Şiddet, tüm gerici devletlerin gerçek temel politikasıdır. Toplumsal emeğe zoralım yoluyla el koyan bir sınıf örgütlülüğünün, üreten sınıfları gönüllü olarak mevcut sisteme biat ettirecek başkaca herhangi bir barışçıl aracı olmadığı için şiddetten başka temel bir araçları yoktur. Tarihten günümüze yığınca külliyata ve deneyime sahip olan devlet şiddeti hep bir sürekliliğe de sahip olmuştur. Özellikle sistemlerine ve sınıfsal çıkarlarına yönelik her türden girişimi, politik hareketi, politik kesimleri ve azınlık grupları vb. hedef almıştır. Çok büyük katliamlara, soykırımlara varan şiddet biçimleri de fasit/gerici-burjuva devletlerin yönetsel tarzında süreklileşen politikalara dönüşmüştür.
Bu objektif durumu anlamak aslında şiddet meselesinin, sistem ile ezen sınıf, sistem ile ezen cins, sistem ile ezen ulusla ilişkisini kavramak açısından önemlidir. Bu gerçek anlamda anlaşıldığı oranda, en geniş anlamda burjuva-gerici egemen sistem-sınıf-cins-inanç/din üzerinden uygulanan şiddetine karşı gelindiği kadar, bu şiddete karşı, bu şiddeti ortadan kaldırmak hedefiyle başvurulan ezilen sınıfın savunma şiddeti de sahiplenilebilir. Eğer bu realite anlaşılamaz ise, egemen sistem-sınıf-ulus-cins ile şiddet arasındaki dolaysız ilişki görülemez ve anlaşılamaz, ezilenlerin haklı ve meşru mücadelesi ve bu haklılık ve meşruluktan beslenen devrimci şiddet sahiplenilemez.
Dolayısıyla, devrimci bir değişim isteyen ve talep eden her sosyal bireyin, bu isteğiyle tutarlılık içindeki en dolaysız tutumu, devrimci şiddeti sahiplenmek ve onun ihtiyaçlarına göre konumlanmakla açıklanabilir.
Son dönemde açığa çıkan devrimci şiddet aleyhtarı yaklaşımlar, aslında sınıflı toplum içinde kendine ilerici-demokrat rol ve misyonlar biçmiş kimi kesimlerin, egemen sınıfların şiddetine karşı gelişen devrimci şiddetle gerici şiddeti aynılaştırarak mücadelenin asli ihtiyacını nasıl boşa düşürmeye çalıştıklarını göstermektedir. Bu nedenle şiddet başlığını devrimci şiddet noktasında da açmak önemlidir. Çünkü sınıflı toplum koşullarında karşılıklı gelişen şiddetin hangi biçimiyle mücadele ederiz, hangi biçimini benimseriz sorusu hala daha gündemimizi işgal etmektedir.
Neredeyse her devrimci şiddet-eylem sonrası egemen sistemin sahipleri olan sınıflar ve onların temsilcileri dışında da devrimci şiddeti kınayan yaklaşımları görmek mümkün. Haklı haksız ayrımı yapılmaya fırsat verilmeden benzer saldırılara maruz kalan devrimci şiddet amaçsızlaştırılarak; halk düşmanları, katiller, işkenceciler sıradan sivil halk derekesine getirilerek devrimci şiddet terörize ediliyor, hümanizm kılığında hiçleştiriliyor ve barış salvoları altında bastırılıyor.
Devrimci şiddet, devlet şiddeti dahil diğer tüm şiddet biçimlerinden farklıdır. Eylemin uygulandığı kesimlerden eylemi yapanlara kadar; eylemi yapma biçimden, eylemdeki hedeflere kadar birbirinin zıttı şeylerdir. Amaçları farklıdır. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye-Kuzey Kürdistan devrimci hareketine ve mücadele geçmişine bakıldığında bile devrimci şiddetin hangi gereklerle ve ne biçimlerde yapıldığına dair yığınca örnek var. Fakat bu yalın ve yakın örnekler dahi görmezden gelinirken, birbirinin zıttı olan iki şiddet biçimi arasındaki nitelik fark o kadar çok flulaştırılmaya çalışılıyor ki, şiddetin kimden geldiği meselesi bile önemsizleşiyor.
Kabul edilsin ya da edilmesin bu durum faşist devletin, gerici burjuva sistemin toplumsal muhalefet grupları üzerindeki baskısını meşrulaştırıyor- arttırıyor ve doğrudan söylemin yarattığı etki toplum nazarında faşist devletin çürümüş temelinin pekiştirilmesine yarıyor.
YJA-STAR gerillarının Mersin’de polis merkezine yönelik yaptığı eylem aslında bu savrulma da yaşanan örnekleri gün yüzünü çıkarttı ve bir nevi turnusol görevi gördü.
Gerillalar kimyasallarla ölüme mahkum edilirken, adalet binalarının önünde anneler darp edilip yerlerde sürüklenirken, insanlar sokak ortasında veya evlerinin önünde devletin gerici-faşist paramiliter güçleri tarafından katledilirken, ülkemizde her gün on işçi iş kazası denilen önlenebilir cinayetlere kurban edilirken, kadınlar katledilirken, doğa talan edilirken, mültecilere ırkçı saldırılar yapılırken, her gün yeni hapishaneler inşa edilirken, ailelerine çocuklarının kemikleri torbalarda teslim edilirken ve tüm dört parça Kürdistan işgal edilirken, şiddetin her türlüsüne karşı olmak için mezhebimizin epey geniş, gözümüzün ise hepten kör olması gerekir.
Devrimci şiddetin gerekliliği, gereksizliği üzerinden bir tartışma açmak değil amacımız. Ki bu konuya dair devrimci basında birçok yazı çıktı. Tekrar etmekte gerekmez.
Dikkat çekmek istediğimiz nokta devrimci şiddet ile karşı devrimci şiddet birbirinin karşı iki şeyken ve aralarında kalınca bir duvar varken birbirinin aynısıymış gibi ele alınması sorunudur. Şiddete hepten karşı olmak, tarafsız olmak ya da fikir beyanında bulunmamak. Bunlar nötr ifadelendirmeler değildir. Aksine bu yaklaşımlar taraflı olma halinin sessiz ya da daha küçük tonlamalarla uygulanma halidir.
Ezilenin meşru şiddetine karşı söylenen ‘hepten karşıyız’ ifadesi ise, taraf olmanın en aleni, en görünür halidir. Ezenin şiddetini güçlendiren, onun zorunu meşrulaştıran bir yaklaşımdır. Öyle görünmek istese bile, tarafsızlık durumu söz konusu değildir. Kendisi taraftır, ifade edildiği an, yer, durum vb. taraftır.
Kendi askerinin cenazesine benzin döküp yakacak kadar gözü kararmış, kendi kayıplarını saklamak için çatışma bölgelerini bombalayan, askerinin üzerine tonlarca ağırlıklarda kazan bombaları atan faşist devlete arka çıkmak elbette olağan karşılanabilecek bir durum değildir.
Devrimci eylem için sayfalarca yazı yazıp, açıklamalar yaparak karalamalar da bulunanların, video kayıtları ile belgelenmiş görüntülerde kendi cenazesine dahi şiddet uygulayanlara tek söz söylememesi ise muhalif siyasetin bir trajedisidir.
Buradan şöyle bağlamak olanaklı. Düzeni barış içinde el değiştirme işi olarak görenler, her somut durumu seçimler olgusuna meze edenlere cevabımız Sara ve Ruken yoldaşların eylemidir. Bu eylem eğilip bükülemeyecek kadar haklıdır, sahiplenmek, benimsemek ise meşrudur. Olması gerekendir.
Yine de tekrarlayalım, netice de bu tarih zalimlerin değil direnenlerin; tiranların değil, mücadele edenlerin; evvela devrimci zoru sonuna kadar sahiplenip, uygulayanların tarihidir.