınıflar politik özne üzerinden tespit edilmesi gerekir, tarihsel özne üzerinde değil. Aksi halde hatalı sonuçlara çıkılır. Örnekleyecek olursak, kapitalizm feodalizme göre tarihsel açıdan ileri olan bir toplum biçimidir. Böyledir çünkü bir toplum biçimi (feodalizm) geride bırakılmakta ve tarih ilerlemektedir. Ama bu ilerlemeden kalkarak kapitalist toplumun ilerici olduğunu söylemek doğru olmaz. İlerleme ile ilericilik kavramları içerik bakımdan birbirine karşıttır. Dolayısıyla burada tarihsel özne olan kapitalizm feodal topluma göre bir ilerleme olması itibariyle kendisine ilerici rol yüklenemez. Kapitalizmin ilk çıkış yıllarında yani serbest rekabetçi dönemde ona önderlik eden burjuva sınıfın bir dönem için oynadığı ilerici bir rol olsa da bu böyledir. Kaldı ki, Kemalizm’in doğduğu koşullar serbest kapitalist dönem değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağı olduğu bilinir. Şimdi buradan somutlayacak olursak, feodallere karşı burjuvaziyi temsil ettiğinden hareketle Kemalizm’in ilerici bir rol oynadığı ve diğer taraftan “anti-emperyalist” olduğu ve bu nedenle miras almak gerektiği (geçmişte diğer sol akımların hemen hepsi böyle diyordu) sonucunu çıkarmak tamamen yanlıştır. Biliyoruz ki Kemalistler daha savaş yıllarında emperyalistlerle ve feodallerle uzlaşmıştır. Feodalizme karşı ilerici politik adımlar attığı saikiyle kapitalizmi inşaa edecek, sosyalist devrime önderlik edecek ve işçi sınıfını yaratacak gibi kategorik bir tarih kavrayışı hatalıdır. Devrimci hareket kategorik tarih kavrayış sınırlarını aşamadığı için dün de bugün de önemli çıkmazlar içindedir. Partimiz çıkışıyla bu hatalı kategorik tarih kavrayışını, bilimsel belirlemelerle objektif olarak mahkum etmiştir. Bugün dönüp baktığımızda aynı derin hata Nepal devriminin yenilgisinde de esas rol sahibi olduğunu görürüz. Zira, Nepal komünistleri kategorik tarih anlayışından muzdarip oldukları için, yarı-feodal bir ülkede sosyalizmi inşa etmenin alt-yapısının zayıf olduğundan hareketle devrimin ilk görevini, yüzü sosyalizme dönük burjuva demokratik cumhuriyet ve buradan Demokratik Halk İktidarını kurmak gibi kategorik bir sonuca çıkararak devrimi yenilgiye taşımış oldular. İşte tali de olsa Marksizm’i etkileyen Üretici Güçler Teorisi’nin bıraktığı hatalı mirasın dünya ve “Türkiye” devrimci hareketini nasıl derinden etkilediğini Nepal örneğinden görebiliriz. Bu ciddi hata, dünya ve Türkiye devrimci komünist hareketini burjuva modernist, pozitivist aydınlanmacı anlayış çemberi içine bırakmıştır. Sovyet komünistlerini Kemalist hareketi desteklemeye götüren asıl ve ana sebebin bu olduğunu biliyoruz. Komünistler aydınlanmaya elbette karşı değil. Komünistlerin karşı olduğu şey, devrimci hareketin çemberinde çıkamadığı pozitivist burjuva aydınlanmacı ve kapitalist modernist dünya görüşünün kutsanmasıdır. Burjuva aydınlanmacı çizgi ve anlayış mutlaklaştırılıp ilke düzeyine çıkarmaya kalkıldığında nasıl yıkıcı sonuçların ortaya çıktığını tarih defalarca göstermiştir. Yine komünistler, özellikle de şimdiki dünyanın içinde bulunduğu kapitalist yıkım şartları altında, nasıl olursa olsun veya hangi dünya görüşü önderliği altında olursa olsun gibi bir aydınlamadan yana değil, komünist bir dünyayı hedeflemiş bir aydınlamanın savunucuları olurlar. Elbette devrimci hareketin içinde bulunduğu hata, onların kötü niyetinden ve söyleminden kaynaklı değildir. Söylem ve niyet olarak devrimci hareketin en azından bir bölümünden burjuva modernist ve aydınlanmacı çizgiye karşı oldukları ya da o gelişmeyle yetinmediklerini duyarız. Ancak bu bir iyi niyet meselesi ya da olumlu söylem içinde olma meselesi değil, onun çok ötesinde bir etkiye sahip olan, hatalı çizgi ve bakış açısından kaynaklıdır. Sahip oldukları hatalı çizgi ve bakış açısı devrimci hareketi sakatlamakta, yanlış ve ağır yıkıcı sonuçları olan bir noktaya götürmektedir. Bu farklılığa biraz daha vurgu yaptığımızda gördüğümüz şey, 24 Nisan 72′ Manifestosu, gerici sınıfın felsefi, politik, ideolojik uygarlık anlayışının sınırları içinde kalmaz. O, devrimci Marksizmin yani Marksizm-Leninizm-Maoizm’in devrimci diyalektik karakterli metodolojisi sayesinde komünist toplum aydınlığına ve uygarlığına gözlerini diker. Burjuva medeniyetinin insanlığı ve tüm doğamızı getirdiği yer bugün açık değil midir? İşte 24 Nisan 72′ Manifestosu bugünkü kötülüklerin temellerine işaret ederek elli yıl önce köklü şekilde koptu. Ne var ki, bu bilimsel görüşler haksız saldırılara maruz kaldı. “Dar ve sekter görüşler” olarak anlatıldı. Ama tarihi tecrübelere baktığımızda bilimsel ve doğru görüşler ilk başlarda her zaman azınlıkta kalmış ve saldırılara uğramıştır. Yaşadığı dönemde tüm koşullar aleyhinde olmasına rağmen İbrahim ve yoldaşları hem düşünsel hem de pratikte içinde inşaa ettikleri bilimsel görüşlerin de ısrar ettiler. Bu nedenle 24 Nisan 72′ çizgisini ve kurucu önderini kendi döneminde veya “yaşadığı zamandaki devrimci nesil içinde en doğrusu ya da en iyisidir” gibi bir tespit eksik, dahası hatalı olur. Doğru tanımlama yapılacaksa eğer 24 Nisan 72′ Manifestosu ve kurucu önderi kendi döneminde çeşitli yanlış çizgilerle hesaplaşmış olarak çıkan yeni, köklü ve nitel bir kopuştur. Yeni komünist bir sentezdir. Başka türlü düşünmek ve değerlendirmek bilimsel çizgiyi zerre kadar anlamamak ve bilimsel çizginin seviyesini düşürmek olur.

İttifaklar Sorununda 24 Nisan Manifestosunun Nitel Farkı

Hangi sınıf veya sınıflarla ittifak etmek gerektiği 24 Nisan 72′ Manifestosu tarafından açıklığa kavuşturulmuştur. Zira bir devrimde hangi sınıf veya sınıfların dost, hangi sınıfların düşman olduğu konusu tayin edici önemdedir. Her bir konu kendi başına bağımsız gibi görünse de gerçek durum böyle değildir. Devrimi kapsayan tüm konular arasında diyalektik bir ilişki vardır. Genel olarak doğru veya yanlış bir giriş, doğru veya yanlış bir çıkışa götürür. Doğru veya yanlış bir bakış açısı ya da çizgi, kaçınılmaz olarak çizgi sahiplerini birileriyle buluşturur ya da birilerinden koparır. Biz elbette burada sınıf mücadelesinden ve sınıflardan söz etmekteyiz. Örnekleyecek olursak, Kemalist hareketi ilerici bir miras olarak kabul eden devrimci bir hareket, ezilen milli hareketlerle dostluk ve dayanışma kurma ya da demokratik ve meşru yanıyla olması gereken bir dayanışma ve destekleme ilişkisi kurabilir mi? Daha somut olarak bugün ya da yakıcı güncel bir sorun olan Kürt milletinin kendi kaderini tayin etmek hakkını veya en azından derecesi ne olursa olsun, Kürtlerin sosyal ve ulusal demokratik haklarını kazanma mücadelesine; ama özelliklede bu amaç doğrultusunda Kürt emekçilerine önderlik edebilir mi? Böyle bir iddiası kalır mı? Böylesi bir yanlış çizgi olmasaydı Kürt milletini kan ve zulüm ile bastıran Kemalist hareketi ilerici miras olarak görmek ve bu hareketi desteklemek gibi tarihe kötü not bırakan ağır bir hata söz konusu olmayacaktı. “Vurun Kürt eşkıyasına” başlıklı gazete ve bildirilerin çıkarılmasındaki temel neden tamda budur. “Vurun Kürt eşkıyasına” başlıklı gazeteler olacaktı, çünkü Kemalist hareket anti-emperyalistti ve burjuva da olsa, feodalizmi ve feodal kalıntıları tasfiye edecek, kapitalist sanayiyi geliştirecek, böylelikle sosyalist devrimin öncü gücü olan işçi sınıfını yaratacaktı. Yani Kemalistler tarihi ilerletiliyordu. Yani Kemalizm ilericiydi. Bakış açısı ve tarih kavrayışı bu olunca Kemalizm’in desteklenmesi kaçınılmaz olacaktı. Oysa Kaypakkaya yoldaş ve oluşturduğu 24 Nisan 72′ Manifestosu, feodalizmi tasfiye edecek ve devrimin temellerini yaratacak gibi kategorik ve ilerlemeci tarih anlayışı üzerinden değil, Türk egemen sınıfların Kürt milletinin gasp edilmiş olan kendi kaderini tayin etme hakkı/bağımsızlık ve özgürlük karakterli ulusal mücadelesini kanla, katliamlarla bastıran Kemalist zorbalığa karşı tutum almış ve Kemalist hareketin işgalci, istilacı karekterini ifşa etmiştir. Buradan hareketle ezilen bir milletin mücadelesindeki “demokratik ve meşru mücadele yönünü destekleriz” demiştir. Çünkü Kürt milletinin, Türk egemen sınflarının Kuzey Kürdistan’ı yeniden işgal ve ilhak girişimine karşı yürüttüğü mücadelenin haklı ve demokratik yanını görüyor ve bu yanını desteklemeye işaret ediyordu. Yani meseleyi tarihi ilerletiyor bakışı üzerinden değil, kimin haklı kimin haksız, hangi sınıfın dost, hangisinin düşman, ezilen ile ezenin kim olduğu meselesi üzerinden biçimlenen bakış açısıyla ele alıyor ve buna göre tavır belirliyordu. Zira biliyordu ki, ezilen bir milletin egemenlik altında tutularak varılması hedeflenen aydınlanmacı çizgi, Emperyalizm ve Proleter devrimler çağında burjuva pozitivizminin çerçevesinde kalmaktır. İşte bu tarih kavrayışı 2. Enternasyonalin yanlış çizgisidir.

“Ezilen ulusların, halkların mücadelelerini “gericilik” damgalarıyla karşılayan II. Enternasyonal’in sosyal şoven fonksiyoner partileri, emperyalist yurtseverliğin, yani emperyalist hegemonyacılığın rezilce savunusunda herhangi bir beis görmediler”. (Sınıf Teorisi sayı. 19 syf 16) Kaypakkaya yoldaş devrimci Marksist metod ile tarihe farklı yaklaşmıştır. Şeyh Said hareketine ilişkin söylediklerine bir kez daha işaret edelim. Dersim’e ilişkin düşünceleri keza biliniyor. Ne yazık ki Kaypakkaya dışında kalan tüm diğer devrimci hareketler tam zıt bir tarih anlayışı içinde olmuşlardır. Bir dönem feodalizme karşı yeni bir döneme (kapitalizm) geçişin öncülüğünü üstlenen burjuvazinin oynadığı ilerici rolü genel bir teori (ilke) düzeyine çıkaran dünya komünist hareketi üzerinden ülkemiz komünist hareketine sirayet eden bu hatalı tarih anlayışından önder Kaypakkaya yoldaş köklü olarak koptu. Gel gör ki devrimci hareketin çizgisi yanlış olunca; yönelimleri yanlış olunca, ezilen ulusların, ezilen cinslerin, ezilen inançların ve ezilen emekçi sınıfların kurtuluşu uğruna ortaya koyacakları bütünlüklü bir özgürlük ve kurtuluş çizgisi ve programı sakat, eklektik kalması kaçınılmaz olur ve ezilen kesimleri birleştirmek yerine, onları karşı karşıya getirmesi ve hatta bazılarına (Kürtlere) doğrudan karşı çıkmaları kaçınılmaz hale gelir. Dahası bu çizginin, Türk işçi sınıfı ve emekçileri içinde sebep olduğu derin sosyal-şoven etkinin kırılamamasındaki pay esastır. Komprador burjuvazinin,Türk emekçilerini şovenizm ile zehirlenmesinde tayin eden neden budur. Diğer yandan bu yanlış çizgi devrimci hareketi, ezilen millet ve milletlere can düşman sınıfların ve onların politik partilerinin yanına oturtma tehlikesi her zaman varlığını korur. Bu durum aslında bir tehlike olmaktan ziyade, kendilerine sosyalistim diyen sahte sosyalist hareketlerde bugün net görülmektedir. Böyle bir hatanın devrimci hareketin bir bölümünün üzerindeki en hafif etkisi halk düşmanı sınıf temsilcilerini hoş görmeye kadar götürür ve götürmüştür de. Türkiye devrimci hareketinin ve bazı sosyalist aydınların önemli bir kesiminin ilerici oldukları savıyla bazı Kemalist partilere ve bireylere karşı takındıkları sempatik tutumun kaynağında tam da bu anlayış yatmaktadır. TKP önderi Mustafa Suphi ve diğer yoldaşların Karadeniz’de Kemalistler tarafından boğdurularak katledilmeleri bu yanlış kavrayış ve bakış açısından kaynaklı olduğu açık değil midir? Dönemin TKP’sinin Kürt Milli Sorununu parti programına almaması Kemalizm konusunda düştüğü yanılgıdan kaynaklıdır. Biliyoruz ki TKP’yi Kemalistlerle ittifaka götüren hatalı çizgi komünist harekete ağır bir darbe oldu. Dönemin TKP’si sadece kadrosal olarak ağır bir zarar görmekle ve sonraki devrimci hareketi yanlış yönlendirmekle kalmadı, yanı sıra bir de tarihe çok kötü bir miras bıraktı. Bu kötü miras coğrafyamızda sadece komünist hareketi mi etkiledi? Elbette hayır! “Bugün de ilhak edilmiş Kürdistan gerçekliğinde “ortak vatan-demokratik ulus”, devlet sınırlarıyla sorunumuz yok beyanlarıyla “Demokratik Özerklik” fikriyatında, bu görüşlerin etkisi yok mudur?” (Sınıf Teorisi sayı 19. Syf 16) Yukarda aktardığımız görüşlerin eleştirisi kuşkusuz Öcalan’adır ve eleştiri kesinlikle doğrudur. Ayrıca bunun böyle olmasında Dünya Komünist Hareketinin (DKH) önemli derecede pay sahibi olduğunu da eklemek gerekir. Gerçek komünistler bu noktada nitel bir kopuş yaptılar. Evet Kaypakkaya yoldaş o zaman, bir dönem Dünya Komünist Hareketinin merkezi olan Komüntern’i doğrudan adını anarak eleştirmemiş olsa da, ileri sürdüğü yeni, bilimsel teorik önermeler objektif olarak bir Komüntern eleştirisidir de. Ve bu bilimsel olan ışıklı yolda ilerleyen Maoist Komünist Parti (MKP), temelini birinci ve ikinci kongrelerinde attığı ve 3. Kongrede tamamladığı kopuşun ufuk açan derin özünü açığa çıkararak, onu daha üst nitel bir senteze ulaştırdı. Kategorik ve ilerlemeci toplum kavrayışı, üretici güçler teorisi ve kapitalist medeniyetçi çizgilerden kaynaklı, Kemalizm’i ilerici görüp destek verenleri eleştiren aşağıdaki alıntının önemi ortadadır. “Komüntern, dönemin TKP’si ve 71′ devrimci çıkışına kadar devrimci hareket de destekleme durumu içinde olmuştur. Bu mirası ilk ve köklü reddeden MKP önceli TKP(ML)’dir. MKP bu miras üzerinde yükselir.” (Sınıf Teorisi. Temmuz 2015. Sayı 19. Syf. 54) Ancak asıl meselemiz bu olmadığından geçiyoruz. Konuya ilgili duyanlar için, Sınıf Teorisi dergisinin yukarda verdiğimiz sayısında yer alan “Tarihsel Bir Olgu Olarak Uluslar ve Tarihsel Gelişme Evreleri” ile “Ekler” bölümünü okumaları yararlı olabilir.

Yer ile gök kadar birbirlerinden uzak olan bilimsel sosyalizm ile Kemalizm’i eşitleyecek ve ikisi arasındaki farkı yok sayacak kadar ileri giden değerlendirmeler yapıp, Kemalizm’i proleter hareketin mirası kabul edenlerin çizgisi ile 24 Nisan Manifestosu arasında en küçük bir benzerlik yoktur. Bu bakımdan “M Suphi önderliğindeki TKP’nin devamıyız” diyen Kaypakkaya, miras olarak kabul ettiği aynı TKP’yi Kemalizm ve ittifaklar konusunda net olarak eleştirir. “İşçi-köylü ittifakı yerine, sürekli olarak burjuvaziyle ittifakı ön plana çıkarmış ve silahlı mücadele yolunu reddetmiştir” diyecekti. Aslında bu sarsıcı eleştiri Kemalizm konusunda hata içinde olan tüm devrimci harekete yapılmış bir eleştiridir. Yani kısacası Kaypakkaya yoldaşın çıkışına kadar Türkiye-Kuzey Kürdistan topraklarında, Kemalizm devrimciliği ve ilericiliği temsil eder diyenler oldukça büyük yanılgı içinde olmuşlardır. Böyle bir yanlış çizgi ülkemiz devrimci hareketini ideolojik ve politik olarak sakatlamış ve tarihsel olarak taşınması ağır bir yük altında bırakmıştır. Bu ağır hatanın altında ezilen örgütler hala az değildir.

Ülkemiz devrimci hareketinin önemli bir bölümü 24 Nisan Manifestosu tarafından ortaya konulan çizgiyi görmezden gelmesi ilginçtir. Yükledikleri bazı olumlu methiyeler aslında bu çizginin asıl özünü görmeyi engelleyen bir perde işlevi görmektedir. Yükledikleri methiyelerin yanına “köylü hareketi, köylü devrimciliği” gibi eklemelerle akıllarınca bu çizgiyi gözden düşürmeye çalışmaktadırlar. Gerçeğe hürmet etmek ve gerçeği kabul etmek yerine; yanlış çizgiyi ve yanlış tarih kavrayışını aşmak yerine, bunlara sarılmaya devam etmektedirler. İçinde bulundukları çıkmazı aşmayı bir yenilgi olarak telakki etmektedirler. Oysa geçip giden onca zaman Kaypakkaya çizgisinin bilimsel özünü göstermesine ve ispat etmesine rağmen hala aynı yanlışlarda ısrar edilmektedir. Elbette bu sorun Kaypakkaya çizgisinin hakkını teslim etmek meselesinin çok ötesinde bir sorundur. Sorunun aslı, gerçeği kabul etmek, doğru ve bilimsel devrimci bir program ile coğrafyamızdan yükselerek, gerici dünyayı yeniden ve bir kez daha sarmak ve komünizm davasını ilerletmeyi sağlamaktır.

Dayanacağımız İlerici Tarihsel Miras ve 71′ Manifestosu

Komünist bir devrimci olarak İbrahim yoldaşın ortaya koyduğu görüşlerin yol gösterici özelliği açık yerde durmaktadır. Komünizmin bilimsel ideolojisini, perspektifini, felsefesini ve metodunu rehber alan Kaypakkaya yoldaş, ezilen ve sömürülen, gadre uğrayan dünya halklarının tarihin belli gelişme evrelerinde ortaya çıkan isyan ve direnişlerini miras aldı. Baba İshak, Şeyh Bedreddin, Pir Sultan Abdal ve adını sayamadığımız daha nice halk hareketlerini ve önderlik etmiş kahramanları miras olarak kabul etmiştir. Keza Spartaküs, Tomas Münzer ve Avusturalya’da Neil Kely gibi halka önderlik yapanlar O’nun tarihsel miras kabul ettiklerinden sadece birkaçıdır. Sözünü ettiğimiz bilimsel görüşleri ışığında, tepeden tırnağa silahlı ve tarihi kan, soykırım ve katliamlar üzerine kurulu bir sistemi parçalayıp dağıtmak ve yep yeni ve farklı bir yaşamın adı olan komünal bir sistem önderlik etmek için can bedeli mücadeleye atılmıştır. 24 Nisan Manifestosunun ortaya koyduğu görüşlerin rengi, komünizme yürümenin kızıl rengidir. Dost ve devrimci hareketler bu gerçeği teslim etmek yerine, manifestoyu ortaya çıkaran önderimize, en fazla devlet tarafından katledilmiş bir köylü devrimcisi veya gadre uğramış ve ser verip sır vermeyen örnek bir devrimci olarak değerlendirmiş ve böyle sahiplenmiştir. Bu noktalar elbette olumludur ancak önderimizin uzak geleceğin sinesine düşürdüğü büyük komünist ışıltıyı görememiş ya da görmek istememişlerdir.

Sınıf düşmanlarımız tarafından belirtilen “Şimdiki halde yıkıcı komünizmin en tehlikeli görüşleri” şeklindeki dönemin MİT raporunun anlattıkları ayan beyan ortadadır. MİT raporlarında yapılan bu belirlemeler öylesine yapılmış değildir. Tehlikeli bir kuramcı olan önder İbrahim Kaypakkaya, ele geçirildiği andan itibaren kendisine ya ihanet etmesi ya da ölüm dayatılmıştır. Amaçları, tehlikeli gördükleri bu görüşlerden vaz geçmesini sağlamak, sistem için çok büyük olan tehlikeli görüşlerin etkisini kırmaktı. Önder Kaypakkaya, ateş çemberinden çok daha amansız ve yakıcı olan sorgudaki hesaplaşmayı komünist irade ile kazandı. İşkencede yarattığı tarihi destansı direniş ile komünistlere ve devrimcilere silinmez bir miras bıraktı. Sarsılmaz komünist irade esasen Kaypakkaya yoldaşın şahsi kahramanlığından daha çok, sahip olduğu doğru bilimsel görüşlere olan bağlılığından ileri gelir. Başarıyla çıktığı işkenceler sonrasında sınıf düşmanlarımız O’nun yaşamasına tahammül edememiştir. Zira, önder İbrahim Kaypakkaya’nın yaşaması demek, gerici sistem için tehlikenin her bakımdan devamı demekti. Düşman işinin gayet bilincindeydi. Bu nedenle Ankara’da, kontra-dairenin en yüksek tepelerinde karara bağlanıp görevlendirilmiş özel bir ekip tarafından Türkiye-Kuzey Kürdistan devriminin komünist önderini 18 Mayıs 1973 seher sabahında bedeni parçalanarak imha edilmiştir. Tüm bunlar tarih tarafından kaydedilmiş gerçeklerdir.

Günümüzde 24 Nisan 72′ Manifestosunu Doğru Temsil Etmenin Anlamı Nedir?

Önderimiz artık bedenen yaşamamaktadır. Ancak biz ardılları olarak O’ndan öğrenmenin çabası içinde olduk ve buna devam edeceğiz; öğrenirken de ilerleterek geliştiriyoruz. Diyalektiğin temel yasaları her daim bize şu gerçeği salık verir. Her şey her saniye, her dakika, her saat, her gün durmaksızın değişir. Her şey durmaksızın hareket halinde ve değişime uğradığı gerçeğinden hareket edenler olarak biliyoruz ki önder yoldaşımızın kaybından bu yana ortaya çıkan yığınca yeni sorun bizden çözüm bekliyor. Pratik seyir içinde ortaya çıkan sorunlara devrimci çözümle yön verebilmek için olgulardaki çelişmelerin incelemesi çok önemlidir. Sorunlara hazır reçetelerle çözüm bulamayız. “Marksizm bir dogma değil bir eylem klavuzudur” şiarıyla komünistleri uyaran Mao’nun (Cilt-1 Pratik Üzerine), “Diyalektik Karşıtların Birliği Öğretisi olarak tanımlanabilir” (Lenin, Hegel’in Mantık Biliminin Özü adlı yazısından) dediklerini sürekli aklımızda tutarak hareket ediyoruz. Tarihsel Materyalist diyalektiğin yasalarına göre bir dönem doğru ve geçerli olan bazı şeyler, yeni gelişmeler karşısında geride kalır ve yerini yeni şeylere bırakarak hükmünü yitirir. Çünkü hayat durmaksızın hareket halindedir. Tarihsel olanı asla akıldan çıkaramayız. Somut durumun somut tahlilinden hareketle ortaya çıkan yeni olguları dikkate alarak ve onları kökten değiştirmek üzere o yasalara dayanarak devrimi sürdürmek tam da önderimiz Kaypakkaya’nın bize salık verdikleridir. Bunun bilimsel bir metot olduğunu biliyoruz. Dünya’da olsun, Türkiye-Kuzey Kürdistan’da olsun, önder yoldaşımızın kaybından bu yana geçen zaman diliminde yüzleştiğimiz iktisadi, siyasi, kültürel, sosyal değişimlerin farkındayız.1917 Ekim Devrimiyle başlayıp birçok ülkede vücut bulan ancak bir dönem sonra tek tek kaybettiğimiz tüm sosyalist ülkelerin bıraktığı olumlu-olumsuz deney ve tecrübelerden dersler çıkararak ilerledik, ilerliyoruz. Bu değişimler kesinlikle az/önemsiz değildir. Geçen zamanın seyri içinde artan bilgi ve tecrübelerimiz ile Maoist Komünist Parti’nin birinci ve ikinci oturumu ile başlayan, üçüncü ve dördüncü oturumlarıyla güçlenip devam eden yeni belirlemeler, komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın bilimsel çizgisinin özüne bağlı kalıp yeni bir senteze ulaştırılmıştır. Bu bilimsel zemine dayanıp onu güne uyarlama ve iletileme-geliştirme eksenli sorumluluk görevinde mesafe alınmıştır. Yoldaşları olarak ortaya koyduğumuz teorik, politik, örgütsel ve askeri çizginin kavranarak, pratikte temsil ile milyonlarla buluşturulduğunda, yeni bir yaşamın kapısını aralamak mümkün hale gelecektir. Ki, 24 Nisan 72′ Manifestosunun bugün için bilimsel temsiliyeti budur. Bu vesileyle komünist önderimizi bir kez daha saygıyla anarken, nihai hedef olan komünizme doğru olan yürüyüşümüze devam edeceğimizi yineliyoruz.