Mülteciler Değil, Onları Ülkelerinden Çıkmaya Zorlayan Emperyalist Devletler Ve Faşist İșbirlikçi Ușak Güçleri Suçludur!

ADHK (06-03-2020) Türk Devleti geçtiğimiz günlerde, batılı emperyalist ülkelere  şantaj yapmak amaçlı, sınırlarını serbest bırakarak, yüz binin üzerinde bir göçmen kitlesinin Yunanistan sınırında toplanıp, karşı tarafa geçmek için kitlesel bir mülteci akınının tetiklenmesine neden oldu. Daha açıkçası bunu bilinçli politik bir şantaj hamlesi olarak gerçekleştirdi. Bir iddiaya göre yüz bine yakın mülteci Batı Avrupa ülkelerine geçmek için, gelip sınıra dayandı. Yunan devleti bu mülteci akınını, polis köpekleri, gaz ve ses bombalarıyla karşıladı. Yaşanan bu gelişmeleri hergün canlı yayınlarda izlerken, ülkeleri yağmalanmış, evlerinden, topraklarından kopartılmış, başka bir ülkede mülteci durumuna düşürülmüş insanların, kapitalist devletlerin bezirgan pazarlık ve karşılıklı dalaşında nasıl bir “malzeme” olarak kullanıldığını, kadın, yaşlı, çocuk demeden yaşanan trajediye karşı nasıl kör ve sağır kalındığını, bir kere daha görmüş olduk. Görmeyede devam ediyoruz.

Ne Suriye’ye savaş açan emperyalist devletler, ne onların şımarık çocuğu Saraylı Türk devleti, ne de herhangi başka bir politik güç, ortaya çıkan mültecilik dalgası ve beraberinde  yaşanan toplumsal travmaya karşı, insan hakları ve mültecilik statüsü, bunun gereklerinin yerine getirilmesi üzerinden bakmadılar soruna. Tek baktıkları yer, aç gözlü sınıf çıkarları, aralarında ki dalaşta, rakiplerine karşı bir koz olarak nasıl kullanıp kullanılmayacağı meselesiydi.

Açıkca şöyle seslendi Saraylı Türk Devleti;  “İdlip’te ki işgal saldırıma göz yummaz, dahası desteklemek bir yana, üstelik güçlerimin darbelenmesine de ses çıkartmazsanız, sınırları açar mültecilik dalgasını başınıza bela eder, bunu bir kriminal sorun haline getiririm”.

Bilindiği gibi,Suriye’de gerici iç savaşın başlamasından bu yana milyonlarca insan göç etmek zorunda kaldı. İlk geldikleri ülke de Türkiye’ydi. Faşist AKP iktidarı ve onun kumandasında kı Türk devleti mültecileri “büyük bir sevgi ve dostluk” ile kabul ettikleri yalanını sürekli kullandı. En son Efrîn ile Serêkaniyê ve Til Ebyad’daki işgallerinin gerekçesini, “Suriyeli mültecileri güvenli hale gelen evlerine, topraklarına yerleştirmek” yalanıyla açıklamıştı. Kirli politik amaçlarına malzeme yaptığı mültecilere dönük düşmanca politikasında çıtayı ne kadar yükselttiğini, son birkaç gündür daha net görüyoruz. 28 Şubat’tan bu yana Yunanistan sınırında insanlığın utanç manzaraları yaşanıyor. “Sınır kapıları açıldı” denilerek otobüslerle Edirne’de sınır hattına taşınan binlerce mülteci, açlık, soğuk ve yağmura karşı yaşam mücadelesi veriyor. Basına yansıyan bilgilere göre, 5 mülteci yaşamını yitirdi. Birini Yunan polisi vurarak katletti, 4’ü de Meriç’te devrilen botta boğuldular. İnsanlar adeta iki ateş arasına atıldı. 8 yıldır yaşadıkları her türlü aşağılanma, sömürü, hakaret, linç girişimi yetmemiş gibi, şimdi de AKP ile AB’nin kirli pazarlıklara dayalı anlaşmalarının faturasını ödüyorlar. Emperyalist AB ve üye devletler, bugüne kadar Erdoğan hükümetine “mültecilere yardım” adı altında mali destek sunarak onun işgal ve savaş politikalarına ortak oldular. Şimdi de sınırlarını kapatıyorlar. Kendi yarattıkları sonuçlarla karşılaşmamak için, alçakça polisiye önlemlerle, sorunu kendi dışında tutmaya çalışıyorlar. Ne var ki, olan soğukla, polis gazı bombasıyla, yurtsuz ve evsiz insanlara oluyor.

Çok açık söylemeliyiz; Suriye’deki savaşın, İdlib’deki Türk askerlerinin öldürülmesinin sorumlusu Suriyeli mülteciler değildir. Onlara sorumlusu olmadıkları bir savaşın faturasının kesilmesine asla izin vermeyelim. Vermemeliyiz. İdlib savaşı, Erdoğan’ın faşist rejimini, burjuva devletini kurtarma savaşıdır. Suriye’de iç savaş başladığında iki amacı gerçekleştirmek istiyordu. Birincisi; “Emevi Camii’nde cuma namazı kılmak” olarak tanımladığı, Esad rejimini devirmekti. İkincisi de, Rojava devrimini boğmak ve Kürt halkının statüsünü yok etmek. Dokuz yılın sonunda görüldü ki; istediği iki amaca da ulaşamadı. Şimdi, faşist İslamcı çetelerinin elinde tek kalesi kaldı: İdlib. Bu kale, aynı zamanda Erdoğan’ın da kalesi. Kale düşerse, Erdoğan da kaybedecek. Bu nedenle de kaybetmemek için işgale, savaşa karşı söz söyleyen herkese her türlü düşmanlığı yapıyor.

Bu durumda savaş ve işgal karşıtı mücadele, aynı zamanda faşist şeflik, saray diktatörlüğü ve onun resmi  rejimine karşı da bir mücadeledir. İşgal karşıtı mücadeleyi, doğru ilkeler üzerinden yürütmek, faşizme karşı mücadeleyi de güçlendirecektir. Bu temelde mültecilerle dayanışmak, onların mağduriyetine yol açan işgal ve savaş çığırtkanlığını teşhir etmek, günün önümüze koyduğu bir görevdir. ADHK olarak, bu görevin bilincinde olduğumuzu biliyor, işgal ve savaş mağduru mültecilerle dayanışmak ve faşist Türk devletinin işgalci politika ve gerici savaş  hamlelerini boşa çıkartmak için, duyarlı her kurum ve bireyi birleşik mücadelemize omuz vermeye çağırıyoruz.

– Kahrolsun Faşist İşgalci Türk Devleti Ve Onun Gerici Savaş Politikaları!

-Mülteciler Değil, Onları Ülkelerinden Çıkmaya Zorlayan Emperyalist Devletler Ve Faşist İșbirlikçi Ușak Güçleri Suçludur!

-Güne Boyun Eğme. Başka Bir Dünya Mümkün!

ADHK (Avrupa Demokratik Haklar Konfederasyonu)