Emperyalist yönelim ve Ortadoğu Konsepti (2)

ADHF (19-12-2014) Yazımızın birinci bölümünde anlatmaya çalıştığımız emperyalist ekonomik ve siyasal yayılmacılık, emperyalist devletlerin istedikleri gibi yürümemektedir. Ulusal ve uluslararasında gelişen bazı gelişmeler emperyalist hegamonya yayılmacılığı önünde engel oluşturmakta veya bu politikanın gelişmesini zayıflatmaktadır. Bu engeller emperyalist devletler içinde klik çelişkileri, Emperyalist ülkeler arası ekonomik rekabet, ezilen ulus ve emperyalistler arası çelişki ve özelikle ulusal ve sınıfsal mücadeleler emperyalist politikaların bazen iflasını getirmektedir.

ABD’nin Suriye politikasının bugüne kadar uzun sürmesi üste belirtiğimiz gelişmelerin sonucudur. Yani emperyalist devletler arası çelişkinin sonucundur. Bu çelişki Rusya ve ABD (Avrupa Birliği ABD’nin yanında  yer almaktadır) arasında sürmektedir.

Ortadoğu’da bugüne kadar süren bölgesel savaşta ABD’nin hesaba katmadığı, Kürt ulusal hareketin devrimci dinamiği ve Rus emperyalizminin rekabet gücüdür. Rus emperyalizmi ile  arasındaki çelişki emperyalist devletler arasındaki rekabet mücadelesi kategorisi içinde değerlendirdiğimiz için bu mücadele sınıf mücadelesi karşısında birleşme karşılıklı anlaşarak, birlikte Ortadoğu’daki pazarları sömürme sürecine girme ihtimalini de dikkate almalıyız.

ABD’nin Ortadoğu’nun yeniden yapılanma politikası iki olguya çarpmıştır:

Birincisi Kürt ulusal hareketin varlığıdır.  İkincisi, Ortadoğu’da dünya devrimci hareketin 68’lerde merkezi olan Filistin ulusal kurtuluş hareketidir. Bu iki Ulusal hareket Ortadoğu’da emperyalist planlamanın önündeki başlıca engellerdir. Filistin Kurtuluş Örgütü ABD emperyalistleri tarafından önemli ölçüde pasifleştirilmiştir. Ortadoğu’daki devrimci dinamikler Filistin’den Kürdistan’a kaymıştır. Ortadoğu’da devrimci hareket açısından bugün bel kemiğini Kürdistan oluşturmaktadır. 68’de devrimci hareketin merkezi Filistindi, bugün ise Ortadoğu’da Kürdistandır.

Rojava Devriminin gelecekteki önemi,

Rojava devrimi her toplumsal kesim için önemini korumaktadır. Türkiye ve K. Kürdistan’lı devrimciler için ise daha önemli bir durumdur Rojava Devrimi. Bunu kısaca açmaya çalışalım.

Kürdistan 1. dünya savaşının akabinde (1639 yılında Osmanlılar ve İran arasında Kasr-ı Şirin Antlaşmasıyla ikiye, 1923’te dört parçaya bölündü). Dört ülkenin değişik pazarlarına zorla bağlanmış ekonomik pazar ilişkisinde Türkiye, İran, Irak, Suriye pazarıyla iç içe geçmiştir. Bir ülkenin pazarları dört ülkenin pazarıyla birleşmiş, ezilen bağımlı ulus olarak dört ülkenin ekonomisiyle kaynaşmıştır.

Türkiye’nin Misak-ı Milli sırları içinde kalan Kürdistan Türkiye pazarıyla iç içe geçmiş, Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan halklar birbirleriyle kaynaştırılmıştır. Bu durum diğer parçalar için de söylenebilinir. Kürdistan’ın değişik parçalarında gelişen her hareket, ilhak eden ülkenin emekçi ve işçi sınıfını etkilemekte ve ilhak eden ülkede gelişen hareket ise Kürdistan’da  halk hareketini etkilemektedir. Bunun sebebi aynı Pazar ilişkisi içinde olmalarıdır, pazar ilişkisi sonucu her iki ulusa sahip emekçiler aynı kaderi paylaşmaktalar. (Arasındaki fark ise milli baskıdır.) Bu durum, aynı Pazar içinde yaşayan emekçi halklar arasında ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkiler sonucu, en küçük devrimci kıvılcım tüm milliyetlere sahip emekçileri sarmakta veya gerici baskı ve katliamlar sonucu halkın devrimci mücadelesini geriletmektedir. Dolaysıyla K. Kürdistan’da devrimci hareket veya ulusal hareket Kürdistan sınırları içinde kalamaz. Ayrıca Kürdistan’ın değişik parçaları arasında ortak bir yanın olmaması, zorla-kanla çizilen sınırın olması dahi Kürdistan’ın değişik parçaları arasında  sosyal ilişki, kültürel birlik, dil birliği, sürekli olmuş, yok edilmemiştir.

Kürdistan’da değişik tarihlerde gelişen ulusal hareketlere bağlı diğer parçalarda  yaşayan Kürtler, mücadeleyi sahiplenmiş, diğer parçalarla birlikte hareket etme duygusu ve istekleri gelişmiştir. Örnek verirsek,Kürt Mahabad devletinin kurulması, Güney Kürdistan’da bölgesel hükümet, PKK önderliğinde gelişen ulusal kurtuluş hareketi, Kürdistan’ın değişik parçaları arasındaki mücadeleyi sahiplenme olgusunda ivme görülmüştür. Değişik parçalarda gelişen mücadele diğer alana yayılmaktadır. Dolaysıyla bugün de Rojavada’ki mücadele Rojava sınırları içinde kalmayacağı Amed, Mardin’de yankısını bulacaktır. Türkiye’nin Mısak-ı Milli sınırları içine taşınacak ve bu hareket sınırları içinde yayılacaktır. Amed’e yayılan hareket, İstanbul’u, Ankara’yı kısacası her tarafı saracaktır.  Bu durum İran, Irak, Suriye için de geçerlidir.

Emperyalist ve kapitalist devletler başta olmak üzere Ortadoğu’daki devletlerin Rojava devrimini boğma, pasifleştirme çabaları esası budur. Rojava devrimi olarak bakmanın hatalı olduğu kanısındayız, bu hareketin geniş kapsamlı diğer farklı alanlara yayılacağı açıktır (eğer mevcut devrimci dinamiklerini korursa). Yayılmasının objektif koşulları, biraz önce anlatmaya çalıştığımız durumdur. Yani birincisi, Kürdistan’ın değişik parçaları arasında ulusal hareketi sahiplenme, Kürt ulusal hareketi ekseni içinde birleşme. İkincisi, Türkiye, İran, Suriye ve Irak pazarlarının Kürdistan pazarıyla birleşmesidir.

Türk devletinin tüm gücüyle Rojava devrimini boğma istemi bundandır. Bu sebepten dolayı Türk devleti savaş içine girmiş Rojava’da gerçekleşen yeni yaşantı biçimini yok etme veya denetimine alma uğraşı içindedir. Rojava devrimi Kürt Ulusunun kendi kaderini tayin hakkının bir parçasıdır. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı emperyalist devletler ve bölge devletleri tarafından boğulmak istenmektedir. Tarihde oynanan oyunlar bugün bir kez daha oynanmaktadır. Cellat ve papazlar bir kez daha devreye girmiş, bazıları papaz bazıları cellat rolündeler. ABD, Almanya, Fransa, Kanada vs. Kürtlere yardım adı altında havada IŞİD terör örgütünü vurma provasını yapmaktadırlar. Kürt dostu görünme çabasındalar. El altından ise IŞİD terörü örgütünü desteklemektedir.

Birincisi, IŞİD’e yardım ederek Kürt ulusal kurtuluş hareketini IŞİD’e karşı zayıf düşürerek, Kürt ulusal hareketini masa başına çekmekte, kendi isteklerini onlara dayatarak pasifleştirme etkisine  alma taktiğidir. Ki son DAHOK toplantısı akabinde emperyalistlerin IŞİD’i kısmi oranda havadan bombalamaları, Güney bölgesel hükümete ait belirli bir sayıda Peşmergenin Türkiye toprakları üzerinden Kobaneye gönderilmesi vb. durum Kürt ulusal hareketin IŞİD terör örgütünden dolayı bazı tavizlerinde verdiği açıktır.

İkincisi, ABD emperyalizminin IŞİD terör örgütüne ihtiyacı söz konusudur. Bunun gibi terör örgütleri olmasaydı ABD Ortadoğu’nun şekillenmesinde bu kadar başarılı çıkmazdı. Bu sebepten dolayı ABD IŞİD’e, IŞİD’ın ise ABD’ye ihtiyacı olacaktır, gelecek dönemde de birbirlerine ihtiyacı olacağı açıktır.

DAHOK toplantısı akabinde Kürt ulusal hareketin kendi kaderini tayin hakkının yanında olunması sorununda  bazı devrimci kesimler içinde bilinç kırılması görünmüştür.  Kürt ulusal hareketi ve Emperyalist devletler  arasındaki ilişkilere bakılarak  kendi kaderini tayin hakkının savunulmasında bilinç kırılması yaşanmıştır.

Tarihsel geleneğimizin bize verdiği ilham kaynağı ulusal hareketlerin kendi kaderini tayin hakkını, hareketin önderliğine bakmadan yanında olmamızı, desteklememizi bize öğretmiştir.

72’lerin çıkışıyla Kaypakkaya Kürt ulusal hareketinin kendi kaderini tayin hakkı konusunda şunları belirtmektedir.

“Marksist-Leninist hareket, Türk burjuva ve toprak ağaları tarafından ezilen Kürt milletinin kendi kaderini tayin hakkını, yani ayrılma ve bağımsız bir devlet meydana getirme hakkını her dönemde ve kayıtsız şartsız tanır ve savunur”

“Her dönemde ve kayıtsız şartsız tanır ve savunur” genel ilkesi, şartlara ve koşullara bağlanılmaz.

Kaypakkaya’nın ideolojik ve siyasal yörüngesi içinde olan kurumumuz onun ortaya koyduğu bu tespiti sonuna kadar savunur, savunacaktır. Zira bu genel ilke sosyal şovenler ile bizim aramızda derin ideolojik sorundur. Her kurumun kırmızı çizileri, yani olmazsa olmaz kuralları, veya o örgütün niteliğini ortaya çıkaran siyasal tespitleri vardır. Federasyonumuzun tüzüğünde yer alan Ulusların kendi kaderini tayin hakkını her koşulda savunma tespitimiz kurumumuzun karakterini belirlemektedir. Bu konuda hiç bir tartışma veya çekimserlik içine girmeyeceğimiz açıktır.

Milli baskı sınırları içinde ezilen,( işgal eden ülkenin dilini bilmediğinden işkenceye uğrayan, coplanan, dili yasaklanan, Kürt olduğu için horlanan, katliamdan geçirilen….) ulusun kendi kaderini tayin hakkının tartışmasız savunulması, desteklenmesi her devrimci demokratik kişi ve kurumun görevidir. Bu ilkemiz, bizi sosyal şovenlerden ayıran temel kıstaslardan bir tanesidir. Sosyal şovenler ile devrimcilerin ayrıştığı temel sorun budur, ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunup savunmamasıdır, ilhaka karşı tutum alınıp alınmamasıdır.

İkinci enternasyonal önderleri, kendi ülkesinin emperyalist politikalarını desteklemiş, ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını reddederek, önce hangi devletin saldırdığı gibi teknik soruna kafayı takmışlardı. Alman devletin işgalcı politikasını aklayan, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını yok sayan da bu anlayıştı. Fin ulusunun kendi kaderini tayin hakkına taraftar olmayan, burada Fin burjuvazisi var diyen anlayış da aynı şovenist anlayıştı.

Kautsky’nin burjuvazinin siyasetine yedeklenmesi, dönek olmasındaki esas sorun buydu. Avrupa’nın en teorik Marksist’inin, birinci dünya savaşında dönek olması onun beli başlıca siyasi tespitlerinin yanında, kendi burjuvazisinin yanında yer alması, Alman devletinin işgaline karşı ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmamasındandı. İlhak ve işgali onaylamasındaydı.

Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı her şart altında desteklenmelidir, bunu koşullara ve şartlara bağlamak kesinlikle doğru değildir. Kürtlerin ayrılarak ayrı devlet kurması ezilen mazlum bir ulusun hakkıdır, bu hak dışardan verilen bir hak değildir. Lenin ve Stalin’in izinde yürüyen Kaypakkaya’nın bu yönlü siyasal tespitleri reformizme ve Türk şovenist eğilimlere karşı köklü eleştiri olmuştur.

Kendi kaderini tayin hakkı ile kendi kaderini tayini biri birine karıştırılmamalıdır. Birincisi bir haktır, ikincisi bu hakkın gerçekleştirmesidir. Aile içindeki kadının ayrılma hakkı sürekli vardır. İstediği zaman boşanma hakkını kullanabilir. Ancak bunun gerçekleştirildiği koşullarda aile içindeki çocukların mevcut durumu, aile içindeki psikolojik ve sosyal yansımaları dikkate alınarak ayrılmanın savunup savunulmaması sorununda görüş belirtilir. Ancak kadın ayrılmak isterse ayrılmanın önünde engel teşkil edilmez.

Kürt ulusun kendi kaderini tayini gerçekleştirmesi, mevcut içinden geçtiğimiz süreçte sınıf mücadelesi ekseni içinde değerlendirilmelidir. Ortadoğu’da Rojava devriminin yaşaması, yayılması sınıf mücadelesinin gelişmesi kitlelerin ve işçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğü açısından çok önemli bir gelişme olacaktır. Dahası, diğer ülkelerdeki sınıf mucadelesinin gelişmesini tetikleyen Rojava devrimi, başta kenar bölgeler olmak üzere Ortadoğu’nun devrimci hareketinin kalesini oluşturacaktır. Ayrıca kürt ulusunun ayrılıp ayrı devlet kurması milli baskıyı ortadan kaldırmaları haklı meşru bir mücadeledir.Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı mücadelesi sürecinde zayıf yönlerinin olduğu bilinmektedir. Devrimci ve komünist örgütler bu zayıf yönünü eleştirmekteler. Bu durum Rojava ve K. Küdistan’da da görünmektedir.  İŞİD taşeron örgütüne karşı savaşta Kobane’de Kürt ulusal hareketinin  başta ABD ve Avrupa Birliği’nin bir bölümünün desteğini alması, üstte belirtiğimiz ulusal hareketin kırılgan durumundan ileri gelmektedir.

Bu her ulusal hareketin vardığı yerdir. Her ulusal hareket bu noktaya gelmekte veya gelecektir. Her ulusal hareketin bir başlangıcı bir de sonu vardır. Ulusal hareketi ortaya çkaran çelişkilerin çözülmesiyle, ulusal hareketin de esas muhtevası değişir veya çözülür. Bu biliçle hareket edilerek milli baskıya karşı mücadele eden Kobane’de kürt ulusunu destekleme ve onun yanında yer almamız tarihsel olarak bize bırakılan komünist hareketin tarihsel deneyleridir. Baskıya karşı duruştur. Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı için mucadelesi haklı bir mucadeledir. Özelikle bir gerçeğin altını çizmek istiyoruz, Kobane’deki yönetim biçimi eski klasik ulusal hareket önderliğinde gelişen yönetim biçimi değildir, sosyalist nüveleri içinde barındıran halk yönetim biçimidir. En azından bugün için böyledir.  Bu yönetim biçiminin uzun süre sürüp sürmemesini Rojava’daki siyasal denge ve güçler belirler. Güçler dengesi Rojava devrimini güçlendirir veya tasfiye eder.

Bazı anlayışlar ABD ve diğer emperyalislerinin Kobane önderliğiyle anlaştığı veya bu hareketin arka planında emperyalistlerin olabileceği izlenimlerinden yola çıkarak desteklenip desteklenmeyeceğini tartışmaktalar.  Kürt ulusal hareketinin belirli tavizler vermesi, ( bizim böylesi bir iddamiz söz konusu değildir)  bizi milli zulme kaşı savaşan hareketi destekleme tutumumuzdan vazgeçirmez. Kürt Ulusal hareketleri sorununda Komintern’in yanlış politikasını reddeden Kaypakkaya, Türkiye ve K. Kürdistan’da Kürt ulusal sorun hakkında ayrı bir yerde durmaktadır.Türkiyeli ve K. Kürdistanlı devrimciler de idolojik olarak ayrışmaktadır.  Komintern’in dünya çapında tek tek ülkelerde kurduğu seksiyonlar da Kürt sorunu konusunda ayrışmıştır. Şeyh Sait hareketinin geliştiği dönemde ( 1925) Komintern’in Türkiye seksiyonu TKP sosyal şoven politaka izlemiştir. Kominternin dünya çapında gerçekleştirdiği dünya kongrelerinde  Kürt ulusun, ulusal hareketi destekleme yanında olma tutumu yoktur. Kominternin yanlış tutumundan dolayı 50 yıllık şovenist akım Türkiye devrimci hareketinde hakim oldu. Koçgiri, Ağrı, Dersim katliamlarına sessiz kalındı veya katliamlar desteklenmiş oldu. Şeyh Said ayaklaması, Ankara hükümetine karşı İngilizlerin planladığı bir ayaklanma olarak göründü. Şeyh Said ayaklanması gerici ayaklanma olarak göründü ve Kürtlerin ayrılıp ayrı devlet kurmasına sıcak bakmadı Komintern. Bu anlayış Türkiye topraklarında  70’lere kadar sürdü.

Tarihte komünist partileri tarafından yapılan yanlışlıklardan dersler çıkarmayan, aynı hatalara düşenler geçmişe dönüp bakmalılar. Dünya komünist hareketi tarihinde bu yönlü bariz hatalar vardır. İşte kürt ulusal hareketi karşısında Kominterin’in tutumu bu bariz hatalardan yalnızca bir bölümüdür. 1925 yılında Kuzey Kürdistan’da gelişen Şeyh Said hareketi İngiliz emperyalizminin parmağı olduğu, İngiltere emperylizminin Musul  ve Kerkük petrol alanlarına sahip çıkması için seyit Şeyh Sait hareketini yarattığı,  desteklediği anlayışından dolayı Türk devletinin katliamını desteklemiştir veya sessiz kalınmıştır.

Türkiye ve Kuzey Kürdistan ve ezilen halkların Komünist önderi  İbrahim Kaypakkaya’dan  yapacağımız bir alıntıyla yazımızı bitiriyoruz.

“Bir de, Şeyh Said ayaklanmasının arkasında İngiliz emperyalizminin parmağı olduğu iddiasıyla, Türk hakim sınıflarının milli baskı politikasını savunmaya yeltenen sözümona “komünistler” var. Biz burada İngiliz emperyalizminin parmağı olup olmadığını tartışmayacağız. Böyle bir iddiayla milli baskı politikasının savunulup savunulmayacağını tartışacağız. Şeyh Sait isyanının arkasında İngiliz emperyalizminin parmağının olduğunu varsayalım. Bu şartlarda bir komünist hareketin tumumunun nasıl olması gerekir? Birinci olarak, Türk hakim sınıflarının Kürt milli hareketini zorla bastırma ve ezme politikasına kesinlikle karşı çıkmak, buna karşı aktif bir şekilde mücadele etmek, Kürt milletinin kendi kaderini kendisinin tayin etmesini istemek, yani ayrı bir devlet kurup kurmamaya bizzat Kürt milletinin karar vermesini istemek. Bu, pratikte dışardan müdahale edilmeksizin, Kürt bölgesinde genel oylama yapılması, ayrılma veya ayrılmama kararının bu yolla veya buna benzer bir yolla bizzat Kürt milleti tarafından verilmesi anlamına gelir. Kürt hareketini bastırmak için yollanan bütün askeri birliklerin geri çekilmesi, her türlü müdahalenin kesinlikle önlenmesi, Kürt milletinin kendi geleceği hakında kendisinin karar vermesi, komünist hareket birinci olarak bunun için mücadele eder ve Türk hakim sınıflarının bastırma, ezme, müdahale, politikasını kitlelere teşhir eder, ona karşı aktif olarak savaşırdı. İkincisi, İngiliz emperyalizminin milliyetleri birbirine düşürme politikasını, bunu her milliyetten emekçi halka, bunların birliğine verdiği zararı kitlelere teşhir eder, İngiliz emperyalizminin müdahale, içişlere burnunu sokma politikasıyla aktif olarak savaşırdı. Üçüncüsü, Kürt ulusunun ayrılmasını, “bir bütün olarak sosyal gelişmenin ve sosyalizm için proletaryanın sınıf mücadelesinin menfaatleri açısından yargılar”, bizzat ayrılmayı destekleme veya desteklememe yolunda bir karara varırdı. Eğer ayrılmamayı proletaryanın sınıf menfaatlerine uygun buluyorsa, Kürt işçileri ve köylüleri arasında bunun propagandasını yapardı; özellikle Kürt komünistleri, kendi halkı arasında birleşmenin propagandasını yapardı ve milli baskılara karşı mücadeleyi toprak ağalarının, mollaların, şeyhlerin, vb. durumunun güçlenmesiyle bağdaştırma çabasında olanlara karşı mücadele ederdi. Buna rağmen Kürt ulusu ayrılma yönünde karar verirse, Türk komünistleri buna razı olur, ayrılma isteğinin karşısına zor çıkarma eğilimleriyle kesinlikle mücadele ederdi. Kürt komünistleri ise Kürt isçi ve emekçileri arasında “birleşme”nin propagandasını yapmaya, emperyalist müdahaleyle mücadeleye Kürt feodal beyleriyle, şeyhlerle, mollalarla, burjuvazinin milliyetçı amaçlarıyla mücadeleye devam ederdi.“

Almanya Demokratik Haklar Federasyonu-ADHF