AKP-Erdoğan, KDP ve Suud Sunni siyaseti, Şengal başta olmak üzere, Kobane, Maxmur, Rojava, Efrin, Halep, Musul hattında, DAİŞ eliyle ulaşamadıkları bu Sunni Selefi hattına, Rojava başta olmak üzere, Suriye sahasında, “TC”nin işgalci güç olarak yer aldığı cihadist güçlerle, Şengal hattında ise KDP eliyle ulaşmak istemektedir Ortaklaşılan bu siyasetin hedef güçleri bellidir. Bölgede Sunni güçler dışında var olan inançlar, PYD ve PKK önderliğindeki Kürt ulusal mücadelesi ve kontrolünde tuttuğu alanlar, ilk elden her iki gücün tasfiye etmek, en azından geriletmek istediği güçlerdir
HABER MERKEZİ (24-03-2017)- KDP lideri Mesut Barzani ile Türk hâkim sınıfları iktidarı AKP-Erdoğan diktatörlüğü arasında son dönemlerde gerçekleşen görüşmeler akabinde, hem Kuzey Kürdistan’da, hem Güney Kürdistan’da, hem de Rojava Kürdistan’ında, bölge halklarını ve Kürt ulusunu yakından ilgilendiren gelişmeler söz konusu oldu. KDP’nin “Roj Peşmergesi” diye adlandırdığı ve eğitilmesinde, donanımında Türk hâkim sınıflarının direk yer aldığı paramiliter güçler, Şengal’i savunan Ezidi halkının meşru gücü YPŞ ve YJŞ’ye (Şengal Savunma Güçleri) saldırdı. Aynı tarihlerde, Türk hakim sınıflarının bölgede bulunan işgalci gücünün, Menbüç’e saldırması, bir tesadüf olmaktan öte, KDP ile “TC” arasında kurulan kirli ittifakın sonucu olduğu tartışmasızdır. Mesut Barzani’nin Ankara ziyaretinde, Türk ve Kürt bayraklarının yanyana asılması, büyük bir “itibarla” Barzani’nin ağırlanması, var oluş nedenini Kürt Ulusununa uyguladığı milli zulum, inkar ve imha siyaseti üzerine kuran Türk hakim sınıflarının, Kürt ulusuna karşı uzattığı dostluk eli değildir. Bu Barzani özgülünde, Kürt ulusu içinde, hep egemen güçler tarafından kullanıla gelmiş ihanet damarının, güncel gelişmeler ekseninde, daha köklü, bölgesel gelişmelerle birlikte yeniden ele alınışıdır. Hemen görüşmelerin ardından, ”TC” Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun, “KDP müttefikimizdir, PKK’ye karşı ortak operasyonlarımız olacak” açıklaması, bunun ilgili kirli ağızlardan ifadeleneşidir.
Barzani Erdoğan ittifakı
Kürt ulusunun mücadelesinde ve bölgesel gelişmelerde, emperyalist barbarlık başta olmak üzere, bölgesel gerici devletlerle, aşiretsel çıkarlarını esas alarak, her dönem belirli gerici ilişkiler geliştiren Barzani, “TC” ile de, bu gerici-ihanetçi damarıyla, tarih boyunca birçok ilişki geliştirmiştir. Bugünde, Rojava Kürdistan’ında kendi inisiyatifi dışında gelişen kazanımlar dâhil, Kuzey ve Güney Kürdistan’da, Kürt ve diğer azınlıkların geleceğini, dar aşiretçi iktidarı uğruna, uluslararası ve bölgesel gericiliklere, çıkarları ekseninde kurduğu ittifaklarla peş keş çekmektedir. Himayesindeki tüm askeri ve sosyal dinamikleri, ihanet çizgisindeki feodal-burjuva siyasetle, kirli ilişkiler geliştirdiği gerici güçlerin çıkarları ekseninde evcilleştiren Barzani, Kuzey Kürdistan’da “TC” nin siyasal çeperine teslim olmuş, Rojava’ya düşmanlaşmış, Güney Kürdistan’da işgalci güçlerin maşası haline gelmiştir. İhanet çizgisinde “güvenilirliğini” ispatlar gibi, Şengal’e saldırmanın eş zamanında, DİHA Havler temsilciliği, PÇDK, KNK ofisleri Kürdistan Yurtsever Gençlik Merkezi, Kürdistan Özgürlükçü Kadın Kurumu, Roji Welat Dergisi gibi kurum ve kuruluşları, tıpkı AKP-Erdoğan diktatörlüğü yöntemiyle kapatması ve çalışanlarını gözaltına alması, Barzani’nin, özellikle AKP-Erdoğan iktidarı ile bölgede izleyeceği gerici politikayı ortaya koymuştur.
Kürt ulusunun ulusal “bağımsızlık” ekseninde, burjuva tarzda devletleşmesini dahi siyasetine koymayan KDP, son tarihsel kesitte bunun önemli fırsatları doğmasına karşın, ulusal birlik zemininde, bir burjuva “çözümü” dahi, siyasal duruşundan dolayı gerçekleştirememiştir. 1992 yılında ABD nin Irak işgali ile,Güney Kürdistan’da önemli bir denetim sahası oluşturan KDP, (aynı zamanda YNK da buna dahildir) Hewler’de Kürt Meclisi ve iradesini oluşturmasına karşın, meclisi çalıştırmamış, KDP nin aşiretsel eğilimleri ile, bölge gerici devletleri ve emperyalist güçlerle, sadece kirli ilişkiler geliştirmekle meşgul olmuştur. Bu meclisin aldığı tek ve son kararın, 1992 yılında “TC” ile ittifak kurulup, PKK ye karşı yönelim gerçekleştirmesi, KDP’nin “Hewler’deki “iradeleşmesinin” özetidir. Komünistler açısından, ulusal mücadelenin, Komünist partisinin önderliğinde olmadığı koşullarda, son tahlilde burjuva çözümlere hapsolacağı, çağımızın niteliği açısından kanıtlanmış bir gerçektir. Ama burjuva tarzda bir “çözüm” de olsa, komünistler, ezilen ulusların bu demokratik hakkına hürmet ederler, desteklerler. Fakat KDP, burjuva tarzda dahi, bölgede tarihsel haksızlıkların yarattığı milli zulum altındaki, Kürt Ulusal sorununa, bu çizgide bir “çözüm” yaratmaktan uzaktır. Bölgede emperyalist saldırganlık başta olmak üzere, bölgesel gericiliklerin yarattığı savaş ortamında doğan tarihsel avantajları dahi bu eksende ele almadığı aşikardır. 1992’den bu yana, Kerkük, Şengal, Mahmur vb. gibi yerlerin statüsüne bir biçim verecek referandumu gerçekleştirmemesi, bölgesel gerici güçler arasında sıkıştığında “bağımsızlık ilan edeceğiz” çıkışına karşın, bir türlü bu adımı atmaması, bölgesel koşulların yarattığı olanaksızlıklardan öte, Barzani KDP’sinin, siyasal çizgisinin tercihidir. Ki Irak işgali süreciyle birlikte, özellikle ABD ve AB emperyalistleri, “yeni dünya düzeninin”, “huzur ve refah adası” olarak, KDP ve YNK öncülügünde, Güney Kürdistan da, bir model devlet yaratmak istiyorlardı. Bölgesel gelişmelerin, bu gerici projeyi başarısız kılmasının yanında, KDP çizgisi de, bu projeye, emperyalist ve bölgesel gerici güçler arasında, dar milliyetçi-aşiretçi çıkarları gereği bazı ittifaklar kurmanın peşine düşmesinden dolayı, pek sıcak bakmadı.
Temel siyasetini gerici dengeler üzerinde kurarak, dar milliyetçi-aşiretçi çıkarlarına alan açmaya çalışan Barzani KDP’si gelinen aşamada, bölgesel gelişmelerin dinamizmi altında, siyasal, ekonomik, toplumsal ve askeri olarak tam anlamıyla siyasal çıkışsızlık yaşamaktadır. Özellikle bölgesel olarak, ulusal bilinci ekseninde uyanan Kürt ulusu, somut olarak KDP’nin, bölgeci, aşiretçi siyasal yapısını zorlamakta ve hareket alanını daraltmaktadır. Bu çıkışsızlığı içinde, KDP, Kürt Ulusal bilinci ekseninde siyasal hattını sorgulayacağı yerde, bölgede gerici güçlerle kirli ittifaklar geliştirerek, kendisine alan açmaya çalışmaktadır. İşte “TC” ile KDP’yi, yeniden yan yana getiren (geçmişte de bu gibi kirli ittfaklar geliştirilmişti) bu gerçekliktir. Özünde her iki gücün de, bölge siyasetleri duvara çarpmıştır ve birbirlerine sarılarak zevali kurtarmak istemektedirler.
KDP ve “TC”
Bölge siyasetinde çıkmazı yaşayan bu iki güç, (KDP ve “TC” ), Şengal ve Menbüç’e saldırarak, hem ortaklıklarının siyasal hattını ortaya koymuşlardır, hem de, bölge düzeyinde bu güne kadar tıkanan siyasetlerine alan açmaya çalışmışlardır. Siyasal erk olarak, dar aşiret iktidarcı ve gerici eğemen güçlerin politikasını esas alan KDP, inançsal çizgi anlamında da, Sünni İslam hattındadır. Bu aynı zamanda, AKP-Erdoğan ve Suudi Selefiligiyle olan ortak yanıdır. DAİŞ Şengal’e saldırdığında, orda ki Ezidi halkını DAİŞ’in pençesine bırakıp hiç çatışmadan çekilmesinin altında, bu Sünni Selefiligin refleksi vardır. Kobane direnişinde, KDP güçlerinin son anda oraya geçmesinin altında, bölgesel ve uluslararası başka gelişmelerin payı vardır. Ve KDP bazı gerici güçlerin ortaklığında, bölgede yaşanan gelişmelerde payına bazı vazifeler çıkarmak için oraya güç göndermiştir. Yoksa, ulusal kaygılarla verdiği bir refleks değildir.
İşte AKP-Erdoğan, KDP ve Suud Sunni siyaseti, Şengal başta olmak üzere, Kobane, Maxmur, Rojava, Efrin, Halep, Musul hattında, DAİŞ eliyle ulaşamadıkları bu Sunni Selefi hattına, Rojava başta olmak üzere, Suriye sahasında, “TC”nin işgalci güç olarak yer aldığı cihadist güçlerle, Şengal hattında ise KDP eliyle ulaşmak istemektedir. Ortaklaşılan bu siyasetin hedef güçleri bellidir. Bölgede Sunni güçler dışında var olan inançlar, PYD ve PKK önderliğindeki Kürt ulusal mücadelesi ve kontrolünde tuttuğu alanlar, ilk elden her iki gücün tasfiye etmek, en azından geriletmek istediği güçlerdir. Lakin bölgesel gelişmeler, her alanda bu iki gücün hareket sahasını daraltmaktadır. Musul’un Irak yönetimi ve Şii güçlerin eline geçmesinin akabinde, Tel Afer, Şengal, Maxmur hattı, Rojava-Cizir kantonuyla, Irak Suriye sınırında, ”TC” ile KDP’nin hareket alanını ciddi anlamda daraltacak bir hat oluşacaktır. AKP-Erdoğan diktatörlüğü ve KDP aklı, bu hatta gedik açmak için, Şengal’e saldırmakta, Menbüç’ten Rojava’yı kuşatmak istemektedir. Yine AKP-Erdoğan diktatörlüğü ve Barzani aklı, bölgesel gelişmelerin, bölgede Kürt ulusu başta olmak üzere, mazlum ulusların boğazlanması şeklinde var olan bölgesel gerici statikoların parçalandığı, ve bölgenin emperyalist güçler tarafından yeniden dizayn edildiği bir süreçte, Kürt ulusunu, kendi ulusal çıkarları eksenin bir dirayet göstermesini içten parçalamak istemektedir. Emperyalist bloklar başta olmak üzere, her gerici güç, bölgedeki Kürt Ulusal dinamiğini, kendi stratejik politik çıkarlarına yedeklemek istemektedir. Kuzey Kürdistan ve Rojava’da, ulusal bilinciyle direnen Kürt Ulusal mücadelesini boğmak, bunu bölgesel bir kuşatmaya dönüştürmek, “TC” faşist diktatörlüğünün en büyük bölgesel hayalidir. KDP üzerinden bir ihanet çizgisi oluşturmak, sadece Güney ve Rojava Kürdistan’ı için değil, Kuzey Kürdistan içinde gerekli olan bir kirli silahtır. “TC”, Barzani üzerinden bu silahı, Kürt Ulusal mücadelesine karşı konumlandırmak istiyor. “Şengal ikinci Kandil olmayacak, PYD ve PKK ortak düşmanlarımızdır” tarzındaki bu kirli “ittifakın” beyanları, gerici çıkarlar ekseninde buluşmuş bu güçlerin siyasal hattıdır.
Arka planında, Barzani denetimindeki Petrol kaynakları ticareti başta olmak üzere, birçok ekonomik çıkarında olduğu bu ortaklık, askeri anlamda da varılan birçok mutabakatı içermektedir. KDP’nin denetimindeki bazı bölgelerde, “TC”nin askeri kamp kurma projesi, “Roj peşmergelerinde” olduğu gibi, bazı güçlerin eğitilip donatılması, karşılıklı uzlaşılan noktalardır. Ekonomik, askeri ve siyasal olarak tüm bu “uzlaşma”, “TC”nin Kürt düşmanlığı zemininde yapılması, Barzani’nin işbirlikçi-ihanetçi çizgisini yeterince deşifre etmektedir. Bölgesel gelişmelerin, Kürt Ulusu’nun birleşmesi trendinde ilerlediği bir tarihsel kesitte, “TC” başta olmak üzere, gerici güçler bu birliğin oluşmaması için binbir siyasal taktik belirlemektedirler. Kürdün Kürde kırdırılması, içinde ihanet damarının geliştirilmesi, bu konuda kullanılacak en etkili silahtır. Bugün “TC”-Barzani üzerinden, yeniden güncellenen bu durum, hem PKK, PYD önderliğindeki Kürt ulusal mücadelesine karşı, hem de bölgesel gelişmelere karşı iki güç tarafından siyasal stratejilerine göre kullanılmaya çalışılacaktır. Kuşkusuz bu ittifak baki değildir. Bir gerici çıkar üzerinden oluşan güç dengelerine göre oluşan her ittifak, başka gerici çıkarın oluşturduğu güç dengeleri sonucu parçalanır. Yine bu “ittifakın”, dört parçada uyanış gösteren Kürt ulusu karşısında tutunma şansı yoktur. Sadece Kürt ulusu açısından değil, Şengal’de Ezidi halkının direnişinde görüldüğü gibi, bölge halklarının nazarında da, bu “ittifak”, tarihin kirli sayfalarında “hükümsüz” olarak yer alacaktır.
Barzani, tarihten sonuç çıkarma edasıyla, “artık kardeş kanı dökmeyeceğiz” sözüne karşın, Kürt tarihine daha şimdiden ihanet olarak geçecek bu ilişkiye girmektedir. Cerablus’tan sonra, Güney Kürdistan’da askeri üsler projesi ile “TC” nin, işgal hareketine onay vererek, ”kardeş kanı dökmenin” zeminini hazırlamaktadır. Dört parçadaki mücadelenin deneyimleri, ileriye doğru ön açıcı olması gerekirken, bu teslimiyet çizgisi, bu deneyimleri, dar “iktidar” çıkarlarına heba etmektedir. Gerici güçlerin bu emel üzerine kurulu olan “ortaklığı”, belki kısa bir soluk olabilir. Ama Kürt ulusu başta olmak üzere, ezilen halklar, bu bağnazlığa gereken cevabı verecektir. ”Roj peşmergelerinin” ihanet çizgisi, Kürt peşmergesinin kendi ulusunu katleden silahına dönüşmeyecektir. Bu işbirlikçi siyaset, Kürt ulusu başta olmak üzere, bölge ezilen halkları tarafından en ağır biçimde cezalandırılacaktır.
http://www.halkingunlugu.org/