Yeni Köprü, Eski Havaalanı ve Bir Tutum

eren-erdemYusuf Ozan (26-09-2016) Yakın zaman önce CHP’li Eren Erdem “kanlı yavuz Sultan Selam köprüsü Pir Sultan Abdal yapana kadar siyaseti bırakmayacağım” demişti Bu söz içinde Alevi katliamlarına dönük önemli bir öfkenin yattığını anlamak zor değil Eren Erdem’in bu çığlığı yerinde ve haklıdır. Bu çığlığı anlamak ve çığlığa dönüşen çıkışı desteklenmesi gerekir. Yazvuz Sultan Selim’in, alevi toplumunu kırımdan geçirdiği, sürgünlere gönderdiği, imha ettiği tarihin kayda geçirdiği gerçeklerdir.  Bu gerçekleri inkar edenlerdir ya tarih bilgisinden yoksundurlar yada bildikleri halde inkarı seçmeleri bilinçlice tercih etmektedirler. Kuyucu Murat Paşa keza öyledir. Kazdırdığı derin ve geniş kuyuların içine bizzat kuyuları kazdırdığı Alevileri canlı canlı istif ederek topraklarla kapatığı bilinir. Kuyucu isminin bu uygulamalarından geldiği de söylenir. Osmanlı tarih seyrinin derinden ve bütünlüklü öğrenilmesi aslında günümüze de ışık tutacaktır. Hem osmanlı döneminde hemde Cumhuriyet döneminde, sistemin yöneldiği katliamlara bakıldığında, hedefte Aleviler, Süryaniler, Keldaniler, Ermeniler, Lazlar, Rumlar vs olduğu artık kimsenin inkar edemeyeceği gerçeklerdir.  Keza, aynı zamanda sömürü ve baskı sistemine karşı eşitlikçi ve adeletli bir yaşam öneren, halka öncü olan veya önderlik edenlerin kanlı baskılarla hedefe alınmıştır. Yoksul köylü önderi Pir Sultan Abdal ve kendi döneminin önder komünarı Şeyh beddrettin bunlardan sadece ikisidir. Bunun yanısıra, Osmanlı yönetimleri, iktidar dalaşı uğruna birbirlerini ciddi derecelerde hırpaladıkları, komplolarla öldürdükleri yazılır çizilir. Halka karşı tam tekmil birleşirken, iktidar yarışında ise kanlı kapışmalara girişmişlerdir. Önemli sayıda şahın, padişahın iktidar için boğdurulduğu, komplolarla öldürüldükleri aşikârdır. En yakınlarını bile iktidar için katletmekten çekinmeyen padişahlar biliniyor. Bugünün egemenlerinin çok övünüp gurur duydukları Yavuz Sultan Selim’in iktidar uğruna kimleri; hangi akrabalarını, hangi metodlarla yok ettiği ortadadır.

Burada bir noktaya daha değinmek yerindedir. Osmanlı sonrası cumhuriyet döneminde, yukardı adı geçen kesimlere yönelik kanlı katliam ve soykırımlar aynı şekilde devam ettirilmiştir. Modernite, ilerleme, feodaliteyle mücadele adı altında; yani değişik saiklerle de olsa, ezilen inançlar ve kesimlerin yanısıra,  yapılan saldırılarla komünistlere de ağır bedeller ödetilmiştir. Mustafa Suphi ve yoldaşları ile Kürt katliamları ve Dersim soykırımı bilinen örneklerdir. Farklı tarihi kesitler ve şartlar olmasına karşın, yapılanlar öz olarak aynıdır. Dinci olanlar ile laik olanların, “1915 Ermeni soykırımı yoktur” demeleri bu tarihi devamlılığa işaret eder. Saydığımız bunca acı uygulamaların bugün Kürdistan’da Kürt milletine uygulandığını yaşayarak görüyoruz. Dolayısyla iki dönem arasında yapılanlar, gerekçeler ve şartlar ne olursa olsun, aynı yalanlar üzerinde kurulmuş olarak sürdürülmektedir.

Bir dünya şehri olarak bilinen istanbul’a Yavuz Sultan Selim köprüsü ismi öylesine tesadüfen verilmiş değildir. Keza, modernist, çağdaş ve laikçi geçinenlerin o aynı şehre yaptırdıkları havaalanına Sabiha Gökçen ismi vermeleri de tesadüf olmasa gerek. İkinci örnekte birincisi kadar önemlidir zira, diğer özellikleri bir yana, esas olarak Kızılbaş-Alevi kimlikli olan Dersim’i havadan bombalayan Sabiha Gökçen’in bizzat manevi kızı olduğu Mustafa Kemal tarafından görevlendirildiğini bilmeyen yoktur herhalde. Tabii gerçeği bildikleri halde inkar edenleri saymıyoruz.

Eren Erdem’in bu noktada eğreti duran bir tutumu var. Yavuz Sultan Selim köprüsüne duyduğu haklı tepkiyi neden Sabiha Gökçen havaalanına göstermediğinin bir nedeni yok mudur? Oysa biliyoruz ki nitelik bakımından her iki isimlendirme aynıdır. Farklı tarihi kesitlerde de gerçekleşmiş de olsa, her ikisinde de Alevi katliamları söz konusudur. O halde, siyaset yapmayı sürdürmek neden sadece köprüye verilen ismin değişmesi ile sınırlandırılıyor?  Eğer doğru ve kararlı bir tutum alınacaksa ve dahası tutarlı olmak gerekirse neden birisi torpilleniyor yâda es geçiliyor? Kaldı ki Eren Erdem, içinde yer aldığı parti CHP’nin, Dersim katliamında rol sahibi olduğunu bilmeyecek kadar bilgisiz olabilir mi? İçinde yer aldığı partinin bugün bile M. Kemal’i ve onun uygulamalarına nasıl baktığını bilmiyor mu? Yavuz Sultan Selim’in kanlı ve asla afedilmeyecek zulmüne doğru ve haklı tavır almak yerinde iken, Dersim halkına yaşatılan soykırımın doğrudan sorumlusu olan ve rol alan bir parti içinde yer almak ve olup biteni görmezden gelmek bir tutarsızlık değil de nedir diye sormazlar mı? Zulüm dünyasına karşı tutarlı, bütünlüklü ve aktif şekilde karşı çıkarak eylemler geliştirmek elbette herkesten beklenir. Özellikle de Erdem gibilerden. Eğip bükmeye gerek yoktur.  Tarih bütünlüklü kavranıp ele alındığında işte ancak o zaman geçmişten buyana yapılan ve bugün hala devam ettirilen kanlı saldırılara karşı doğru tutumlar alınabilir geliştirebilir ve resmi tarihle zehirlenmiş nesilleri doğru bilgilendirmiş oluruz.

Resmi tarihin bir bölümüne tutunarak, diğerine tekme atmaya çalışmak ile özgürlük kazanılamaz.  Hayat bunu deneylerle ıspatlamıştır. Yalanlar üzerine kurulmuş Osmanlı ve cumhuriyet tarihine doğru ve bütünlüklü tavır alanların nasıl afaroz edildiklerini, susturulmaya çalışıldıkları, olmuyorsa canlarından edildikleri aşikârdır. Hrant Dink’in kanı henüz kurumuş değil. En daha da önemlisi, resimi tarih denilen kuyruklu yalanları paçavraya çeviren önder İbrahim Kaypakkaya’nın Amed zindanlarında bedeni parçalanarak babasına teslim edilmesinin bir anlamı/mesajı olsa gerek. Neki, özgürlük dilenmez o ancak feth edilir. O halde, resmi olanı değil, gerçek tarih yada tarihte başımıza gelen ancak üstü hep örtülmüş, yok sayılmış ve inkardan gelinmiş hakikatleri anlamaya/kavramaya özel önem verelim. Zira, o kavranmadan özgürlük mücadelesi asla doğru bir temele oturtulamaz! Ve elbette ödenecek bedelleri göze alarak!