‘‘TC”nin Cerablus işgali ve Suriye’de emperyalist güçlerin yol haritası!

cerablus saldiriTüm savaş tarihinde alınan yenilgilerin psikolojik ezikliği ve kaybedilen politik saygınlık esnenebilecek tüm sınırlar zorlanarak gerçekleştirilen eksen değişikliklerinin açtığı yeni kanallarla, yeni saldırı hamleleriyle giderilmeye çalışılır AKP-Erdoğan iktidarı da, Cemaatin darbe girişiminin ardından NATO’nun, ikinci en kalabalık ve “güçlü” ordusu olarak görülen TSK’nın uluslararası arenada itibar kaybını gidermek, ülke iç kamuoyunda incinen‚‘‘milli onuru tamir etmek” adına ‘‘Fırat Kalkanı‘‘ işgal hareketini, bir hileli yönlendirme aracı olarak kullanmaktadır. Osmanlıdan devralınan ve tüm sorunların merkezinde zor ve zorbalık olan bu yeni Osmanlıcılar, ABD’den aldıkları “üst akıl” ve destekle ilk icraatı, Cerablus’un  Jêrîn bölgesine yapılan top saldırıları sonucu 25 sivili  katletmek oldu

HABER MERKEZİ (05.09.2016)-Gazetemizin 128.Sayısında yayınlanan ‘’TC’’ nin Cerablus işgali ve Suriye’de emperyalist güçlerin yol haritası’’ başlıklı makaleyi okurlarımızla paylaşıyoruz.

Emperyalist ve bölgesel egemen güçlerin kendi aralarındaki çatışmalar,  Ortadoğu ve Suriye üzerinden ifadesini bulan bir kriz yaşamaktadır. “TC”  Esad’ı düşürerek, Selefiler desteğinde Müslüman Kardeşleri iktidara getirmek ve Kürtlerin kurumsal bir kimlik kazanmasını önlemek biçimindeki politikası iflas etmiştir. “TC”, Suriye politikasının batağından çıkmak için Rusya ve ABD merkezli sürdürdüğü diplomatik ilişkilerin ardından, “yeni” bir hamle olarak Cerablus’u işgal etti.

Faşist “TC”nin, Suriye iç savaşında desteklediği El Nusra, Sultan Murat Tugayları gibi cihatçı çetelerin oluşturduğu Fetih ordusu üzerinden sahada bulundurduğu gizli askeri güçlerle şimdiye kadar vekâleten dâhil olmuştur. 24 Temmuz’da ‘‘Fırat Kalkanı” olarak tanımladığı sınır ötesi operasyonla da fiilen dâhil olmuş oldu. Esat ve PYD-Kürt düşmanlığında sıkışıp kalan Erdoğan-AKP iktidarı, Ortadoğu’yu yeniden şekillendirmede hala sahada varlığını sürdüren bir aktör olduğunu gösterme adına tankıyla topuyla Cerablus’a girerek, işgalci katliamcı Osmanlı torunu olduklarını gösterdi.

“Terörle mücadele” adına “Cereblus’un DAİŞ’ten temizleneceği” iddiasıyla başlatılan işgal, Cereblus ve Bab’ı kontrol etmek, Rojava Kürdistan’ı kantonlarının birleşmesini engellemek,  PYD’nin de dâhil olduğu Suriye Demokratik Güçlerinin etki ve hâkimiyet alanlarını zayıflatmak amaçlıdır. ‘‘Fırat Kalkanı Operasyonu”nda Cerablus hiçbir DAİS direnciyle karşılaşılmadan 12 saat içinde teslim alındı.

İşgalci “TC”nin DAİŞ ile danışıklı dövüşü ve “ılımlı muhalifler” adına cihatçı güçlere açılan “yeni” alan!

Faşist “TC” ordusunun, Cerablus’u hiçbir DAİŞ direnciyle karşılaşmadan teslim almasının ardından, ‘‘DAİŞ’in yenileceğini öngördüğü için çekildi” yorumları gerçeği yansıtmaktan çok uzaktır. Türk devletinin daha sınırı geçmeden bu katil grühla anlaştığı, DAİŞ’in yerine o bölgeyi zihniyet olarak onlardan hiç farklı olmayan başka cihatçı gruplara tanzim ettiği açıktır. Genel olarak emperyalist hegemonya savaşlarının ve özel olarak Erdoğan-AKP iktidarının siyasal ortağı DAİŞ, büyütülmüş, silahlandırılmış ve kullanabildiği yere kadar Esad ve YPG’ye karşı kullanılmıştır. Özellikle AB-ABD emperyalistlerin ve Rusya’nın yarattığı basınç, bu katil güruhu denetleyememenin çözümsüzlüğüyle Erdoğan-AKP diktatörlüğü, DAİŞ’i karşısına almış gibi gözükse de çıkarları doğrultusunda DAİŞ’le birlikte hareket edebilme olanaklarını her fırsatta kullanmaktan asla vazgeçmemiştir. Cerablus’a dönük işgal hareketi karşısında DAİŞ’in direnç göstermeden çekilmesi, aralarındaki gizli anlaşmayı ve bu gerçeği açıkça bir kez daha ortaya koymaktadır.

Suriye sahasında esasta ABD’nin, “temel müttefik”, “stratejik ortak” “TC” ile ilişkilerini geren PYD’nin hedeflendiği işgal hareketinde,  her iki tarafı memnun etme siyasetini korumaya devam etmektedir ABD. Tüm manipüleye rağmen, gerek Salih Müslim’in ve gerekse de PYD’nin resmi sözcüsünün ilk açıklamaları, işgalci “TC”nin bu hareketiyle ne yapmak istediği konusunda sağlam bir öngörülerinin olduğunu gösterdiler. Şimdiye kadar Rusya, İran ve Hizbullah destekli Esad rejimi güçlerinin gösterdiği dirence rağmen, Suriye’nin tüm coğrafyalarını kontrol edecek askeri ve politik kabiliyetini kaybetmiş durumdadır. AKP-Erdoğan iktidarı özgülünde Türk hâkim sınıfları ve Suudi Arabistan’ın Kuzeyden, Ürdün ve Katar’ın güneyden El Nusra başta olmak üzere cihatçı çetelere verdiği destek bu güçlerin sahada hâkimiyet alanlarını geliştirmesine neden oldu. DAİŞ ve El Nusra gibi cihatçı çeteler ve “ılımlı İslamcı muhalif” diye ifade edilen cihatçı örgütlenmelerin güçlenip gelişmesi, bu somut destekler akabinde olmuştur. Emperyalist hegemonya çatışmasının, bölgesel aktörleri olan bu gerici devletlerin bunca boğma çabalarına karşın, Suriye sürecinde önemli bir tarihsel fırsat ele geçiren Rojava Kürtleri, özellikle, DAİŞ’e karşı savaş sahasında kazandıkları zaferin ardından, bölgede savaş kabiliyeti olan bir güç olarak, ulusal haklarını genişletme konusunda önemli mevziler kazanmıştır. Bu direnç ve elde edilen mevziler, ikiyüzlü ABD emperyalizminin, “TC” ile stratejik ilişkilerine rağmen YPG’yi açıktan desteklemesi şeklinde, “yeni” bir süreci başlatmıştı. ABD’nin planladığı, Kürt ulusunun ulusal hakları konusundaki kazanımları değil, çıkarları doğrultusunda, bölgede önemli bir aktör olan PYD-YPG güçlerinden faydalanma idi. İŞİD’e karşı Rakka’ya yapılan operasyon ve kazanılan Minbiç, ABD’nin, gerici çıkarları için PYD-YPG’ye açtığı alan olarak anlaşılmalıdır. Ancak Kürt güçlerinin ve Suriye Demokratik güçlerinin bu desteğe çok da tamah etmemeleri gerektiği aşikârdır… “TC”, ABD’nin Ortadoğu’da öyle kolay vazgeçebileceği bir aktör değildir ve ezilen halkların, mazlum ulusların, demokratik kazanımlarına, uşağıyla ilişkilerinin dengesini bozacak düzeyde asla saygı göstermeyecektir. Bu emperyalizmin doğasına aykırıdır ki, “Fırat Kalkanı Operasyonu”na verdiği destek bu gerçeği bir kez daha ortaya koymuştur.

Emperyalizm kanlı ikiyüzlülüğüyle Rojava’yı, “TC” tanklarının ve cihatçı katil çetelerinin hedefi haline getirdi!

ABD ve AB emperyalistlerinin, AKP-Erdoğan iktidarını, Gülen cemaatinin darbe girişimi karşısında yeterince desteklememesi, “TC” ile ilişkilerde ciddi dönemsel bir kırılma noktası oluştururken, Rusya emperyalizminin, darbe girişimi karşısında, AKP-Erdoğan iktidarına sunduğu aktif destek, Rusya ile ilişkilerin ‘‘normalleşmesi”nin, daha ciddi politik-iktisadi “ittifaklar” sürecine evrileceği izlenimi yaratmıştır… 24 Kasım uçak düşürme krizinin ardından kopma noktasına gelen, akabinde Erdoğan’ın özür mektubunun ardından gerçekleştirilen Erdoğan-Putin görüşmesi, Erdoğan’ın, ABD ve AB ile yıpranan ilişkileri yeniden dengelemek için avantaja dönüştürme çabaları sonuçsuz kalmadı ve sınır ötesi işgal hareketi için ABD, küstürdüğü stratejik müttefiki “TC”ye yeşil ışık yaktı. Bu sadece stratejik müttefiki “TC”nin gönlünü alma sorunu değil, aynı zamanda, ABD’nin bölgesel çıkarlarını korumak için, ürettiği politikanın sonucudur.

Suriye’de çıkartılan isyanın öngünlerinde ABD muhalif grupların iletişim, ulaşım, silahlanma vb. faaliyetlerini “TC” üzerinden koordine etmiş, “TC” ile birlikte Selefi grupları aktif olarak desteklemiştir.  ABD’nin Libya büyükelçisinin Trablus’ta Selefiler tarafından öldürülmesinin ardından ABD, Selefi cihatçı örgütlere desteğini çekmiş, “TC”den de bunu beklemişti. Ancak “TC”, ADB ile bu noktada birlikte hareket etmemiş, El Nusra ve DAİŞ gibi radikal İslamcı çetelere, Esad takıntısı nedeniyle desteğini sürdürmüştür. ABD’nin, Ortadoğu’nun temel aktörlerinden olan Kürtlerle kurduğu ilişkilerle, stratejik uşağı “TC” ile ilişkilerinin dönemsel olarak gerilmesine neden olmuştur. Zira ABD’nin Suriye’de istediği ilk şey kendisine bağımlı, Ortadoğu‘yu, çıkarları doğrultusunda yeniden yapılandırırken, kendisine direnç göstermeyecek ve destekleyecek uşak bir yönetimdir. Ve ABD emperyalizmi, Afganistan’dan Çeçenistan’a ve Balkanlara kadar savaşmış, Irak’ta Amerikan ordusuna karşı savaşta, mevcut savaş deneyimini ilerletmiş, elindeki konvansiyonel silahlarla ciddi bir savaş deneyimi ve kapasitesi bulunan El Kaide kökenli DAİŞ ya da El Nusra gibi, kontrol edilmeleri zor cihatçı katillerle böyle bir yönetim oluşturamayacağı öngörüsünden yoksun değildir. ABD’nin Türkiye ile Ortadoğu ve Suriye politikasına ilişkin temel çatışma noktalarından biri budur.

Rusya’nın Türk hâkim sınıflarıyla, taban tabana zıt Suriye politikası üzerinden “TC” ile birleşebilme zemini oldukça zayıf görünmekle birlikte, özellikle ABD-AB emperyalistlerinin, NATO şemsiyesi altında, Karadeniz’den Ukrayna’ya ve Ortadoğu’ya ilişkin yapmayı planladığı hamlelere karşı, AKP-Erdoğan iktidarıyla, dönemsel olarak bir “ittifak” süreci başlatması, bir karşı hamle olarak önemliydi. Bu vesile ile yaşanan  “esneme” Rusya emperyalizmi tarafında, Türk hâkim sınıflarının, Kürt düşmanlığı ve YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesi durumundaki ihlal edilecek kırmızıçizgisini görme biçiminde olurken (ki Fırat Kalkanı Operasyonu’na dönük diplomatik bir kınama tavrının ötesinde reaksiyon göstermemesi bunu göstermektedir), “TC” cenahında ise bu “esneme”, Suriye’nin yeniden yapılandırılmasının Esad ile de olabileceğinin dillendirilmeye başlaması şeklinde olmuştur. ABD ve Rusya emperyalist güçlerinin, Suriye konusunda anlaşmaları, hangi aktörlere, hangi döneme kadar nasıl bir rol verileceği konusunda “ortaklaşmaları”, görünürde sadece DAİŞ’in geriletilmesiyle sınırlı değil, aynı zamanda, Suriye’de ciddi bir rol alan Rojava Kürdistan’ının kazanımlarını ve gelişimlerini sınırlamayı hedeflemektedir. Bu anlamıyla, Afrin ile Rojava kantonunun birleşmesini engellemek için, Cerablus koridorunun kesilmesi gerekiyordu. Bu konuda harekete geçirilecek en etkili güç “TC” ordusudur. “TC”nin, bu bölge üzerindeki planları, emperyalistlerin Suriye projesi ile uyuştuğundan, somut askeri işgal gerçekleşmiştir.

 ‘‘Türk milli onuru” Suriye’de 49 Kürt sivil katledilerek ‘‘kurtarıldı”!

Tüm savaş tarihinde alınan yenilgilerin psikolojik ezikliği ve kaybedilen politik saygınlık esnenebilecek tüm sınırlar zorlanarak gerçekleştirilen eksen değişikliklerinin açtığı yeni kanallarla, yeni saldırı hamleleriyle giderilmeye çalışılır. AKP-Erdoğan iktidarı da, Cemaatin darbe girişiminin ardından NATO’nun, ikinci en kalabalık ve “güçlü” ordusu olarak görülen TSK’nın uluslararası arenada itibar kaybını gidermek, ülke iç kamuoyunda incinen‚‘‘milli onuru tamir etmek” adına ‘‘Fırat Kalkanı‘‘ işgal hareketini, bir hileli yönlendirme aracı olarak kullanmaktadır. Osmanlıdan devralınan ve tüm sorunların merkezinde zor ve zorbalık olan bu yeni Osmanlıcılar, ABD’den aldıkları “üst akıl” ve destekle ilk icraatı, Cerablus’un  Jêrîn bölgesine yapılan top saldırıları sonucu 25 sivili  katletmek oldu. Akşam saatlerinde ise Cerablus’un 8 km batısına düşen Hilwaniyê köyüne yapılan topçu saldırılarında da 20 sivil yaşamını yitirdi. Şimdiye kadar toplam sivil kaybı 49’a ulaştı. Antep’te biraz da sınır ötesi saldırıya dayanak oluşturmak için DAİŞ eliyle tezgâhladıkları katliamda, çoğu çocuk ve kadın 58 kişinin yaşamını yitirmesinin ardından, “hesabını soracağız” dedikleri Antep katliamında akan kan, bu 49 sivilin kanıyla “temizlenmiş” oldu.

Kendi halkını ‘’demokrasi nöbetleri’’nde tankların önüne atan katil AKP iktidarı, şimdi de bu işgal hareketini Suriye halklarının kanı pahasına devlet ve iktidar gücünü kendilerinde somutlamanın ve pekiştirmenin yollarından biri olarak görmektedir. Bu bakımdan faşist AKP iktidarının demokrasi söyleminin içeriği Kürtlere karşı topyekûn savaş, Aslı Erdoğan gibi aydın yazarların tutuklanması, Eren Keskin gibi insan hakları savunucularının soruşturmalarla, adli denetimlerle susturulmak istenmesi, Naid Bezwan, Şebnem Korur Fincancı gibi akademisyenlerin üniversitelerden uzaklaştırılması, tutuklanması, Özgür Gündem gibi muhalif-yurtsever basının kapılarına kilit vurulması, öğrencilere paralı eğitim, memurlara maaş kesintisi, halka yeni zamlar ve genel anlamda ülkenin tüm ötekileştirilmiş muhalif kesimlerine karşı topyekûn savaş ve askeri işgal hareketleriyle, başka ülkelerin halklarının katledilmesi, siyasi iradelerine askeri zorbalıkla müdahale edilmesi olarak anlaşılmalıdır.

Türkiye-Kuzey Kürdistan, Ortadoğu ve tüm dünya halkları bu işgale karşı birleşmelidir!

“Fırat Kalkanı Operasyonu” adı altında “TC”nin Cerablus işgali aslında İŞİD’i değil, YPG/J güçlerinin ilerleyişini frenleme maksatlı olduğu açıktır. ABD’nin “karadan İŞİD’ karşı kullanmak istediği güçler konusundaki arayışıyla (ABD YPG önderliğindeki güçlerle İŞİD’i yenemeyeceğini bilmektedir. Bu güçlere kısmen Arap-Sünni gericiliklerden bir güç katması gerekmektedir. İşte “TC” işgaliyle Cerablus’a, OSO ve El Nusra’nın yerleştirilmesi bu mantıktandır.) bölgesel gerici stratejik müttefikleriyle ilişkilerini bozacak düzeydeki bir Kürt ilerleyişini frenleme çabası,”TC”nin Esad’lı geçiş sürecine onay veren politik değişikliği ekseninde Kürtler başta olmak üzere, bölgesel toplumsal dinamikleri boğma hedefi, bu zeminde buluşmuştur.”TC”nin gerçek hedefi ne olursa olsun, ABD, AB ve Rusya emperyalist güçlerinin baskılanmasıyla, danışıklı dövüş mantığıyla da olsa, vekâleten sürdürdüğü Suriye savaşına, asaleten, “İŞİD’i karşısına alarak” dâhil olmuştur. Sorunun bir de Rusya ayağı söz konusudur. Suriye’deki “çözüm” planında ABD ile Esad ve “ılımlı muhalefet” konseptinde anlaşan Rusya,”TC”nin de bu adımına yol vermiştir. Bunun en büyük etkeni, “Sultan” ile “Çar” arasında son dönemde “normalleşen” ilişkiler ve “Esad’lı geçiş” süreci konusunda varılan mutabakattır. Sonuçta, ajitatif bir tabirle,”soğuk savaşın” aktörleri,”TC”nin Cerablus işgaline, açık yâda zimmî olarak onay vermişlerdir.

Öz olarak Erdoğan-AKP iktidarı, geçmişteki keskin iddiaları ve neoOsmanlı hayallerinden ciddi anlamda revizyona giderken, “uzlaştığı” emperyalist güçlerin rızasıyla “yeni” bir “Suriye” sürecine girmiş bulunmaktadır. “TC”nin bu keskin dönüşünün,reel gelişmelerle birlikte orta ve uzun vadede ne gibi sonuçlar yaratacağını şimdiden net ifade edebilmek zor. Lakin yanıtı olmayan bir dizi çıkmaz ve çatışma söz konusudur. El altından Esad rejimi ile süren görüşmeler ve İran’la yakınlaşmalar eskisi gibi Kürt düşmanlığında birleşecek mi? Ya da bu mesele, emperyalist hegemonya güçleri dâhil, bölgesel gerici güçler arasında “yeni” bir ayrışmanın vesilesi mi olacak. Bu gün Cerablus işgalinde alınan Rusya zimmî onayı, Halep ve “ılımlı muhalefet” gibi cihatçı güçler özgülünde nasıl şekillenecek?

Bütün bu cevapları, bölgedeki gelişmelerin hükmünde olan soruların yanında, “TC”, Suriye politikasını, esas olarak, sınır boyunca Rojava’dan Afrine uzanan Kürt ulusal haklarına karşı ezme hareketi olarak şekillenmektedir. Suriye’de kendi başına hareket edebilme kabiliyeti olmayan “TC”, emperyalist güçlerle gerici çıkarlarını uzlaştırabildiği oranda, Cerablus işgalinde, YPG güçlerinin ilerleyişine karşı bir hamle gerçekleştirmektedir.

Bütün bunların sonucu açıktır. İçeride ve dışarıda “teröre karşı savaşın”, özü, şövenist-ırkçı milliyetçilikle yaratılan “milli mutabakatın” hedefi olacaktır. Bu gerici “kutsal ittifak”, Fırat’ın batı yakasından, Doğu yakasına, Kürt Ulusunun meşru mücadelesi başta olmak üzere, tüm sosyal ve ulusal devrimci dinamikleri ezmek istemektedir. Topyekûn savaş konseptinin stratejik hedefi budur. Tüm gerici işgalleri lanetleyerek, haksız işgalleri, iç devrimci savaşa dönüştürmek, Fırat’ın Doğu yakasından, Batı yakasına bu devrimci savaşın gücünü, işgalci “TC” başta olmak üzere tüm gericiliklere karşı mevzilendirmek, Mazlum Kürt Ulusu ve ezilen halklarımızın tarihsel hükmüdür.

http://www.halkingunlugu.org/