VİYANA (02-02-2020) Demokratik Haklar Derneği-Viyana tarafından 26 Ocak Pazar günü saat 13:00’dan itibaren kendi lokalinde düzenlediği ve moderatörlüğünü Fetih Koç’un üstlendiği “Avrupa’da Irkçı Sağ Dalga ve Yeni Tipte Sosyal Hareketler” konulu panelin konuşmacıları yazar Erdal Emre ve Yeşiller Partisi eski milletvekili politikacı Berivan Aslan’dı. Daha çok ırkçı sağ dalga üzerinde yoğunlaşan Aslan’ın açıklamalarıyla ilgili haberi daha önce yayınlamıştık. Şimdi, daha çok yeni tip kitle hareketleriyle ilgili çözümlemelerde bulunan Emre’nin panelde yaptığı konuşmanın geniş bir özetini paylaşıyoruz sizinle.
Yaşamını Fransa’nın başkenti Paris’te sürdüren yazar Erdal Emre konuşmasına, kapitalizm için, özellikle 1989’dan bu yana, “Yeni Dünya Düzeni” şeklinde reklam yapıldığını; Sovyetler Birliği’nin şeklen de yıkılmasından sonra kendini rakipsiz görmenin şımarıklığıyla son otuz yıl boyunca acayip hakaretlerle, aşağılamalarla insanların üzerine boca edilen ideolojik ve kültürel bir saldırının söz konusu olduğunu belirterek başladı ve şöyle devam etti: “Globalizasyonu, küreselleşmeyi, ideolojik planda post-modernizmi dayattılar. Düşünsel planda nasıl ki Fransız Devrimi’yle Tanrısal düşünceden insan kaynaklı düşünceye geçtiysek, bugün de artık merkezsiz düşünceye geçtiğimizi söyleyegeldiler. Onlara göre tarihin sonu gelmişti, evrensel fikirler çökmüştü, sosyalizm ve komünizm gibi evrensel projeler artık yürümezdi. Bize, ‘atalarınıza, köklerinize, istediğiniz kadar gerilere dönün’, diyorlardı. Bütün bu saldırılar, muhalif dinamiklerin kendilerine olan güvenlerini sarstı. Kendi öz değerlerine dair kuşkuya düşmeye başladılar.”
Yazar Emre, günümüzde artık otuz yıldan beridir sürdürülegelen o dönemin, o masallar serisinin sonuna gelindiğini ifade ederek, şu belirlemelerde bulundu: “En kısa dünya düzeni oldu, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla ilan edilen ‘Yeni Dünya Düzeni’. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla övünenler, ondan sonra 43.000 km uzunluğunda duvarlar inşa ettiler. Amerika’nın Meksika sınırına, İsrail’in Filistinlilerle arasına, Türkiye’nin Suriye sınırına ördüğü, Peru’nun başkenti Lima’da zengin ve yoksulları ayıran duvarlar… Bütün bu duvarlar, uydurulmuş masallar döneminin sonuna geldiğini kanıtlıyor. Kapitalizm, (liberal, neoliberal, devlet ve sosyal kapitalizm gibi) bütün biçimleriyle beraber, insanlığın üzerine devrildi ve son derece vahşi, barbar bir düzeye ulaştı. Kendi sözcüleri bile, ‘çok vahşileştik’ demeye başladılar. ‘Buna gelecek tepkileri gögüsleyemeyiz’, uyarıları yapıyorlar.”
Bir zamanlar muhalif dinamiklerin verdiği rakamların, artık kapitalizmin kendi kurumları tarafından yayımlandığının altını çizen Erdal Emre, bununla ilgili örnek veriler sıraladı: “Dünya servetlerinin yüzde 70’ini 3.000 tekel kontrol ediyor. Geçen Ocak ayında Fransızlar açıkladı, 26 büyük kapitalistin serveti 3.8 milyar ve bu, insanlığın yarısının gelirine eşit. Microshoft ve Shell’in cirosu 180 ülkenin bütçesine eşit. Bu rakamlar böyle uzayıp gidiyor. Sınıfsal uçurum, korkunç bir noktada. Kapitalizm tarihinde en üst düzeye ulaşan bir uçurum. Ekolojik sistemdeki çöküş geri dönülmez aşamalarda. Bu, kapitalizmin kendisi de dahil, insanlığın üzerine devrilecek bir duvardır. Kapitalimzdeki tekelleşmenin ulaştığı düzey, kollektif servetlerin gaspı, bütün bu ‘küresel oligarşi’ dediğimiz barbarlık, sınıflı toplumların tarihsel mirasını temsil ediyor. Bu barbarlık, geçen yüzyıl boyunca kazanılan sosyal hakları budarken, ‘kamu harcamalarını kısma’ adı altında (ki kamu harcamaları denilen şey sağlıktır, eğitimdir, süvansiyonlardır) toplumun üzerinde durduğu kolonları birer-ikişer çekiyor.”
Siyasal ırkçılık ya da örgütlendirilmiş yıkıcı enerji
Erdal Emre, dünya kapitalist sisteminin aynı zamanda, “salakça ve tarihsel olarak ahmakça” bir şey de yaptığını, şu değerlendirmelerle temellendirdi: “Marks’ın, ‘mezar kazıcılarını yaratıyor’ dediği şey! Kapitalizmin bugün vardığı düzey, düşmanlarının sayısını artırıyor. Bunu, işte bu yeni tipte sosyal hareketlerden anlıyoruz. Bütün toplumların (ırkçı ve ırkçı olmayan bütün dereceleriyle beraber) ‘sağ’ı, her zaman güçlüdür. Yani, sayıca çoğunluktadır. Çünkü ‘sağ’, gücünü geleneklerden, ‘tanrı’dan, paranın egemenliğinden, kemikleşmiş ve kireçleşmiş değerler manzumesinden alır. Klasik gericiliği üretmek kolaydır. Çünkü, iktidarlar bunu besler, yeniden üretir. Bunda şaşılacak bir şey yok, bu potansiyel olarak her toplumda görülür. Bugün örgütlendirilmiş ve seferber edilmiş ırkçılık ise, klasik Nazi dönemindeki ‘kan ırkçılığı’nı artık kendileri de gülünç buldukları için, ‘üstün ırk’ meselesini, ‘üstün kültür’ meselesine dönüştürdü. Irkçılığın merkezindeki kavram, ‘etno-merkezcilik’ diye bir kavram. Bu çok masum bir kavram değil ve aslında bir hepimiz bunun içindeyiz. Çünkü herkes kendi grubunun, inançlarının, değerlerinin, mutfak kültürünün, giyim ve kuşamının, müzik enstrümanlarının ‘en iyi’ olduğunu iddia eder. Ben buna, ‘duygu ırkçılığı’ da diyorum aynı zamanda.”
Siyasal ırkçılığın, örgütlendirilmiş yıkıcı bir enerjiye dönüştürülmüş bir ırkçılık olduğunu, günümüzde bunun bütün sinyallerinin çok net ve açık görüldüğünü belirten Erdal Emre, karamsar olunmaması gerektiğini şu sözlerle dile getirdi: “Özdemir İnce’nin güzel bir sözü var: ‘Entellektüel, karanlığı gören değil, karanlıkta görendir.’ Toz, duman, karanlık içinde istikametinizi görebilmektir önemli olan. Özellikle bu medeniyetler çatışmasından bu yana, siyasal ırkçılık giderek alan kazanıyor. Kapitalizmin hem sosyal hem de eko-sistem bünyesinde yarattığı devasa yıkım, toplumu çaresizliğe yıkarken, klasik ırkçı ve sağ örgütlenmeler alana giriyor. ‘Günah keçileri’, Avrupa’da göçmenlerdir. Ondan önce, Yahudiler idi. Medeniyetler çatışmasından sonra, İslamiyet’tir vs.”
Yeni tipte kitle hareketleri ve Sarı Yelekliler örneği
“Ölçüsüz yıkım, kitle hareketlerini de tetikliyor. Klasik kitle hareketleri, Engizisyon’a karşı mücadeleye, Fransız Devrimi’ne kadar gider. Makro otoriteleri, iktidarları hedef alan kitle hareketleridir”, diyen Emre, Sarı Yelekliler hareketini yakından izleyen biri olarak, öncelikle kitle hareketlerinin tarihi arka planına değindi kısaca: “Yeni tipte kitle hareketleri denilen şey, daha çok 1960’larda başladı. 1968 hareketinde, bu çeşitlendi. Yeni tipte denilen şey, artık öyle çok da iktidarı hedeflemeyen; kadın, gençlik, cinsellik, yerel kimlikler vb alanlarda hak talep eden ama kapitalizmin varlığını derinden hedeflemeyen bir tepki olarak ortaya çıkıyor. Modernitenin kazandığı alan içerisinde hak talebinde bulunuyor. Tabii ki 68 bir dönüm noktası ama 68 içerisinde dört tane ana akım taşıyor: İşçilerin, öğrenci gençliğin, kadınların ve LGBT bireylerin 68’i. Bunlarla birlikte, bir de komünist olma iddiasından vazgeçmeyen ama yeni tipte bir toplum örgütlenmesi talep edenler var. Ondan önceki her şeyi devlet iktidarıyla çözeceğini düşünen, ancak yenilgiye uğrayan sosyalist tecrübeleri, kalkışmaları süzgeçten geçirerek toplumu, üretimi ve paylaşımı yeniden örgütlememiz, daha özgürlükçü bir alan ve model yaratmamız gerektiğini söyleyenler. Daha çok Fransa’da yaşandı. Fransa, öteden beri etrafını etkileyen bir ülke olageldi. Güçlü bir jakoben damar var. Engizisyona karşı mücadelede, din dışı bir toplumsal atılım olan laikliğin yaratılmasından bu yana bu kavga sürüyor.”
Erdal Emre’nin Sarı Yelekliler’le ilgili somut değerlendirmesi ise şöyle oldu: “Tarihsel olarak ilerici, devrimci, komünal kalkışmaları anlamlı kılan, azınlıkların, önünü ve uzağı görenlerin itirazıdır. Çünkü yukarıdaki ve aşağıdaki otoritelere karşı mücadele etmek, bir aydınlanma birikimi gerektirir. ‘Yeni tipte kitle hareketleri’ denilen şey, Sarı Yelekliler düzeyinde yaşandı ve devam ediyor. İçinde, dört-beş tane fragman taşır bu hareket. Faşist hareketler de, Yahudi düşmanı hareketler de var içlerinde. Bir orta sınıf tepkisi olarak ortaya çıkıyor. Orta sınıfın korkarak ayağa kalkmasının rasyonel ve meşru nedenleri var. Özellikle son çeyrek yüzyılda otomasyondaki, üretimin robotlaştırılmasındaki gelişmeler, yapay hafızanın kullanımı, nano teknolojiye geçiş, insanların birçok alan ve sektörde üretim süreçlerinin dışına atıldığı, sayısız işlerin bilgisayar algoritmalarına devredildiği bir dönemde, insanlara cep harçlıklarını vererek, aşağılayarak evine gönderiyorlar. Bu da başka bir ahmaklık. Çünkü ondan sonra, örneğin iPhone, Samsungları kime satacağı mantıksızlığı ve açmazlarını üretiyor.”
Orta sınıfların, hâlâ üretimle bağları olduğu için, gidişatı daha iyi görüp çözümleyebildiklerini söyleyen Emre, bu durumu şöyle ayrıntılandırdı: “Orta sınıflar, geleceklerinden korkuyorlar ve bu gelecek endişesi onları sokağa taşıyor. Sonun ne olacağını aşağı yukarı görüyor, son bir çığlıkla ortaya çıkıyor. Kapitalizmin içinde hak talepleri; ücrete zam, iyileştirmeler, iş ve emeklilik güvencesi gibi taleplerle sınırlı kalıyor. Ama içlerinde, 70’lerde barış hareketleri, giderek çevre hareketleri, kadın hareketleri vs pek çok fragmanı var. Sarı Yelekliler hareketi bir buçuk yıla yaklaşıyor. Gördük ki iki uç giderek sistemi sorgulamaya yöneliyor. Başlangıçta ekonomik haklar ve daha fazla demokrasi isteği vardı, ‘temsili demokrasi yalan’ diyorlardı. Avurpa’da bu hareketler daha çok ‘yeni tipte kitle hareketi’ diye anlatılıyor ama Amerika’daki teorisyenler ‘kitle mobilizasyonu’, ‘kitle seferberliği’ şeklinde adlandırıyorlar. Onların itirazı, ‘çok yeni bir şey yok, bu hareketler eskiden de vardı’ şeklinde. Eskilere nazaran yeni hareketlerde bir ‘ufuk daralması’dan söz ederler.”
Muhalif dinamikler ne yapacak?
Michel Onfray’ın “Uygarlığın İflası” adlı kitabında dile getirdikerleriyle ilgi anımsatmalarda bulunarak devam etti Erdal Emre: “2000 yıllık bütün bir ‘beyaz uygarlık’, eski ve yeni sömürgeciliğin bütün biçimleri, her yıl üzerine tonlarca cilanın döküldüğü kapitalist demokrasi tamamen iflas etmiştir. İşi, olguların manipülasyonuyla götürüyorlar. Büyük kapışmalara girmeden, büyük yıkımlara sebep olmadan götüremiyorlar. Bu bakımdan, kapitalist uygarlık da serüveninin sonuna gelmiştir.”
Peki muhalif dinamikler ne yapacak ya da ne yapabilir? İşte, Emre’nin bu soruya cevabı: “Aydın uçları zorlamak durumundayız. Bugünleri, 1800’lü yıllara çok benzetenler oldu, ben de hem fikirim onlarla. Kapitalizmin kendini rakipsiz gördüğü, tek sistem, dünyaya döne döne zaferini ilan ettiği bir dönem. Düşünürlerin, aydın uçların sokağa inmesi için zorlayacağız. Çünkü aydın olmanın, olmazsa olmaz sorumlulukları var. Sarı Yelekliler hareketiyle ilgili aydın saflarında da bir bölünme oldu. ‘Siz’, dediler, ‘eğer sırtınızda ve kafanızda kitaplık, kütüphane taşıyan yük beygirleri değilseniz, sokağa inin!’ Çünkü aydın, aşırı ve aşkın bir bireydir. Aşırılıktan korkmamalıdır. Hele hele etik değerlerden söz ediliyorsa, bunu sen ulaştığın bilimsel bilgiyle ya da vicdani değerlerle itiraz etmiyorsan, sokağa inmiyorsan, senin sırtında ve kafanda kitap taşıman bir işe yaramıyor. Dostoyevsky’i, Tolstoy’u, Rousseau’yu, Çernişevski’yi ezbere bilmek ne işe yarıyor? Alman felsefesini, Fransız sosyalizmini bilmen ne işe yarıyor, sokağa inmediğin sürece?”
“Radikal” olmak gerektiğini, nedenini ise komüncü Babauf ve Marks’a kadar gerilere giderek açıklamaya çalıştı: “Marks, kafası giyotine vurulan Babauf’ten çok şey öğrendi. Bunlar, genel olarak komünal bir uygarlık projesiyle, kapitalizme en köklü eleştirileri yönelttiler ve o eleştiriler aşılabilmiş değil. Geçen yüzyılın yarattığı yenilgilerin psikolojisinden tam çıkamadığımız için, kendimize güvenimiz sarsılmış durumda. Ama bu rüzgâr tersine dönecek, dönmek zorunda, dönmeye de başladı zaten. Sanırım 2009 yılı olmalı, bugünün artık 60 ila 85 yaşları arasında bulunan, ‘ben komünistim’ diyen 15 düşünürün inisiyatifiyle Londra’da yapılan bir konferans yapılmıştı. İlkinde 180 kişilik bir salon tutuyorlar. Ama görüyorlar ki dört-beş ay geçtikten sonra katılımcıların sayısı 500’ü geçiyor. Sonraki toplantılar, 900 ve 1000 kişilik katılımlarla yapılıyor. İçlerinde Slavoj Žižek, Alain Badiou, Toni Negri gibi, komünist olduğunu söyleyen, yaşanmış deneyimlere mercek tutarak komünizmi bir idea olarak kitap haline getirdiler. ‘Bizi özgürleştirecek, toplumsal dinamikleri özgürleştirecek, kapitalizmin bütün bu keyfiliğine, çılgınlığına, klinik hale gelen bilançosuna karşı özgürlük arayışını ‘komünizm’ olarak adlandırbilir miyiz?’ diye sordular ve ‘evet’ dediler. Dünyanın her yanından gelen 1300 kişinin coşkulu katılımıyla yaptılar bunu.”
Erdal Emre, Türkiye’deki ve Avrupa’daki Türkiye kökenli muhalif dinamiklerin, yukarında sıraladığı gelişmeleri ve girişimleri çok da bilmediği, yakından takip etmediği için eleştirdi: “Ne var ki bizim muhalefet dinamikleri, bunu çok yakından takip etmiyor. Okuma azaldı, analitik kapasite gittikçe daraldı. Pek çok psiko ve sosyo kültürel nedenleri var, ama sonuçta kendi kendini engeller hale geldi. Ancak bu rüzgârın yavaş yavaş döndü, Yeni Dünya Düzeni denilen masal bir yanıyla çöktü. Ancak devrimlere çıkış otomatik bir şey değil. Yeni tipte dijital bir sömürgeci topluma doğru da evrilebiliriz. Kapitalizmin yarattığı yıkım, bir komünal uygarlık projesi için çok daha büyük fırsatlar da yaratıyor. Gerisi, bizim müdahalemize bağlı. Çok değerli çabalar da var, ama ne yazık ki bizim durumumuz bir dram. Kabuğumuzdan