NASİHATLAR VE MUSİBETLER

tbmmYusuf Ozan (01-06-2016) Milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasının ardından kafalarda beliren sorular ortaya çıktı. Acaba milletvekilerine dava açılacak mı? Tutuklananlar olur mu? Kafalarda bu gibi sorunların belirmesi gayet olağandır. Zira, halkın milletvekilliğe ve parlemantoya yüklediği rol olması gerekenden çok fazladır. Gerici-faşist sisteme karşı olduğu düşünülen halk kesimleri arasında bile sistemi sistem içinde aşarak daha iyi bir yaşama varılacağı kanısı oldukça yaygındır. Bunun elbette tarihsel ve siyasi sebepleri var.

Bazılarımızın anlamakta zorlandığı şey, kendi kafalarımızda ve kendimizce net olan parlementonun işlevi ve rolü, genel  kitleler açısından da aynı olduğu kavrayışıdır-ki bu mevcut gerçeği tam görememektir. Şimdi sistemin teşhir edilmesi için önemli veriler ortaya çıkmış durumdadır. MKG önderiğinde alınan kararlar doğrultusunda askeriyesinden, polisine, perlamentosundan devletin diğer siyasi kurumlarına kadar Türkiye egemen sınıfları, ilerici-devrimci mevzilere karşı çılgın savaş naralarıyla ayağa kalkmış ve amansız saldırılarda bulunmaktadır. Daha henüz dün “barış, çözüm ve kardeşlik” diyen hükümet ve devlet, bugün bir kez daha ve yeniden, Kürt ulusunun ve tüm emekçilerin özgürlük ve kurtuluş umuduna karşı, kanlı saldırılarda bulunuyor. Dün yüzlerce köyü yakanlar bugün Kürt kasabalarını bombalıyor, yakıp, yıkıyor.  Bunları yaşıyoruz.

Burada asıl olarak değinmek istediğimiz şey şudur. “Şiddeti-silahı  bırakın ve demokratik yol içinde haklarınızı savunun, elde edin” çağrısı devrimci harekete ve Kürt ulusal hareketine dayatılmaktadır. “Şiddetin çıkmaz bir yol” olduğu TV programlarında yada gazetelerde konuşulmaktadır. Kalemlerinden kan damlayan yazarların bile dile getirdikleri bu sözler “silahı bırakın” oluyor. İlerici-devrimci güçler bizzat yasalarını, kurallarını devletin belirlediği sınırlar içinde seçime girdiler. “Silahları bırakın”  diyen, silahlı-silahsız bürokrasi, 7 Haziran 2015’te yapılan seçimde 6 milyon oy alarak parlementoya 80 milletvekili gönderen HDP ve ittifak güçlerine karşı başlatılan savaşın anlattığı nedir? Onların sistem sınırları ve yasal çerçevesi içinde seçimlere girerek ciddi bir sonuç elde eden ilerici-devrimci güçlere karşı  çok geçmeden ağır, yıkıcı savaş  koşulları altında 1 Kasım 2015 tarihinde yeni bir seçim daha dayatıldı. Sonuç yine tam istedikleri gibi olmadı. Ortadaki sonuçlara tahammül edemediler/edemezlerdi! Kürt ulusuna ve devrimci harekete karşı barbar bir savaş ve katliam saldırılarının yanısıra, savaşın bir parçası olarak devreye birde milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması getirildi. “Demokratik yol içinde haklarınızı müdaafa edin” diyenlerin kendi “demokrasilerine” bağlı kalmadıkları bir kez daha görüldü. Bu çağrıların yalan ve palavradan ibaret olduğu görüldü. Yetmez, MKG’ya yürek ve göbekten bağlı CHP’si, MHP’si, Vatan Partisi ve bilumum faşist partiler, yazarlar ve diğerleri AKP hükümeti paralelinde “vurun vatan hainlerine” el-dil birliği içinde, kılıç-kalkan meydanlara çıktılar.

Bütün bu gelişmeler dünya demokratik kamuoyunun gözleri önünde olmaktadır. Elbette bu olup-bitenler kitlelerin siyasi eğitimi için önemli veriler sunmaktadır. Bu noktada bir vurguda bulunalım. Türkiye sisteminin bir yanı elbette demokratiktir. Kimin için? Türkiye egemen sınıfları için! Katliamların, hırsızlıkların, yolsuzlukların üstü örtülmekte,  sömürü-zulüm atbaşı gitmektedir. Halkın üretiği alın teri, emeği haksız-gerici barbar savaşlarda kullanılmaktadır. Geniş kitleler yoksulluğa itilmektedir. Halkın alehine olan ne kadar gerici yasa ve kanun varsa devreye “vatanın ve milletin  birliği” adı altında sokulmaktadır.  Şimdi egemenler için bundan daha iyi bir demokrasi mi olur? Yani Türkiye sistemi onlar için en güzel demokrasi değil de nedir? Zaten demokrasi dedikleri ve maalesef ilerici-demokratik güçlerin çoklarının bile dillerine pelesenk ettikleri demokrasi sözcüğünün sınıf karekterinin unutulduğunu izlemek acı vericidir. Diğer yanıyla Türkiye devleti kuruluğundan bu yana karakteri faşisttir ve elbette esasta faşist politikalar uygulamaktadır. Kime karşı? İşçi sınıfına, emekçilere, ezilen millet ve milliyetlere karşı! Soykırımlardan, toplu katliamlara kadar bu böyle olduğu görülür. Asker yada sivil darbeleri anlatmaya gerek yoktur bile.

Şimdi çıplak ve aleni yaşadığımız bu faşist saldırılara karşı özel politikalar geliştirmek şarttır. Halkların Birleşik Devrim Hareketi ve diğer ilerici-devrimci kurumlar geniş çaplı, canlı, somut ve etkili kampanyalar yürütmelidir.  Kitlelere, parlementonun faşizmin yüzünü örten cilalı bir maskeden başka bir işlevi olmadığını bizzat egemenlerin şimdi uyguladıkları örnekler verilerek  anlatılmalıdır. Kendi alternatif çözümlerimizi halka göstermek; faşist sistemin tahammülsüzlüğünü, halka düşman olan yüzünü ve uygulamalarını teşhir edebilmek ve tıpkı bugün yaptıkları gibi, atılacağımızı ve hatta tutuklanacağımızı bile bile, gerekli ve doğru zamanda parlemento da dahil, mücadele edilebilecek bütün alanlarda, egemenlerin karşısına çıkmak; gerçek çözümün devrim olduğunu geniş kitlelere kavratabilmek ve kitleleri kendi deneyleri üzerinde eğitebilmek için, açık alan çalışmalarına doğru temelde yaklaşmak ve son kertesine kadar o alanlarda direnmek yanlış olmadığını belirtelim. Anlatmak istediğimiz, son bir kaç aylık dilim içinde ortaya çıkan siyasi dersleri halk kitlelerine doğru anlatmak büyük önem taşımaktadır. En nihayetinde devrim ve sosyalizm davası tek başına ve esasen açık alan çalışmalarıyla başarılamayacağını aklımızdan bir an olsun çıkarmamamız gerekir. Egemenlerin, işçi sınıfına, ezilen millet ve milliyetlere, inançlara karşı derhal ve hiç fırsat kaçırmadan nasıl el ve gönül birliğine gittikleri iyi kavranmalıdır. Halkın emek ve ter içinde kazandığı mevzilere saldırmalarının sebeblerini anlatmak hayati bir sorundur.

Özellikle, CHP’yi “ilerici-demokrat”olarak gören ve CHP’yi  iyi-kötü halktan yana bir parti olduğuna ciddi olarak inandırılmış emekçilere açıklanması ve kitlelerin bilinçlendirilmesi; devrimin başarılması yolunda  sistemden ideolojik olarak koparılmaları için bu noktanın anlatılması önem arzetmektedir. “Bir müsibet bin nasihattan iyidir” derler. Bir değil, yüzlerce müsibet ortaya çıkmış haldedir. CHP, Deniz’lerin idamında olduğu gibi yine Kürt ve halk düşmanlığı temelinde sözde düşman göründüğü Erdoğan’ın yardımına nasıl koştuğunun arka planının halka açıklanması gerekir. 7 Haziran seçimlerinin akabinde Deniz Baykal-Erdoğan görüşmesi neyin nesiydi? Görüşme de başka kimler vardı ve neler konuşuldu ve ne tür kararlar alındı? CHP genel başkanı Kılıçdaroğlu’nun kendi mebuslarından milletvekilleri dokunulmazlıklarının kaldırmasını istemesinde bu görüşmelerin payı nedir? Bu ve benzeri soruları geniş kitlelerle tartışmak görevdir.  Ve bu müsibetlerin derslerinin kitlelere kavratılması öyle bölük pörçük değil, derli toplu, bütünlüklü ve planlı siyasi kampanyalarla ele alınması görüşündeyiz.

Kürdistan’da yürütülmekte olan kanlı-barbar savaş, işgal ve ilhak edilmiş Kürdistan’ın mevcut statüsünü sürdürmek amaçlıdır. İlhak ve işgale uğramış bir ulusun kendi yurdunun kurtuluşu uğruna direnmesi tamamen meşru ve haklıdır. Devlet belki askeri olarak tutunabilir ama siyasi olarak çoktan kaybettiği aşikardır. Komünistlerin bu sorundaki tutumu yerinde ve doğrudur. Önderimiz İbrahim  Kaypakkaya’nın  bize salık verdiği “orası Kürdistan’dır ve işgalci-ilhakçı Türk kuvvetleri kayıtsız-şartsız çekilmelidir” şiarı bize yol göstermektedir. Şövenizme karşı komünist çizgi ile mücadele etmek elzemdir. Bunun yanısıra diğer ezilen inançlardan insanların taleplerini desteklemek de öyledir. Tereddütsüz desteklediğimiz bu talep ve haklar ile kendimizi elbette sınırlayamayız. Ortaya çıkan veriler veya müsibetler ışığında tüm milliyetlerden emekçilere kendi devrimci komünist çözümümüzü anlatmak bugünün acil görevleri arasındadır. Özel mülk dünyasının insanlığa bela ettiği tüm gerici ilişkiler parçalanıp atılmadan gerçek özgürlük yeryüzüne gelmeyecektir.