Yabancılaşma ve emeğin özgürleşmesi üzerine:

“….Gerçek emek, zenginler için harikalar yaratır, ama işçiler için yoksunluk üretir. Emek zenginler için saraylar, ama fakirler için mezbeleler üretir. Emek zenginler için güzellik, ama fakirler için kararıp solma üretir. Emek emeğin yerine makineleri geçirir,ama böylece işçilerin bir bölümü barbarlık tarzı emeğe geri döndürür, öteki bir bölümünü de  makine durumuna getirir. Zenginler için zeka ama işçiler için budalalık, aptalık üretir.’’

Yabancılaşma kavramının içeriğinin geniş kapsamlı ve çok yönlü olmasından kaynaklı, bu kısa yazımızda emeğinden yabancılaşmanın tüm yönleri üzerinde durma imkanımız olmayacak. ”Yabancılaşma” boyutu çok yönlü, geniş kapsamlıdır. Özelikle içinden geçtiğimiz süreçte her nesnenin kar amaçlı olduğu bir coğrafyada yabancılaşma ve emeğin özgürleşmesi üzerine daha fazla durulması gerektiği kanısındayız.

Bu yazımızla bizler kısa yönleriyle yabancılaşmanın bazı yönlerini açmaya çalışacağız. Zira gün geçtikçe yabancılaşmanın boyutu gelişmekte, toplumdaki üretici güçlerin kendi aralarındaki sosyal ilişki kar amaclı olmakta ve doğanın esas sahipleri olanlar  arasındaki sosyal politik bağ azalmaktadır.

Bu sebepden dolayı bizler bu kısa yazımızla yabancılaşmanın bazı sorunlarına dikkat çekmek istiyoruz.

“Yabancılaşma”  bugüne özgü değildir. Toplumun sınıflara bölünmesi, değişik iş bölümünün ortaya çıkması, toplum dinamiğini oluşturan tarih yaratıcıları arasında da “yabancılaşma”  başladı. Yani emeğin gasp edilme olgusunun toplum sahnesine ilk olarak çıkmasıyla yabancılaşmanın temeli de oluştu.

“Yabancılaşma”nın ekonomik temeli emeğin gasp edilişi olmasına rağmen bu süreçden kısa bir dönem öncesi kadın cinsin erkekler tarafından ötekileştirme çabasını unutmamak gerekiyor, çünkü özel mülkiyet ortaya çıkmadan kısa bir dönem önce de kadınlar üzerinde cins baskısı vardı. Kadın cinsi ötekileştirilmişti, yani kadın cinsinin ötekileştirilmesi sınıfların ortaya çıkmasından daha önce başlamıştı. Erkek ve kadın arasında görev bölümü kadın cinsi ile erkek cinsi arasındaki yabancılaşmanın temelini oluşturdu, zira kadının sömürülmesi bu görev bölümü üzerinde yükseldi.

Toplum ve doğadaki  yasaları  araştıran filozoflar  bu soruna eğilerek yabancılaşmanın siyasal, piskolojik ve ekomomik kaynağını araştırmış, ancak ayrı farklı sonuçlara varmışlardır.  Değişik sonuçlara varsalar da bunların tümünü iki kampta  toparlamak mümkündür.

Birinci kampta yer alan Hegelciler, daha sonra Durkheim, Simmellerdir. Hegel okulunda okuyan filozoflar yabancılaşmayı şu şekilde tarif etmekteydiler:

Doğa  başta olmak üzere çevre kültürü ruhun sonucu olduğunu anlamadıkları için insanalar  yabancılaşmışlardır. İnsanlar ruhun her şeyi yarattığını anladıkdan sonra yabancılaşmadığını belirtmekte, yabancılaşma olgusunu  metafizik  cephede değerlendirmekteler. Tinin, her şeyin üzerinde olduğu başlıca esas veri olduğunu savunmaktalar. Yabancılaşmanın da bu veri üzerinde geliştiğini belirtmekteler.

Hegelin okulunda okuyan ve onun ilk planda görüşlerini savunan  Ludwig Feuerbach yabancılaşma konusunda Hegelden uzaklaşmışsa da köklü kopuş sağlamamıştır, Feuerbach yabancılaşmanın din ile ilişkisini  ele alarak, insanlar ne kadar tanrıdan uzaklaşırsa o kadar yabancılaşmadan uzaklaşır veya insan tanrı için ne kadar çalışırsa kendisi için o kadar az çalışır demekteydi. Hakikata varmaya çalışan Feuerbach sorunun ekonomik temelini görmekten uzaktı. Yabancılaşmanın maddi temelini göremedi, dinin yabancılaşmanın üzerindeki etkisini ancak görebildi, ki o dönemin koşullarında kiliseler tarafından  sevilmiyen birisi olarak tarihe de geçti.

Feuerbach, Hegel ve Marx arasında bir köprüydü, Feuerbach siyasal çıkmazı onun kendi yaşantısında ekonomik olarak yaşadığı zor koşullarda belkide aramak gerekiyordu. Öldüğünde, ölüsünün örümcüklerle kaplı evde olması kötü koşullar içinde yaşamasının sonucuydu.

İkinci kutupta yer alan metaryalistlerdi. Karl Marx emeğin yabancılaşmasının  teorik temelini oluşturduğu, emeğin de  yabancılaşmayı din eksenli sorundan uzaklaştırıp, ekonomik temelin özünü ortaya çıkararak, Yabancılaşmayı kapitalist ekonominin emeği gasp edilişine indirgiyerek, Hegelin teorisini bu konuda da ayaklar üzerine oturttu.

Karl Marks‘a göre yabancılaşma, insanın kendi emeğinin gasp edilmesiyle ortaya çıkmış, insanın kendi emeğine yabancılaşması  ilk bu dönemde başlamıştır. Yabancılaşma, emeğin üretim süreci içinde başkaları tarafinda gasp edilmesi maddi temeli üzerinde yükseldiğini belirtmiştir. Emeğin başkaları tarafından gasp edilmesi, emekçinin mal içinde nesnelleştirdiği emeği karşısındada yabancı duruma gelir. Yani emeğinde yabancılaşır, uzaklaşır. Bu sorunu yazımızın ileriki bölümlerde açıklamaya çalışacağız.

İlkel toplumun Köleci topluma dönüşmesi ile insanlık tarihinde yeni bir dönem başladı, Köleci toplumda köleler kendileri için nesnel güç olma özeliğine sahip değildi, bir başkası için yaşamaktaydılar. Keza feodal toplumda da toprak ranta dayanan feodal sömürü üretim faliyeti içinde çalışanlar kendi emeğine de  yabancılaşmıştı. Siyasi bağlılık ilişkisi sonucu köylülük, sosyal yaşantısında kendisi için değil toprak beyi için yaşantısını sürdürmekteydi. Fiziksel, ruhsal, sosyal ve iktisadi olarak toprak ağası ile bağlılığı sürdürürken, o kadar da kendisinden kopuyordu.

Bu dönem yabancılaşmanın en acı boyutunu kadın cinsi yaşamaktaydı. Onlar geleceğe dahil ve kendi vücudu üzerinde her hangi bir hakka sahip degildiler. Kendi gelecegini belirlemede söz hakkı yoktu. Kendi vucudunu yönlendirmede kendi bilinci ve aklıyla yol alamıyordular, bir başkası onu yönledirmekteydi, her davranış ve eylem biçimi kendisine tersdi, yani kendisi için değil başkası için yaşıyordu, kendisi nesnel olarak kendisine  yabancılaşmıştı. Bu dönemde yabancılaşmanın siyasal ve psikolojik tahribatı kadınlar üzerinde çok ağırdı.

Kapitalist üretim biçimi doğal ekonomiyi yıkarak, toplumsallaşmış üretimi yarattı. Üretim, merkezileşerek bölgeler arasındaki sınır çizgilerini yıktı, büyük üretim dallarında işçi sınıfını yan yana getirdi, işçiler arasında sosyal ilişkiler sağlandı. Böylece işçi sınıfının örgütlü mücadelesinin maddi temeli de yaratıldı,kapitalistler kendi mezarlarını kendilleri de kazdı.

Küreselleşme veya globalizm olarak belirtilen emperyalist sistem, üretim ve tüketim olmak üzere toplumsal üretimin değişik dallarını oluşturdu. Her üretim dalı içinde üretici kesimini bölerek değişik iş alanına dağıttılar. Çünkü aynı iş alanında toplu çalışan işçiler arasındaki sosyal ilişkilerin işçilerin örgütlemesinde önemli fakför olmasından dolayı küçük üretim birimlerine bölerek aynı iş kolunda çalışanları biri birinde yabancılaştırma politikası gütdüler. Böylece üretici güçler arasındaki dayanışma ruhunu yok etmek istediler. Dolayısıyla aynı iş yerinde emekçiler  arasında kalın çitler koyarak sosyal ilişkileride biri birinden yabancılaştırma politikasını uyguladılar.

Emperyalist ve kapitalist sistemde üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin olmasından dolayı, üretim dağılımı da eşitsizce olmaktadır.Üretim araçlarının azınlığın elinde olması daha fazla üretici güçlerin emeği sömürülürken daha fazla üretim üretilmektedir. Fazla malın üretilmesi üreticinin mal içinde emeğinin nesnelleşmesi ve ürettiği mal karşısında emekçinin değersizleşmesidir. Daha fazla emekçinin kendi emeğinden yabancılaşmasıdır.Burada şu denklem ortaya çıkmaktadır.

“ işçi ne kadar çok zenginlik üretirse, üretim güç ve büyüklük bakımında ne kadar artarsa, o kadar yoksullaşır. Ne kadar çok meta üretirse, o kadar ucuz bir meta olur. İnsanların dünyasının değersizleşmesi, şeyler dünyasının değerinin artmasıyla doğru orantılıdır. Emek sadece meta üretmekle kalmaz,aynı zamanda,genel olarak meta ürettiği nispette kendini, ve işçiyi de meta olarak üretir.’’

Fazla üretim, işçi sınıfının daha fazla sokaklarda açık veya gizli işsizler ordusuna katılmasına yol açar. Kapitalist sistem, işçinin emeğini  onu yaratan emekçinin karşısına çıkarır, ürettiği malı emekçiden uzaklaştırır. Üretici ürettiği mal karşısında ondan yabancı bir nesne gibi ancak onu uzakta yakında görür, ne kadar sevimli ne kadar güzel veya tatlı bir şey olduğunu söyler, ancak ürettiği mala sahip olamaz, üretici ürettiği malı kullanamaz, kendi geçimleri gereği olsa bile onu elde edemez, kendi soyut ve somut, fiziki ve bedensel emeğiyle ürettiği mal başka bir sınıfın denetimi altına girmiş ve emekçi kendi emeği sonucu ürettiği malla yabancı olmuştur.Üretim içinde çalışan işçi harcadığı kendi emeğinine sahip değildir. Emeğine sahip olamıyan emekçi de özgür olamaz, özgürlüğün emeğin özgürleşmesinden geçtiğini biliyoruz. ( Burada bir paragraf açmak istiyoruz, bu gün Türkiye, K .Kürdistanda bu sistem yıkılmadan sistem içinde kalarak özgülleşme teorisini savunan örgüt ve partiler vardır. Bunun mümkün olmayacağını tarihsel tecrübeler ve bunca acı deneyler bize göstermiştir, zira emeğin özgürleşmediği, işçi ve köylü sınıfı başta olmak üzere ezilen halkın kendi emeğinden yabancı olduğu bir sistemde özgürlüğü savunma veya bu fikirleri yaymak emekçilerin özgürleşmesi önünde engeldir.)

Çünkü emek, mal içinde nesneleşmiş fiziki ve bedensel nesnedir.Fiziki ve bedensel faaliyetle herhangi bir nesne içinde var olur. O nesnenin var olması emeğin iki kısmın içinde olmasını zorunlu kılar, aksi biçimde nesne yani mal üretilemez. Emeğin ürünü olan nesnenin emekçi sınıfından yabancılaşması ‘’’Emeğin üretiği nesne, yani emeğin ürünü, emeğin karşısına yabancı bir şey olarak, üreticiden bağımsız bir güc olarak çıkar’’

Emperyalist kapitalist sistemde emeğin ürettigi nesnenin kendi emeğinin karşısına yabancı nesne olarak çıkması, üreticinin dokunmaz biçime bürünmesi en yüksek bir seviyeye ulaşmıştır. Bu sorunun anlaşılması açısından iki örnek vermek istiyoruz. Araba üreten Opel fabrikasında çalışan işçilerin ve teknisyenlerin somut ve soyut emeği sonucu Opel arabaları üretilmekte. Tüm zorluklar altında çalışan emekçiler değişik iş bölümü sonucu üretimde arabalar üretmektedir, fabrikada çıkan, arabalar üreten, ancak  üreten, arabanın yanına yaklaşarak nasırlı eliyle dokunmakta, arabanın üzerinde yazılı olan fiatdan dolayı satın alamamaktadır.

Veya ekmek fabrıkasında çalışan emekçi tüm emeğini harcayarak ekmek üretmektedir. Ancak ürettiği nesneyi yanı ekmeği kendi evine götürememekte her gün binlerce kişi açlıktan ölmektedir, yani kendi ürettiği nesne emekçiden yabancılaşmıştır, üretici ürettiği mala sahip olamamakta mal onun karşısına yabancı bir meta olarak çıkmaktadır. Bu, yabancılaşmanın ekonomik ve sosyal temelini oluşturmaktadır.

Karl Marks buna iki sivri ucu gibi iki degişik yönde açı meydana getirir demektedir ve şunları belirtmektedir.

‘’’…..Gerçek emek,zenginler için harikalar yaratır, ama işçiler için yoksunluk üretir. Emek zenginler için saraylar, ama fakirler için mezbeleler üretir.Emek zenginler için güzellik, ama fakirler için kararıp solma üretir.Emek emeğin yerine makineleri geçirir,ama böylece işçilerin bir bölümü barbarlık tarzı emeğe geri döndürür, öteki bir bölümünüde  makine durumuna getirir. Emek zenginler için zeka ama işçiler için budalalık, aptallık üretir.’’

Marksın üstte belirtiği “Emek zenginler için zeka ama işçiler için budalalık, aptalık üretir”, belirlemesini kısaca açmak istiyoruz.

Yabancılaşma olgusunu tartışanların üzerine vardıkları sonuç dünya gezegeni üzerinde yaşayan insanların büyük bölümü ( Hatta% 90 olduğunu söyleyenlerde var)  kendilerine  yabancılaşmış bunun sebebi ise kapitalist ve emperyalist sistemin siyasal, kültürel, idolojik, ekonomik dayattığı yaşantı sonucu olduğunu belirtmekteler. İnsanların kendisi, dünyada yaşayan değişik türsel varlıklardan ve doğadan yabancılaşması emperyalist  sisteminde kaynaklanmaktadır. Burjuvazi daha fazla azami kär için işçileri kendi varlık koşullarında uzaklaştırmış, emekçi halkların kendi haklarına sahıp çıkma bilincini bulanıklaştırmış, onları modern köle olmaya zorlamıştır. Sistemin kırıntlarıyla bizleri oyalama sistemin parçası haline getirmekteler. Özgürlük, demokrasi söylemleriyle karnımızı doyuracak dualarla köle durumuna getirme çabaları tüm yönleriyle sürmektedir. Karl Marks´in belirttiği ‘’Moden dünyada her birey, aynı zamanda hem köle hemde topluluk üyesidir. Ama burjuva toplumun köleliği,görünüşte en büyük özgürlüktür, çünkü bu, kendi yaşamının, örneğin mülkiyet, sanaii, din,v.b gibi kendi yabancılaşmış öğelerin –genel ya da insan bağlarından kurtulmuş-dizginsiz hareketini kendi öz özgürlüğü olarak gören bireyin görünüşte bireysel bağımsızlığıdır. Oysa gerçekte bu, onun kölelığinin ve insan dışılığının tamamlanmasıdır. Hukuk burada ayrıcalığın yerini almıştır.’’

Burjuvazinin bize dayattığı, iş ve ev hayatı arasında ömürlerimizi geçirme, bizi biliçli üretken yaşamdan uzak tutma istemleridir. Üretken yaşam içine girmeyen kişi burjuvazinin sınırları ve imkanları içinde güzel yaşama, güzel geçinme koşulları ve şartları aramaktadır. Burjuvazide bunu istemektedir. Yanı yaşamı değiştirme faaliyetinden uzak olmayı  bizlere dayatmaktadır. Bu sebepten dolayıdır ki, devrimci hareket içinde bir dönem aktif olan veya hareketin önderliğini yapan dost ve arkadaşlar tarihin belirli bir döneminde bilinçli üretken yaşamı terk ederek, evlerine çekilmekte veya yoz gerici yaşam içine girebilmektedir. Bir dönem fikirlere denk düşen düşüncelerde küçük burjuva heyacanı onların gericiliğe karşı duruşdaki uzun sürmeme sonucunu doğurdu. Burjuvazinin istediği olmustur aslinda.

Biraz daha açarsak, Bizim istediğimiz yalnızca yaşamak değildir, yaşamak canlı olan herkesin yaptığı faliyetdir, aslında, bizim yaşam faaliyetimiz  kendimizi koruma, yaşatma, besleme faliyeti olamaz ve olmamalıdır. Doğada hayvanların da yaşam faaliyeti içinde oldukları biliniyor, ancak üretken yaşam faaliyeti içinde olmadıklarıni biliyoruz. Onlarda beslenme, korunma, gelecek nesilini büyütme ve besleme faaliyeti sürdürmektedirler, kanguraların belirli bir süre bebeklerini kendi koynunda taşımaları, kartalların kendisini yenileyerek ömrünü ikiye katlaması, karıncaların ve arıların yaşam faaliyetinin nasıl olduğu biliyoruz ancak  ‘’ hayvan kendi yaşam faalıyeti ile doğrudan doğruya özdeştir. Hayvan kendisini yaşam faaliyetinden ayrı görmez. Hayvan kendisi yaşam faaliyetidir,  İnsan ise kendi yaşam faaliyetini, kendi irade ve bilincinin nesnesi durumuna getirir. İnsanın bilincili yaşam fáaliyeti vardır….’’

Bilinçli yaşam faaliyeti içinde olanlar, hakim sınıflar için tehlikeli olduğundan dolayı gözaltında, işkencehanelerde öldürülmekte, onlarca yıl zindanlara  atılmakta, onların bilinçli faaliyetiyle yabancılaşmayı ters çeviren teorik ve pratik faaliyetleri engellenmektedir.

Çünkü biliçli yaşam içinde olanlar yalnız kendisinin özgürlüklerini, yaşam biçimini düşünmezler, onlar, dünyanın değişik kıtalarında haksızlığa karşı mucadele etmeyi kendi mesleği olarak görmektedir. Halkın acıları onların acısı, halkın sevinçleri  onların sevincidir.

Yanı Che´ nin;

‘’Dünyanın neresinde olursa olsun, haksız yere birisinin suratına atılan tokatı, kendi suratında hisetmeyen kişinin insanlığından süphe ederim.’’ belirtmesi gibi.

Burada belirtilen bilinçli yaşamdır. Ezilen yoksul kesimin baskı ve sömürü altında yaşadığı süreci, bu sömürü ve baskı katlıamını biz kendi benliğimizde hissetmeliyiz.

Beni ilgilendirmez, benden  uzak olsun gibi gerici anlayışlar terk edilmelidir. Bu kapitalist ve emperyalist kültürün emekçilere aşıladığı kültürdür. Marks´ın “Emek zenginler için zeka ama işçiler için budalalık, aptallık üretir “dediği de budur. Yanı kapitalist sistemin, emekçileri kendi sınıf dayanaklarından uzaklaştırarak, sistemin parçası haline getirme çabası sonucudur. Sistemin getirdiği budalılık boyun eğme kültürüne karşı çıkan, on binlerce onurlu insan Türkiye zindanlarında mahkum edilmiş, onların teorik ve siyasal düşüncesine zincir vurulmak isteniyor. Çünkü doğru siyasi düşüncelerle donanan kişiler  toplumun dönüşmesinin belirli süreçlerinde objektif rol oynamaktadırlar. Sürecin ilerlemesi veya gerilemesinde belirleyici olurlar. Dolayısıyla,Toplumların değişmesinde subjektif öğe olan bilincli faaliyet yanlızca subjektif öğe olmakla kalmamakta keza objektif öğedirde. Toplumların değişmesinde biliçli faaliyet toplumdaki değişimin dinamigi teşkil etmektedir.

Özel mülkiyeti elinde bulunduran kapitalist ve emperyalist tekeller, doğa üzerinde de özel mülkiyet kurmuş, doğaya karşı yabancılaşma sağlanmıştır.

Doğa insanların yaşamları ve geçim araçları olarak imkan sağlamaktadır.Barınma geçinme olanakları insanlara sunar. Güneş, su, ağaç doğanın sunduğu yiyecek olmak üzere canlıların kendi türlerini devam ettirmek için imkanlar sağlar. Bu imkanlar olmadan insanların yaşayamayacağı gibi canlılar da yaşamaz. Kapitalistler doğanın insanlara sunduğu nimetleri tekelleştirerek özel mülkiyet denetimi altına almıştır,kapitalist tekeller dünyanın sonuyla oynamaktalar. 200 yıl önce doğanın insanlara sunduğu yaşam araçları paralı olacağı söylenseydi, o dönemin koşullarına göre deli olmak yeterliydi. Ancak bugün canlıların en temel yaşam aracı olan havanın seneler sonra paralı olamayacağını söylememek için deli olmak gerekiyor. Çünkü kapitalistler doğa üzerinde her şeyi metaya dönüştürmüş, doğayı kendi tekelleri altına tutarak azamı kär sağlamakta bu sebepden dolayı insan sağlığını düşünmeden dünyamızı çöp kutusu haline getirmişlerdir. Ayrıca doğanın bize sunduğu her şeyi havanın dışında metaya dönüştürmüşlerdir su,ağaç… v.s. Hatta hava kirliliği bazı ülkelerde öylesine hat safhaya ulaşmış ki, kirli havadan dolayı maskeyle gezen insanları görüyoruz. Bu kirliliği yapan kapitalist tekellerin ürettiği üretim sonucu insan sağlılığını ve doğanını kirliliğini gözetmemektedirler.

Toplumsal mülkiyete ait olan araçlar kirlenmis insan oğlu kendi araclarına sahip çıkma kendi denetimine almamasından dolayı doğanın kirlenmesi devam etmektedir. Dağlar, ormanlar, sular, denizler parsellenmiş, emperyalist devletlerin denetimi altına girmiş,kısacası doğa emekçilerden yabancılaşmıştır.

Sosyal faliyet içinde yabancılaşmaya karşı mücadelemizi

Yoğunlaştırmalıyız.

İnsan sosyal bir varlıktır. Eglenme, gülme, sohbet etme, sosyal aktivelere katılma insan olmanın temel özelikleri arasındadır. Bu olgudan hareketle bilinçlerimizin tazelenmesi yeni bilinç öğenin elde edilmesinin diğer ayağıda belirttiğim sosyal faaliyete katılıp tartışma, sohbet etme yoluyla elde edilecektir. Maonun kitlelerde kitlelere belirtiği yanancılaşmaya karşı panzehirinin olduğunu burada belirtmemiz gerekiyor, Sosyal alandaki yabancılaşmanın getirdiği bireysellik ve sosyal siyasal faaliyetlerden uzak kalma toplumda önemli şekilde kendi varlığını devam ettirmektedir.

Sosyal faliyetlerde yer almamız kitleleri daha yakın tanımamız onlarla siyasal ve toplumsal sorunları tartışmamızı sağlayacaktır.

Sistemin getirdiği yoksullaşma ve fakirleşme sosyal zeminin daralmasına yol açmaktadır. Çünkü yoksulluk emekçilerin daha fazla çalışmasını sağladığı gibi ağır iş koşulları sosyal faaliyete katılmayı engellemektedir. Özelikle bilinçli biçimde kapitalistler kitlelerin sosyal faliyetlerini engellemekte, soysal faaliyet sağlanan alanlar kapatılmakta veya özelleştirilmekte. Almanyada her mahallede olan kütüphaneler, gençlik evleri, çoğu mahallelerde kapatılmıştır. Gençlerin buluşmaları ve okumaları burjuvazi tarafında bilinçli engelenmekte, sistemin biliçli politikasıyla bunlar kötü alanlara yönderilmektedir. Böylece toplumda süren yabancılaşma sosyal ilişkilerde de boyutlanmıştır.

Tolumsal üretim faaliyeti içinde pratik hayat yaşamımızla yabancılasmaya karşı mücadelemizi kararlılıkla yürütmemiz, teorik ve siyasal düşüncelerimizin öznesi olmamız gerekmektedir. Her haraketimizi buna göre biçimlendirmemiz gerekiyor, bu da teori ve pratik arasındaki diyalektik ilişkinin bağlantılı olması, pratigimizin teori ve siyasal düşüncelerimizin denetimi altında olmasıdır. Yani yaşam biçimimiz biliçli ve bizi yönlendiren bilincimizin denetimi altında olmalıdır. Aksi taktirde söylem ve pratik arasında kocaman fark ortaya çıkar, teorik düzeyde esas doğru sözler söylenir veya sol görünür, pratikte de tersi durum ortaya çıkar. Yani söylemlerimize inanmama durumu aynaya yansır. Yaşantımızda, sohbetimizde bazıarkadaslarımızın  çok konuştukları plan ve programlarda çok nasihat ettiklerıni biliyoruz, buna karşı değiliz, yapılsın, yapılmalı da ,ancak buna uygun hareket edilmelidir. Aksi durum söylenen şeyler inandrıcı olmayacak  söylenen şeyler kendisine de yabancı olur. Üste emekçinin üretim süreci içinde emeğini satarak karşılığında olan mala sahip olamdığını vurguladık, yanı emek ile onun emeği sonucu elde edilen ürün arasında kocaman fark ortaya çıktığını belirttik ve emekçi kendi emeğine sahip olmadığından ondan yabancılaştığını belirttik.Tıpkı onun gibi saatlerce fiziksel ve ruhsal enerjisini harcayarak teorik söylemlerde bulunan arkadaşların bu teorik söylemlere bağlı olmaması kendi nesnesine yabancı olması sonucudur. Dolaysıyla yabancılaşma belirttiğimiz teori ile pratik arasındaki ilişkilere de yansıyor. İnsanların  üretim mücadelesi yalnızca her hangi fabrikada çalışmakla özdeş degildir, toplumsal hareket içinde yazma, resim yapma, toplantı düzenleme kısacası toplumsal üretim mucadelesının degişik biçimleridir. Kişi, fiziki enerjisini kullanarak konuşur, yanı bir emek verir, eğer bu verdiği emeğe sahip çıkmazsa emek ondan yabancılaşır, o kişinin pratik hattı ile sarf ettiği emek arasında derin ucurumlar olur, burada yabancılaşma daha fazla görünüyor, zira fikirde dik duruş genel ilkelerdeki dik duruşu sağlamaz, Bir an heyecanıyla dönemin getirdigi küçük burjuva heyacanlanma belirli dönemde devrimci faaliyette bazi yoldaşlarımızı ön plana çıkarması eğer onların bu fikirleri kendi davranış ve hayat yaşantısına göre düzenleyerek genel ilkelere bağlılığı sağlanmazsa kısa süre sonra devrimci mücadeleyi terk edeceklerdir. Fikir, davranış ve hayat kosullarını değiştiremiyorsa fikire denk düşen anlayış, pratikte doğru ve uzun süreli duruş sağlayamaz.

‘’Ama ayağa kalmak için,tinin yalın gevşek getirmeleri ile yıkılamayacak gerçek ve duyulur boyunduruğu gerçek ve duyulur kafası üstünde egemen bırakarak, düşüncede ayağa kalkmak yetmez’’ Ayağa kalmak burjuvazinin baskı ve katlıamlarına karşı durma, ideolojik ilkelere bağlılılık ve buna göre degişme ve dönüşmeyi zorunlu kılar.

Sonuç olarak, burjuva sistem içinde Yabancılaşmış emek,Yabancılaşmış insan,Yabancılaşmış yaşama karşı mücadele ederken, kapitalist sistemin yerine baskının sömürünün olmadığı bir dünyanın yaratılmasıyla yabancılaşmanın ortadan kalkacağı bilinciyle hareket edilmelidir.

 

Almanya Demokratik Haklar Federasyonu