ADHK Bileşenleri Toplantısı Sonuç Bildirgesi

ADHK BİLEŞENLERİ TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRGESİ

ADHK ve bileşenleri 8 eylül 2012 tarihinde Frankfurt’da bileşenler toplantısını yaptı. Bileşenler toplantısına, Genel Konsey, Denetim Kurulu, Federasyon Yönetim Kurulları, Dernek Yönetim Kurulları, Komite temsilcileri, ADKH ve ADGH komisyon üyeleri katıldı.

ADHK olarak, gerek bileşen örgütlerimiz, gerek derneklerimiz ve gerekse komitelerimizle varolan sorunlarımızın üstesinden nasıl ve hangi yol ve yöntemlerle gelebileceğimiz konularında tartışarak, kollektif çözümler üretmek amacıyla düzenlediğimiz toplantıda şu sonuçlara ulaşılmıştır;

1) ”Siyasal çalışma bütün çalışmaların can damarıdır.”

Gerek derneklerimizde ve gerekse hitap ettiğimiz kitlede siyasete olan ilgisizlik, dernek yönetimlerimizin siyasal geriliği, siyasal aktivitelerde gerilemelere neden olmaktadır. Buda, doğası gereği kurumlarımızı, sosyal ilişkilerin korunduğu ve yürütüldüğü sıradan sosyal kurumlara dönüştürmektedir. Siyasetin gerilediği her alan, kişilerin kendi istemlerini konuşturduğu ve keyfiyetin eğemenliğine terk edilmiş demektir. Siyasal kurum olma kimliğiyle uyuşmayan bu hal, bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir. ADHK Genel Konseyinin veya federasyonlarımızın almış oldukları kararların hayata geçirilmemesi, örgütsel disiplin ve işleyiş yerine, kişilerin keyfiyetine göre hareket etme tarzının egemen olduğu, üst kurumların altını boşaltan bir sonuç oluşturmaktadır. Kişisel zaafların boy verdiği ve kendisini rahatlıkla yeşerttiği alanlara dönüşmektedir.

Egemenlerin istediği de tam da budur. Siyasetle ilgilenmeyen, dünyada ve bulunduğu ülkedeki sorunlara ilgi duymayan, yaşadığı sorunlara kafa yormayan, verilen ve empoze edilenle yetinen bireyler ve topluluklar / kalabalıklar yaratmak istiyorlar. Çünkü kendi sorunları üzerinde kafa yormayanların kendi çözümlerini de üretemeyeceklerini, kendi politikalarına göre kolayca yönlendirilen ve yönetilenler kalabalığı olacağını çok iyi biliyorlar.

Bu hal, hiçbir devrimci-demokratik siyasal kurumun kabul edemeyeceği ve siyasal vasıflarını yitirmeye başladığı bir haldir. Onlarca yıla varan köklü geçmişimiz ve varoluş nedenlerimizle uyuşmayan bu gidişat, bizimde kabul edebileceğimiz gidişat değildir ve olamazda. Bu duruma geliş, elbetteki sadece bizim eksiklik ve hatalarımızdan kaynaklanmıyor ve yine sadece bize has bir gelişme değil. Bunda her ne kadar bizim irademiz dışındaki objektif koşulların payı varsa da, yerli ve yabancı hemen hemen bütün kurumların durumu aynı minvalde ise de, esasta bizim eksiklik ve hatalarımızın belirleyici rol oynadığını görmek zorundayız. Ve aynı zamanda görmek zorunda olduğumuz bu gerçekle yetinmeden, gidişata müdahale edip tersine çevirme zorunluluğunuda önümüzdeki asli görevlerden birisi olarak ele almak durumundayız.

Müdahale etmenin elbetteki bir çok yöntemi mevcuttur. Ancak bizim için ilk elden elzem olan, kurumlarımızda toplumun gündemlerine ve taleplerine yönelik siyasal etkinliklere ağırlık vermek ve bu etkinlikleri en geniş çevrelere duyurarak, sadece bizim dar kitlemizin katıldığı değil, dışımızdaki kitleleride etkinliklerimize katmak hedeflenmelidir.

Kurumlarımız, toplumsal gelişmeler karşısında pratik-politik tavırlar almak ve bunu kitlelere taşımakla görevli olduklarını unutmamalıdırlar. Bu bağlamda pratik-politik reflekslerini artırmalı ve öncelikle kendileri toplumsal sorunlar karşısında en yüksek duyarlılıklarını ortaya koymalıdırlar. Toplumsal duyarlılıkları halk kitlelerinin seviyesinde seyreden kişi ve kurumların kitlelere bilinç taşıyamayacağını ve onlarla buluşamayacağını bilmek ve gereğini yapmak zorundayız.

Sözkonusu toplumsal sorunlar, sadece geldiğimiz ülkenin sorunları değildir. Yaşadığımız ülkelerde de bir yığın sorunla karşı karşıyayız. Görünürde üstü örtük, fakat yaşamın grçekliğinde ise sınıf çelişkilerinin en barbar halini yaşamaktayız. Birde buna ek olarak göçmenlikten kaynaklı sorunlarla karşı karşıyayız. Bunlara dairde söyleyecek sözümüz ve sunacağımız çözüm perspektiflerimiz olmalıdır. Dolayısıyla faaliyetlerimizi salt tek bir yöne-ülkeye bağlamadan, her iki alana ilişkinde kafa yormalı ve pratik-politik faaliyetler planlanmalı ve yürütülmelidir.

Bunlar yapılabildiği oranda derneklerimiz siyasal kurumlara dönüşür ve asli kimliklerine kavuşturulmuş olurlar. Bireylerin zaaflarını ve keyfiyetlerini konuşturdukları yerler olmanında önüne geçilir. Aksi halde giderek daha sıradanlaşıp, dedikodu merkezleri haline gelirler. Şu çok basit çıkarsamayı aklımızdan çıkarmayalım; toplumsal sorunların ve buna bağlı olarak siyasetin olmadığı ve tartışılmadığı yerde, sıradanlaşma, gerileme ve kitlelerden kopuş kaçınışlmazdır. Biz bu kaçınılmazın girdabına kapılmadan tezelden önlemini almak mecburiyetindeyiz.

O ünlü sözü hatırlatma babında tekrarlarsak; ”Siyasal çalışma bütün çalışmaların can damarıdır.” Bu can damarını canlı ve işlevli kılmak, yerellerden merkeze kadar her kurumun öteleyemeyeceği ve üstünden atlayamayacağı olmazsa olmaz görevidir.

2) Politik hattın netleştirilmesi için konferans

Kurulduğundan bu yana, kurumun siyasal niteliği tartışıla gelmektedir. Biz neyiz ve nerenin kurumuyuz?

Her birey bunlara bulunduğu yerden ve bakış açısına göre cevaplar vermektedir. Konuya dair bir çok tartışma yürütülmesine ve yazılar yayınlanmasına karşın, üstelikte tüzük ve proğramında kendisini net olarak ifade etmesine rağmen, yönetici organlarından aşağıdaki yöneticilere kadar bir çok arkadaşımızın kafaları hala karışık. Bu karışıklıklar gerek yerel ve gerekse merkezi faaliyetlerimizi etkilemektedir. Konferansımız katılımcılarından kimi arkadaşlar, bu sorunun çözülüp netleşmesi ve bu tartışmaları artık geride bırakıp gerçek misyonomuzu oynamamız için, sadece bu konuyu ele alan önerilerini sundular. Bu öneriyi, yerinde ve ciddiyetle ele alınıp pratiğe geçirilmesi gereken bir çözüm yöntemi olarak görmekteyiz. Koşullarımız ve faaliyet planlamamız dikkate alınarak önümüzdeki süreçte tüm bileşenlerimizle böyle bir konferansı örgütlemeyi hedeflemekteyiz.

3) Genel Konseyle bileşenler ve altlarla koordinasyon

En büyük sıkıntılarımızdan biriside, Genel Konseyimizle bileşenlerimiz ve derneklerimiz arasındaki koordinasyon eksikliğidir. Bu koordinasyon eksikliğinden dolayı konseyle bileşenler ve derneklerin faaliyetleri bir biriryle üst üste gelip çakışıyor. Bu durumda birinden birisi ya iptal ediliyor, ya da faaliyetten hedeflenen gerçekleştirilemiyor, başarısızlıkla sonuçlanıyor. Kurumlarımız ve faaliyetçilerimiz karşı karşıya geliyorlar. Bu esasta her kurumun merkezden kopuk ve kendini merkez görüp kendi başına faaliyetini planlamasından kaynaklanmaktadır. Bu doğası gereği, kendiliğindenci ve dağınık bir faaliyetin peşinden koşmayı ve harcanan onca yoğun emeğe rağmen başarısızlığı yaratıyor. Verilen onca emeğin karşılığı başarısız bir faaliyet olmamalıdır. Kendi arasındaki özerkliklerini koruyarak daha merkezi bir koordinasyon ve kolektif faaliyet planlamasıyla bu sorunlar aşılır ancak. Bunun içinde bütün bileşenler ve alanlar günübirlik faaliyetten çok, dönemsel faaliyetlerini yerellerde önceden planlamalı ve bunu merkeze gönderdikleri raporlarıyla sunmalılarki, kurumların faaliyetleri birbirleriyle çakışmadan planlanıp yürütülebilsinler. Bu özerklikleri ortadan kaldırmaz ve hiçbir bileşenin faaliyetinede müdahale olarak görülemez. Evet özerk kurumlarız, fakat bilinmelidirki, bir birinden tümüyla kopuk ve bağımsız kurumlarda değiliz. Eğer böyle olsaydık, merkezi çatı örgütü olmamızında hiç bir gereği olmazdı. Bir birlerinin yetki ve inisiyatif alanlarına özen göstererek merkezi planlama!.. Bütün mesele alınganlıklar göstermeden bunu başarabilmektir. Yerellerden merkeze kadar, bütün bileşen alt örgütlülükleride dahil, kadın veya gençlikle dernekler kendi aralarında düzenli olarak bir araya gelmeli ve faaliyet tarihlerini mümkün olduğunca ortak belirlemeli ve planlamalıdırlar.

Bu kurumlar biribirlerinin karşısında değiller ve olamazlarda. Dernek ve onlar, biz ve dernek, biz ve ADHK, biz ve bileşenler gibi algı ve yaklaşımlar dışlayıcı ve kendini diğerinden tümüyle koparan ve ayrıştıran anlayışlardır. Hiçbir kurum ve bileşenimiz bu tarz anlayışlara asla taviz vermemelidirler. Unutmayalım ki, özgünlüklerimizden kaynaklı özerklerimiz vardır. Sadece biri değil, bunların toplamı biziz. Hepsinin faaliyetide, başarı ve başarısızlıklarıda bize aittir!..

4) Denetim

Eleştirilerin yoğunlaştığı nokta, denetimlerin olmadığı konusuydu. Bu noktada belli bir eksikliğin olduğu doğrudur. Ancak burada denetim mekanizması salt konsey veya federasyon yönetimlerinden birilerinin alanlara gidip toplantılar yapması olarak algılanıyorsa, bu eksik bir yaklaşım olur. Çünkü denetim sadece alanlara gidip gelmekle sınırlanmaz. Denetimin farklı yöntemleride vardır. Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya doğru düzenli olarak sunulan raporlar ve bu raporların gönderildiği yerlerde ciddiyetle ele alınıp degerlendirilmesi, yanlış ve eksikliklerin eleştirilmesi ve uyarılmasıda denetimin başka bir etkili yöntemidir.

Ne yazık ki, yerinde denetimler gerçekleştirmek ve alanlardaki kitlelerle alanların durumunu ve gelişmelerini tolantılarla yüz yüze yapmakta konsey olarak eksik kaldığımızı kabul ediyoruz. Daha önceki yıllarda bu tarz denetimleri bir çok kez gerçekleştirmiş ve bunun faydalarını görmüş olmamıza karşın, son süreçte bunu devam ettirmekte eksik kaldık. Yapılan eleştirileride dikkate alarak, bu eksikliğimizi gidermeye özen göstereceğiz.

Burada şu hususu belirtmekte fayda görüyoruz;

Konsey ve bileşen yönetimleri olarak, yaptığımız her toplantının sonuçlarını tüm alt kurumlarımıza düzenli olarak göndermemize ve bu yöntemle kendimizi altların kolektif denetimine sunmamıza rağmen, altlardan ne bir eleştiri ve ne de bir öneri alıyoruz. Gönderdiğimiz raporlar maillerde kalmaktadır. Dernek veya komitelerimiz toplantılarında ele alınıp değerlendirilmiyor. Bırakalım bunu, çıkarılıp üyelerimizin okumasına bile gerek duyulmamaktadır. Bundan böyle, bütün dernekler ve bileşenler gerek genel konseyimizin ve gerekse bileşenlerimizin göndermiş oldukları toplantı raporlarını, açıklama ve bildirilerini çoğaltarak yönetici arkadaşların ve üyelerimiz tarafından okunmasını sağlamakla yükümlüdürler. Aynı şekilde raporlarımızın bileşenler, dernek ve komitelerimizin toplantılarında değerlendirme raporlarıda konseyimize düzenli olarak gönderilmelidir.

Hem yerinde denetim ve hemde rapor sistemiyle ikili denetime önem vermeli ve bu iki yoluda işlevli kılmalıyız. Aksi taktirde, yani salt meseleyi yerinde denetimle sınırlarsak, her şeyi yukarıdan bekleyen ve kendi görev ve sorumluluğunu unutanlar oluruz.

Biz ADHK Genel Konsey olarak, kendi payımıza düşen eleştirilerin gereğini yerine getirmek için elimizden gelen bütün çabayı göstereceğiz. Bu konuda, merkezi olarak planladığımız Irkçılıkla ilgili kampanya sürecinde bir takım adımlar atmayada başlayacağız. Bütün arkadaşlarında aynı duyarlılıkla bu sürecimize katkı sunup destek olmaları arzusu ve beklentisindeyiz.

ADHK 21. Dönem

Genel Konseyi

Eylül 2012