‘’TC’’nin Efrin İşgalinin Siyasal Arka Planı!

İşgal üzerine birçok analiz ve değerlendirme yapmak mümkün, ancak hepsinde önemli olan bir boyutu var ki, bunu atlamak bütün yorum ve değerlendirmeleri anlamsız kılar O şudur: İşgal saldırganlığına karşı Kürt ulusunun demokratik direniş ve mücadelesidir Bu direniş ve mücadele gerici işgal içinde parlayan bir mızrak gibidir ve tüm sürecin en değerli, en belirleyici ve tek ilerici öğesidir. Yoksul devrimci dünyanın bakması, görmesi ve ilham alması gereken bu meşru demokratik mücadeledir. Devrimci ve Komünist güçlerin işgale karşı irade ve tavrı pek tabi ki, bu direniş içinde yer alma, destekleme ve onunla demokratik muhtevasında birleşme, emperyalist gericilik ve bilumum gericiliğe karşı mücadelede somutlamak durumundadır. Haksız savaşlara, gerici işgal ve ilhakların tümüne karşı kararlı bir mücadele mevzisi olmak durumundadırlar

Erdoğan iktidarı, Rusya ile yaptığı görüşmelerde gerekli izni aldıktan ve işgal saldırısının hemen öncesi ABD’ye de bilgi verdikten sonra, 20 Ocak 2018 günü Efrin’e askeri işgal harekâtı başlattı. Daha sınırlı olan ‘’Fırat kalkanı’’ işgal saldırısında verdikleri kayıpların sayısıyla anlamlandırdıkları savaş uçaklarıyla (72 uçakla) Efrin’e havadan başlayan işgal saldırganlığı, Türk Ordusu’nun ertesi gün karadan da Efrin’e girmesiyle tam karşılığını buldu. ‘’TC’’ Ordusu tüm unsurlarıyla Efrin’nin sınırlarından içeri girdi…

Her işgal saldırganlığında olduğu gibi, Efrin işgali de sivillerin, kadın ve çocukların barbarca katledilmesinde vahşi yüzünü ortaya koymaktadır. Kürt ulusu üzerinde tarihsel sömürgecilikle süre gelen gerici-faşist imha-inkâr ve iradesini yok sayarak kaderini tayin etme hakkı ya da bağımsızlık hakkının zorla gasp edilmesi, işgal ve ilhak saldırganlıklarıyla Efrin’de bir kez daha kanlı bir utanç olarak cereyan etmektedir…

Erdoğan iktidarının ırkçı-faşist karakterinin kirli yüz ve çirkefliği; ‘’Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız’’, ‘’Efrin’i sahiplerine teslim edeceğiz’’, ‘’harekât Kürtlere karşı değil’’ vb. şeklindeki küstah tutum, yalan ve ikiyüzlülükleriyle birlikte,  işgal saldırısında sivillerin ve çocukların katledilmesine rağmen, bu katliama önceden gerekçe oluşturmak için ‘’YPG-PYG’nin sivilleri canlı kalkan olarak kullanıyor’’ propagandasına başvurup sivil ve çocuk katliamlarını meşrulaştırmaya çalışması da çıplak biçimde açığa çıkıyor.

Erdoğan iktidarının açık faşizm karakterinde ifade bulan tirancı baskı ve kanlı yüzü, işgale ve gerici savaşlara karşı gelişen demokratik tepki ve protesto ya da protesto eğilimi ve hatta açıklamalarına karşı gösterdiği tahammülsüzlük ve aleni katliam tehditleriyle de dışa vurmaktadır.

Hakkını teslim etmek gerekir ki, Erdoğan işgal saldırganlığının iç siyasete (burjuva siyasete) dönük izlediği politikada başarılı olmaktadır. Gerçekleştirdiği en canice katliam ve kıyımları dahi ‘’millilik’’ maskesi altında veya ‘’milli dava’’ demagojisiyle manipüle edip burjuva muhalefeti arkasında birleştirmektedir. Kışkırtılan ırkçı-şoven, tekçi-faşist Türk milliyetçiliği ve “devletin bekası” argümanıyla ortak paydada buluşan burjuva muhalefet Erdoğan’ın tüm saldırganlık ve faşizmine destek vererek sınıfsal pozisyonunu alenen ortaya koymakta, Erdoğan’a hizmet etmekten kurtulamamaktadır. İktidar pastası için en keskin dalaş içinde bulunan CHP’nin durumu dikkate alındığında Erdoğan’ın burjuva siyasetteki başarısını teslim etmek gerektir. ‘’Yeni Kapı ruhu’’ safsatası bunun tipik örneğiydi. Kürt milletvekillerine dönük meclise getirilerek onaylanan dokunulmazlıkların kaldırılmasında da CHP aynı tavrı sergilemiştir. Kuzey Kürdistan illerinin yakılıp yıkılarak yerle bir edilmesi ve kadın gerilla cesetlerinin teşhir edilmesinden, gerilla cesetlerinin askeri araçların arkasına takılarak sokaklarda sürüklenmesine ve hiçbir cesedin gömülmesine izin verilmeyerek sokaklarda çürütülmesi ile bebek cesetlerinin buzdolaplarında saklanmak zorunda bırakılmasına kadar en barbar ve en vahşi katliam-kıyım saldırganlığında da CHP’nin tavrı farklı olmamıştır. Şimdi de Efrin işgali saldırganlığında çağırılarak şeker verilen CHP Erdoğan’ın arkasında durmaktan imtina etmemiş, sınıf karakteri ve faşist niteliğini ortaya koymuştur…

Askeri işgal saldırısını objektif olarak tanımlamak ve elbette doğru analiz etmek önemlidir. Aksi halde işgalci saldırganlığı ve bu saldırganlığın muhtevası ile gerici süreci doğru okumak mümkün olmaz. Ki, bölgedeki ilişki ve çelişkilerin, ittifak ve ‘’düşmanlıklar’’ zemininin son derece karmaşık ve girift bir yapıya sahip olduğu kabul gören genel doğrudur.  Suriye-Esat iktidarını (kardeşim Esat denildikten sonra) düşman belleyip Esat iktidarını devirmek için IŞİD dâhil, alandaki muhalif güçleri destekleyen ve bunu Kürt lider Salim Müslim’i misafir ederek ağırlamayla sürdüren Erdoğan iktidarı şimdi büyük bir U dönüşü yaparak Suriye-Esat iktidarını zımnen de olsa ya da objektif olarak destekleme zemininde Kürt bölgesinin bir parçası olan Efrin’i işgal ediyor? Bölgedeki girift durum bunun ötesinde genel bir tablo oluşturuyor. Misal; ‘’TC’’ devleti-Erdoğan iktidarı, ABD ile işbirliği içinde olmasına karşın, Rusya ile de ilişkiler geliştirme durumuna da gelmiştir. İran ile anlaşmaları gibi, çelişkiler de taşımaktadır. Suriye-Esat iktidarına aleni düşmanlık sergilemekle birlikte, Kürt ulusunun gösterdiği gelişmeler bağlamında Esat iktidarı lehine rol de oynamaktadır. ‘’Teröre’’ karşı mücadeleden bahsettiği gibi, IŞİD ve türevleriyle ilişkiler de kurmaktadır. Irak ile ilişkiler içindeyken, çelişkiler de yaşamaktadır. Barzani-Kürt yönetimiyle ciddi ilişkiler içinde olmakla birlikte, bağımsızlık referandumuyla birlikte keskin bir düşmanlık pozisyonuna da geçmiştir… Bu, son tahlilde burjuva pragmatizminde ifade bulan gerici çıkar eksenli burjuva siyasetin özü ve elbette gerici çıkarlarla birlikte, emperyalist gericiliğin değişen çıkarlarına uygun pozisyon alma realitesinin kaçınılmazıdır…

Tam da burada, yukarıda işaret ettiğimiz üzere işgal saldırganlığının hedef ve amaçlarını deşifre ederek (çok da gizli değil elbet), bu karmaşa içinde işgalin sebeplerini açıklamak ve işgal saldırganlığını yalın biçimde ortaya koyarak tanımlamak yerinde olacaktır.

İşgalin esas hedefi Batı Kürdistan’da meşruluk kazanarak kalıcı bir statü eğilimi gelişen Kürt Yönetimidir!

İşgalin nedeni veya hedefi tek amaçta birleşir. Bu amaç, Batı Kürdistan’da gündeme gelen Kürt yönetim bölgesine karşı taşınan hazımsızlık ve bu bölgede oluşan Kürt yönetiminin giderek meşruiyet kazanıp kalıcı bir statüye dönüşme eğilimi ve bu temelde ABD’nin silah desteğinden askeri eğitim ve ordulaşmasına dönük attığı adımlarla Kürt yönetim bölgesinin sağlam statüye doğru ilerlemesi olarak özetlenebilir. Kürtleri bekasına tehdit gören tekçi-ırkçı-faşist paranoya, bölgedeki bu Kürt yönetim bölgesi ve buradaki gelişmenin kendi devlet sınırları içinde zorla tuttuğu Kürt ulusunun mücadelesine de etki yapıp gelişmelere yol açabileceğinin derin korkusu içindedir ve Kürt kâbusuyla yatıp kalkmaktadır. Yıllarca uygulanan imha-inkâr, asimilasyon-jenosit hareketleri ve politikaları da bunu teyit edendir. Bütün bu realitenin sınıfsal dokusu ise, tekçi-faşist paradigmalara sıkı sıkıya bağlı olan Türk hâkim sınıflarının ırkçı-şoven karakterdeki egemen ulus milliyetçiliğinin faşist ideolojisinde ifade bulmaktadır.

Bu işgalin gelişimin bir biçimi, Putin Rusya’sının Erdoğan iktidarı ile ABD’nin pamuk ipliğine bağlı duruma gelen ilişkilerini iyice koparıp kendi yörüngesine alma stratejisi temelinde gelişmesidir. Diğer biçimi de, ilk biçimin tersi olarak, Erdoğan iktidarının ABD ile kritik eşiğe oturmuş ve sürdürülemez noktaya gelmiş ilişkiler gerçeğinde, karşısına çıkan ABD emperyalizmine karşı, Rusya emperyalizmine sığınma ve yanaşma zemininde girdiği ilişkilerin de bir sonucudur. Rusya’nın Efrin işgaline izin-onay vermesi tamda bu anlama gelmekte, yani Rusya’nın ‘’TC’’-Erdoğan iktidarı ile ABD’yi karşı karşıya getirerek ilişkilerini koparıp kendisine bağlama stratejisidir.

Rusya’nın bu stratejisi ABD tarafından da okunup bilinen bir stratejidir. ‘’TC’’ devletinin sınırlı da olsa Efrin işgaline onay veren Rusya’nın bu stratejisini gören ABD’nin, karşı strateji geliştirerek Rusya’nın stratejisini boşa çıkarmaya çalışacağı beklenmelidir. ABD’nin bu amaç ya da strateji, ‘’TC’’ devleti- Erdoğan iktidarı ile belli ilişkilerin geliştirilmesi, bu bağlamda belli ödünlerin verilmesi ve hatta Efrin işgali konusunda Rusya’yı geride bırakan bir esnekliğe varacağı da muhtemeldir. Bütün bunlar, emperyalist gerici şartlar anlamında, koşulların Erdoğan iktidarı lehine gelişeceği söylenebilir. ABD emperyalizmi, ‘’TC’’ devletini Rusya emperyalizmine kaptırmak istemeyecektir. Erdoğan iktidarının Rusya emperyalizminin şemsiyesi altına girerek yol aldığı söylenebilse de, bu, mevcut durumun tam tersi bir değişim göstermeyeceği anlamına gelmez ki, bu tamamen ABD emperyalizminin Erdoğan iktidarına tanıyacağı imtiyaz ya da bu iktidarın belli taleplerine okey çekmesine bağlıdır. ABD emperyalizmi belli düzeyde bunu yapabilir. Üstelik Reza Zarrap-Halk Bankası müdürü davası da ABD emperyalizmi elinde Erdoğan’a baskı kuran bir silah olarak durmaktadır… Dahası, Türk hâkim sınıflarının belli bir kesimi de Erdoğan dışında bir sermaye gücü olarak devleti temsil etmekte ve ABD ile ilişkilerin sürdürülmesinden yanadır. Dolayısıyla, ABD emperyalizminin ‘’TC’’ pazarını Rusya emperyalizmine kaptırmada basit davranmayacağı ve belli stratejiler geliştirerek Erdoğan’lı-Erdoğansız bir süreç işleteceği güçlü olasılıktır…

Öte taraftan Rusya emperyalizmi ile ABD emperyalizmi arasında Suriye özgülünde sağlanan anlaşmaların neler ihtiva ettiği önemlidir. Bu anlaşmalar da belli yerde devreye girerek ‘’TC’’ devleti-Erdoğan iktidarının kendisine tanınan yolda kibre kapılarak çizmeyi aşması durumunda karşısına çıkabilir…

İşgal saldırganlığı birçok bakımdan ikili veya çoklu yan taşımaktadır. Birincisi, işgal saldırganlığı, askeri açıdan ‘’TC’’ devleti-Erdoğan iktidarı tarafından gerçekleştirilmekle birlikte, bu saldırganlığın desteklenmesi ya da olanaklı kılınması açısından Rusya emperyalizminin rol oynadığı bilinmektedir. Bu anlamda işgal saldırganlığında, somut uygulayıcı-yürütücü unsur olarak ‘’TC’’ devleti-Erdoğan iktidarı birinci derecede rol oynarken, ikinci derecede Rusya emperyalizminin işgale izin ve destek verme bakımından rol ve sorumluluk taşıdığı özellikle tespit edilmek durumundadır.

İkincisi, işgal saldırganlığı esas olarak Batı Kürdistan topraklarına girme ve yönetim bölgesine müdahale etme anlamında ilgili parça Kürdistan’ının işgaliyken, diğer taraftan ilgili Kürdistan toprakları-parçasının zorla tutulduğu Suriye devlet sınırları içinde olması vesilesiyle (Kürt yönetimi mevcut Suriye merkezi devletine bağlıdır, bağımsızlık ilan etmemiştir ve en azından mevcut burjuva gerçeklikte bu devlet sınırlarına dâhildir), egemen Suriye devleti sınırlarına müdahale etme anlamında da Suriye’nin işgalidir.

Üçüncüsü, bu işgal saldırganlığı, ABD emperyalizmi ile Rusya emperyalizminin bölgedeki pazar paylaşımı veya egemenlik ve nüfuz dalaşından bağımsız olmayan, doğrudan onun ürünü olarak gelişen süreç ve koşulların sonucudur. Şayet bu haydutların bölgedeki nüfuz dalaşı veya egemenlik çatışması olmasaydı, birçok şeyden bahsedilemeyeceği gibi, Rusya’nın işgale izin vermesi de söz konusu olmazdı. ABD emperyalizminin bölgedeki pazar tahakkümü ve nüfuzunu geliştirme planları ve buna karşı Rusya emperyalizminin ABD’nin planlarını boşa düşürerek kendi nüfuz ve egemenliğini geliştirmek için giriştikleri çatışma bölgeyi kan gölüne çevirdiği gibi, Efrin’e dönük işgalin de arka planını oluşturmaktadır. Bu bağlamda bölge ve Efrin’de yaşanan tüm gelişme ve acıların temel sorumlusu emperyalist barbarlık ve onun ilgili haydutlarıdır. Bütün bunlar ışığında söyleyelim ki, eğer bu emperyalist süreç anlaşılmaz ise, bölgedeki gelişmeler ve Efrin işgali de doğru anlaşılamaz, doğru değerlendirilemez. Dolayısıyla, Efrin işgalinin ulusal boyutu ile birlikte uluslararası boyutu da vardır ve pratik yürütücüsü Erdoğan iktidarı da olsa esas müsebbipler uluslararası boyuttur ki, bu boyut emperyalist yeni dengeler ve burada cereyan eden hegemonya dalaşının bölgede odaklanmasında ad bulur.

Belirleyici olan Kürt Ulusunun demokratik direniş ve mücadelesidir!

İşgal üzerine birçok analiz ve değerlendirme yapmak mümkün, ancak hepsinde önemli olan bir boyutu var ki, bunu atlamak bütün yorum ve değerlendirmeleri anlamsız kılar. O şudur: İşgal saldırganlığına karşı Kürt ulusunun demokratik direniş ve mücadelesidir. Bu direniş ve mücadele gerici işgal içinde parlayan bir mızrak gibidir ve tüm sürecin en değerli, en belirleyici ve tek ilerici öğesidir. Yoksul devrimci dünyanın bakması, görmesi ve ilham alması gereken bu meşru demokratik mücadeledir. Devrimci ve Komünist güçlerin işgale karşı irade ve tavrı pek tabi ki, bu direniş içinde yer alma, destekleme ve onunla demokratik muhtevasında birleşme, emperyalist gericilik ve bilumum gericiliğe karşı mücadelede somutlamak durumundadır. Haksız savaşlara, gerici işgal ve ilhakların tümüne karşı kararlı bir mücadele mevzisi olmak durumundadırlar. Çünkü ezen ile ezilen çelişkisi zemininde cereyan eden savaşımda Komünist ve devrimcilerin tartışmasız tavrı, ezilenden, ilerici olandan, demokratik olandan yanadır. Ve çünkü ulusların endi kaderlerini tayin etme hakkı, Komünistlerin kayıtsız şartsız tanıdıkları bir hak olmakla birlikte, bu ilke tutumları Komünistleri emperyalizm ve her türden gerici işgallere karşı mücadele etmelerini emreder.

Efrin işgali özgülünde gerici işgale karşı verilen mücadele ve direniş, her şeyden önce haklılığından aldığı güçle işgalci gericiliği saldırganlığında boğup mağlup edecektir. Erdoğan iktidarının bu işgal serüveni, genel olarak girdiği çöküş sürecini hızlandıran bir süreç olacaktır. Ve bu süreç Kürt ulusunun işgal karşıtı savaşının zaferiyle sonuçlanacaktır. Bunda şüpheye yer yoktur. Savaşta belirleyici olan teknik-teknoloji değil, insan unsurudur. İşgale karşı savaşın haklılığı onun meşruiyetidir. Bu haklılık yoksul dünya halklarının desteğini bularak büyük bir avantajı arkasına alacaktır. Stratejik başarı bu haklılıktan beslenir. Uçaklarla bombalamak, sivilleri ve çocukları katletmek asla savaşı kazanmak anlamına gelmez. Kazananı belirleyen unsur, toprağını savunan ulusun bu toprakta göğüs göğse vereceği kahramanca savaş olacaktır.

Taktik olarak da uluslararası güçlerin bölgedeki çıkar ve hesapları Kürt ulusunun değil, esasta Erdoğan iktidarı aleyhine bir sürece işaret etmektedir. Suriye merkezi devleti, bölgede atlanamaz güç olan İran, ABD gibi emperyalist haydudun ve hatta bir yerden sonra emperyalist Rusya’nın alacağı pozisyon tamamen Erdoğan iktidarı aleyhinedir. Değişik parçalardaki Kürt güçlerinin hepsi olmasa da ezici bir çoğunluğunun tavrını da dikkate aldığımızda, bölgedeki genel atmosferin Erdoğan iktidarı aleyhine olup Efrin’den tek parça çıkamayacağına işaret etmektedir. Tekrar söyleyelim ki, Rusya’nın bu işgale verdiği onay sınırlıdır. Bu, Rusya emperyalizmini işlediği suçta kurtarmasa da, Erdoğan iktidarının işgaldeki sınırlılıklarını ve karşı karşıya kalacağı ciddi sorunların görülmesi açısından önemlidir…

Hiç şüphesiz ki, Komünistlerin emperyalist gerici ilhak ve işgale karşı ilkesel tavırları, işgale uğrayan ulusun veya işgale karşı direnen-savaşan ulusun şu veya bu güçle ilişkilerine, şu ya da bu niteliğine bakılarak değişmez.

Emperyalizmle ilişki sürdürülemeyeceği ve sürdürülen ilişkilerin, bu ilişkide egemen olan emperyalist güç lehine, egemen olmayan gücün aleyhine gelişeceği vb. mevcut sürecin pratiklerinden ders çıkarılması gerekir. Tablo göstermektedir ki, emperyalistlerle ilişkiler geçici faydalar sağlasa da son tahlilde zarar veren ve güvenilir olmayan ilişkilerdir.

Reel politikte ortaya çıkan çıkar çakışması, değişen reel politik veya şartlarda bu çıkarların çatışmasına dönüşeceği kesindir. Bağımlılık ilişkisinin her türlüsü reddedilmeli, bu yola girilmemeli veya bu yoldan çıkılmalıdır. Aksi halde, muhtaç olup bağımlılık ilişkisi ağına düşen ulusun-gücün emperyalist güçler tarafından bir asker olarak veya başka biçimlerde kullanılması kader olacaktır. Proletarya ve emekçi halklar ile ezilen mazlum ulusların güvenmesi gereken ve güveneceği yegâne güç kendi gücüdür, sınıfının, halkının ve ulusal kitlelerinin gücüdür…

Bu eleştiri rasyonel olmayabilir. Ne var ki, bağımsızlıkçı kurtuluş savaşı ancak bağımsız bir mücadeleyle gerçek zafere taşınabilir. Devrimci yol bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin biricik yoludur. Bu yol belki daha ağır, daha sancılı, daha büyük bedellerle örülü bir süreci gerektirir. Fakat gerçek bağımsızlık, kurtuluş ve özgürlük sadece ve sadece tam bağımsızlıkçı devrimci savaşla mümkündür. Emperyalizm ve gericilere yaslanan mücadele, gerçek bağımsızlık ve kurutuluşa götürmeyeceği gibi, kölelik prangaları ve esareti de ortadan kaldırmaz. Bilakis kurtuluşu uzatır, acıları büyütür, bağımlılığı sürekli kılar…

Yeri gelmişken, Mao Zedong’un ‘’Uzun Süreli Savaş’’ stratejisinin doğru anlaşılması ve bu argümanın ne denli isabetli olduğu bir kez daha ve yakıcı önemiyle açığa çıkmaktadır. Savaşın uzun süreli olması, düşmanın uzun süreli silahlı mücadele içinde yıpratılması, geriletilmesi, giderek yenilmesi ve devrimci kuvvetlerin bu uzun mücadele süreci içinde inşa edilerek güçlendirilmesi ihtiyacından veya gerçekliğinden ileri gelmektedir. Eşitsiz güçlerle eşitsiz bir savaş sürdürülmektedir. Devrimci kuvvetler sayısal-örgütsel, silah vb tüm teknik açılardan zayıf, düşman ise bütün bu konularda katbekat güçlüdür. Bu dengesiz güç koşullarında, küçük güçlerin büyük güçlere karşı savaşımı kuşkusuz ki, kısa vadede bir zafer kazanamaz, dolayısıyla uzun bir sürece yayılması ve bu süreçte düşmanın yıpratılmasının yanı sıra devrimci orduların inşa edilerek güçlendirilmesi doğru olmaktan öteye zorunlu bir savaş stratejisidir. Erken zafer rüyası, bedelsiz özgürlük hayalidir. Bu, mevcut dünya gericiliği şartlarında olduğu gibi, gerici sınıfların egemen olduğu şartlarda gerçekçi değildir. İster devrimci sınıf hareketi olsun ve isterse de ulusal hareketler-savaşlar olsun, istisnasız olarak her bağımsızlık, kurtuluş ve özgürlük mücadelesi savaş stratejisi olarak uzun süreli savaşı benimsemek durumundadır. Kürtler de kırk senelik savaşlarını bu perspektifle ele alıp sürdürmelidir.

Halkın Günlügü