‘İleri Türkiye’ Aklının Parkla, Ağaçla, Yeşille ve de Zeytinle İmtihanı!

Zafer Yılmaz (18-11-2014) Belli ki, AKP hükümeti hiç hız kesmeden, olmadık mevzularda cingar çıkarmaya, aklımızla oynayıp bizi şaşkınlığa sürüklemeye devam edecek. Dahası, yaradılanından dolayı sevilmekle yetinmek durumunda olan biz kullar, onun bu enteresan işlerinin manasını gereği gibi anlamak için epey bir süre daha didinip ter dökeceğiz sanki.

Henüz saha çalışması izni bile alınmadan altı bin zeytin ağacının kesilmesinin ardından, bu kez nikel madeni işletmesi gerekçesiyle üç milyon ağacın kesilmesi gündeme geldi.

İtikatlarının kutsal imgesi saydıkları nur’u ve onun rengi yeşili pek bi sevdiklerini, bu yüzden kendilerini bu renkle ifade ettiklerini sanıyorduk ya, tam bir ‘şehir efsanesi’ imiş meğer bu!

Görmek isteyen göz görür. Bunun kanıtı tam da, yeşilin hası olan ağaca, ormana, parka, vadiye karşı nefretle besledikleri yok etme arzularında, ameli hale getirdikleri icraatlarında saklı!

O nedenlede, takiyelerinin kabiliyetini ve kudretini hesaba katmadan onları anlamaya çalışan ‘izansız’lığına yanabilir artık koca bir ülke…

Hiç tekin değil. Durup dururken, yepeni bir gerilim konusu çıkarabiliyorlar kolayca. Dahası, bir anda devasa bir fil olup zücaciye dükkanına dalabiliyor kaygısızca.

Bir gün toplumun dokusuyla ilgili acaip laflar ederken, başka bir gün bağa-bahçeye, parka-ağaca saldırabiliyorlar. Hiç geciktirmeden akarsuların, derlerin önünü kesip bereketi kurutmaya çalışmaları da, hiç yabancısı olmadığımız bir durum yine.

Önlerine engel çıkarmaya kalkışanları polis marifetiyle bi güzel gaza toza boğmaları, başlarında joplar paralayıp kafa göz yarmaları, hapishanelere tıkmaları da cabası.

Şehirlerin zaten yetersiz olan yeşil alanlarına AVM’ler, korularına camiler, ormanlarına havaalanları inşa etmeye kalkışmak; memleketin muhtelif mıntıkalarındaki vadilerine, derlerine, hatta pınarlarına santrallar-barajlar kurmak; dağı-taşı siyanürle oyup güya maden aramak, dünyada kimselerin akıl edemediği, üstün kabiliyetli bir zekanın hüneri olsa gerek!

Daha işin başındayken, yani mağduru oynayan ağlaklıklarını diktatoryal emellerine nasıl perde ettiklerini, bu türden ‘cinlik’leri nasıl pazarladıklarını gördüğümüzde, toplum olarak anlamalıydık onların maharetlerini.

Ama olmadı işte, göremedik ve başımıza bunlar geldi sonuçta.

AKP’yi oluşturan ekip ve onun temsil ettiği vandal sınıf, ‘nur’un yeşilini falan değil, basbayagı inşaatı, onun tozunu, betonunu ve gri rengini seviyormuş meğer.

Belli ki, Türkiye’yi yönetirken ilhamlarını bu renkten ve onun kaynağından alıyor yeni efendilerimiz.

“Temizlik imandan gelir” türünden alengirli laflar etmelerine de aldanmamak gerekiyormuş esasında.

Ellerinde harita, yanlarında çıkarlarını rehber edindikleri müteşebbisleriyle, neredeyse köy köy, vadi vadi dolaşıp buldukları her dereye bir santral-baraj kurmaya kalkışmalarını, sadece yeşile karşı değil, su kaynaklarına karşı da besledikleri hasmane duyguları başka türlü nasıl anlamlandırabiliriz ki?

Onlar, icraatlarıyla her şeyi belli edeli yıllar oldu aslında. Sorun bizdeydi. Toplum olarak, basiretimiz bağlanmışçasına iyimser olmakta israr edip durduk işte!

Azmanlaştıkça azmanlaştılar, semirdikçe semirdiler, sonunda ne kural tanıdılar, ne hak, ne de hukuk.

Kendi halinde akan duru suyumuzu da, o suda oynaşan balıkları da, onunla susuzluğunu gideren cerenleri de, hayat bulan yeşili de, ‘parasal semirişleri’ne engel olduğu için taa başından beri sevmiyorlardı onlar; sevemezlerdi de zaten.

Çünkü, itikatları ve onun muhtelif bölümleri, imgeleri, kapitalizmin kuralları karşısında tamanlamıyla hükümsüzdü artık.

Buyüzdendir ki, bir yandan yaşadığımız şehirler, omurgası ‘inşaatçılık’tan oluşan bir rant ekonomisinin ‘rasyonal’ kullanımına sunulurken ve yeşil alanlarımız mezarlıklara ya da ‘askeri arazi’lere hapsedilirken, öte yandan caddeler, köprü altları, hatta otoban kenarları bile ticari bir arzuyla çiçeklendirilebilir, güllerle bezenir ve kotarılan bu ‘iş’ için kamu hesabından ayrıca milyon dolarlar harcanabilirdi.

Bütün bunlar olurken payımıza düşen şey, bunca kepazeliği ‘ileri demokrasi’nin ‘şeffaflık prensibi’ne, cambazlığına ya da cinliğine sayarak, kuzu kuzu izlemek olabilirdi ancak.

Hatta, suya hürmetlerinin bir göstergesi olarak, estetik hazlarına uyugun biçimde üretilmiş meydan fıskiyelerini, abartılı yapay şelalelerini de bu kapsamda ele alıp, artı puan olarak hanelerine ekleyebilirdik. Bizden beklentileri bu yönde oldu hep. En küçük itiraz karşısında büyük bir öfke patlaması yaşamalarının nedeni da zaten buydu.

Öyle ya, göz vardı, izan vardı.

Bu ‘kıymetli’ icraatların kadrini bilmeyip hala itiraz etmeye kalkışanlar, ‘İleri demokrasi’nin nimetlerinden keyfince yayarlanan ve ağzı olup konuşan edepsiz’ler sınıfında tanımlanabilirdi gönül rahatlığıyla.

Tam bir aymazlıkla suyu, toprağı, ağacı, yeşili, temiz havayı alıp, bolca toz, gaz, beton, çöl, çoraklık ve mali külfet yaratanlar, ‘kusursuz bir yetenek’ örneği gibi sunulup övülmeli, takdir edilmeliydi elbet.

Mevcut şirazesizlikler yetmemiş gibi, şimdilerde bir de ‘zeytin meselesi’ni tebelleş ettiler başımıza.

Zeytinle, zeytin ağacıyla, zeytin yağıyla kavgaya tutuşmak, onu itibarsızlaştırma adına olmadık abukluklara, saçmalıklara savrulmak, ancak böylesi bir iktidara ve onun aklına nasip olabilirdi. Oldu da nihayet!

Hala geçerli midir, bilinmez. Eskiden, kahvaltılık için olmasa da, Ramazan münasebetiyle evlerde zeytin bulundurulurdu genellikle ve bu adetten sayılırdı. Çünkü, tutulan oruç, kabul duaları eşliğinde bir adet zeytinle açılırdı.

Şimdi bunca zeytin ağacı düşmanlığı yaptıklarına göre, zeytinle iftar açmak da caiz değilmiş demek ki!

İftar mı edeceksiniz? Buyrun markete, alın bir paket Arabistan hurması, erin muradınıza…

Bu yüzden olsa gerek, zeytin artık külliyen itibarsızlaşıp kıymetsizleşti onların gözünde; o ‘güzelim inşaat alanları’nın luzumsuz işgalcisi sayılır oldu bir anda. Mahkeme kararı bile beklenmeden, aç gözlü bir hoyratlıkla söküldü, kesildi binlerce zeytin ağacı.

Enerji bakanının dediği gibi, ‘ille de zetin’ diye tutturmanın ne manası vardı ki! Marketlerde zeytin bulmak pekala mümkündü ve isteyen satın alabilirdi elbette!

Peki, ya enerji? Enerji öyle miydi?

Marketlerden pil, mil satın alınabilirdi, ama enerji satıldığı görülmüş şey miydi?

Bütün bu saçmalıkların, “Keseriz zeytinlikleri, himayemizde semirmiş olan müteşebbislerimiz kurarlar santralleri, daha da semirirler olup biter,” meramına kılıf uydurmaktan başka ne anlamı olabilirdi ki? Ne diye aklımızı zorlayıp durdu ki bu iktidar?

Çocukluğumuzda, Amerika Birleşik Devletleri’nin inayetiyle okullarda öğrencilere bedava süttozu ve ayçiçeği yağı dağıtılırdı ara sıra. Okula kaplarla giden çocuklar, öğretmenlerin ya da hademelerin elinden, Amerika’dan gelme ‘nafaka’larını alır, neşeyle evlerinin yolunu tutarlardı, zeytini bol olan bu ülkede.

Belki bazı ‘haytalar’ yeterince nasiplenemediler, ama yeni yetme efendilerimiz Amerika sevgisini ve girişimcilik ruhunu taa o yıllarda ve bu ‘nafakalanma’ sayesinde edinmiş oldular herhalde.

Ne de olsa ekonomide ‘laissez faire, laissez passer’ ekolünün en baba icraatçısı Amerika olmuştu hep.

Yağmurdan kaçarken doluya tutularak, bu ekolün takipçileri sayesinde ‘İleri Türkiye’ye evrildik zamanla. Memleketin bolca enerjiye, ucuz yollarla elde edilecek madene, tüketimin hummalısını sağlayacak AVM’lere ihtiyacı vardı ya, her şey mübahtı artık!

Tarım ve hayvancılık ‘rantabl’ bir iktisadi uğraş olmaktan çıkalı yıllar olmuştu.

İşte buyüzden, zeytinle meytinle uğraşmak da boş işlerdi artık!

Derelere, ırmaklara, hatta pınarlara da, yine bu yüzden ihtiyaç yoktu zaten!

Şehirlerin yeşil alan ihtiyacı için mezarlıklar yeter de artardı bile…

Haa, ille de memleketin geleceği, kültürel varlıkları, biyolojik çeşitliliği, ekolojisi, yaşam kalitesi ve insani gelişmişlik düzeyi türünden meseleler dert mi edilecekti?

Meraklanmaya gerek yoktu ki…

Bu soruların yanıtlarını iktidarın en hararetli savunucusu Akit gazetesinin duru önerilerinde bulmak pekala mümkündü!

Ne diyordu Akit’in akıl küpü yazarı?

“Yeşili ve ormanı çok seviyorsanız, buyrun Afrika’ya gidin!’

Olmadı mı?

‘Evlerinizin iki odasını yıkıp park yapın, şahane bir yeşilliğiniz olsun!’

Kim ne derse desin, günümüz iktidarının ve egemen zihniyetinin bize sunduğu ‘yeni hayat’ın süzme özeti tam da budur işte…

Herkese akıl sağlığı o halde… Yeni bir yol, yeni bir çıkış bulup bunca melanetten kurtulmak adına olsun, aklımızı özenle koruyalım lütfen…

Zafer Yılmaz