Sonuçlarını en ağır biçiminde ödeyen yoksul olan halk, bunu daha fazlasıyla ödeyecektir Bu savaş ezilen halkların savaşı değildir Bu savaş bölgenin kaynaklarını talan etmek ve ezilen halkları zulüm cenderesinde tutma savaşıdır
ANALİZ (28-02-2020) Rusya destekli Suriye ordu güçlerinin dünkü saldırısı ile savaş açıktan başlamış oldu. Çok sayıda Türk askerinin öldürülmesi ve yaralanması olayı şunu bir kez daha teyit etti. Türkiye kendi sınırlarına çekilmesi ve haddini aşmaması mesajı verildi. Bu mesaj esasında diplomatik açıklamalarla çok önceden verilmişti. Ne var ki Selefi Sultan Tayyip ve iktidar bloğu tarafından göz ardı edildi. Göz ardı edilen uyarının ciddiye alınması hatırlatması son saldırı ile bir kez daha kayda geçildi. Türk devleti bugüne dek, Suriye ve Orta-Doğu’nun çatışmalı kanlı ortamına ABD veya Rusya arasındaki çatlaklardan sızarak yayılmacı emellerine ulaşmaya çalıştı. Bu yayılmacı emellerini ise “Suriye rejimi sivilleri vuruyor. Ülkemize milyonlarca sığınmacı var ve yenisini kaldıracak durumda değiliz” gibi çok da iknacı olmayan gerekçelere dayandırsa da, asıl gerçek bu değildir. Türk devleti, sınırları yeniden belirlenmeye çalışılan ve bu gidişat doğrultusunda şekillendirilmeye çalışılan bir Orta-Doğu ve Suriye gerçekliği ortamına müdahale ederek
1-İslam dünyasına lider olmanın stratejik sevdasını gerçekleştirmek
2- yeniden şekillendirilmeye çalışılan bölgede olasılığı yüksek olan yeni bir Kürt kazanımını engellemek.
Türkiye bu iki ana arzusunu başarmak için büyük bir iştahla bölgeye müdahalelerde bulundu.
Şimdi gelinen aşamada durum çok farklı evrededir. ABD’nin değişen bölge politikaları neticesi Rusya ile anlaşmalara giderek bu fırsattan yararlanarak emellerine ulaşmaya çalışan Türk devleti, Soçi, Astana vb anlaşmalarla Rusya yönetiminin yanına oturarak yol almaya çalıştı. Efrin, Zeytin dalı gibi operasyonlar eşliğinde yayılmaya devam etti. Lakin ne anlaştığını sandığı ve uyumlu olduğunu düşündüğü Rusya ve ne de İran, Türk egemen sınıflarına verdikleri tavizlerin geçici olduğunu ya göremedi ya da durumun farkında olduğu halde bölgede patlamaya hazır politik ve askeri derin fay hatlarından kaynaklı kendisine istenmeden verilen tavizilerin her daim devam edeceklerini sandı. Gidişat hiç düşündükleri gibi olmadı. Rusya’nın bir eyaleti duruma gelmiş bir Suriye, Rusya’nın rakiplerini geriletmesi ve giderek bölgede ciddi kazanmakla beraber toparlanarak hem yerel cihatçılara ve hem de cihatçı guruplara hamilik etmekte olan Türk militarist güçlerine dur demeye ve en sonunda saldırmaya başladı.
Şunu açık olarak vurgulayalım ki Suriye yönetimi, Türk yayılmacı ve işgalci militarist güçlerin kendi ülkesinden çıkmalarını istemesinde haklıdır. Ayrıca bu Rojava Kürtlerinin de arzusudur. Yani Suriye ve Rojava halklarının Türk devletini ülkelerinde istememekle haklıdırlar. Türkiye rejiminin başkalarına ait toprak parçalarını işgal ve giderek ilhak etmeye girişmesi kabul edilemez. İşte Rusya Suriye’nin çağrısına ve tam da bu arzusuna dayanarak Türkiye’ye doğrudan veya dolaylı “çekil” demektedir. Bu bakımdan “ülkemden çık” arzusuna karşı direnmeye çalışan Türk militarist güçleri ve önderliğindeki cihatçıları çok iyi zamanlar beklemediğini belirtelim.
Belli olan gerçek şudur ki Rusya 27 Şubat 2020 tarihinde yaptığı ağır saldırı ile Türk devletine açıktan “buraya kadar” dedi. Askerlerin öldürülmesi sonrası karşılıklı yapılan çelişkili, sert veya yumuşak açıklamalar ve farklı beklentilerin tümü işin asıl özü olan bu gerçeği gizleyemez. Yani artık ortada Rusya ile yapılmış olan Soçi ve diğer anlaşmaların veya uzlaşmaların hiç bir önemi kalmamıştır. Karşılıklı kılıçlar çekilmiştir. Savaş başlamıştır.
Bu durumda Türkiye büyük ve çok daha derin bir kaos ve çıkmaz ile yüz yüzedir. NATO’nun göreve çağrılması, sınır kapılarının açılması Türk devletinin içinde bulunduğu çıkmaza ve yalnızlığına işarettir. NATO, “üyemiz saldırıya uğramıştır” diyerek Türkiye yanlısı açık bir askeri saldırıda bulunur mu? Bunun boş bir beklenti olduğunu söylemek gerekir. NATO, Türkiye’nin talebi üzerine acil durum toplantısı düzenledi. Görüşümüzce NATO Türkiye yanlısı bazı açıklamalar yapmak dışında ciddi bir girişimi olmayacağını söylemek yanlış olmaz. Sınırların açılması olayı göstermektedir ki Almanya ve Fransa, Rusya’nın saldırıları karşısında Türk yönetimine doğrudan askeri bir destek vermeyecektir. Açılan sınır kapılarıyla yollara düşen büyük göçü durdurmak için yüklü bir mali destek vermek isteyebilir ama bu saatten sonra bu bile çok anlamlı olmaz. Ya da bu göç durdurulabilir mi? Bu kolay olmayacak gibi gözüküyor. Sınır kapıların mültecilere açılması Türkiye’nin içinde bulunduğu aciz ve çaresiz durumu göstermektedir. Sınırların açıklaması en son yapılması beklenen bir girişim olması gerekirken kapıları hemen açmaları çaresizliğin boyutunu anlatmaktadır. Bir diğer yandan ise mültecileri Avrupa devletlerine karşı bir şantaj aracı olarak kullanmaktır! Bu çok iğrenç ve tamı tamına faşist uygulamadır.
Türkiye-Rusya arasında patlayan savaşı ABD özellikle kışkırttığını belirtelim. Böyle bir savaş hem Rusya’nın bölgede zayıflamasına hem de Türkiye’yi tam manada kendi kontrolüne almasına hizmet edeceği için ABD bunu teşvik etmekte ve istemektedir. Keza ABD politik desteğin ötesinde savaştan doğrudan Türkiye’nin yanında yer almayacaktır. Zira ABD’nin kendisinin bu savaşa doğrudan girmesi bir dünya savaşının kapısının ardına kadar açmak olur. Bunun bilincinde olan ABD veya Avrupa devletleri politik destek ötesine gideceklerini sanmıyoruz.
Bu koşullarda Türk devleti savaşı nereye kadar sürdürebilir?
Türkiye’nin Milli Savunma bakanı Akar’ın “Suriye rejimine ait 200 hedef vurularak ağır zayiat verildi” gibi açıklamalar yaparak iç kamuoyunu rahatlatma yolunu tuttuğunu görüyoruz. Ve aslında böyle bir açıklama aynı zamanda ciddi bir çıkmazın ve zayıflığın itirafıdır. Şimdi yüz yüze olduğu savaş, Efrin, Zeytin Dalı veya Barış Pınarı adı altında yürüttüğü operasyonlara hiç mi hiç benzemiyor. Bütün bu operasyonlar ya Rusya emperyalizminin ya da ABD emperyalizminin veya her iki emperyalist gücün zimmi anlaşmalarıyla Türk silahlı kuvvetlerine operasyon yapmasına yol verildi. Durum bu olunca Selefi Sultan Tayyip’in bu operasyonlarda “caka” atması kolaydı. Ancak şimdi gerçek durum çok farklı. Mevcut hareket sahasını düz yürüyememektedir
Türk devlet sözcüleri elbette “caka” atmaya ve basın ile medya üzerinde milliyetçi-ırkçı propagandalara devam edeceklerdir. Bundan şüphe yoktur. Gel görki “rejim 200 hedef vurduk” vs açıklamalar yapmaları ve kararlılık gösterileri, bugüne kadar var olan çatlaklardan yararlanarak yaptıkları yayılmacı operasyonlarda elde ettikleri “başarılar” gibi olmayacaktır. Savaşa devam edip etmeyecekleri tamamen şartlara bağlı olacaktır. Şimdiki durumda şartlar Türk devletinin aleyhine olduğunu söyleyelim. Ve şartlar değişmedikçe Türk devleti savaşı derinleştirmeye girmesi durumunda kaybedecektir.
Çünkü birincisi, karşısında doğrudan Rusya emperyalizmi ve onu açıktan destekleyen İran var. Rusya askeri bakımdan devasa bir güçtür. İkincisi ABD savaş kışkırtıcılığı yapmasına rağmen Türkiye’nin yayılmasını ve genişlemesini istememektedir. Üçüncüsü, Türkiye Suriye topraklarını işgal etmesindeki argümanları NATO ve batılı güçler tarafından bile inandırıcı çok bulunmamaktadır. Dördüncüsü, ABD ve Rusya bölgenin ve Suriye’nin yeniden yapılandırılması noktasında anlaşmış görünmektedir. Olağanüstü bir alt üst politik deprem yaşanmadıkça ABD veya Suriye bu kapalı anlaşmayı bozmaya gitmeyecektir.Yani Türkiye bu işgalde haksız görülmektedir. Ki evet sadece Türkiye değil, bütün emperyalist kuvvetler ve yerel despot devletler derhal bölgeden çekilmelidir. Tüm gerici güçler işgalcidir ve bölgeyi derhal terk etmelidirler. Bu gerici-paylaşımcı savaş halklarımız için göz yaşı, kan dökmek, can vermek, açlık, yoksulluk ve sürgün demektir. Dolayısıyla Türk devletinin ihtiyaç duyduğu ve bu nedenle ısrar ettiği ve hiç değilse bir süre devam edeceğini düşündüğümüz bu gerici savaş kendisinin başına geçirilecek yeni torbaya dönüşecektir. Burada olan ülkemizin yoksullarına olacaktır. Sonuçlarını en ağır biçiminde ödeyen yoksul olan halk, bunu daha fazlasıyla ödeyecektir. Bu savaş ezilen halkların savaşı değildir. Bu savaş bölgenin kaynaklarını talan etmek ve ezilen halkları zulüm cenderesinde tutma savaşıdır. Selefi sultan Tayyip ve iktidar kliği kendi gerici ve yayılmacı emelleri için ve yine içerde iktidarını ayakta tutmak uğruna bu savaşı gerekli görüyor. Neki, Selefi sultan Tayyip için savaşı kazanmanın şartlar uygun değildir. Ama biz komünistler, Türkiye için bu gerici savaşı kazanma şansı ve şartları olsa bile bu savaşa karşı çıkarız. Gerici savaşı lanetleriz.