25 Kasım’a Yaklaşırken…

Hala daha milyonlarca kelebek özgürlüğe kanat çırpmak için kozasından çıkmayı bekliyor ve dün “haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” diyen Mirabel kardeşlerin çağrısını, bugün İranlı kadınların “Jin, Jiyan, Azadi” sloganları takip ediyor.

25 Kasım’a politik muhtevasını veren Mirabel kardeşlerin Trujillo faşizmi tarafından katledilmelerinin yıl dönümüne yaklaşıyoruz. Aynı katiller bugün de farklı coğrafyalarda kadınları katletmeye devam ediyor. Şili’de Daniela Carrasco’yu, İstanbul’da Dilek Doğan’ı, Süleymaniye’de Nagihan Akarsel’i, İran’da Mahsa Amini’yi katlederken, Soledad Iparraguirre örneğindeki gibi katledemediklerini ise 425 yıl hapis cezasına mahkûm ediyor. Kadınlara karşı bu genel baskı ve kıyımın nedeni; kadınlar, bunların çürümüş sistemlerine itaat etmedikleri; özgür bir yaşamı istedikleri, haklı olanı savundukları; emeklerine, kimliklerine, geleceklerine sahip çıktıkları için oluyor.

Kadınların zerrece bir faydasını görmedikleri, aksine onları yaşayan ölülere çevirmek isteyen, kölelik koşullarının her yeni gün revize edilerek piyasaya sürüldüğü, ucuz iş gücüne dönüştürülmüş, emeği çalınan, bedeni metalaştırılan, düşünme ve ifade etme süreçlerine, giyinme ve yaşam biçimlerine müdahale eden, dahası bir gün kürtaj hakkını, diğer gün nafaka hakkını, berisi gün çalışma hakkını kadınların ellerinden almaya çalışan bir sistem var. Özetle kadın, tüm kapitalist sistemin kendisine karşı homofobik, cinsiyetçi düşmanlığıyla karşı karşıyadır. Neticede bunlar erkek egemen sistemin şiddet envanterine dahil olan şeyler ve erkek egemen devleti düşündüğümüzde ona uygun pratikler, anlayışlar. Fakat şiddet denince tek başına erkek egemen devletin ve onun faşist ordusunun- polisinin şiddeti ile sınırlı kalmıyor. Kadınlara ve LGBTİ+’lara dayatılan şiddet bundan çok daha fazlası ve özel olarak erkek şiddeti de kadınların ve LGBTİ +’ların esas sorunlarından biri.

Şunu açıkça ifade edebiliriz ki 25 Kasım erkek devlet şiddetinin teşhir edildiği bir gün olmasının yanında, aslında geçmişte normal addedilen erkek şiddetini de politik bir gündem haline dönüştürmesini sağlayan önemli bir gün. Nihayetinde bir kazanım olarak da görülmesi gerek.

Niye mi? Özel alana politik anlamlar yüklediğinden, kadınlar için yakıcı ve yaygın bir sorunu mücadele edilmesi gerektiren politik bir meseleye dönüştürebilme siyasası yaratabildiğinden.

Biliyoruz ki bu ülke de erkekler infaz hesaplayarak kadınları öldürüyor. Kravat takıp iyi hal indirimi alıyor. Çocuk istismarcıları, tecavüzcüler ikinci mahkemede beraat edebiliyor.

Kadın düşmanı imamlar “sokaklar kasap dükkânı gibi” diyerek, kadınları giydiği kıyafetler üzerinden hedef gösteriyor. Tacizci komiserleri var mesele, sokak ortasında eylemci kadınlara cinsel tacizde bulunmaktan çekinmeyen, erkek egemen devletinden güç alan.

LGBTİ+ düşmanlığı var bir de. Faşist devlet erkinin dilinden düşürmediği, gün aşırı hedef gösterdiği. Homofobik bir toplum yaratmaya çalışırken, aile mefhumunun ardına sığınacak kadar ciddiyetten yoksun bir devlet gerçeği var.

Kadınların gülüşünden rahatsız olan, nefret mitingleri örgütleyen, kadın sanatçıları hedef gösterecek kadar saldırganlaşan. Gözaltında işkenceyi halkın seçtiği kadın vekilden tutalım da kadın devrimcilere varana kadar tüm ülkenin gözü önünde siyasal bir mesaja dönüştürebilecek kadar çaresizleşmiş bir devlettir karşımızdaki.

Bu devlet erkek egemen ve faşist bir devlet. Erkek şiddetini besleyen, onu her gün yeni baştan yaratmak için tüm imkanlarını seferber eden bir devlet. Erkek şiddetinin dini ifadeler ile süslendiği, yasalarla güvence altına alındığı bir devlet. Kadınları, onları katledecek erkeklerin evine zorla yollayan, çocuğun korumasını, onu istismar eden faile veren bir devlet. Yaşam hakkını tanımayan, yaşam hakkına düşman bir devlet.

Daha gür, daha örgütlü ve daha güçlü adımlar atarak 25 Kasım’ı karşılayalım!

Ama öte yandan bu coğrafya tüm dinamikleriyle direniş geleneğinin de köklü ve gelişkin olduğu bir siyasal coğrafya. Apolitize olmuş zamanlarda bile sözü söz olan, sözü eylem olan yığınca politik mücadeleye ev sahipliği yapmış bir coğrafya. Bu coğrafya ezilen cinsin de sınıfın da ulusun da inancın da politik olduğu, erkek egemen faşist devlete karşı hep bir mücadele dinamiği barındırmış, direniş ve birikim zemini güçlü bir coğrafya.

Buradan hareketle bugün daha güçlüysek, daha örgütlüysek, daha görünürsek, silahlı savaşımda daha çok yer alabiliyorsak, bütün bunlar bu can bedeli mücadelenin birikiminin yarattığı güven ve birikimden; direnişlerinin izini sürdüğümüz devrimci kadınların, mücadele arkadaşlarımızın, yoldaşlarımızın zorlu engebeleri aşmalarından, önümüzdeki yolu ellerinden geldikçe temizlemelerinden. Erkek egemenliğinin devlet, toplum ve birey şahsında gelişen tüm hallerine karşı mücadele etmeyi politik bir başlık haline getirdiklerinden. Susmamalarından, itiraz etmelerinden ve mevzilerin tümünü kendilerine mesken eylemelerinden.

Bu, ilham aldığımız, bir birikim. Sahip çıkmanın da geliştirmenin de bilincini taşımamız gereken bir birikimdir.

Devlet şiddetinin de erkek şiddetinin de hedefinde biz kadınlar ve LGBTİ+’lar varız. Sadece kendimiz içinde değil, şiddete maruz kalan tüm kadınlar ve LGBTİ+’lar için -onlar adına değil onlar için- eylem alanlarında olmalıyız.

Sokakta olursak, politik sorunlarımızı kamusal alanlarda haykırırsak, barikatları zorlar, erkek egemen faşist devletin uygulamalarını, yasalarını teşhir edersek, faşist sistemin plastikten barikatlarını yıkabilirsek, örgütlü duruşları çoğaltabilme imkânı yaratabiliriz. Asla yalnız yürümediğimizi, asla yalnız yürümeyeceğimizi gür bir sesle haykırma ve hatırlatma fırsatı bulabiliriz. Bizi kendi cennetlerine götürmek isteyenlere, erkek devlet şiddetine ve erkek şiddetine karşı tüm bilincimizi ve gücümüzü seferber edebiliriz.

Hala daha milyonlarca kelebek özgürlüğe kanat çırpmak için kozasından çıkmayı bekliyor ve dün “haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” diyen Mirabel kardeşlerin çağrısını, bugün İranlı kadınların “Jin, Jiyan, Azadi” sloganları takip ediyor.

Onlar için ve kendimiz için yaşamın ve direnişin olduğu her yerde daha gür, daha örgütlü ve daha güçlü adımlar atarak 25 Kasım’ı karşılayalım.

Bu yazı ilk olarak Halkın Günlüğü gazetesinde yayımlandı