Ulus gerçeğinde ruhi şekillenmenin yeri…

Snr22Denge olarak ifade edebileceğimiz durum mutlaka yerini dengesizliğe bırakacaktır Türkiyeli komünistlere ve devrimci güçlere düşen görev, süreci iyi okumak ve muhtemel gelişmelere hazırlıklı olmaktır        

HABER MERKEZİ (03-12-2014)- Bir ulus, onu meydana getiren özeliklerinin toplamında ifadesini bulsa da, o ulusun haksızlıklara karşı mücadelesinde ya da bağımsızlığında ruhi şekillenmenin rolü, diğerlerinden çok daha fazla öne çıkar. Bir insan ya da insan grupları aynı toprak üzerinde yaşayıp, aynı dili konuşabilir hatta iktisadi ilişkileri de olabilir ama eğer onların düşünce ve davranış biçimlerine yön veren ruhi şekillenme zayıfsa o ulusun ulus olma özelliği eksik kalır.

Kobanê’de yaşanan son gelişmeler, parçalanmış Kürdistan’ın bütün parçalarını ya da dünyanın dört bir yanına savrulmuş olan Kürtleri, bir anda aynı duyarlılığa çektiyse, bu sahiplenme duygusunun izahı, Kürtlerdeki ruhi şekillenmenin geldiği boyuttur.

1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen akabinde dört parçaya bölünen Kürdistan’ın bu parçalanmışlığı ve Kürtlerin aşiret yapıları, kolay değil tam yüz yıldır giderek onları birbirinden uzaklaştırıp parçacı anlayışı götürerek güçlendirdi. Her parçanın kendi özgün yapısının bir sonucu olarak yürütülen mücadeleyle derinleştirdiği gibi, kendi içindeki rekabeti ve kavgaları da gündeme getirdi…. Talabani’nin çıkış tarihi, Barzani ailesiyle girdiği çatışmaların tarihidir… Kuzeyde de böyle oldu. PKK’nin de çıkış tarihi diğer Kürt örgütleriyle çatışma tarihidir. Parçada egemen olan ve otoritesini teşhis eden güçler bazen çıtayı daha yükseklere çekip parçalar arası kavgalara girdilerse de birinin diğeri üzerindeki hakimiyeti gibi bir durum henüz oluşamadı.

Bu gergin ve çatışmalı süreç, Saddam sonrası Güney Kürdistan’ın kazandığı statüyle farklı bir boyut kazandı… Çatışmalar içinden gelmiş olan güneyli iki yapının, Barzani ve Talabani’nin yeni yönetimdeki uyumu ve Kürdistan Federe Devleti’nin varlığı bütün karşı söylemlere karşın Kürtlere de bir sevinç ve sahiplenme duygusunu verdi…

Şimdi daha farklı bir aşamadayız. Kobanê bu süreci daha ileri boyutlara taşıdı… Peşmerge’nin Şengal’deki başarısızlığının ardından yürütülen bütün teşhir kampanyasına karşın, Kobanê’ye ilerleyen konvoyunun geçtiği her yerde sevinçle karşılanması, politik yapıların tavrına karşın Kürtlerin birlik özleminin dışavurumuydu… Sınır nöbetleri ya da Suruç ve Kobanê arasındaki sınır tellerinin aşılıp anlamsızlaştırılması ya da yaşamını yitiren savaşçıların Kürdistan’ın her parçasından oluşu nasıl izah edilebilir…

Aslında, politik yapıların bütün hakimiyet kaygılarının aksine, tabanda birlik eğilimi öne çıkıyor ve bu eğilim ulusal kongreler biçiminde de olsa parçalardaki örgütlü yapıları bir araya gelmeye zorluyor.

İstekler ve gerçeklerin denklemi

Herhangi bir Kürt’e ya da parçalardaki örgütlü yapılara ne sorarsanız sorun, gönlünde yatan şeyin bütün parçaların birliği olduğu yönündedir… Ama bu işin öyle kolay olamayacağının da farkındadır..

Kürtlerin aşiret yapıları, yıllarca yaşanan parçacı anlayışın yol açtığı alışkanlıklar, parçalar arası yer yer gündeme gelen kavgalar ve çıkar çatışmaları, her parçada egemen olan bölge devletlerinin kendi aralarındaki ya uyumu ya da kavgalarında parçalar üzerine oluşturduğu planları… En tepede de uluslararası güçlerin bölge planlarının hayata geçirilmesinde bütün bu yapıları birbirine karşı konumlandırması çelişkileri öyle karmaşık bir hale getirmektedir ki, burada niyetlerden öte hayatın gerçekleri sürece damgasını vurmaktadır…

Peki bu durum tersine çevrilemez mi? Çevrilebilir… Hiçbir şey mutlak olmadığına göre bu durum da mutlak değildir ve zaten devrimlerde bunun için vardır… Kürtler kendi aralarında bir birlik oluşturabilirlerse, parçaların şekilsel yapılarının bir anlamı kalmaz ve Birleşik Kürdistan’a doğru önemli adım atılmış olur.

Ama bana öyle geliyor ki, parçalar arasındaki dengesizlik ve kazanımlar, daha uzun bir süre Kürdistan’ı parçalı bir yapıda tutacak, her parça, orada yürütülen mücadele sonucu belirli bir statüye kavuştuktan ve kendi içindeki sorunları asgari bir seviyeye indirdikten sonra parçaların birleşmesi gündeme gelecektir. Bu durum gönüllü ve kalıcı bir birlik açısından da önemlidir.

PKK’nin yurt dışı sözcülerinden Zübeyir Aydar “barış süreci’’nin yürütülmesi için oluşturulacak komisyonlardan bahsederken Öcalan’ın dillendirdiği, ‘Misakı Milli’ diye bir komisyondan bahsetti… İçini ya tam dolduramamış ya da açıklamaktan şimdilik kaçınıyor diye düşünüyorum…. Bunu ileride daha net göreceğiz. Bunu bir yana koyup konuyla bağlantısına dönersem mantık şudur… Kürdistan’ın bütün parçalarının Türk devletinin hakimiyetinde bir araya getirilmesi. Geçmişte Turgut Özal’ın Güney Kürdistan için düşündüğü bu model daha da genişletilmiş bir şekilde yeniden gündeme getiriliyor.

İşte, isteklerle hayatın gerçeklerinin örtüşmesi ya da çatışması dediğim şey tam da budur.. Öneri sahipleri kendilerini öyle bir konuma yükseltiyorlar ki onlar isteyince herkesin tıpış tıpış hizaya girip bir araya geleceklerini zannediyorlar. Hem de kimin himayesinde, Türk devletinin… Peki böyle bir mantıkla Rojava ve Kobanê için söylenenlerin bir anlamı kalır mı… İşin bir diğer garip yanı ise henüz hiçbir statü elde edememiş olan kuzeyin bunu dillendirmesidir… Böyle bir mantık bırakalım parçaları bir araya getirmeyi, olanları birbirinden daha da uzaklaştırır.

‘Barış süreci’ hangi yöne evriliyor

Gerek PKK yöneticilerinin, gerekse de BDP içinden bazılarının peş peşe yaptığı açıklamalar, yeni bir durum tahlilinden çok, mevcut durumun bir itirafıdır. “AKP bizi seçimler için oyaladı’’ , “Kürt özgürlük hareketini tasfiye etmek istiyor’’ gibi söylemlere verilecek en güzel ve kestirme cevap bence “Günaydın’’ olabilir.

İşin ilginç tarafı bunlar ne kadar dillendiriliyorsa da sonuç götürülüp yine AKP’nin önüne konuluyor. Bu da gösteriyor ki, Kürt özgürlük hareketi kendi içinde bir paradoks yaşıyor. Kendi gücüne, halkın gücüne ve demokrasi güçlerine dayanıp kazanımlarını arttırmaktan çok, sorunu AKP’yle halletmek istiyor. Bütün söylemlerine karşın son dönemdeki teorileri de şu; AKP giderse darbe gelir, darbenin gelmemesi içinde AKP’nin korunması gerekir…

Aslında Kürt özgürlük hareketinin AKP’yi koruma tavrı, şu darbe söylemlerinden çok öncelere dayanıyor… Bunu Gezi Direnişi’ndeki yalpalamalarında da, 17 Aralık sürecinde de dışa vurdu… Öcalan rahatlıkla “17 Aralık’ta Erdoğan’ı ben kurtardım’’ derken, geçenlerde Aysel Tuğluk daha farklı bir söylemle ortaya çıktı. “Gezi’de ve 17 Aralık’ta öyle davranmasaydık bugün süreç daha farklı olabilirdi’’ dedi… Bir itiraf var ama sebepler yine ortada yok ya da ucu Öcalan’a dokunacağı için söylenemiyor. Onlar bu açıklamaları yapadursun…

Bence AKP süreci akıllıca yönetti. Seçimlerdeki hedeflerine vardığı gibi, Gezi ve 17 Aralık’ı da kazasız belasız atlattı… Çözüm meselesine gelince, bunda samimi olmadığı özelikle de Kobanê’yle birlikte su yüzüne çıktı. Kürt hareketinin değişik kesimlerinin farklı söylemleri de bundan…

Birkaç farklı ses birden duyuyoruz… Bu süreçte Kandil, Öcalan’a karşın bu tavrını korur mu bunu önümüzdeki süreçte daha iyi göreceğiz…

Ama bir gerçeğin altını daha çizmek gerekiyorsa, o da farklı seslere karşın, herkesin temkinli olduğudur… AKP’nin süreçte önüne koyduğu kısa vadeli planlarının yanı sıra, bir diğer planının da hareketi bölmek olduğunu bildiğinden söylenenlere karşın bu temkinlilik dışa karşı korunuyor. En sert açıklamalarda bulunanlar dahi Öcalan’a bağlı olduklarını söylemeden cümlelerini bitiremiyor.

Peki böylesine belirsizlikler içinde, 6-7 Ekim olaylarının gösterdiği gibi toplumun bu kadar karşılıklı olarak gergin olduğu bir ortamda hala ‘’barış sürecinden’’ bahsetmek Kürtler açısından bir anlam ifade eder mi? Bence kendilerini kandırmış olurlar.

AKP bahsedebilir… Kürdistan’da önemli bir kitle tabanı var ve onlar üzerinden bu işi geçiştirmek istiyor. Öyleyse doğru politika AKP’ye alan açmak değil, onun elindeki argümanları alıp teşhir etmektir, onu sırtından indirmektir…

Kürt özgürlük hareketine dostane yaklaşmak ve siper yoldaşı olmak, onların hatalarını eleştirmekten geçer… Geçenlerde sosyal medyaya, devrimci hareketinin önderlerinin tanınmış simalarından Ziya Ulusoy’un Kobanê’deki MLKP savaşçılarıyla ilgili bir videosu düştü. Kürt özgürlük hareketinin “barış sürecini olumsuz etkiler’’ kaygısıyla yalpaladığı Gezi Ayaklanması’ndaki tavrını bile bile, “barış sürecinin alan açtığı Gezi eylemleri’’ diye bir laf etti. Türkiye’deki devrimci ve demokrat güçlerin mevcut yönetime karşı geliştirdiği bu hareketi getirip, “barış sürecine” bağlamak ve onun açtığı alanın bir ürünü olarak göstermek biat kültürünün kuyrukçu temelde bir dışa vurumudur.

Süreç bazılarının ısrarla dillendirmesine karşın, Kürt özgürlük hareketinin bazı önderlerinin de belirttiği gibi değildir… Yine adını da onlar koydu… Bu bir çatışmasızlık dönemidir dendi… O halde gelişmeler, çatışmaların yeniden başlayabileceği ya da bu çatışmasızlığın ve bu anlamsız bekleyişin hangi yöne evrileceği tartışmalarını gündeme getirir… AKP’nin her sıkıştığı badireli durumda İmralı’ya koşup Öcalan’ın toplumu yatıştıran mesajlarını yayınlaması, oyalama ve zaman kazanmaktan başka bir işlev taşımıyor.

Bu denge olarak ifade edebileceğimiz durum mutlaka yerini dengesizliğe bırakacaktır. Türkiyeli komünistlere ve devrimci güçlere düşen görev, süreci iyi okumak ve muhtemel gelişmelere hazırlıklı olmaktır.

Murat Uçar

http://www.halkingunlugu.org/